hesabın var mı? giriş yap

  • ülke öyle bir hale getirildi ki altı üstü zincir market olan bir oluşum seferberlik altında, cepheden mektup gönderen muharip er gibi tavır takınıyor.

    niye bir saat erken uyanmak zorunda kalasın?

    neden en değerli varlığını, çocuğunu yalnız bırakıp gitmek zorunda kalasın?

    neden, neden, neden?

    bu reklam bir ironi değilse zırhlı mercedes'ten şükür öğretenlerden hiçbir farkları yok demektir.

    bir türk dünyaya bedeldir. türk'ü köle yapanlardan ben razı değilim kardeşim.

  • 2001 senesinde okulda yasadışı eylem yapan sol gruba polis müdahale etmek üzereyken araya giren rektörün, "ben izin veriyorum gösteri yapabilirsiniz" demesi üzerine, solcu grubun artık yasal olan bir eylem düzenledikleri için tadının kaçması, 5 dakika içinde bütün grubun dağılması.

  • sene 2002 mayıs sanırım yaşım 19
    hayatımda ilk defa memleketim ve şehrimden uzak anadolu’nun bir şehrinin gelişmemiş bir ilçesinde myo 1.sınıf öğrencisiyim.
    ilk dönem bitti bütün öğrenciler evlerine dönmeye başladı.
    arkadaş ve çevrem arasında nasıl dönüyorsun, ne zaman döneceksin, istersen birlikte gidelim sohbetleri havada uçuşuyor.
    o dönemler içine kapanık biriyim.
    istanbul’a bilet alacak param olmadığını kimseye söyleyemiyorum.
    cuma günü okulun son günü
    o akşam ve takip eden haftasonu akın akın herkes memleketine dönüyor.
    ben gündüzleri evden hiç çıkmıyorum.
    çarşıda sağda solda görüp neden gitmedin yada gitmiyorsun soruları işe karşılaşmak istemiyorum.
    ilçe küçük bir yer hemen hemen bütün öğrenciler, esnaf ve yerel halk kısmen birbirlerini tanıyorlar.

    gündüzleri evde radyo dinleyip öğrenci evimde az kalan bitmeye yakın erzaklarımı dikkatli tüketip akşam 20.00 istanbul otobüsünü izlemek için uzak noktaya gidiyor, giden öğrencileri izliyorum, bir gün benimde o otobüse binebilme hayalini kuruyorum.
    sonrasında bütün ilçeyi karanlıkta geziyorum sokak sokak. gündüz evde yatmanın acısını çıkarıyorum.
    yorulmalıyım ki eve gittiğimde uyuyabilmeliyim zira gündüz yeterince uyumuşum.

    o yılları yaşayan bilir
    internete sadece kafelerden ulaşabilirsin, cep telefonu sadece sms ve sesli arama içindir.
    kontörün yoksa arama sms ve çağrı yapamazsın.
    benim de yoktu tabi.
    kaldığım evde eski ev sahibinin çevirmeli ev telefonu vardı. benim için büyük şans.
    ailemden arayabileceğim herkesi aradım istanbul’a dönebilecek otobüs bileti için. yok maalesef.
    en erken para gönderebilecek ablam 1 hafta sonra maaşını alınca yollayabiliyor.
    herkese haber salıp beklemeye koyuldum.

    ilçede sadece ziraat bankası var
    parayı bana o bankanın şubesine havale ile yolluyor aliem.

