hesabın var mı? giriş yap

  • "kola içmeyip hitler överek israil'i durdurma planımız nasıl başarısız oldu, anlayamıyorum. hayatımda gördüğüm en iyi savaş stratejisiydi."

  • küçük oğlum ilkokul 2. sınıfa gidiyor. cumartesi akşamı arkadaşını evine bırakırken aralarında geçen aşklı meşkli diyaloğa istinaden sordum:
    -kim oğlum aşkın, ekin mi?
    cevap verdi:
    - yok. o benim kankam artık. eskiden aşkımdı da, sonra biz arkadaşız dedi. hem biz onunla çok beraber oluyoruz. ben aşkımı sadece mert'e söyledim kimseye de söylemem.
    adam olayı çözmüş dedim içimden.
    arkadaşının annesi bir ara yalnız kalınca kulağıma eğildi:
    -senin oğlan kendinden 2 yaş büyük 4. sınıfa giden bir kıza aşık olmuş.
    güldüm. üzüldüm sonra, demek ki çekiniyor durumdan ki sadece bir arkadaşı ile paylaşıyor. bir kaç gün geçti:
    -oğlum bana anlatmak istediğin bir şey var mı? aşkını da benden saklıyorsun.
    suratını astı:
    -evet, çünkü güvenmiyorum. hem anlatırsam her şey bozulacak gibi hissediyorum...

    ağlayasım geldi...

  • oyuncak dinozorlar plastikten yapılmaktadır.
    plastiğin ham maddesi ise petroldür.
    petrol ise fosiller yardımıyla oluşmaktadır.
    bütün bu bilgiler ışığında plastik dinozorlar aslında gerçek dinozorlardan yapılmaktadır.

  • rus üstadlarından birinin bir sözü vardır *:

    "ideal bir evlilik asla olmaz, çünkü; düzgün kadın ilk teklifte kabul etmez, düzgün erkek de ikinci kez teklif etmez."

    gençlikte zaten (bkz: piç tercihi) diye bir şey vardır, bu tartışılmaz. daha heyecan verici bir ilişki için risk alınır... sonra muhtemelen kalbi kırılan kişi erkekler hakkında yüzlerce önyargı geliştirir ve ilişkilerinde sürekli strateji kovalar. bunun belki de en önemli parçası "kendini ağırdan satmak"tır. bu da karşıdaki "düzgün erkek" bireyini iter. sen kendini naza çektiğini zannederken, karşıdaki erkekte "demek ki beni istemiyor, ben de rahatsız etmeyeyim." düşüncesini oluşturursun... sonuç mu? baştaki alıntıyı okuyalım lütfen.

  • ilacı dikkat eksikliği teşhisi ile alan biri olarak kullanıcı deneyimi yazmaya geldim. herkes hayallerini yazmış, bir de gerçeklere bakın istedim. bu entry uzun olacak, durumu olmayan okumasın. hayır, özet geçemem.

    öncelikle ilacımı kimseye vermiyorum/satmıyorum, boşa zahmet edip mesaj atmayın. atan var, o yüzden uyarıyorum. torbacı arayan yallah istanbul'un arka sokaklarına.

    doktor değilim, anlatacaklarım tamamen şahsi deneyimimdir. ilaçla geçmişim birkaç senelik, düzenli kullanmaya geçişim 2019. doktorum gerekirse başka doktorlara yazdırması kolay olsun diye rapor çıkardı. (ilacın raporu ödenmesini sağlamıyor. 25 yaş üstü herkesin, kırmızı reçeteyle ücretli alması gerekiyor. kutusu 16 tl.)

    düzenli kullanıyorum. bağımlılık korkum yüzünden düzenli kullanmaya ikna olmam uzun sürdü, doktorum günde 3 taneye kadar içebilirsin dediği halde en çok 2 defa alıyorum. ilacın max etkisi 1-2 saat arasında olduğundan, çalışma saatlerime/iş yoğunluğuna göre ayarlıyorum. genelde sabah 08:00, öğleden sonra 13:00 şeklinde. dozlar arasında min 4 saat oluyor. concerta'yı hiç kullanmadım, doktorum ritalin'in bana daha uygun olduğunu söyledi, sebebini hiç sormadım. (bunu sorayım bir ara.)

    haftada en az 1 gün ara vermemi söyledi, ben cumartesi-pazar günleri içmiyorum. buna ilaç tatili (drug holiday) deniyor. okuduğum kadarıyla ritalin kullanırken ilaç tatili yapmanın birçok gerekçesi var: ilacın yan etkilerini tolere edebilmek için, bağımlılık gelişmemesi için, ebeveynlerin talepleri vs... şuradaki bir araştırmaya göre ilaç tatilinin çocuklar üzerinde olumsuz etkileri de var. ilacı kullanmaya yeniden başladıklarında adaptasyon sorunu oluyormuş. bu nedenle lütfen sadece yetişkin bir birey olarak yazdığımı dikkate alın, çocuklardan zerre anlamam. yan yana duran ve aralarında 5 yaş fark olan çocukların yaşlarını bile tahmin edemeyen birinden çocuklar ve ilaçlar konusunda fikir edinmek istemezsiniz.

    dikkat eksikliğim 30 yaşımdan sonra, biraz da şans eseri teşhis edildiği için yıllarca bipolardan okb'ye beş milyon yanlış teşhis almış, içmediği ilaç kalmamış biriyim. antidepresan, antipsikotik, benzodiazepin, aklınıza ne gelirse... 800 mg ketiapin içip sabaha kadar tavana bakıyordum ya da rivotril içip sabaha kadar dizi izlemeye devam ediyordum. sonuçta sadece dikkat eksikliği sorunum olduğunu öğrendim ve abartılı gelecek ama hayatım değişti. 800 mg ketiapinle, 6 xanaxla uyuyamayan ben, günde 2 ritalin içtiğimde dünyanın en tatlı uykularını uyuyorum.

    yaygın anksiyete bozukluğu dışında hiçbir sorunum yok ki zaten ona da dikkat eksikliği ile beraber çok sık rastlanırmış. bunu bu kadar geç öğrendiğim için psikiyatri camiasına kırgınım ama camianın çok da umurundaydı...

    detaylara gelelim:

    ritalin içince ne oluyor?

