hesabın var mı? giriş yap

  • bu cümleyi kuranların azalarak bitmesini beklemek.

    tek bir başlıkta, türk olmak aşağılanmış, kız olmak aşağılanmış, en büyük beklentisi diyerek, en büyüğünün bile kimbilir ne saçma bir şey olacağı vurgusu yapılmış.

    bizi kendi halimize bırakın, sizden tek beklentimiz bu. tek beklentimiz, bir türk kızı olarak, daha doğrusu bir türk kadını olarak, adaletli bir ortamda yaşayabilmek. sokakta, çalışma hayatında, özel hayatımızda abuk sabuk engeller olmadan yaşayabilmek. insan olarak görülebilmek.

    kalanını biz hallederiz.

  • tanım olarak batığımızda günümüzde; bireysel markaları temsil eden basit, ikonik görüntüler şeklinde bir cümle kurarsak garip kaçmaz.örnek kendim olarak çizimle ilgilendiğimden bu tanıma uyan birçok görsel çizmişimdir.

    günümüzde her nereye bakarsak bu tarz işleri yani logo tanımı görmekteyiz bir şeyin ismini bilmemize gerek yok ufak bir resim bize bütün bilmemiz gereken her şeyi anlatmakta.görsel

    bu konunun tarihçesine inersek bu simge ve çizimlerin ne kadar önemli olduğunu
    görebiliriz. insanlar yüzlerce, hatta binlerce yıldır amblem ve imza işaretleri kullanarak kendilerini tanımlayıp farklılaştırılıyor bu önermenin örneklerini belki eski mağara resimlerine koyabiliriz. belkide bu resimlerin amacı iyi bir avcı veya iz sürücü olduğunu ya da iyi bir kabile reisi olduğunu gösteren işaretlerdir.

    fakat gerçek logo diyebileceğimiz işaretler veya bildiğimiz logoların tarihi eski aile armalarına, hiyerogliflere ve sembolizme kadar uzanır. ama bildiğimiz yani logo tanımına uygun olan ve bu kategoriye soktuğumuz ilk görselleri ms 1300 civarında , mağazalar ve barlar için kullandıklarını biliyoruz.

    logonun nasıl geliştiği sorusuna şöyle bir yanıt verebiliriz; o tarihlerde yaşayan insanlar arasında okuma, yazmanın oranı yerlerde sürünmekteydi ve insanlar hanedanlık armalarına toplumsal anlam ve statü atama işlevi verdiler . bu sayede belirli bir renk ve şekil kümesi belirli bir soylu aileyi temsil eder. bu görüntü seti benzersiz bir arma oluşturmak için birleştirildi.

    orijinal amaç biraz farklı olsa da - savaş sırasında dost ve düşman ordusunu tanımlamak için kullanılırdı. bu sayede tasarım öğeleri anlam kazanmış bulundu ve insanların favori markalarını tanımlamalarına yardımcı oldu.

    ingiltere'de 1389'da, ingiltere kralı ıı. richard bir yasa koydu*yasaya göre bira yapan birahanelerin bira yaptıklarına dahi bir tabela asmaları mecburi kılınmıştı aksi halde yaptıkları biraya el konulacaktı. bu durum ingiltere'de işletmelerin işaretlerine hanedan tarzı görüntüler ekleyerek kendilerini farklılaştırmasına yol açtı. yeşil ejder gibi görüntülerin oluşmasına neden oldu. ve bu görüntüler isimlere döndü ve kullanıcıların en sevdikleri bira üreticilerine marka sadakati duygusu geliştirmelerine sebep oldu.

    kağıdın keşfinden ve yaygınlaşmasından sonra johannes gutenberg, 1440 yılında matbaayı icat etti, bu etki logoyu da bir ileri seviye taşıdı.basılı malzemelerin üretiminin çok daha yaygın hale gelmesini sağladı ve modern logo tasarımının çıkışına ön ayak oldu. sonrasında 15. yüzyılın sonlarına doğru, çeşitli matbaacılar eserlerini tanımlamak için logolar kullanıyorlardı. baskı ile daha fazla basılı eser geliyor. 1600'lerin ortalarında düzenli tirajlı ilk basılı gazeteyi gördük. bu durum reklam sektörü ve sanayileşmeyi arkasında arkasında getirdi.böyle bir getiri sanatı da bu kulvara davet etti ayrıca ekonominin insanlar üzerindeki arttı yani bir orta sınıf oluştu ve ilk kez toplumun üst kademelerinde olmayan insanların harcanabilir paraları vardı. bu iki durumda eklenince reklam sektörü parladı 123

    sonuçta firmalar doğal olarak farklılaşmaya itilmiş oldu ve görsel etkini insanlar içinde son derece etkili olduğunu gördüler ve kendi tarzlarını betimleyen simgeler, harfler, renkler ve yazılar kullanmaya başladılar. bu gün dünyadaki çoğu şey logolarla temsil ediliyor.

