hesabın var mı? giriş yap

  • ilkokul öncesi dönemler...

    "hakan peker'in son kasedi çıktı" haberini duyunca "son kasedi çıkmış, başka kasedi çıkmayacak artık" diyerek ağlamıştım. hadi son kasedinden kastedileni yanlış anlamam önemli değil de hakan peker be abi..

  • (3)

    --- son demler ---

    sağırlığıyla, kendini tanıma ve insanlara seslenme çabasıyla geçen nicel açıdan çok verimli bir 2. dönemden sonra, tamamen sağır olduğu, dolayısıyla tüm o mücadelenin bir senteze ulaştığı 3. döneme geliyoruz (1815-27). bu dönemde sayıca çok az eser vermiş durumda. gerçi o kadar büyük ve sıra dışı eserler ki, her biri üzerine ciltler yazılabilir, insan hayatını onları anlamaya adayabilir. bu anlamda sözlükteki bazı yazarların bahsettiği “beethoven’in olayını anlamanın zorluğu”na özellikle bu dönemi itibariyle katmamak elde değil. ilk dönemi müziğin, koşulların ne olduğunu anlamak amacıyla hocalarından kopyalayarak bestelediği bir dönem, ikinci dönemi de, ilk dönemde öğrendikleri yoluyla kendini tanımaya, sağırlığıyla ve dönemiyle hesaplaşmaya odaklandığı bir dönem ise, o vakit üçüncü dönem, kesinlikle bakışını geleceğe ve müzik denen şeyin içsel özelliklerine çevirdiği bir dönem olacaktır. artık müziğin durumunu, ne şekilde evrimleşeceğini görmeye başlamış ve bu yönde daha olgun, büyük kalibrede eserler üretmiştir. buradan birkaç eser seçip didiklemek lazım. başlamak için en net örnek yine piyano sonatlarıdır heralde.

    piyano 1750-60’larda icat edildiğinden o yana besteciler piyano üzerine sayısız müzik ürettiler. ancak hem o dönemlerde piyano’nun daha gelişimini tamamlamamış olması hem de bu çalgının niteliklerini hemen anlayacak bakış açısına sahip olmamaları yüzünden piyano için bestelenen eserler daha çok, öncülü klavsen’e yaklaşan, veya orkestradan devşirilmiş bir müzik gibiydi. mozart’ın, haydn’ın ve beethoven’in ilk iki döneminin sonatları bu yöndedir. appassionata ile içsel hesaplaşmasının doruğuna erişen ve tamamen sağır olup, ses ile olan savaşını da kaybeden beethoven, bu sefer bakışını piyanoya yöneltti. çok ilginç biçimde bu artık fiziken duyamadığı çalgının gerçek niteliklerini görmeye başladı. “hammerklavierçekiçli klavye sonatıyla başlayan ve olağanüstü op.110 ve op.111 sonatlarıyla sonlanan bu son yazdığı 6-7 adet piyano sonatı, tarihte piyano’nun piyano olarak kullanıldığı ilk eserlerdir. pedal teknikleri, ses yoğunluğu* gibi piyanoya özel olan ne varsa hepsini birer birer bu sonatlarda keşfetmiştir. metal iskeletli piyanonun * icadı da bu yıllara denk gelir. beethoven’in son sonatları açık ki, öncül ahşap iskeletli piyanonun * veremeyeceği bir sesi talep etmişti. dolayısıyla dönemin piyano yapımcıları her ne kadar onun müziğinden yaka silkseler de, bugün kulandığımız pianofortenin icadını biraz da bu sonatlara bağlamak abartma olmayacaktır. eğer tüm 19. yüzyılı piyanonun ses yoğunluğunun güdümünde bir müzik olarak kabul edersek, bu keşfin ne derece önemli olduğunu kavrayabiliriz. zira beethoven’in yaptığı bu ilk ciddi sondajdan sonra sadece chopin piyano denilen çalgının ruhunda daha derinlere inebilmiştir..