    - empati yeteneğim ve tahammül seviyem daha yüksek oluyor. normal şartlarda çabuk sinirlenen, bir iş yapılacaksa acımasız olabilen, işi hemen yapmak isteyen biriyim. (bir sonraki maddede neden sinirlendiğimi anlatıyorum.) atm'de ya da markette sıra beklememek için atm'ye gece giden, markete kapanmasına yakın uğrayan, kalabalık yerlerde asla sıra bekleyemeyen bir yabaniyim. (evet, hiçbir gratis indiriminde alışveriş yapmadım.) artık ritalin içtiğim günlerde kuzu gibi sıra bekleyebiliyorum, nefesim daralmıyor, durduğum yerde sağa sola sallanırken insanların garip bakışlarına maruz kalmıyorum. en zoru da bacağımı, kolumu ya da tüm vücudumu deli gibi sağa sola sallamak isterken buna engel olmak. toplantı, ciddi ortamlar vs olunca kendimi kontrol etmeye çalışmak beni daha çok yoruyordu. düz duvara tırmanan, sağa sola koşan biri değilim ama bacaklarım, kollarım, parmaklarım sabit durunca deliriyorum. üniversite hayatım boyunca her hafta birkaç dersten atılmama neden olacak kadar şiddetli şekilde bacak sallardım. hocalar "dikkatimi dağıtıyorsun, çık dışarı" diye herkesin içinde azarlardı. ritalinle bu delice, gereksiz hareket isteği azalıyor ya da bitiyor.

    - kafasında 5 milyon düşünce uçuştuğundan bunları asla zamanında yapamayan, beş ışık yılı sonraya erteleyen biriyim. ertelediğim birçok projeyi başkaları yapıp aldı yürüdü, ben yerimde sayıyorum. hiçbir kararımı uygulayamıyordum, işime gelmeyen ne varsa erteliyordum. yapmayı sevmediğim işler mi var? diyelim ki rapor hazırlamam gerekiyor. ben sabaha kadar saçma sapan işlerle uğraşıp bunu yapmıyorum, işler ters gidince de başarısızım diye ağlıyorum. e yapmadın ki? bu durum tekrar ettikçe depresyona giriyordum, kendimden nefret ediyordum. psikiyatri de diyordu ki al sana antidepresan. şimdi de ertelediklerimin hepsini yapmış değilim ama en azından yapabileceğimi görünce rahatladım, depresyonda değilim. eskiden geri zekalı olduğumu, bu yüzden her şeyi ertelediğimi, sevmediğim hiçbir işi bitiremeyeceğimi düşünüyordum.

    - vicdan azabım azaldı. ne alaka diyecensiniz, şöyle: kafanızın içindeki düşüncelerin rengarenk kuş tüyleri olduğunu hayal edin. hepsi sağa sola uçuşuyor ama önce hangisini almanız lazım, nereye koymanız lazım bulamıyorsunuz. sonunda oturup kısır yapmaya karar veriyorsunuz, onun da yarısında sıkılıp dizi izlemeye gidiyorsunuz. dizinin 10'uncu dakikasından sonra biraz kitap okumak istiyorsunuz, iki sayfa sonra içiniz daralıyor, kısır yapmaya devam etmek için mutfağa giderken dün gelen maili ihracata yönlendirmediğinizi hatırlıyorsunuz. odanıza dönüp maili fw etmek için bilgisayar başına oturunca youtube'da mary river kaplumbağası hakkında video görüyorsunuz. oha, kesin izlemeniz lazım! ritalin içince kısırın bulguru hazır olana kadar yapacağın işleri düzenleyip, geri dönüp kısırı yapıp, dizi açılırken maili fw edip, mary river kaplumbağasını da 'araştırılacak' notlarına ekleyip üstüne bir de uçuşan tüyleri alfabetik sıraya diziyorsun, gece mis gibi uyuyorsun. her şeyi ertelemenin vicdan azabını çekmiyorsun.

    - istifçilik yapmıyorum, stoklarımı eritiyorum. tarayıcımdaki yer imleri klasörü, sağa sola yazdığım notlar, alınan gereksiz kitaplar... milyonlarca şey hakkında meraklanıp sonra okuyacağımı düşünerek kaydediyorum, kindle bin tane kitapla dolu, sürekli anlık ilgimi çeken şeyleri topluyorum ama bir daha dönüp bakmıyorum. yeniden okumak istediğimde ortada düzenlenmesi gereken dev bir yığın olduğundan daralıyorum, olay mahalllini terk ediyorum. basit görünen bu sorunun eğitim ya da iş hayatınızda neler yapacağını düşünün... ritalin içince oturup şu şu lazım, bunu sileyim, bunu okuyayım diye organize oluyorum. okuyayım dediğimi gerçekten de okuyorum, ben şok! şurada bir araştırma var, istifçilik sanıldığı gibi sadece okb'de değil dikkat eksikliğinde de fazlaca görülüyormuş. senelerdir her gün not aldığım bir mood tracker uygulaması var, ondaki kayıtlara baktım, derin temizlik yapıp gereksiz eşyaları, dosyaları, dijital ortamdaki dağınıklığı topladığım günler hep ritalin aldığım günler. hafta sonu için ajandama eklediğim hiçbir toplama, ayırma, eskiyi atma eylemini gerçekleştirmemişim, hepsini hafta içine ertelemişim.