  • said nursinin kor atlari iyilestirdigi, kisir kadinlari iyi ettigi vesaire pehlivan tefrikalarina benzeyen hikayeleri vardir.
    en meshuru da cumhuriyetin kurulus yillarinda ataturk un karsisina gecip, ayar vermesi, ukteden ukteye kosturma hikayeleridir.bu hikayeleri yazan tarihci artik nasil bir gozlem firsati bulduysa hadiseleri su sekilde nakleder.

    "...pasa'nin alninda nohut nohut terler belirmisti, said nursi beiuzaaman radiyallahu anh hazretlerinin karsisinda hazan yapragi gibi titriyordu.cogu zaman emir erlerine ismet pasalara hakaret ve emirler yagdirdigi makaminda kuculup kalmis, ayaginin altindaki halinin puskulunu ecnepi potinlerinin kenariyla kah o yana kah bu yana salliyordu.
    radiyallahu anh ve la illa abidune kadesallahu siirahul aziz hasmetli hazretleri said i nursi (topragi bol, duacisi cok olsun) delici bakislariyla pasanin icinden gecenleri okuyordu.
    pasanin tuzagina dusmemis onu kundye getirmisti.
    - efendi diyecegin bir sey yoksa izninle ben selametle gidiyorum dedi.
    pasaya bogmaca salgini olmuscasina bir ates kapladi bogazi sisti, garip sesler cikararak vesaire vesaire biy biy biy..."

    "ilimli"(kulahima anlat sen onu) said nursinin "ilimli" tebasindan birisi hadiseyi boyle nakletmeyi uygun bulmus.
    bulmus da sormazlar mi, neye dayanarak ayaginda potinle hali puskulu deprestiren ataturk imaji naklediyorsun?
    radiyalluhu anh seviyesinde bir bediuzzaman atanin odasindan cikip cami de abdest alirken kankalarina
    "ya bi gorseniz nasi maymun ettim herifi, boyle bogmaca oldu sanki girk mirk sesler cikariyodu ekikiki" diye anlatmis olabilir mi?
    ataturk hadiseyi sagda solda verdi ayari verdi ayari giydim ukteyi ddiyerek baloda, mitingde anlatmis olabilir mi?
    bu hikayeyi gotunden sallamis ilimli tarikat mensubu garfield gibi makamin camina yapisip olayi gozlemlemis olabilir mi?
    bu ne ya?

  • mutlaka görülmesi gereken filmleri kabaca sıralarsak.

    stephen king çağımızın en üretken yazarlarından biri. ilk romanının yayınlandığı 1974'den bu yana 45 romanı yayınlanmış bir yazar. imdb.com sitesine adını yazdığınız zaman tam 106 filme kaynaklık ettiği görürsünüz. bunların arasında bir kaç kez filme alınan eserleri de var, televizyon için de yapılanları da, kısa filmlerde var. king'in yazdıklarından çok başarılı sinema uyarlamaları çıksada, çok vahim uyarlamalar da çıkmadı değil... sadece onun uyarlamaları için film şirketleri kuruldu. castle rock entertainment şirketi adını king'in çoğu romanına kaynaklık eden bir kasaban adını aldı ve sadece king uyarlamalarına yapımcılık yaptı. frank darabont bütün ününü king'den uyarladığı filmler ile kazandı. the shining filmi sonrası ünlü yönetmen stanley kubrick ile arasında bir senaryo atışması olur. stanley kubrick bu senaryo olayları için stephen king hakkında şöyle der; "yazma işiyle pek de ilgili gibi görünmüyor. yazdığını belki bir kez üzerinden geçtiğini ve sonra da her şeyi editörüne yolladığını söylüyorlar. onu ilgilendiren şey icat etmek belli ki ve bence bu onun başlıca özelliği." belli ki de stephen king hiç bir zaman güçlü bir edebiyat diline sahip olmadı ama hep iyi fikirleri oldu bu iyi fikirler ona 45 roman, 6 tane öykü kitabı ve 106 film uyarlması bıraktı. bir zamanlar verdiği vergiler ile bir nükleer füze alabileceği bile söylenmişti.