    sanırım o haftasonu geçti
    önümde daha kocaman bir hafta var
    sonraki pazartesiye kadar beklemek zorundayım.
    cepteki para miktarım sıfır.
    kredi kartı yokki daha kaç yaşındasın. sıfır kart sıfır para.
    içimden dedim bekleyeceksin yok başka çarem.
    bütün arkadaşlarım hatta bütün okul öğrencileri döndü artık şehirlerine. bitti sezon.
    tanıdığım bitkaç esnaf ve ev sahibi kaldı. ev sahibini pek sevmezdim yobazın biriydi.
    ne ondan borç isteyebilirdim ne de esnaftan
    sabırla bekleyecektim, önümüzdeki pazartesi para gelmesini.
    20 yıl geçmiş günlük tam olarak ne yaşandığını hatırlamıyorum.
    ama ertesi günü mutfakta yiyecek ve pişirecek hiçbir şey kalmadığını hatırlıyorum.
    küçük mutfak tüpüm dahil bitmişti.
    zaten öğrenci evinde ne olabilirdi.
    gündüzleri tam gün odamda yatıp, akşam güneş batımından sonra çarşıya gezmeye çıkıyordum.
    küçük sarı renkli radyolu kaset çalarım vardı.
    aptal yerde sadede trt fm çekiyordu.sevmiyordum aptal radyoyu.
    coskun sabah, ahmet kaya ve tatlıses kasetlerim vardı
    onları dinleyip uykuya dalardım
    şimdi ahmet kaya dışında hepsinden nefret ediyorum.
    ilk günler sonrası açlığı iyice bedenimde hissetmeye başladım, uykuya dalmak zorlaşıyordu artık yatakta uzanmak acı veriyordu.
    o berbat günün gecesi çarşıya çıktım yine.
    birşey yapmalıydım para elde edecek birşey, sırf birşeyler yiyebilmek için.
    sony walkmanim vardı pillerini ısırarak sonuna kadar kullandığım hayatta en önemli eşyam.
    merkeze ıspartaya gidecek param olsa onu satmayı düşünüyorum.
    kulağımda walkman sokaklarda aptal aptal geziyorum ahmet kaya'nın kaseti sanırım emin değilm.
    pek inanılır gelmeyebilir zaten bana da mucize gibi gelmişti.
    hayatımda yolda ilk kez para buluşumdur. 5 milyonluk bir banknot bulmuştum.
    inanamıyorum şaka gibiydi.
    eğilip aldım gerçekten 5 milyon.
    o zaman tabi daha 6 sıfır atılmamış.
    o zaman bir gazate 500 bin lira. bir kolon sayısal 250 bin liraydı. hatırladıklarım.
    zaman gece ilçede bakkalar kapalı gittim eve dedim akıllı ol dikaktli harca daha 5-6 günün var.
    o gece eve dönüp sabredip aç yattım.
    ertesi günü ilk defa gündüz çıktım dışarı sabah markete gidip 3 ekmek ve geri kalanı ile yettiği kadar domates aldım.
    tabi bilgisayar programlama okuyorum kafa çalışıyor.
    yaptım hesabımı dedim her gün yarım ekmek içine domates 6 gün yeter bana tek öğün.
    o şekilde geçirdim bir haftayı
    erken açıkmamak için gündüz uyumaya devam edip akşam yedim
    akşam sonrası yürüdüm eve geldim yattım
    ertesi gün yine aynı

    pazartesi günü bankaya öğleden sonra gittim hayal kırıklılığına uğramamak için.
    dedim gişede adıma havale var mı? evet

    o günkü sevincimi unutamam tam 50milyon
    ablam göndermiş sağolsun. minnettarım.

    ilk işim pideciye gidip kıymalı pide yemek oldu
    sonra biletçiye gidip istanbul biletimi aldım.

    her akşam uzaktan ağlamamak için kendimi zor tutup kalkışını izlediğim istanbul otobüsüne pazartesi bindim ve evime gittim.

    aradan 20 yıl geçmiş tam. bunlar gerçekten yaşandı mı? inanması bile zor ama evet yaşadım

    yeri merak edenler ısparta uluborlu

  • olumden sonra yasami veya baska bir rahatlatici senaryoyu umut etmek ile felsefi olarak bilinemezci olmak, kacinilmaz bicimde bir celiskiye isaret etmeyebilir.

    tanrinin varligina bilimsel ve felsefi yonden yaklasan birinin kacinilmaz olarak varacagi sonuc bilinemezciliktir. belki ilerde final fantasy misali, dunyanin derinlerinde bir yerlerde yesil yesil akan gaia enerjisi kesfedilir, yahut mars roverlari gelisi surekli ertelenen foton kusagina girip bozulurlar (yok ya, foton kusagi iyi birseydi, dna'yi bile 12 sarmalli yapiyordu. oyleyse o roverlar sibernetik organizmaya donusurler, el ele tutusup age of aquarius sarkisi soylerler), o zaman isler degisir. ama simdilik, degil huxleyden taa immanuel kanttan (algi kaliplari, vs) bu yana gelen mevcut argumanlar isiginda, tanrinin varligi ve yapisiyla ilgili tek akilci yaklasim budur.

    dolayisiyla bilinemezcilik kanimca bir inanctan ziyade bir cikarimdir. hatta guclu ve zayif bilinemezci olmak dahi (hicbir zaman bilinemez, simdilik bilinemez) loto oynar gibi degil, yapay zeka uzmanlarinin,norologlarin bulgularina gore belirlenir kisi tarafindan. bunun bir nedeni, genelde agnostiklerin illa bilim adami olmasalar dahi bilimsel metodu benimsemis insanlar olmalaridir; her turlu probleme bu kafa yapisiyla yaklasmalaridir.

    tabii bu yaklasimi benimsememis olan mistikler, sufiler, new age meraklilari, bilinemezciligin genel gecer yargilarindan alinabilirler ve "sen bilemiyorsun diye benim kisisel tecrubelerimi hice sayamazsin" diyebilirler. ama bu mantikla kendilerini napolyon sananlara, tecavuz travmasini atlatmak icin uzaylilar tarafindan kacirilip kicina metal sokuldugunu iddia edenlere, lsdli kafayla algisi degisince kozmosla baglanti kuran hippilere, bu hippilerden binlerce yil once yine mantarlarla kafayi bulup evrenin sirrini sayilarda arayan pisagorlara yahut ramthaya da inanmamiz gerekirdi. hem de bu tip iddialara sahip insanlarin bir tanesinin dahi anektodal orneklerden ve itiraflardan oteye gecemediklerini, kontrol grubu bulunan double-blind peer-reviewed hicbir deneyde bunlari dogrulayacak bir kanit bulunmadigini, tam da aksine, yiginla psikolojik ve fizyolojik aciklamalarin getirilebildigini bile bile inanmamiz gerekirdi.