    - ilgi alanlarımı mantıklı şekilde belirleyebiliyorum. sabah 8'den gece 12'ye kadar beş milyar farklı konuya ilgi duyup uzmanlaşmak isteyebilen, aynı anda hepsine dair kaynak araştıran, web sitesi kurmaya kalkıp alan adları satın alan, olmayacak işler peşinde koşan biriyim. sonra hepsi bir kenarda çöp olarak kalıyor çünkü ertesi gün onlardan sıkılmış oluyorum. ritalin içince bu saçma sapan durum olmuyor. olsa bile mantıklı şekilde düşünüp tartıyorum ve uygulanabilir değilse siliyorum.

    - ruh halim stabil hale geldi. sabah neşeli, öğlen anksiyeteli, akşam hafif depresif, gece enerjik olabiliyordum. senelerce bipolar sandılar, bir kere bile manik atak geçirmediğim halde verdiler seroquel'i, verdiler lityum'u. meğer dikkat eksikliğinde de ruh hali geçişleri oluyormuş. (okuduğum makalelere göre bipolarda bu geçişler daha yavaş gerçekleşiyor, benimkiler gün içinde hızlı oluyordu. siz yine de doktora sorun.) ritalin aldığım zaman o kadar sakinleşiyorum ki, 6 mg xanax ya da 800 mg ketiapin içtiğimde bile sabaha kadar oturan ben, ritalinden birkaç saat sonra mis gibi uyuyorum. üstelik verdiği sakinlik uyuşukluk şeklinde değil. normal bir insan olma hali. yine üzülüyorum, seviniyorum, anksiyetelerim oluyor ama her gün on defa değişmiyor ruh halim. ilk fark ettiğimde hayret ve dehşet arası bir şey yaşamıştım çünkü ritalin uyarıcı olarak geçiyor ve içince bana delice enerji vereceğini sanmıştım, acaba şener şen gibi sokaklarda koşar mıyım diye korkmuştum. tam aksine, içince dünya daha sakin oluyor, ben daha sakin oluyorum. asabiyet falan kalmıyor, saatlerce ufka bakıp içlenen şairlere dönüşüyorum. xanax'ın sakinleştiremediği beni pamuk gibi yapıyor.

    - düşüncelerimi ve enerjimi doğru şekilde yönlendirebiliyorum. yukarıda bahsetmiştim; aklında bir sürü şey var ama hangisinden başlayacaksın, neyi unuttun, o öyle miydi, bu nasıldı derken stresten evin içinde volta atıyorsun ama hiçbir iş yapamıyorsun, gün bitiyor, yapmadığın işlerin verdiği pişmanlıkla bunalıyorsun. ritalini magneto'nun kaskı gibi düşünebilirsiniz, beynini dış dünyadaki dikkat dağıtıcı şeylere kapatıyor. first things first diye hepsini sıraya koyabiliyorum. insan yapacaklarını nasıl sıraya koyamaz diyorsan, al bir süre benim beynimle yaşa derim.

    - iletişim konusunda daha sabırlı oldum. "geliyorum hemen" deyip aylar sonra "hah evet nerede kalmıştık" dediğim arkadaşım var. bazen birileri bir şey anlatırken o kadar tahammül edemiyorum ki, sözünü kesmeden durmak ya da ağzını kapatmamak çok zor oluyor. bu nedenle genelde telefonla konuşmak yerine yazmayı tercih ederim. okumak/yazmak sevdiğim bir uğraş olduğundan bu ikisinde sorun yaşamıyorum, dikkatim dağılsa da fark eden olmuyor çünkü konuşma gibi o an yanıtlamak zorunda değilim, istediğim zaman cevap verebiliyorum. ritalin içince konuşan insanları dinlemek çok kolay, konudan kopmadan sonuna kadar dinleyebiliyorum.

    - normalde 2 saatte bitecek işi dikkatimi veremediğim için 7 saatte yaptığımdan, ritalin içince aynı işi herkes gibi 2 saatte yapabiliyorum. (bakın herkes gibi 2 saatte diyorum, yani sandığınız gibi limitless dizisi karakteri olup 30 dakikada yapmıyorsunuz.)

    - basit soruları/sorunları çözerken hata yapmıyorum. ben normalde herkesin çözebileceği çok basit bir matematik sorusunu genelde çözemiyorum. 2+2-8 gibi basit olsa bile çözemiyorum çünkü 2+2'den sonrasını okumadan dürtüsel olarak laps diye cevabı işaretliyorum. hem de işaretlemezsem ölecekmişim gibi, elim kırılacakmış gibi hızlı hızlı işaretliyorum. haliyle yanlış oluyor çünkü sorunun yarısını okumaya üşenirsen ne kadarını çözebilirsin? eğitim hayatım boyunca öğretmenlerimden "bu kadar basit konuları yapamıyorsun da karmaşık soruları nasıl çözüyorsun" sorusunu duydum. soru uzun ve karmaşıksa, ilgimi çekiyorsa okuyorum ama kısa ve cazibesi yoksa bilmeden iddaa oynayan emmi gibi basıyorum rastgele yanlış kupona. salak mısın, bunu fark etmiyor muydun diyebilirsin. sıkılıyorum ya da matematik sevmiyorum sanıyordum. çünkü ilgimi çeken her şeyi sonuna kadar okuyabiliyorum. ritalin içince sonuna kadar okuyorum ve yanlışsa bile benim yanlışım oluyor. (ritalin içince her soruyu doğru çözüyorum demiyorum, öyle bir ilaç yok.)

    neler olmuyor?