    5-the green mile (1998) bir korku, gerilim yazarı olarak bilinen king'in daha çok mistik bir adamın öyküsünü işlediği ve dinsel bir yapıya dönüşen 6 kitaplı the green mile'den yapılan bir uyarlama bu. stephen king uyarlamaları konsunda yarı bir yere sahip olan yönetmen frank darabont'ın imzasını taşıyor bu film. frank darabont sinemaya da bir king öyküsünden kısa bir film ile başlamıştı. daha sonra ise kendisine büyük ün kazandıran bir başka king uyarlaması olan the shawshank redemption'i (esaretin bedeli) çekmişti. senaryoyu yine frank darabont yazıyordu. 1935 yılında louisiana'da ki bir hapishane de ki idam işlemlerinden sorumlu erdemli ve erdemsiz mahkumların hikayesini anlatılıyordu. iki çocuğu öldürmek suçundan idama mahkum olan ve aklı dengesi yerinde olmayan ve doğaüstü güçlere sahip olan bir mahkumun hikayesidir bu. frank darabont'un yazdığı senaryo için yazılmış en iyi film senaryosu diyerek övüyordu stephen king.. ama uzun bir kitap olan yeşil yol'u uyarlayan framk darabont kitap da ki bir çok şeyi filme de aktarınca çok uzun ve bazen sarkan bir film ortaya çıksa da oyuncuların da katkısı ile unutulmaz bir klasik haline gelmeyi başarıyordu.

    4-the shawshank redeption (1994) yine kingmania frank darabont tarafından sinemaya uyarlanan bir stephen king uyarlaması. stephen king'in rita hayworth and shawshank redemption adlı uzun bir hikayesinden yine frank darabont'un senaryosu ile çekilen film king uyarlamaları arasında en çok sevilen ve taraftar toplayan film olmayı da başarıyordu. king bu senaryo içinde bu kadar iyi olmasını hiç beklemiyordum diye tepki verecekti. frank darabont ana hikayede bir kaç değişiklik de yapmıştı. bunlardan en önemlisi red karekteri olacaktı. darabont kitap da anladılan kızıl saçlı irlanda'lı yerine morgan freeman'ı koyuyor ve hiç de fena yapmıyordu. kitap da ki müdürleri tek elde topluyor ve ortaya warden norton karekterini çıkarıyordu. ayrıca kitabın sonunda hüzünlü ayrılık yerini filmde hüzünlü bir buluşmaya bırakıyordu. film gişe de tam bir hayal kırıklığı yarattı. ama sonradan ise bir külte dönüştü, bir çok sahnesi ile sinema tarihine notlar düştü. belki de video sekterönü ile değerini bu kadar bulmuş başka bir film yoktur. unutmadan söyleyelim film imdb.com'un tüm zamanları kapsayan top 250'sinde ilk sırada yer alıyor. rottentomatoes.com sitesinde ise yüzde 90 olumlu eleştiri almayı başarmış bir filmden söz ediyoruz.

    3-misery (1990) benim en çok sevdiği stephen king uyarlaması değil, aynı zaman da en çok sevdiğim filmlerden biridir. belki de sözlük de ki gerilimin karşılığı bu film olmalı. stephen king, kitabı yazmaya aşırını fanatik hayranlarından ilham alarak başlamış. aklında önceleri sadece kötü bir karekter yaratmak varmış. ama fazla sebepleri olmayan, iyilik nedir bilmeyen çatlak bir kötü karekter. belki kendi bile yaptıkları kötülüklerin farkında olmayan bir canavar. sinema tarihinin yaratılmış en sağlam kötülerinden biri olan annie'yi kathy bates müthiş biçimde oynar. king filmleri üzerinde denemiyi olan rob reiner yönetir filmi. (1986 yılında bir başka king uyarlması olan stand by me'yi yönetmişti.) filmin senaryosunu yazan william goldman kitaba sadık kalmayı başarır. kitap da ki klostrofobik hikayeyi filme de taşır. ama kitap da bulunan bazı annie aşırılıkları filmden çıkarılır. annie'nin takozla yazarının ayakları kırdığı bölüm kitap da ayağını kesip sonra ise yanan bir meşale ile dağlaması şeklinde vuku buluyordu. bu tür değişikler stephen king'i sinirlendirmiş olsa da, filmi izledikden sonra çok yerinde buldu.