    oda müziği alında son yaylı dörtlüleriyle beraber en şaşırtıcı eseri ise op.133 grosse fugue* dür. beto bu eserinde ilk defa “kulağa hoş gelmeyen müziğin de güzel olabileceğini” deniyor. gerçi daha önce senfonilerinde, piyano ve keman sonatlarında arada gerilim yaratması amacıyla böyle tonal açıdan zorlayıcı bölümler koymaktan çekinmemişti. öte yandan burada ilk defa, uzun uzadıya düşünülmüş, estetik bir karar olarak besteleşiyor. ota boka bach referansı vermek istemiyorum ama dayanamam. tarihte daha önce böyle bir çalışma bildiğim kadarıyla sadece bach’ın ‘kromatik fantezi ve füg’ eserinde karşımıza çıkmıştı. daha önce söylediğim 16. yy’da yerleşen “tampere” sistemi nedeniyle bestecilerin temel çabası en önce müzikal tonları, bunların birbiriyle ilişkisini kavramak ve bunları en ustaca, dinleyene haz verecek biçimde kullanmaya çalışmaktı. 20.yyda ise tersine, temel çabaları bu sefer yerleşmiş sistemi yıkmak olacaktı. işte bu iki dönem arasındaki 400 yıllık süreçte sadece bach, beethoven gibi birkaç saf deha, perspektiflerini kaydırıp bu tonal yapının dışına çıkmayı sistemli bir biçimde denemişler, buradan büyük bir heyecan üretebilmişlerdir. ellerinden, ve talep ederlerse, ayaklarından operim.
    https://www.youtube.com/watch?v=xezxjw_s0qs

    bu son dönemin kişisel olarak üzerimde en etkili olan meyvesi ise missa solemnis’dir. katolik dini müziğinin temeli diyebileceğimiz missa formunda böyle büyük bir eser vermesi pek beklenmeyecek biriydi beethoven. ne o zamana kadar birkaç küçük eser dışında beto’nun dini bir yanını görmüştük, ne de missa’lar artık eski popülerliklerindeydi, ümmet’den burjuvaya evrilen kent insanının müzik zevkinde artık eskisi gibi bir yer tutuyorlardı. zaten demode olmasa bile ortada pergolesi’nin stabat mater’i, bach’ın “si minör missa”sı ve mozart’ın requiem’i gibi aşılması pek mümkün olmayan güce, büyüklüğe, derinliğe sahip eserler vardı. yeni müzik, yeni biçimlerle kendini anlatmalıydı. lakin bizim beto yine başına buyruk gitti ve sonuç itibariyle o aşılamaz eserler ligine bir yenisini eklemeyi başardı. missa solemnis günümüzde, aynı yıllarda bestelendiği 9. senfoni’nin popülerliğine, tarihsel önemine sahip olmasa da özellikle ‘benedictus’taki muazzam keman solosu ve ‘agnus dei’ bölümlerinde tam olarak kavranması belki de imkansız bir metafizik düzleme çıkmayı başarmıştır. https://www.youtube.com/watch?v=ypnmybfsqty

    gelelim ünlü 9. senfoniye. bu eser konusunda kısa bir araştırmayla benim yazabileceğimden daha ayrıntılı pek çok yazı bulunabileceği için uzatmayayım. ancak koral eklenmesinin son anda verilmiş bir karar olduğunu söylemek gerekiyor. beto bu en büyük senfonisinde, senfoni biçeminde bir takım eksiklikler, ya da ileride biçimlerin erimeye başlayacağını hissetmiş olmalı ki ilk üç bölümü yazdıktan sonra, son bölüme daha önce denenmemiş biçimde insan sesi katıyor, geleceğe de bu şekilde uzanıyor. beethoven senfonileri, öldükten sonra 19.yüzyılın radye temeli oldular. sonradan bestelenmiş her senfoni adeta onlar üzerine inşa edilmişti. 9. senfoni de bu açıdan bir talihsizliktir. çünkü her bestecinin aklında onu aşmak veya bambaşka birşey besteleyebilmek vardı. sırf bu nedenle brahms’ın ilk senfonisini yazması 20 yıl sürdü. bruckner ve mahler ise senfonilerinde 9 sayısına geldiklerinde korkmaya, artık besteleyememeye başladıklarını söylediler. 9, deyim yerindeyse yüzyıl boyunca kara bir bulut gibi havada dolaşmıştır. ona bakanların kendilerine çeki düzen vermesini sağlamıştır. müziği zaten genel olarak 19. yüzyıl boyunca o derece belirleyici olmuştur ki. örneğin brahms, wagner ve berlioz, o’nun açtığı yoldan gittiklerini söylemişlerdir. brahms ile wagner birbirine tam zıt bir anlayışla müzik yaparken berlioz, kendine has çılgın armoni dünyasıyla, bunlarla aynı düzlemde bile değildir oysa ki... http://www.youtube.com/watch?v=ujewuv-liye

  • aslında sevgilisi olmasını istemesine rağmen, hiçbir girişimi olmayan, hoşlandığı karşı cinsler olsa da hep bunu bir şekilde hasır altı eden, elini uzatmayan, konuşmayan, girişimde bulunmayan kişidir.

  • seni şu laflarından ötürü alıp hapse tıkmayan adalet sistemine ne demek lazım bilmiyorum. adam resmen kendi ağzıyla terör/darbe çağrısı yapıyor ve buna rağmen halen dışarıda duruyorsa yazıklar olsun.