hesabın var mı? giriş yap

  • ne kadar da semazen bir erkek.

    öncelikle hahahaahahahaah.
    reis bari bir gün bekleseydin. bu nasıl bir dönüş?
    birkaç saat evvel, pompeo ve pence için onlar benim dengim değil diyordu.
    benim dengim trump, trump'tan başkasıyla görüşmem diyordu.
    şimdi ise pence ve pompeo haricinde kimseyle görüşmem söz konusu değil diyor.
    anlaşılan o ki birileri aramış, o açıklamayı çek geri demiş.
    yüz ifadesine çok dikkat edin konuşurken. utana sıkıla söylüyor gözleri kaçıra kaçıra.
    kekeleye kekeleye. büyük adamsın vesselam.

    ey ümmet. reisiniz sinyal verdi ve u çekiyor.
    sağ baştan silmeye başlayın entryleri.
    u dönüşünden önceki açıklaması
    bu da u dönüşü yaptığı video linki
    youtube linki

    (bkz: akp'lilerin uğramadığı başlıklar)

    edit: hahahaa seri şekilde eksiliyor aktroller. hahahaahaahahaa

  • dünyanın en zor ve meşakkatli mesleklerinden biridir. tek bir projede mimar; harita mühendisi, jeoloji mühendisi, inşaat mühendisi, çevre mühendisi, makine mühendisi, elektrik mühendisi, peyzaj mimarı, iç mimar, meteoroloji mühendisliği gibi mesleklerle adapte çalışmalı. projede koordinatör genellikle mimar olur. yukarıdaki disiplinlerden biri bir hata yaşadı mı soluğu direkt mimarda alıyor. hata projelendirme aşamasında görüldü mü pek sıkıntı değil, lakin uygulamada çıktı mı, işte o zaman şenlik başlıyor. binlerce liralık zararlar çıkabiliyor.

    örneğin geçen gün nat geo'da cennet adası'nı yaratmak adlı programı izliyordum. orada bile dünya çapındaki milyonluk mimarlık firmaları büyük hatalar yapıyordu.

    mimar, meteoroloji mühendisinden gelen bilgileri iyi yorumlayamamış. yat limanını hakim rüzgarın geldiği yöne tasarlamış. proje ortalarında liman inşaa edilirken sert dalgaların günlerce bir türlü dinmediğinin farkına varıyorlar. meteoroloji mühendisinden gelen rapolar incelendiğinde yat limanı olmaması gereken en son yere tasarlanmış. mimar detayı gözden kaçırmış. limanın yeri değişecek ama zarar binlerce doları buluyor.

    benim de buna benzer askeriyede bir anım var.

    askeriyede yedek subayken bir şantiyede elektrik problemi çıktı. yeni yapılan binanın trafosu yanlış yere projelendirilmişti. inşaat bitimine doğru elektrik kabloları döşenecekken dışarıdan trafoya elektriği nasıl getireceklerini bilemediler.

    elektrik mühendisini çağırdılar, "neden tüm hattı burada topladın?" dediler. elektrik mühendisi de dedi ki; mimardan gelen arazinin vaziyet planında, 100 metre ötede ana trafo var. en mantıklı yer burası göründü." gel gör ki çevrede hiç ana trafo yok. en yakın ana trafo, karargahın 700 metre diğer tarafında var.

    mimarı çağırdılar. "birader çevrelerde hiç trafo yok. neden vaziyet planına bu trafoyu koydun?" o da dedi ki "bu vaziyet askeriyeden bize verildi. hiç eklenti çıkıntı yapmadık. tüm elektrik, kanalizasyon, su hattını vs.. bu vaziyete göre projelendirdik."

    mimara bu vaziyeti veren tsk memurunu buldular ve sordular; "bu vaziyeti nereden buldun?" o da dedi ki; "bu vaziyet planı uzun süredir bizde. buna eklenti ve çıkıntıları ancak karargahın tekniker çalışanları yapar."

    karargahın elektriğinden sorumlu teknikeri buldular. 20 yıldır tsk'da çalışıyor. ona da sordular. "gomutanım o trafo 70'lerden kalmaydı. bedaş 5 yıl önce geldi kaldırdı onu. yerine 700 metre ötede yenisini kurdular. haberiniz yok mu?"

    karargah komutanları düşündüler taşındılar, bir ihale uzmanına danıştılar. ihale uzmanı da dedi ki " tsk çalışanları bu değişikliği vaziyete işlememiş olabilir ama projelendirme ihalesini alan mimarlık firmasının projelendirme öncesi gelip vaziyet planını yerinde kontrol edip incelemesi gerekirdi."

    velhasıl kelam kabak yine mimarın başına patladı. yaklaşık 70 bin tl'lik zarar vardı. birbirilerini mahkemeye verdiler. 1 ay sonra terhis oldum. ne ettiler bilmiyorum.