    - bugün de dahi olamadım. kapasiten neyse onu kullanmanı sağlıyor ama üstüne ekleme yapmıyor. yapsa dükkan sizin, yemin ederim yapmıyor.

    - zeka artırmıyor, borçları ödemiyor, içince sırtında kendiliğinden pelerin belirmiyor. her zamanki hayatına devam ediyorsun ama benim gibi kafası aşırı karışık biriysen sakin şekilde devam ediyorsun.

    - herkes gibi oturup işini yapman gerekiyor. bir anda mistik şekilde yerinden kalkıp "haydi bakalım" diyerek kuantum fiziği öğrenmiyorsun. bunu ders çalışmak için yazdırmak isteyenler var, dikkat eksikliği olanlarda işe yarayacak ama onları ders çalışmaya motive etmeyecek. sadece ders çalışmak için masa başına oturunca dikkatinin dağılmamasını sağlayacak. "ritalin içtim etkisi olmadı, sabaha kadar pubg oynadım" diyor, neden acaba? ders çalışmaya başlasan sabaha kadar ders çalışacaktın? ben de bazı günler 2 tane ritalin içtiğim halde boş boş takılıyorum. zaten ruh halimi düzenlediği için bana her türlü iyi geliyor ama bir iş yapmak için çaba göstermezsen ritalin seni ensenden tutup masaya oturtmuyor.

    gariplikler/uyarılar

    - neden bilmem, her gün aynı etkiyi yaratmıyor. bunu çok araştırdım; yediğimiz yemeklerden kahve tüketimine birçok etki olabileceği söyleniyor ama kesin bilgi yok.

    - kahveyle birlikte almayın. asla. alırsanız muhtemelen kalp çarpıntısı, nefes darlığı yaşayacaksınız. bana olmaz demeyin çünkü başta bana da olmamıştı.

    - başlangıçta nefes alma hızını artırabiliyor, bir süre sonra geçiyor. ilaca uzun süre ara verip yeniden başladığımda yine yaşamıştım.

    - bol su için. ritalinlerin etkisi devam ederken muhtemelen aşırı susamış hissedeceksiniz. ağız kuruluğunu geçiştirmeyin, su için. sonra baş ağrısı çekersiniz.

    - yemek yemeyi unutabilirsiniz, unutmayın. iştahı aşırı derecede kapatıyor, birileri önüme yemek koymasa sabah 8'den akşam 7'ye kadar sadece su ve maden suyu içtiğim oldu.

    - son dozu 17.00'den önce almış olun. uykunuzu kaçırabilir. bende ters etki yaratıyor ama genel uyarı bu yönde.

    - nabız, tansiyon yükseliyor. bu da her gün olmuyor ama kalp sorunu olan mutlaka psikiyatrına söylesin, kardiyoloğa gitsin. beni en çok rahatsız eden kısım bu. bazen kalbim zorlanıyor gibi hissediyorum, daralıyorum. sırf bu nedenle ilacı bırakmak istiyorum ama henüz ikame bir tedavi bulamadım. (zaten sanırım bilim de bulamadı.)

    - anksiyete! düzenli kullanmaya başladığım dönem anksiyetem o kadar artmıştı ki evdeki bütün kapı kollarını söktürmeyi düşündüm, hepsi aşırı ses çıkarıyordu. çıt çıksa uykumdan uyanıyordum. dikkat eksikliği sıklıkla anksiyeteyle birlikte bulunuyor(muş) ama ilacı anksiyeteyi artırıyor. doktorum bunun beklenen bir yan etki olduğunu söyledi ve buspon verdi, kullanamadım çünkü geçmeyen bulantı-ishal gibi etkileri oldu. zamanla ritalin'in anksiyete artıran etkisi geçti. anksiyete için ayrı bir ilaç almıyorum.

    - ishal. çok nadir görülen yan etki olarak belirtilse de, bende ciddi seviyede ishal yapıyor. çok su içen biri olduğumdan dehidrasyon yaşamıyorum ama özellikle ritalin + kahve gibi bir çılgınlık yapacaksanız kalp ve ibs gibi sorunlarınız olmadığından emin olun. bence hiç yapmayın, kaka içinde ölebilirsiniz.

    - bazen unutkanlık yaşıyorum ama ilaçtan mı, başka şeyden mi emin değilim. kan değerlerim normal. internette uzun süre ritalin kullananların bu tür sorunlar yaşadığına dair mitler var, bunu doktoruma soracağım. bazı anlarda sanki olaylar ya da konular parça parça aklımda ama birleştiremiyorum. kal geldi diyorlar ya, tam olarak bu. birkaç saniye sürse de korkutucu oluyor.

    - ritalin alınca sürekli kahve içmek istiyorum. çarpıntı yapacağından içmiyorum ama nedense litrelerce içmek istiyorum. sigarayı bırakalı 3.5 yıl oldu, bir kez bile yeniden içmeyi düşünmedim ama ritalin aldığımda bazen aklıma sigara geliyor. neden sadece ritalin içince bilmiyorum. bunu da doktora soracağım. muhtemelen beyindeki etkisindendir. böyle garip bir etkisi var.

