hesabın var mı? giriş yap

  • ataol behramoğlu'nun söyleşisinin şu 7 dakikalık bölümünü birlikte izleyip üzerine konuşmak da bir seçenek olabilir. şaka yapmıyorum. ben bunu izledikten sonra ufkum açıldı.

    programda cüneyt özdemir behramoğlu'na "nedir aşk ataol bey?" diye soruyor. behramoğlu ise "bir kere her şeyden önce, yüksek dozda bir duygu. öyle düşünmek lazım. bu, herhangi bir sevgiden farklı. sizi aşkınlaştıran, yücelten bir duygu" diyor. cüneyt özdemir "sevgi ile aşkın farkı ne mesela?" diye sorduğunda "sevgi bana göre daha yumuşak, daha ılımlı. ortega gasset'in kitabında sevgi üzerine, bu konuda şeyler var. keşke yeniden okuyup gelseydim ya da göz atsaydım bazı sayfalarına... sevgide karşılıklılık var filan gibi bir şey söylüyor. aşk karşılık beklemeden gibi. yani yanılıyor olabilirim; bir farklılık olduğu muhakkak ama. esası yüksek dozda bir duygu. sarsıcı bir duygu. öyle düşünmek lazım" diye yanıt veriyor.

    (arada birkaç şeyi atlıyorum.)

    cüneyt özdemir "aşk biter mi ataol bey?" diye soruyor bu sefer. behramoğlu ise "her şey gibi, tabii. her şey gibi biter" diye yanıt veriyor.

    beni bu söyleşideki en fazla etkileyen bölüm ise, cüneyt özdemir'in "bitmeyen aşk var mıdır?" sorusu üzerine behramoğlu'nun verdiği şu yanıt oldu:

    "şimdi buna ait rakamlar var biliyorsunuz. 2 buçuk yıl sürer, 5 yıl sürer filan gibi şeyler var. biraz öyledir. şundan öyledir: yoğunluk dedik ya, o yoğunluk duygusu, yoğun yaşama insanın fiziksel varlığı belki tahammül edemez. böyle bir şey var ya da tabii aynı şeyi sürekli yaşamanın getirdiği tekdüzelik de olabilir. böyle şeyler var. insan varoluşuyla ilgili bir takım problemler bunlar. yani sürekli olarak aynı yerde kalıp orayı ezberlediğiniz zaman, bir mekanda, başka mekanları filan da görmek istersiniz. bunun gibi bir şeydir biraz. (...cüneyt özedemir'in 'insanoğlu biraz maymun iştahlı mı demek istiyorsunuz?' sorusu üzerine) evet, öyle bir tarafı tarafı var. aşk tamamen bitmeyebilir ve şeye dönüşür. bir sevgiye, bağlılığa, özveriye dönüşür. isterseniz şöyle bir noktaya da getirebiliriz bu konuyu. demin sizleri dinlerken düşündüm. iki tane çok ilginç şiir var. bir tanesi bizim şairimizin. faruk nafiz çamlıbel'in. işte kıskanç. 'sakın bir söz söyleme' diye başlar ya... bir de puşkin'in bir şiiri var. puşkin de diyor ki şiirinde... şimdi ezbere çıkaramam onu ama, 'öylesine çok seviyordum ki sizi' diyor, 'dilerim bir başkasınca da böyle sevilin'. yani böyle bir özveriye dönüşmüş... bir aşk bitmiştir yahut bitmemiştir. efendim, tek taraflıdır ama, sevdiğiniz kişi için iyilik dilemek... bu bence çok önemli, çok önemli. yani bizim toplumumuzun da öğrenmesi gereken bir şey."

    benim bu söyleşiyi dinlerken fark ettiğim, aşkı anlamak ve anlatmanın büyük şairler için bile pek öyle kolay olmadığıydı. behramoğlu'nun aşk için "bu yoğunluğa insanın fiziksel varlığı tahammül edemez" dediğini duyduktan sonra uzunca bir düşündüm ve aşktan da, karşımızdakinden de, kendimizden de gerçekçi olmayan şeyler beklediğimizi fark ettim. o yoğun duygular yavaşça azalıyor; ama anlıyorum ki her kiminle birlikte olursanız olun başınıza gelecek şey bu. belki de bu yüzden insanlar aşkları bittiği anda bırakıp bir başka aşk arıyorlar. hep bir yoğunluk peşinde de olmak da bir çeşit tatminsizlik belki de.