    2-carrie (1976) stephen king'in ilk romanın ilk film uyarlaması olması da ilginçtir. çünkü king carrie hakkında hiç iyi şeyler düşünmez. bu kitabı bir kez daha asla okuyamam diye söz eder. brian de palma'nın elinden çıkan film için king, de palma'nın hikayeye bakışının daha hünerli olduğunu söyler... lawrence d. cohen'in kaleminden çıkan senaryo telekinetik güçleri olan bir liseli kızın, çekingen, ürkek bir kızın hikayesini sinemaya taşır. de palma daha sonra çoğu korku filmi için örnek oluşturacak tekniklerle hikayeyi müthiş bir şekilde işler. tabi sissy spacek'in güçlü oyunculuğu da buna eşlik eder. bu amerikan liselierin en büyük sorunu olan ezik bir öğrencinin içinde beslediği intikamın dışa vurmasıdır. filmin sonlarına doğru tırmanan gerilim ve korku ise hat safhaya ulaşır. bugün çok görülen final ise ilk bu film ile hayat bulmuştur. de palma kitaba göre finalde bazı değişiklikler yapar, ama bunlar mecburidir. çünkü kitap da ki final sinema diline çevrilmesi çok zordur.

    1-the shining (1980) stephen king, 6 yıldır romanları yayınlanan bir yazardır. daha önce carrie ile bir sinema uyarlaması ve salem's lot adında bir televizyon serisi uyarlaması vardır. stanley kubrick gibi bir yönetmenin king'in yazdıkları ile ilgilenmesi king'i çok heycanlandırır. üstelik korku gibi bir temayı hiç eline almamış bir yönetmen olan kubrick bu metni beğenir. farklı janrlarda hep en iyisini yapmayı bilen kubrick yine müthiş bir filme ulaşmak üzeredir. kubick ile king'in ilk buluşması pek iyi geçmez. kubick fikri beğenir ama hikayeyi çok sıradan görür. king ise bunu anlamak da güçlük geçer. hatta stephen king bir senaryo yazar ve kubick'e gönderir. stanley kubrick metni okumadan geri gönderir. king kitap da ana merkeze oteli alır. bütün olayların ana temelinde otel vardır. ama kubrick filmin merkezine bir adamın psikolojik sorunlarını alır. onun cinnetini konu eder. film bittikten sonra king filmi hiç beğenmez. filmin kısa ömürlüğü olacağını söyler. bu öngörünün günümüzde ne kadar yanlış olduğu ise ortada. daha sonra king kitabın sinema haklarını geri alır ve yapımcılığı kendisinin yaptığı, senaryosunu yazdığı the shining'i tekrar çeker. ortaya felaket bir şey çıkar.

    dipnotçuk: bunların dışında rob rainer filmi olan satnd by me'yi, bryan singer filmi olan apt pupil'i, bir televizyon serisi olan salem's lot'u, george a. romero filmi olan creepshow'u, frank darabont filmi olan the mist'i de zamanınız varsa izleseniz hiç fena olmaz.

  • iyi bir vurgun olmuş tebrik ediyorum. ucuz döviz diyerek yapmış olması ünlü dolandırıcı sülün osman'ın bir sözünü hatırlattı "aslında onlar beni dolandırmaya çalışıyordu."

  • istediği hakkı istediği yerde arar. fakat bulamaz. bahsi geçen ülkede önce insan güvenliği geldiğinden, havuza beden ağırlığını arttıracak kıyafetlerle girilmesi boğulma riski taşıdığından yasaktır.

  • bak dostum. bir isin yetkisini alan onun sorumlulugunu da alir.

    enkazi ben kendim kepceyle kazayim siz yetisemiyorsunuz deyince ne diyor olmaz diyor bu benim isim. o zaman yapacak. yapamiyorsa insanlari magdur etmeyecek.

    ben yemek dagitirim cadir dagitirim, esya dagitirim, su dagitirim deyince olmaz ben dagitirim diyorsa onu duzgun dagitacak.

    kime hesap soracagiz peki aksakliklardan dolayi cehape'ye mi kizalim.

    kapasitesi yoksa ki yok. biz yetisemiyoruz herkes basinin caresine baksin diyecek. 48 saat enkaza mudahale etmeyip edilmesine de izin vermiyorsa ne dememizi bekliyorsunuz.

  • adam 90 dakika boyunca 4 net toplam 6 kurtarış yaptı.takım arkadaşlarından biri de gidip gel altay bi öpeyim seni demedi ya.ersin sosa'nın frikiğini çıkardıktan sonra 3 takım arkadaşı tebrik etti.bir fenerbahçe taraftarı olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki fenerbahçe'nin takım olmakla alakası olmadığını gösteren bir detaydır bu.