    - ilacın etkisi başladığında bunu göğsümün ortasından başlayıp vücuduma yayılan bir bası/ısınma hissi şeklinde hissediyorum. kafamda kuruyor muyum acaba diye düşündüm ama biraz araştırınca birçok kişinin benzer şeyleri yaşadığını gördüm. ani gelen ürperti gibi, dalgalar halinde yayılıyor tüm vücuda. garip bir his. ilaçlı tomografi çektirenler ilacın damara verildiği andan itibaren vücuda yayılışını çok net hatırlayacaktır. aynen öyle ama bu ağırlıklı olarak göğüs kafesinde kalan versiyonu. acaba tansiyondan mı diye defalarca bunu hissettiğim an nabız ve tansiyonumu ölçtüm, çoğunda normal çıktı. zaten tansiyon ilacı aldıktan birkaç saat sonra yükseliyor.

    - ritalin çekilmesi ilacın uzun süre, yüksek dozlardan sonra bir anda bırakılmasıyla oluyor. doktorun söylediği dozda kullanırsanız günün sonunda ilacın etkisinin geçmeye başladığı anları hissediyorsunuz ama "ritaliiiiiiiin" diye duvarları tırmalayıp salya akıtmıyorsunuz. sadece bazen gerginlik, bazen baş ağrısı olabiliyor. pırıl pırıl olan kafanın içi yine koşuşturup duran düşüncelerle doluyor.

    - kokainle kıyaslamak saçma. doktorunuza sorun, araştırın. ha yine doktorumun söylediğine göre bunu kırıp burundan çekenler varmış, o nedenle drug abuse konusunda hassaslar. gidip "ders çalışamadım, ritalin yazın" deyince yazmıyorlar ama bunu kokain ilan etmeden önce biraz makale okuyun. en zararsız maddeyi bile kırıp bir yerinizden çekerseniz zararlıdır. boşuna kırmızı reçete-doktor kontrolü yok.

    - zamanında modiodal da kullandım. bolca migren ve sinir krizi dışında faydasını görmedim. wellbutrin güzeldi ama ritalin kadar etkili değil.

    - meditasyonun dikkat eksikliğine faydalı olduğu söylense de ben henüz başaramadım. aylardır deniyorum, bir iki kez yaklaştım ama meditasyonun ne olduğunu bile algılayamadım ki yapayım.

    bir süre beynimin eksik, yetersiz olduğunu düşünerek kendimi hırpaladım. zekamın düşük olduğuna aşırı ikna olmuştum. bu yüzden ritalin kullanmayı olumsuz bir şey olarak gördüm, sürekli (kendimce çaktırmadan) doktorumla pazarlık yaptım. hatta bazen ukala ukala "imi tidivi itmiyir, itkisi giçici" falan dedim. doktorumun beni odasından kovmamış olması kendi ponçikliği.

    hala ritalin olmadan dikkat eksikliğinden nasıl minimum seviyede etkilenirim diye araştırıyorum çünkü hayat boyu herhangi bir ilacı içme fikri hoşuma gitmiyor ama hayatımın darmadağın olması fikri daha şiddetli şekilde hoşuma gitmediğinden ilaca devam ediyorum. zaten geriye dönüp bakınca o kadar yanlış teşhis ve yanlış ilaçla bu yaşa kadar gelmiş olmam bile mucize.

    benim için en büyük faydası ruh halimi düzeltmesi, beni sakinleştirmesi oldu. abartılı bir enerjiden ya da öforiden bahsetmiyorum, normal bir insan gibi sakin olmaktan bahsediyorum.

    madem kitap gibi oldu;

    yazarın son sözü: doktor verdiyse kullanın, düşük zekalı kenar mahalle ünlüsü gibi kırıp burnunuzdan çekmeyin, dozu aşmayın, ergen gibi sözlükte torbacı aramayın. altı üstü bir ilaç, dinozor olsa anlayacağım.

  • türkiye cumhuriyetine belki de tarihteki en büyük zararı veren, ülkeyi satan aynı zamanda da yakın arkadaşının kocası olan biriyle beraber olmak için bilmem kaç uçak değiştirerek gizlice amerikaya giden bir kadın olmaktan çıkıp mağdur edilen boşanmış bir kadın olmuştur.

    vallahi de helal olsun billahi de helal olsun şu pr çalışmasını kılıçdaroğlu becerse çoktan seçilmişti.

    bizim türk milletine de diyecek bir laf yok. nedir bu boşanmış kadınlara karşı olan koşulsuz acıma duygusu.
    sanki dayak yedi, elinden malı mülkü alındı. bu olaydan sonra o ses türkiye'ye dönerse bu olayı acunun tasarladığına kesinlikle emin olucam.
    mehmet dinçerler de şirkette işleri yoluna koyacak bir kaç iş veya ucuz kredi aldıysa olay tamam.

    debe editi: olayı bilmeyenler varmış sürekli soru geliyor hadise ne yapmış diye.
    (bkz: reza'nın ebru'yu hadise ile aldatması)

  • aile birliği, türklerde tarih boyunca her zaman önemli olmuştur.

    bahaeddin ögel hocanın dediği gibi, türk tarihinin kökü ve dinamik çekirdeği türk aile düzeni idi. devlet teşkilatının küçük örneği de bu bitip tükenmeyen enerji kaynağı idi.

    eski türklerde oguş/aile toplumun çekirdeği olarak küçük bir birlik olmasına rağmen toplumun genelinin huzuru ve birliği için manevi önemi büyüktü. bunu pek çok kaynaktan tespit edebildiğimiz gibi akrabalık isimlerinin çok olmasından da anlayabiliyoruz.