    not: sizin için oturup yazdım konuşmaları. umarım birilerine yararı olur. bir de lütfen kafama sert bir cisimle vurur musunuz, gidip kendi tezimi de yazayım arada.

    düzeltme: yazım

  • merhaba berfu hanım,
    kusura bakmayın, bu ortamda sizin gibi güzel ve başarılı insanları çekemeyen yazarlar maalesef çokca var.
    bir hayranınız olarak merak ettiğim, başarıya giden yoldasagfsagfdas ay devam edemeyecegim...
    eser sıçarken çok ossuruyor mu?

  • fizyoterapistim, aynı zamanda yıllardır fitness yapıyorum. yüksek lisansıma devam ediyorum.

    sporcularla çalıştım, vücut geliştirme yapan hastalarım oldu. türkiye 3. sü hastamdı 2 ay birlikte çalıştık.

    tahmin edebileceğiniz gibi egzersiz fizyolojisinden, spor fizyoterapisine birçok ders aldım.

    sporcu beslenmesi ile ilgili kongrelere katıldım.

    supplement ve steroidlerle ilgili pek çok kaynak okudum. çalışmaları inceledim.

    ama şu sözlük yazarları kadar emin değilim neyin ne olduğu hakkında. ulan nasıl bu kadar kendinden emin konuşabiliyorsunuz ya? nereden geliyor bu özgüven? hayır yazdıklarından konu hakkında zır cahil olduğun belli.
    adam baya baya sadece protein tozu kullanarak, kasta mikrotravma oluşturmadan, hipertrofi ve ya güce yönelik antrenman yapmadan kas yapılacağını sanacak kadar bilgisiz. ama konuda en uzman adamdan daha emin söylediğinin doğru olduğundan.

    konuyla ilgili bilgim dahilinde bir şeyler söylemek gerekirse. 3-6 ay arası fitnessla uğraştıktan sonra protein tozu kullanma da bir sakınca yok. ben yarım ölçek spor öncesi ve 1 ölçek spor sonrası, böbreklere zararı en aza indirmek amacıyla yüksek miktarda su ile tüketiyorum(takriben 750 ml). özellikle spor sırasında ve spordan sonra katabolizma yani yıkım pik yaptığından bu dönemde whey kasa ihtiyacı olan proteini sağlıyor. bunun dışında kalan tüm proteini normal besinlerden sağlıyorum.

    50 dolara amerika'da satılan protein tozu türkiye'ye gelene kadar 10.000 km yol yapıyor. 200 tl'ye satılması normal hatta akp'nin bize geçirdiği vergilerle iyi bile.

    karaciğer hakkında çok dertlenenler hayatları boyunca alkol almayanlar olsa gerek, yoksa günde 5-10 bira içip buraya yazacak kadar malları kanzuk almasın.

  • 90'la başladı, 78 oldu, 65'e indi derken 50 deniyor. bu gidişle sinovac'ın coronavirüsü tetiklediği açıklanırsa şaşırmayacağım.

    edit: evet arkadaşlar brezilya'daki bulgulara göre bu aşı çok ağır ve ağır vakaları (hastaneye yatırılmanızı gerektirenler) %100, orta ve hafif vakaları %77, çok hafif vakaları %50 oranla engelliyormuş. yani muadilleri kadar etkili olmasa da genel olarak işe yaradığı sonucunu çıkarabiliriz.

    ancak burada anadolu ajansı'nın her seçimde akp'yi %90'la başlatıp akşamında %50'ye (kimi zaman %40'a) çekmesi misali her yeni açıklamada oranın daha da düşmesi komik.

  • güçlü birinin annesi vefat edince programını iptal edip, şehit olan 24 garibanı umursamayacak bir kişiliğe sahiptir.

    edit: gg sebebiyle sıfat seçimini sizler yapın dostlar.

  • doğru bir harekettir.
    ancak samimi değildir.

    bu bakanlardan aynı hareketi
    çocuk gelinler,
    çocuk tecavüzleri,
    çocuklara fuhuş yaptırılması ve
    kasabanın ileri gelenlerince çocuklara topluca ve sırayla iğfal ayinleri konularında da gerekenleri yapmalarını bekleriz.
    yapmadıkları sürece samimi gelmeyecektir.

    zîra bu zihniyetin en önemli sorunu ve hedefi esasen alkollü içki !
    yoksa 16 yaşındaki kız iğfal, istismar, tecavüz edilmiş, zerre zikinde olmaz.

    edit: neymiş ? zerrece samimî değillermiş kardeşim. çünkü çocukları koynuna alanları yasa ile suçsuz kılacaklar.

