hesabın var mı? giriş yap

  • 1. cumhurbaşkanına yakın ekip kaç kişiden oluşmaktadır?
    2. test kitlerini kim yapmakta, hangi labaratuvar testi gerçekleşmektedir?
    3. cumhurbaşkanı eşi yakın ekip sayılmakta mıdır? first lady nin eşinin yakın ekibine de test yapılmakta mıdır?
    4. her gün yapıldığı söylenen bu testler ne zamandan beri yapılmaktadır?
    5. her gün yapılan test sayısı, sağlık bakanlığının açıkladığı test sayısına eklenmekte midir?
    6. her gün yapılan bu testlerin bugüne kadar maliyeti nedir?
    7. cumhurbaşkanının her gün mutlaka gördüğü yardımcılarının en yakın ekibine de test yapılmakta mıdır? yani ibrahim kalın'ın ekibine de test yapılmakta mıdır?
    8. vatandaş test yaptırmakla ilgili türlü sorun yaşarken; cumhurbaşkanının canı can da vatandaşınki patlıcan mı!!!

  • benim kedi bahçeye inip oynuyormuş gibi yapıp meğerse mahalledeki esnafı tek tek ziyaret ediyormuş. takip ettim demin, "kolay gelsin ağa, naptınız" der gibi bilgisayarcıya girdi, biraz yattı, çıktı, terziye girdi, terzi buna kaşar verdi biraz, yedi, kendini sevdirdi, çıktı sucunun dükkanına girdi. biraz sucuyla sohbet etti miyav miyuv, o da buna poğaça ve su verdi... dışarı çıkıp beni gördü, "miki" dedim, çığlık çığlığa koştu geldi yanıma, beraber eve çıktık. bu var ya, esnafı kandırıyor, her biri kendi kedisi olduğunu, dükkanda olmadığı zamanlar bahçede oynadığını sanıyorlar. ben de evde olmadığı zaman bahçede oynuyor sanıyordum çünkü. hepimizi idare ediyormuş meğerse.

  • takipte olduğum bir başlık. tekrar tekrar da olsa, 25 yıllık aktif sürücü olsam da girip girip okuyorum.

    kuru havada gittiğiniz yol üzerinde anlamsız ıslaklık görürseniz, ya önceden yavaşlayın, ya da tehlikeli olmayacak şekilde yanından geçin. sakın üzerindeyken fren yapmayın. sizden önce aracın birinden yağ dökülmüş olabilir.

    asfaltın yan taraflarında mıcır varsa, sakın tekeri mıcıra kaptırmayın iyi ihtimal spin kötü ihtimal takla atarsınız. özellikle gidiş dönüş dar şose yollarda karşıdan gelem araçtan kaçmak için ya da virajlarda aracı az da olsa sağa kaçırma eğilimi vardır, işte o zaman mıcıra girersiniz, hızlıysanız ya vitesle yavaşlamaya çalışın ya da dua edin. sözün özü böyle yollarda hızlı gitmeyin.

    köylerden geçerken hız ikaz tabelalarına uyun, viraj dönüşünde bir anda kendinizi bir inek sürüsünün içinde bulabilirsiniz, daha da kötüsü oynayan şakalaşan çocuklar önünüze atlayabilir.

    araç kullanırken sadece önünüzdeki araca değil daha öndekilere bakın. önünüzdeki dalgın olabilir, frenleri daha sağlam olabilir. daha ilerde gerçekleşmiş olan bir durma ya da çarpışmada, önünüzdeki aracın geç tepki vermesi ya da vermemesi durumunda, siz ve arkadakiler vaziyeti kurtarmış olursunuz.

    ani frenlerde anlık orta aynadan arkaya bakın, arkadaki sizin freninizi görmemişse aracınıza arkadan girebilir, eğer önde mesafeniz olursa frenden ayağınızı kaldırmanız bile kazadan kurtarabilir.

    hızlı gidilen yollarda ani fren yaptığınızda ya da yavaşladığınızda dörtlülerinizi yakın.

    sinirliyken yola çıkmayın, arabadayken yanınızdakiyle tartışmayın. yoksa özür ya da affetme barışma şansınız olmayabilir.

    kadınları sıkıştıran hayvanların ( aslında burada hayvanlara hakaret edilmektedir istemeden de olsa) nerede ne şekilde ortaya çıkacağı belli olmaz; hanımlar hep tetikte olun, durmak zorunda olursanız ve tenha bir yerde iseniz ( ekip arabası ya da polis motoru yoksa) polis bile olsa, kapıları kilitleyin camınızı tam açmayın, içeri el girmeyecek şekilde aralayın sadece. arabanızda bir şey olduğunu sellektör vb ile ikaz eden başka bir araç varsa temkinli yaklaşın, uzaklaştıktan sonra durmanız gerekiyorsa durun. kasten durdurmak isteyen, canınıza, malınıza zarar vermek isteyenler olabilir.