    dolayısıyla evlenmek, yeni bir ev açma, yeni bir aile kuruluşunu müjdelediği için, düğünler de eğlence kültürünün basit bir ögesi olmanın ötesinde aileye giden yolun başlangıcı olarak kutsal bir tören olarak algılanırdı.

    türklerde eski zamanlardan beri çekirdek aile yapısı esastı. evlenme yaşı gelen çocuklar, evlendikten sonra aileyle oturmaz kendi evini kurardı. (ki evlenmek kelimesi de zaten yeni bir ev, yeni bir aile kurmak anlamına gelir) bütün oğullar bir çadır ve bir miktar mal (hisse/kalın/kalın tölöö - ki en eski türk adetlerinden biridir) ile evden ayrıldıktan sonra en küçük oğul/od tigin baba ocağında kalır, yaşlılıklarında annesine, babasına bakar ve öldüklerinde de onlardan kalan her şeye sahip olurdu.

    “türk aile yapısı genel olarak patriarkaldı ama kadınlar da ikinci sınıf insan muamelesi görmez, aile hukukunda eşiyle eşit haklara sahip olurdu. evlilikte -genellikle- monogami esastı. (kağan evliliklerinde ise poligami görülüyor.)

    anne, baba ve çocuklardan oluşan küçük aile tipi yaygındı. evlenen çocuklar aileden ayrılıp kendi evlerini kurarlardı. en küçük erkek çocuksa evlenince ayrılmaz gelinini baba ocağına getirirdi. levirate geleneği ise tamamen gönüllülük esasına bağlı uygulanırdı…”
    (bkz: oguş/@ay hatun)

    (buradaki patriarkal kelimesine de bir parantez açmak lazım. zira diğer toplumlarda olduğu gibi baba karısının ve çocuklarının sahibi değildi. türklerde annenin de tıpkı baba gibi geniş hakları vardı.)

    eski türklerde genellikle dıştan evlenme vardı. bunun en büyük nedeni de sert doğa koşullarında ve düşman tehditi altındaki bir yaşamda akrabalık yoluyla ilişkileri sağlamlaştırmak ve bu şekilde diğer boyların desteğini kazanmaktı.

    "kögüdey mergen, ay kağan’ın kızı altın küskü ile evlenmek için yeniden yollara düşer. (destanlarda çokça gördüğümüz evlilik için yolculuğa çıkma motifi maaday kara’da da var zira eski türklerde kan yakınlığı olanlarla yani akrabalarla evlilik yoktur. mal mülk dağılmasın diye yapılan akraba evlilikleri türklerde çok sonraları ortaya çıkmış.) dolayısıyla kahraman da evlenmek için uzaklara gider ve yolculuk sırasında da başına gelmeyen kalmaz. (bu arada, kızın adı altın küskü, altın ayna demek, ben diyeyim de.)
    tabii bu zorluklarla ve mücadelelerle geçen yolculuk aynı zamanda kahramanın kendini kanıtladığı bir sınavdır."
    (bkz: maaday kara/@ay hatun)

    evlilik için aracı/arkuçı kullanılırdı. kız isteme, söz kesme, düğün, mal mülk konularındaki anlaşmalar için arkuçılar gidip gelirdi.

    nişanda yüzük takma hunlardan beri var olan (çin kaynaklarında var) geleneklerdendi.

    türklerde dikkat çeken evlilik geleneklerinden biri de baba, amca ve ağabey ölünce -öz ana ve kız kardeşler dışında- onların dul ve yetimleriyle evlenilmesi anlamına gelen levirattı. konargöçer toplumların pek çoğunda görülen bu uygulamanın temel amacı ölenin geride bıraktıklarını korumak, himaye etmek, birliğin ve düzenin devam etmesini sağlamaktı. bir de bunun tersi olan sororat vardı ki burada da kadın ölünce yerine bekar olan kız kardeş geçerdi.

    bizim beşik kertmesi dediğimiz beşik kuda ya da kudalaşma/dünür olma adeti de yaygındı. (manas destanı'nda da var hani) hatta daha çocuklar doğmadan bile yapılabiliyordu ki buna da bel kuda deniyordu. (yani çocuk daha annesinin belindeyken yapılan kudalaşma)

    iskitler, poligamist (çok kadınla evli) idiler. oğullar çoğu kez babalarının karılarını miras olarak devralırlardı.

    çin kayıtlarında, eftalitler yani akhunlarda erkek kardeşlerin aynı kadınla evlenebildiği gibi bir bir bilgiye rastlasak da konuyla ilgili detaylı bilgi elimizde yok.

    yine çin belgelerinden öğrendiğimize göre; türk boylarından oluşan töleslerdeki ilginç bir evlilik geleneğine göre erkek evlenince karısının evine iç güveysi olarak gider ancak bir çocukları olduğu zaman kendi evine geri dönebilirdi.

    ve son olarak ho-ch'in anlaşmalarından bahsetmemek olmaz. kısaca evlilik yoluyla barış sağlama anlaşmaları diyebileceğimiz bu yönteme hunlarla çinliler arasında çokça baş vurulurdu.

    mete'nin çin imparatorunun annesini kendisine istediği bölüm ise şöyle:

    "mö 192 yılında imparator huei tahta çıkınca mo-tu/mete ile evlenmesi için yine bir çinli prenses gönderdi. bu imparatorun hükümdarlığı esnasında esas güç annesi lü'nün elindeydi. mo-tu, bu sefer ona bir mektup yazarak dedi ki: 'ben sazlıklar arasında doğup sığır ve at topraklarının vahşi bozkırlarında büyütülmüş yalnız bir dul hükümdarım. çin 'e seyahat etmek özlemiyle çok defa sınır bölgesine gelmişimdir. zat-ı şahaneleri de yalnız bir yaşam süren dul bir hükümdardır. ıkimiz de zevklerden mahrum bir yaşam sürmekte olup kendimizi eğlendirme imkanımız yoktur. ümidim ikimizin birbirimizde olanları, olmayan eksikliklerimiz için değiş tokuş etmemizdir.'

    bu mektupta mo-tu, çin üzerinde tamamen hakim olmak için genç prenses yerine yaşlı imparatoriçe ile evlenmeyi tercih ediyordu. çünkü yukarıda da vurgulandığı gibi aşırı kalabalık ve büyük ayrıca nemli sıcak iklime sahip çin'in kolayca fethedilmesi ve idare edilmesi hurılar açısından çok zordu.

    imparatoriçe lü de bu mektuba şöyle cevap verdi:

    'yaşım ilerlemiş ve gücüm zayıflamaktadır. saçlarım ve dişlerim dökülmekte, düzgün ve dengeli bir şekilde dahi yürüyememekteyim. şanyü (mo-tu) herhalde çok abartılmış haberler duymuş olmalı. ben kendisini bu kadar alçaltmasına layık değilim. ancak, ülkem hiçbir yanlış yapmadı ve ümidim kendisinin ülkeme zarar vermeden sakınmasıdır.'

    bunun üzerine isteklerinden vazgeçen mo-tu, imparatoriçeye teşekkürlerini sunmak için bir elçi yolladı. eski ho-ch'in anlaşmasının devam ettiği bildirildi."
    (ahmet taşağıl - kök tengrinin çocukları)

    düğün törenine gelince,

    öncelikle eski türklerde düğün sözcüğü yerine toy kullanılırdı. nişan için küçük bir toy, evlenme içinse ulu toy yapılırdı.

    (şimdi, toy aslen ziyafet demek... toy, toy-/doy- bağlantısı mı yoksa düğümün kökü olan tüğmekten tüğ-tuy-toy mu orası biraz karışık, kaldı ki düğün kelimesinin etimolojisi de tüğ-/düğ- yani düğümden geliyorsa eğer (andreas tietze'nin sözlüğünde de düğün/düğüm) zaten düğünün kökeni de toy oluyor. dedim ya bu durum biraz karışık. bana göre en mantıklısı günümüzde topla- ya da dola- kelimelerinde gördüğümüz to- kökünden türediği yönünde)

    orhun yazıtları'nda hemen hemen aynı anlama gelen bir de törün sözcüğüne rastlıyoruz.

    “...türgiş kagan kızın ertenü ulug törün oglıma alı birtim...”
    (bilge kağan yazıtı, kuzey yüzü)

    kağanlar çocuklarını büyük törenlerle evlendirirlerdi. düğün için yapılan törenin büyüklüğü ile insanların güçleri ve hakimiyetleri arasında daha da doğrusu toplumdaki statüleri arasında bir paralellik olurdu yani sıradan halkın yaptığı düğün törenleri daha mütevazı olurdu.

    savaşçı nitelikleriyle tanınan ordu-millet türkler için düğünlerde gerçekleştirilen faaliyetler eğlence unsuru olmasının yanı sıra askeri becerilerinin de ortaya koyulduğu oyunlara dönüşebilmekteydi. (düğün alanında at binme, ok atma yarışları vs yapılırdı...)

    tabii bir de şu var. türklerde bazı toylar özellikle askeri ve siyasi başarısızlıklar ya da doğal afetlerden hemen sonra gerçekleştirilirdi. çünkü bu yolla devlet yönetiminin başarısızlığı veya doğal afetlerin verdiği acılar unutturulmaya ve halk arasındaki birlik, beraberlik duygusu arttırılmaya çalışılırdı.

    timur devrine ait bir seyahatnameden öğrendiğimiz kadarıyla timur’un torunları için düzenlediği törene tüm halk davet edilmişti. bu tören için ziyafet tertiplenmiş, düğün günü semerkant’ın bütün tacirleri, esnafı, kuyumcusu, aşçısı, kasabı, terzisi ve bütün sanatkarlarının davet edildiği duyurulmuş, düğünde bolca eğlenilmesi, yenilip, içilmesi emredilmişti. düğün alanına gelecek esnafın ise kendi çadırlarını kurarak orada satış yapabilmeleri sağlanacaktı. gerçekleştirilecek eğlencede çeşitli oyunlar da sergilenecekti. bu düğüne ait bir diğer husus da orada bulunanların timur’un izninden önce alanı terk edememesi idi. herhangi biri timur’un izni dışında düğün alanını terk edecek olursa, o zaman büyük bir suç işlemiş sayılmaktaydı. bu düğünle ilgili asıl ilginç detay da timur’un emri ile kurulan darağaçlarıydı. timur'a ihanet edenlerin düğün alanında idam edilmesi, timur’un otoritesinin bir göstergesiydi.

    kırgız kültürüne baktığımız zaman düğün ritüellerinin zengin olduğunu görüyoruz. hem erkek, hem de kız evinde gerçekleştirilen kırgız düğünlerinde, damadın gelin evine gönderdiği kurbanın kesilmesi ile başlayan tören, misafirlerin bu kesilen kurbanın etiyle yapılan yemeği yemeleri ardından eğlence ile devam ederdi. kız evinde düzenlenen eğlenceler arasında tokmok, selkincek, ak çölmok, kız kuumay gibi oyunlar yer alırdı.

    gelin uğurlama ve geçirme şarkıları, türk kırgız kültüründe geniş bir yer tutardı. bu şarkılara, kız uzatuu, yani kızı geçirme, uzatma adı veriyorlardı. zaten düğünlerin en önemli iki aşaması kızın baba evinden çıkışı ve koca evine girişiydi ki bunlara gelin bindirme ve gelin indirme de denirdi.