  • bir garip oyuncu.

    eğer bir ülkede,

    bir bilim insanı/ öğretmen/ mühendis/işçi

    (gelen yoğun istek üzerine bu düzeltmeyi gerekli gördük, çünkü burada amaç emeğinin karşılığını alamayan insanlardan bahsetmek idi)

    aylık maaşı ile kıt kanaat geçiniyorken,

    her hangi bir dizi oyuncusu, 2 milyon dolar isteyebiliyorsa her hangi bir reklam başına,

    o ülkede ciddi sorunlar var demektir...

    sustum.

    ---- ekleme ---:

    "dünya üzerinde hiç bir bilim insanı, popüler aktristten daha fazla para almıyor" , diyerek kendi üstün mü üstün zeka seviyelerini ortaya döken ve böylelikle de "evet ben biliyorum ama sen bilmiyorsun. çünkü sen gerizekalısın" diyen 5 yaşındakileri görmüş olduk yine yeniden..

    adam dünden hakarete aç zaten. tey allam. iyi peki, yazalım biz de.

    benim umurumda değil, dünya üzerindeki oyuncuların ne kadar maaş aldığı, benim kapitalist sever, patronların sömürüsünden zevk alan arkadaşım. çarklarda kaybolmuşsun, anladık. çıkmışsın bana hiç tanımadığın ve tanısan belki de nefret edeceğin bir kadını, ölümüne savunuyorsun. neden? çünkü ben, bilim insanının (yani emeğinin karşılığını hiç alamayan insanların) yerlerde süründüğünü söyledim, aldığı ülkemin maaşı ile. yalan değil iken üstelik. şu kadının, bir reklam başına 2 milyon dolar istemesi anormal ya da bizim açımızdan bir mallık sorunsalı değil. ama benim çıkıp, bir bilim insanını savunmam gerizekalılık, öyle mi? gördük senin de parlayan gözlerini...aferin sana...

    ne çok seveni varmış bu pis düzenin. aynen devam edin o vakit bu yolda.

    su katılmamış tikiler sizi...

    ------ ekleme yeniden ----:

    eleştirmenin de bir adabı varmış... sen, çıkıp milyonlar adına, "eşitlik ve adalet" diyen birisine, "geri zekalı" diyeceksin, (çünkü beren saat' i eleştiriyor diye.. neden? çünkü bu oyuncu kızımız , 2 milyon dolar istiyor bir reklam başına, zerre utanmadan ! bak sen ! ) direkt yorumunda. sonra da adaptan bahsedeceksin, öyle mi canım kardeşim ? pardon ama, ülkenin çoğunluğu açlık sınırının altında geziniyor bu ülkede. aç gözünü biraz, bak etrafına.

  • attila ilhan'ın hangi sol kitabında idi sanırsam, şöyle bir olay vardı:

    fransız sosyalist partisi lideri jean jaures, metro beklemektedir. biraz ötesinde de işçiler. metro geldiğinde, işçiler haliyle 3. mevkiye yol alır, jean jaures 1. mevkiye. bunu gören işçiler "oldu mu yoldaş. biz seni de buraya, aramıza, 3. mevkiye beklerdik" derler. jean jaures'in cevabı müthiştir: "bizim kavgamız, ben de 3. mevkide yolculuk edeyim diye değil, sen de burada, 1. mevkide seyahat edesin diyedir yoldaş. bunu sakın unutma!"

    olayla ilgisine gelince..tekel işçilerinin ne kadar maaş aldığını bilmiyorum. çok da ilgilenmiyorum zaten aldıkları maaş miktarıyla. olay tekel işçilerinin aldığı maaş değil çünkü. ancak illaki maaş söz konusu yapılacaksa, tekel işçisi çok maaş alıyordu diyene kadar, biz neden az maaş alıyoruz denmeli bence. bizim kavgamız herkes az maaş alsın diye değil, herkes daha çok kazansın, daha insanca yaşasın, kazanılmış hakları gasp edilmesin diyedir.

    bu da sakın unutulmasın.