    şimdilik bu kadar . aklıma gelenler ve önceden yazılanların arasında olmadığını düşündüklerim...

    tanım: yazmak şart oldu, kurallara uyalım diyorsak ekşinin kuralları da kural. kurallara uyalım;)

  • şarküteri reyonundan alışveriş yapmayı bir türlü beceremediği andır.

    şarküteri reyonları hep kâbusum olmuştur, millet orada kendinden emin biçimde durup, "bilmem ne peyniri, bilmem ne çökeleği, bilmem ne sucuğu istiyorum, evet, hepsini biliyorum ben hahayy" diye telemesini, çerkesini, çeçilini (ne demekse) tarif ede ede anlatır, yok taşlık, yok incik bilmem ne, bissürü ayrıntısı var o reyonun. hangi et daha çabuk pişer, antrikot mu daha lezzetlidir, bonfile mi, bileceksin. bununla övünen insan var lan. ama gel gör ki, bende yok böyle bir bilgi. sıfırım yani.

    ****play****

    adam,
    -buyrun, dedi.
    -peynir alacaktım, dedim.
    -ne peyniri olsun, diye sordu.
    -dana, dedim.

    ****pause****

    ama tamamen sallıyorum, dananın şarküteri reyonuyla ilgili bir şey olduğunu biliyorum, ama danadan ne yapılır, dana hayvanı nasıl bir hayvandır, en ufak bi fikrim yok. ağzımdan öyle bi dana çıkıveriyo, hani istiyorum ki adam benim ne istediğimi bilsin, "aaa sana süper ezine peynirim var, ondan vereyim!" desin, ya da "çok güzel köy peynirim geldi, 250 gram sarayım." desin, "hee olur." diyeyim.

    benim bildiğim bi öküz var, bi inek var, bunlar evleniyo, buzağı oluyo falan. düvesini, güvesini, danasını, camışını inan bilmiyorum. hangisinin peyniri olur bilmem, benim için peynir, babanın satın alıp eve getirdiği, masaya konan bir şeydir, peynir peynirdir, bunun dört ayaklı arkadaşlarımızın devreye girmesiyle bu kadar karmaşık olmaması gerekir!

    ****play****

    -ne peyniri olsun?
    -ıahh, şey peyniri olsun, hmmmm, şey, mmmmm, dana!?!?

    adam,
    -dana değil de inek peyniri olur, dedi.
    -haa inek inek, dedim. (bozuntuya da vermiyorum.)

    sıra geldi salam almaya. o da ayrı bi zulüm.

    -ne vereyim, dedi.
    -inek inek, dedim bu sefer.

    ****pause****

    ama kendimden çok eminim. inek abicim, bildiğin inek yani, sonuçta onu da devirip yatırıyolar, cart diye kesiyolar, eti yenen bi canlı sonuçta, elbet salamı da olur.
    inek dediğin şey ettir, salam da ettir, o halde inek salamdır yani.

    tamamen p ise q, q ise p, işte bu kadar! düz aristo mantığı.

    ****play****

    -dana demek istediniz herhalde, dedi.
    -ahaha evet evet, dana tabi, hatta yüzde yüz dana, dedim. (yüzde yüz oranı da bi yerlerden aklımda kalmış, yüzde yüz dana, yüzde elli hindi falan, öyle bi oranlar uçuşuyo kulağımın etrafında ama bir an önce versin de gideyim diye sabırsızlanıyorum.)

    sonuç olarak inek peynirimi ve %100 dana salamımı alıp kasaya koşuyorum ama biliyorum ki bir sonraki seferde yine düşünücem, dananın peyniri oluyo muydu, koyunun nesi oluyodu, hangisi sertti, hangisi yımışaktı diye.

    kısacası alışveriş yapmayı hâlâ bilmiyorum, büyük işi bunlar.

