hesabın var mı? giriş yap

  • dickens 24 yaşında çok hızlı ünlü olan bir yazardı. o dönemde çok satan ama eleştirmenler tarafından az sevilen biriydi. hatta saturday review hakkında "şöhretinin kalıcı olduğunu düşünmüyoruz" bile demişti. "çocuklarımız dickens'ı günümüz romancılarının en tepesine yerleştirirken atalarının ne demeye çalıştıklarını anlamaya zorlanacaklar" ancak tolstoy, henry james, dostoyevski gibi yazarlar ise dickens'ı epey beğeniyordu. hatta tolstoy'a göre shakespeare'den sonra en iyi ingiliz yazar dickens'tı.

    1841'de the old cruirosity çıktığında yaklaşık 6 bin kişi new york limanında kitabı beklemişlerdi. çünkü kitap bir serinin devamıydı ve herkes küçük neil'in ölüp ölmediğini merak ediyordu. hatta limanda beklerlerken bağırarak "küçük neil öldü mü" diye birbirlerine soruyolardı. (spoiler : ölüyor. hatta oscar wilde şöyle demiş : küçük neil'in ölümünü okuyabilmek için taş yürekli olmak gerekir... gülmeden okuyabilmekten söz ediyorum)

    kitaplarını bu kadar çok insan beklediği için ve beklemesi için dickens kitaplarını bölümler halinde yazıyor ve bölüm başına para alıyordu. kısacası daha fazla para kazanmak için hikayelerini parçalayarak satıyordu.

    dickens, takıntılıydı. evindeki her eşyanın yerinin sabit olmasına çok özen gösterirdi. hatta saatlerce eşyaları doğru konumlarına getirmek için uğraşırdı. eve birileri geldikten sonra hemen evi düzenlerdi. ayrıca saçlarına çok özen gösterirdi. zaman içinde dökülen saçlarını çok uzun süre tarayabilirdi. hatta yemeğin ortasında cebinden tarağını çıkartıp saçını taramaya başlardı.

    dickens'ın takıntılı davranışlarını daha da arttıran özelliği batıl inançlarıydı. belirli sayılarda eşyalara şans getirsin diye dokunur, cumayı şanslı gün sayar, londra'dan kitabının son bölümü yayınlandığında ayrılır, kafası kuzey kutba gelecek şekilde yatardı. eğer kafası kuzey kutbuna bakmazsa uyuyumadığını söylerdi. bunu yapmasının diğer bir sebebi ise kafasının kuzey kutba bakmasının yaratıcılığını arttırdığına inanmasıydı.

    yazarın takıntısının başka bir yönü ise morglardı. morgların dickens için büyüleyici bir yönü vardı ve zamanını ölülerin arasında geçirmekten epey hoşlanıyordu. günlerce morglarda kalır ve burada yer alan ölüleri takıntısı haline getirir ve ölümleri üzerine uzun uzun düşünürdü. bunu "iğrençliğin çekiciliği" olarak tanımlıyordu.

    franz anton mesmer tarafından keşfedilen sözde bilim mesmerizm o dönemde epey ünlüydü. canlıların manyetik alanları ile hipnotize ederek hastalıkları tedavi etme yöntemi olan mesmerizm'i yazar katıldığı davetlerde eğlence olsun diye kullanıyordu. ancak panik ataklar geçiren birini bir haftalık bir süre ile tedavi etmişti. ayrıca yakın arkadaşı beyin sarsıntısı geçirdiğinde de onu iyileştirtirmişti. ancak kendi astım hastalığını yıllarca denemesine rağmen bir türlü iyileştiremedi.