    sonucta son paragrafi bilimsel bidi bidi olarak gorseniz dahi olayin ozu sudur: insanin elde edebilecegi tum bilgiler ve yasayacagi tum tecrubeler, algilariyla ve o algilara karsilik gelen kategorilerle (zaman, mekan, nicelik, nedensellik, vs) sinirlidir. eger meditasyonlariniz esnasinda tanriyla saf bir bag kurdugunuza gonulden inaniyorsaniz, muhtemelen benzerlerinizin "en az" yuzde 99.99unda oldugu gibi algilariniz fizyolojik ve/veya psikolojik (ki o da tamamen fizyolojiye indirgenebilir ileride) etkenlerle bozulmustur.

    ammaaaa diyelim ki sizde hicbir sey sorun yok, yine de bilinemezciligin son savunma hattini gecemezsiniz, o da meshur tupteki beyin argumaniyla ozetlenebilir. yani siz tecrubelerinizin gercek ve orjinal mi oldugunu, yoksa sadece 23.yyda bir bilimadaminin deneyinden veya 22.yydaki bir bilgisayar programindan mi ibaret oldugunuzu bilemezsiniz, 40 yillik budist rahibi de olsaniz, atlantis bilgesi de olsaniz bilemezsiniz. [descartesi meshur yapan sey de budur zaten, birakin bu tecrubelerin gercekligini, adam varligindan dahi suphe etmis, sonunda dusunuyor olmasinin en azindan var oldugunu kanitladigini ama bu kadarla kaldigini soylemistir]

    dolayisiyla bilinemezcilik, subjektif ataklarla ustesinden gelinemeyecek bir cikarimdir.

    ote yandan bilinemezcilik cikarimini yapmak icin illa butun inanclardan feragat edilmesi gerekmez. zira halihazirda bulunan inanclara egitim ve aile yoluyla maruz kalmamissak dahi, olum korkusu gibi varligi ve siddeti evrimsel nedenlere rahatca dayandirilabilecek psikolojik etmenler yuzunden kacinilmaz olarak inanclar gelistirebiliriz. gece yataga yatip olmus akrabalarimizi dusundugumuzde, ister istemez onlari cennetvari mekanlarda hayal edebiliriz ama bu, ne cennetin olduguna kanittir ne de bizim cennetin varligina daha cok ihtimal verdigimize. en iyi ihtimalle umuttur, inanc degil.

    ama inanc olsa dahi bu celiski yaratmaz. zira ben izafiyet teorisine de inanamiyorum mantigima aykiri oldugundan (daha dogrusu mantik degil de intuitiona karsi oldugundan) ama hem matematiksel hesaplarla hem de deneylerle dogru oldugunu biliyorum. edit: kaptanin seyir defteri kisisi uyardi, sezgi lafini kullanmak karisikliklara yolacabilir diye. muhtemelen demek istedigim common sense. yani isigin hizinin, gozlemcinin hareketine bagli olmadan hep ayni algilanmasina, gunluk hayatta karsilastigim ilgili her ornegin aksini onerdigi icin, benim kafam basmiyor ama dogru oldugunu kanitlayabiliyorum.

    kisisel yatkinliklarim ve onyargilarim beni bir tarafa cekerken, aklim, mantigim ve kontrollu gozlemlerim muthis bir kesinlikle baska bir seyi soyleyebilir pekala. insanin arkadas ortamlarinda bilinemezci olup, gece yattiginda baska seyler dusunmesi de samimiyetsizlikten ziyade, hayatimizin cogu alaninda oldugu gibi burada da bir cekismeden ibarettir. ama ben inanmasam da, kavrayamasam da, inkar etsem de izafiyet teorisi dogrudur, benim subjektif yargimdan ve kapasitemden bagimsiz olarak vardir. bilinmezcilige dogru yaptigim cikarimlar da ayni sekilde beni yokolus korkusunun kucagina atabilirler ama isabetlidirler ve bir bilinemezcinin bu mucadelenin farkina varmasi bile zaten dusuncesinde tutarsizlik olmadigina en guzel ornektir.

  • bu dizide de görüyoruz ki ejderha denen hayvanat küçükken sevimli mi sevimliyken ergenlik dönemiyle birlikte birden ibneleşmeye başlar. başına buyruk hareketler, anneye babaya karşı gelmeler falan. charizard'dan beri bu böyle.

  • din dersinde ermeni ve musevi arkadaşlar muaf oldukları için dışarı çıkarlar. din hocası gelir ve tam ders başlıycakken kapı açılır ve içeri unuttuğu çantasını almak için musevi arkadaş girer.
    arkadan bir ses: işteeee sonunda doğru yolu buldu.