  • monotonlaşan ilişkiye heyecan katması muhtemel sıcacık bir sürpriz. sevgilimiz bebiş gibi uyurken onun dalağını söküp yine uyandırmadan geri takabiliriz. sabah ise sevgilinin yatağına gümüş tepside tek güllü kahvaltısını getirip, çilek reçeli ile tereyağı kasesi arasına gece gerçekleştirdiğimiz operasyonun birkaç fotoğrafını koyabilir, fotoğrafların altına "aşkımın dalağı bile başka güzel:))" ve "çok güzel uyuyordun, uyandırmaya kıyamadım benim canım sevgilim:))" yazabiliriz. sevgili bu sürpriz karşısında kesinlikle çok şaşıracak ve bize bakışı tamamen değişecektir.

    sevgilimizin operasyon esnasında uyanması ve bizi elinde kendi dalağıyla görmesi durumunda ise ilişkimizin biteceğini ve en az 8 yıl ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yiyebileceğimizi de unutmamalıyız. bakın hem 8 yıl hem ağırlaştırılmış müebbet. "lan ben 8 yılın sonunda çıkıyor muyum, yoksa sonsuza kadar içerde mi yatacağım?" diye düşünürken insan dellenir valla. cezanın korkunçluğuna bakın...

    önemli not: bu entry'imin tüm haklarını çağan ırmak'a satmak istiyorum. kendisi korku ve aşk filmi karışımı olacak ıssız adam 2 projesi için bu entryi kullanabilir bence. yalnız bu sahnede çalacak parça anlamazdın olmasın bu sefer. sevgilinin dalağını sökerken fonda ferhat göçer'den biri bana gelsin çalsın. zira ben ne zaman ferhat göçer'in sesini duysam dalağımı söküyorlarmış gibi hissediyorum. çağan lütfen bana ulaşmaya çalış... önemli.

  • işitme cihazı kullanan biri olarak kızların bu sıçtığım cihazı gördükten sonraki tavırlarından farkı sezinlediğim için uzun zaman oldu uğraşmıyorum..

  • sağcı olmak için cahil olmak yeterlidir.

    solculuk için ise hem okumuş hem de cahil olmak gerekir.

  • her yeri türkiye zanneden, medeniyet görünce güvercine dönen iri yarıların düştüğü utanç verici hal. ülkemizin nasıl bir bok çukuru olduğu aslında yurtdışındaki tavırlarından daha iyi anlaşılıyor.
    bizde bilal'e afiyet olsun, yemeğin parasını kim verdi" diyen çocuktan kimlik istemişti bir takım siyah ceketli, hiç bir sıfatı olmayan delikanlılar.
    adamı böyle mum gibi yaparlar işte.

    ibretlik bir örneği de şurada var:
    (bkz: alman polisine söyle hepsinin kimliğini istiyorum)

  • gelismis ülkelerdeki akranlari gibi, ailesinden destek almadan hayatini idame ettirebilecegi miktarda para ve yasam standardidir.

    artik bilginin bu kadar erisilebilir oldugu su cagda, "yeni mezuna xyz'yi sordum bilemedi" (xyz = sadece sektörde calisanlarin bildigi, gereksiz, icsel bir terim) seklinde ego kasan, ici gecmis departman dinazorlarindan da artik fenalik geldi.

    sanki hic görmedik türkiye'deki özel sektörün halini, dogru dürüst dil bilmeyen, yaptigi isi dünya standardinda yapmak gibi bir amaci ucundan dahi olsa olmayan insanlar, gelmis burda kolpa yapiyor sanki bana ferrari'de formula 1 takim patronu amk.

    ikinci sinirimi bozan nokta da, insanlari "deneyim kazanma" adi altinda sifir ya da komik maaslarla yasamaya tesvik eden, staj, trainee gibi cv doldurma aktivitelerine zorlamanin normal karsilanmasi. bu sacmalik, sadece ailesinin maddi durumu iyi olan ve büyük sehirde para kazanmasa da yasayabilecek insanlari, ik filtresinden gecirmektedir.

    baba parasiyla ülke ülke gezen, pahali hobilere sahip, 6-12 ay para almadan da istanbul'da staj yapan* insanlara "bu aday cok görmüs gecirmis" kisvesi altinda pozitif ayrimcilik uygulayan firmalar, farkinda olmadan kast sistemi yaratiyorlar haberleri yok.

    büyük sehirlerin plaza semtlerinde, iyi firmalarda cok sembolik ücretler almasina ragmen pahali mekanlarda takilan, iyi arabalara binen, ha bire avrupa'dan amerika'dan story atan insanlara bakarsaniz ne dedigimi anlarsiniz zaten.

    "beyaz yakalilik" denilen hayat, artik fakir aileden gelen cocugun kendini yoktan var ederek sifirdan hayat kurmasina olanak saglayan bir kavram degil ne yazik ki. sirketlerin cogu, bazi istisnalar disinda kendini yoktan var eden insanlar degil, 3000 tl maas almasina ragmen pahali takimlar giyen ve "londra'da en iyi fish&chips nerede yenir" tarzinda muhabbeti müsteri/üst yönetim ile cevirebilecek insanlar ariyor.