    (mesela radloff'un* derlediği 'ağlama kız ağlama' adlı şarkıda, gelinin görevleri, çocukların terbiyesi gibi konular anlatılıyor. bir de car car/yar yar şarkıları var. gelini yolcu edenler yar yar nakaratını tekrarlıyorlar)

    gelinin güvey evine davul zurnayla inmesi de eskiye dayanan geleneklerdendi ki dede korkut hikayeleri'nde de benzer şekilde ozanın çalgı/yelteme çaldığı görülür. ayrıca düğün sahibi ozana kaftan, koç gibi hediyeler de verirdi.

    "(tekfur), kırk yerde kızıl ala gerdek diktirdi. kan turalı ile kızı getirip, gerdeğe koydular. ozan geldi. yelteme çaldı. oğuz yiğidinin öykeni kabardı..." (öykeni kabardı yani ciğeri kabardı, müzik sesiyle coşkuya geldi anlamında, aklınıza hemen başka bi şey gelmesin:)
    (dede korkut hikayeleri - kanglı koca oğlu kan turalı)

    düğün törenlerinde katılanlara yemek verilmesi törenin en önemli unsurlarından biriydi. çünkü verilen yemek, özellikle aç insanların doyurulması açısından, birlik ve beraberlik için bir mesaj niteliğindeydi ki türk kültür tarihinin her döneminde yemek verme adeti vardır. töreni düzenleyen ister han hakan olsun ister halk mutlaka herkes doyurulurdu. halkı bu ziyafete çağırma işini okucu/okuyucular yapardı.

    türkmen düğünlerinde gelin, damadın özellikle sol tarafına geçirilir ve damat da, gelinin sağ koluna girerek onu eve alırdı. gelinin sağ tarafa alınmasının uğursuzluk getirdiğine inanılırdı.

    düğünde damat sağdıçla birlikte hazırlıklarını yaparken bir grup da geline yardımcı olurdu. (bu sağdıç olayını çok eski zamanlardan itibaren türk kültüründe görüyoruz. hatta dede korkut hikayeleri’nde bile geçiyor.) düğün günü sağdıç güveye, yengeler ise geline kılavuzluk ederdi.

    bu aşamada yine pek çok detay var. gelinin bineceği atın süslenmesi, ata erkek çocuk oturtmak, damat evinde kurban kesilmesi vs.

    bu sırada saçı* adeti de uygulanırdı. (gelinle damadın üzerine pirinç, bozuk para, çerez vs atılmasının kökeni de şamanizme dayanan saçı geleneğidir.)

    gelinin başı üzerinde mum yakılması, gelinin ateşten atlatılması, gelinin kocasının aile evinde ocağa selam vermesi, evlendikten sonra yağ ile kendi evindeki ocağa saçı yapması vs. ateş ve ocak kültüyle* bağlantılı şamanist uygulamalardı ki yakutların evliliği sönmez bir ateş yakma olarak betimlemesi de bununla ilgilidir.

    aynı şekilde gelin baba evinden ayrılırken arkasından su dökülmesi, koca evine girerken testi kırması da su kültüne*dayalı geleneklerdi.

    türkler tarih boyunca ağacı*kutsal bilmişlerdi. bazı ağaçların kabuğundan yaptıkları tütsüleri nasıl ki hastalarını iyileştirmek ya da kötü ruhları kovmak için kullanıyorlarsa aynı şekilde gerdek odası da tütsülenirdi. dede korkut hikayeleri'ne göre gerdek otağının yeri de atılan okla belirlenirdi.

    çeyiz hazırlama da yine çok eskiden beri var olan geleneklerden biriydi. gelinin çeyizi herkesin görmesi için düğünden önce ve sonra sergilenirdi.

    “farklı türk topluluklarında sün han ya da yereh adlarıyla anılan oguşun/ailenin koruyucu ruhları da vardı. bazı boylarda bu ruhlar için kapının arkasına sepet konurdu. evden evlenerek çıkan kız sepetiyle giderdi. (ki şimdiki çeyiz geleneğinin kökleri olabilir bu da hatta bazı yörelerde kız çeyizine sepet denir) ayrıca bu koruyucu ruhları temsilen töz/ongon adı verilen putlar yaparlardı."
    (bkz: oguş/@ay hatun)

    okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
    bahaeddin ögel - türk kültür tarihine giriş
    oktay berber - türk kültüründe eğlence ve birlik unsuru olarak düğünler
    gökçen kapusuzoğlu - çin kaynaklarına göre türk kültür çevresinde evlenme ve cenaze gelenekleri
    ayhan balaban - iskit, hun ve göktürklerde sosyal ve ekonomik hayat

    edit: ekleme

  • üst kattaki kızla muhabbete girmek için pastaneden bi tane aşure alıp; ben yaptım, dağıtıyorum aşure gününüzü kutlarım ayağına yatayım dedim.

    sevgilisi varmış kızın.
    "varsa bitane daha alabilir miyiz" dedi.
    bende "getireyim" dedim.
    pastaneye gidiyorum şimdi kızın sevgilisine aşure almaya.

    hastane editi: komşuluk ölmüş canlar, çocuk önce aşureyi yedi üzerine bende güzel bi dayak yedim, bi daha iyilik yapanı siksinler :p