    masal yazarı hans andersen ile dickens epey samimiydi. tanışmaları andersen'ın londra'daki imza gününde gerçekleşmişti ve birbirlerine hemen ısınmışlardı. anderson giderken tüm kitaplarını imzalı olarak dickens'a hediye etmişti. on yıl sonra andersen kendini dickens'a davet ettirdi. ancak dickens bu sırada karısından ayrılmış ve metresiyle eve çıkmak üzereydi. ayrıca andersen'a karşı mesefeli ve aksiydi. ancak yine de teklifi istemeden de olsa kabul etti. mektuplarında bir arkadaşına "andersen yanımızda olabilir ancak sen ona aldırış etme. kendi dili danca'dan başka bir dil bimiyor ve onu bildiğinden de şüpheliyim" demiş. andersen gelince ise evinde pek kalmamış londra'daki kendi işlerini halletmiş ve çok fazla andersen ile konuşmamış. evdekiler andersen ile dalga geçiyor ve yapılmasını istediklerini yapmıyorlarmış. üstüne üstlük kitapları hakkında yüzüne dalga geçiyorlarmış. hatta beş yaşındaki bir çocuk ile yazarla dalga geçip kitaplarını dışarıya atıyormuş. bu yüzden andersen'ın evin bahçesinde ağladığı bile olmuş. tüm bunlara rağmen andersen beş hafta evde kalmış. gitmesinin ardından dickens'ın kızı yazar hakkında "baş belası sıskanın tekiydi, gitmek bilmedi." demiş. ayrıca dickens ise yazarın kaldığı odaya şu notu bırakmış "hans andersen bu odada 5 hafta kaldı ve o beş hafta bu aileye asırlar gibi geldi."

  • mesela kipa markette 2,70 liraya satılan "kahveli bisküvi" var, bulgaristan'da üretilmiş.. bu fiyata gerçekten nefis birşey diyebilirim.. bugüne kadar hiç denemediyseniz mutlaka denemelisiniz.. elin adamı nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte;

    görsel

    edüt: görsel güncellendi..

  • yemiyor diyen yiğidi bulup alnından öpmek lazım. öteki zaten öpülmek için daha sert taşa kendini vurur bir gün.

  • doktora gitseler yok karımın saçını gördü yok şöyle oldu böyle oldu diyecek ve arıza çıkaracak, belki de doktora saldıracak tipler bu hocalara hiç seslerini çıkarmıyorlar. adam, kadına başka bir şey yapsa hiç itiraz edecek gibi görünmüyor. cidden şu zihniyeti anlamak mümkün değil.

  • en en en en uyuz olduğum insan olmayan hasta. çünkü bunun bir de daldıktan sonra içeride hasta olduğunu görüp aval aval odanın ortasında dikileni var. bekler öyle, hastayla konuşmanızı dinler, muayeneyi izler. feyz almaya gelmiş, belli. çıkması için uyarınca da mırmırmır birşeyler sayıklar kendi kendine. muhtemelen sövüyordur. sürü psikolojisine de bağlıyorlar uyarmazsanız. bakıyor biri odanın ortasında dikiliyor, benim başım kel mi diyerek o da dalıyor içeri, derken bir bakmışsın odada 10 hasta, dışarıda bekleseler sıra gelmeyecek çünkü, muayenehanenin içinde beklemeli, evet.

    ama bugün bir teyze içimin yağlarını eritti. oturdu teyze, önce umreden geldim yavrum diyerek hurma hediye etti bana. sonra tam derdini anlatmaya başlayacak, laaaps, daldı içeri bir tanesi. az önceki pamuk gibi teyze döndü buna, verdi kalayı verdi kalayı, benim de dudağımın kenarında böyle gevşek bir gülümseme belirdi, ooooh dedim, yapıştır teyze!

    çok kıl oluyorum size.

  • bim'den içeri girildiğinde insanın dört bir yanını saran kocaman bir boşvermişliğin, zihnin en ücra noktalarına sirayet eden o anlamsız hiçliğin tüm bedendeki tezahürüdür. evet, gözyaşartıcı bir gerçek bu anlamsızlık. o gelişigüzel sıralanmış, ilk bakışta reçel mi yoksa otlu peynir mi olduğu anlaşılmayan ürünlerin arasından geçerken, sağa sola atılmış kolilere basa çarpa ilerlerken hissedilir. çalışanların o android görüntüsünü izlerken sorgularsınız hayatı. neden allah'ım, neden!!? diye isyan edersiniz ama artık çok geçtir her şey için. bim'in sarmalları arasında yok olmaya, hiçliğin içine doğru yol almaya başlamışsınızdır çoktan. çok geç. evet. çok. geç.