  • birinci sınıf öğretmeni olmak. hem çok meşgul oluyorsunuz depresyona zaman kalmıyor, hem de aynı şeyleri 743 kez tekrardan algılarınız yavaşlıyor, depresyondaysanız da anlamıyorsunuz. ben mesela geçenlerde girdim sanıyorum, tam anlamadım ama. etraflıca düşüneyim bunu dedim eve gidince, meşgul insanım şu an. ama evimizin karşısındaki binayı yıkmışlardı, bir sabah beton döktüler. temelinde binanın kocaman bir boşluk vardı, siz deyin boşluk kadar içinizdeki , ben diyeyim yalnızlık kadar. bir miktar ağlamış olabilirim. az ama. bir annenin yavrusuna yapabileceği haksızlık kadar. beton dökmek bu aralar acıklıdır, bilemezsiniz. bazı sabahların beton döküp ayaklarına, denize atmak geliyor içimden. olmasalar. yıkılıyor, yapılıyor evler yeniden. ben bir tek tuğla koyamıyorum. kamyonlarcaydı tuğlalarım. bunlar oyalıyor nihayetinde işte, iş-güç. düşünmüyorum hiç. ama depresyonda değilimdir, sanmıyorum.

    kendi kendimin doktoruyum yemin ederim. keşke tetikçisi olsaydım kendimin, parası neyse verip; hayata karşı kendimi tetiklerdim.

  • daha önce söyledim mi bilmiyorum ama

    baba oluyorum lan yazarlar :)) oğlum büyüyünce buraları hep okuyacak. o yüzden terbiyeli yazın. sıçtırtmayın bacağınıza.

  • mekan: iddaa bayisi

    - lan naci namaza başlamışsın diolar doğru mu?

    - he valla başladık abi, hakkımızda hayırlısı..

    - 5 mi la?

    - ne 5 mi abi tabi 5 vakit alla allaaa

    - sistem 4-5 yap lan naci bi vakit kaçırsan da günlük sevabı kurtarıyon tek vakitten yatma bak!

    kompil bayii : tehaha tehahahaa vir eyle kahkahatül tufaaaan!

  • eğer yanlış anımsamıyorsam yıllardan 1995. parlak bir ilkokul sürecinin ardından ortaokul serüvenine adım atmışım. fakat bulunduğumuz kasabada ortaokul yok ve bu nedenle okula parası aylık olarak ödenen bir minibüsle gidip geliyorum. gidiş-geliş nereden baksan 2 saat gibi bir zaman alıyor. yani okul epeyce uzak. ee okul süresine ulaşım süresini de ekleyince koskoca bir gün yapıyor. sabah çıkıp ta akşam evde olabiliyorum. içinde yetiştiğim ailemin kemikleşmiş bir harçlık kültürü hiç yoktu. günlük olarak her şey, annemin hazırladığı bir beslenme çantasından ibaretti. işte ben yine böyle bir günde o güzelim beslenme çantasını minibüste unutmuşum. kıpkırmızı domatesim, peynirim ve üstüne yumurta sarısı sürülüp kızartılmış ekmeğim uçtu gitti. okul her öğlen 1 saat yemek paydosu verir, yakın olanlar evlerine falan gider, karınlarını doyurur gelirlerdi. sınıf arkadaşlarımdan birinin evine gidip karnımı doyururum diye plan kuruyorum kafamdan; ama gel gör ki utancımdan kimseye ben de geliyim mi diyemedim. hayatta planlanan her şey uygulamaya dönüştürülemiyor ne yazık ki. hayatın gerçekleri çok farklı.

    okul yemek saatine girdi. giden gitti. ben de çarşıya çıktım. avare avare dolanıyorum sokaklarda. karnım da iyice acıkmaya başladı. çocuk bünyesi işte. cebimde de çok ufak bir madeni para var. belki 2 ya da 3 sakız falan alınabilir. o değerde bir para. gözümü karartıp nolursa olsun diyerek bir fırına girip parayı uzattım ve ekledim:

    - buna ne kadar ekmek olur abi?

    önce fırıncı dayı beni baştan aşağı bir süzdü ve"buna ekmek olmaz aslında; ama ben sana yarım ekmek veriyim" dedi. süper bir gelişme. uzattığım parayı da "koy onu cebine" diyerek almadı.

    siz şimdi o yarım ekmeği yiyip okula gittiğimi sanıyor olabilirsiniz; aslında benim de amacım buydu; ta ki okula giderken yol üstündeki dönerciyi görene kadar. olay bu ya dönerciye gidip yarım ekmeğimi göstererek "bu kadar param var. acaba ekmeğimin arasına sade kıvırcık koyar mısın" diye sordum. adam güldü "olur tabii" dedi. ne güzel iş lan. işin ilginç yanı bu da bozukluğumu almadı. "para istemez" dedi.

    evet kepaze bir durum. resmen dilencilik yapmış gibi olmuşum ey sözlük. ama ben bu süreçte hep samimiydim. hep paramla bir şeyler yapmaya çalıştım. eee adamlar almadıysa benim suçum mu?