hesabın var mı? giriş yap

  • çoğunlukla 50 gb olarak uygulanan adil kullanım kotası o kadar komik ve adaletsiz ki, bunu rakamlarla açıklamaya çalışalım:

    8 mbps'lik bağlantıyı tam kapasite kullanan biri saniyede 1 mb veri indirebilir. bu da ayda, (60*60*24*30=) 2.592.000 mb eder.

    yani ayın 1'inden 30'una kadar hiç durmadan 24 saat full download yapan birinin indirebileceği toplam miktar en fazla (2,592,000 / 1024=) 2531 gb'dır. yani yaklaşık 2,5 terabyte. interneti download olarak görüyorlar ya, işte 8 mbps'lik hattın download kapasitesi bu: 2,5 terabayt.

    aylık kapasitesi 2.5 terabayt olan bir hattın daha 50 gb'ını kullanan birine, "sen bu hattı sömürüyorsun" demek, en basit anlamıyla arsızlıktır.

    ben hattımın kapasitesinin daha % 2'sini kullanmışken, sen bana nasıl "adaletsiz kullanıyorsun" dersin?

    adil kullanım kotası gerekli olabilir ama bu şekliyle ve ttnet'in uyguladığı biçimle en adaletsiz uygulamalardan biri. rakamlar da ortada.

    üstüne üstlük, bu paketleri "limitsiz" adı altında satıyor. yani % 2'den sonra sınırlayacağı hattı satarken "limitsiz" ibaresini koyup tüketiciyi aldatıyor.

    benim kapasitemin % 2'sini bana sınır olarak koyan, paketin ismiyle tüketiciyi yanıltan şirketi hangi mahkeme haklı bulur acaba?

    avukat olsam veya bu işlere harcayacak param olsa bu sisteme dava üzerine dava açarım.

  • 8000 dolara 2 kisi uc ay boyunca uzak dogu'da kral gibi yasarsin. tayland, endonezya, malezya, vietnam, singapur, kambocya, filipinler birinden digerine gecersin. boyle bir parayi bedava kokteyl icmek icin bir tatil koyune vermek tek kelimeyle vizyonsuzluktur.

  • "şırnaktan arkadaşım geldi "ee o kadar yol geldik bi meyveli lahmacun ısmarlarsın" dedi meğersem waffle istiyormuş amk..."

  • çocukken ışıklı ayakkabıya sahip olanların fazlasıyla zengin olduğunu düşünürdüm.
    bir gün babama ne zaman zengin oluruz dedim, yarın dedi.
    inandım, yemin ederim inandım.
    sabah kalkarken zengin olacağımızı düşünerek uyandım güne.
    belki dedim ışıklı ayakkabım olur.
    olmadı, hiç bir şey değişmemişti.
    iki katlı bir evde oturuyorduk, müstakil bir ev.
    evin tek erkek çocuğu olduğum için şımartılmam gerekiyordu ama durumumuz yoktu.
    bende kendimi şımartmak için, alt kattaki odaya taşınıp, kendime genç odası yaptım
    yalnız ne oda ama..
    öyle ferrari genç odası takımı yok, somya üzerinde uyuyorum.
    oyuncaklarım yok ki, somyanın altındaki mavi leğene doldurayım.
    gazeteden kuponla elektrikli bir soba biriktirmiştim, yalnız çok şaşalı ha..
    odun maketleri vardı, şömine havası yaratıyordu.
    velhasıl uzun bir aradan sonra babama aynı soruyu tekrar sordum, baba dedim ne zaman zengin oluruz?
    odama baktı, bana baktı, sobaya baktı.
    kaloriferli bir evde oturursak o gün zengin oluruz dedi.
    askere gidip geldim yeni bir eve taşındık, güneş enerjisi var kaloliferi var..
    gittim yanına, can alıcı soruyu sordum..
    baba dedim zengin olduk mu?
    ev bizim olsaydı zengin olurduk dedi.
    babam sanki bilge bende öğrencisiyim, sürekli beni cevapları tokatlıyordu. zaten ışıklı ayakkabıda alamamıştık.
    otuzuma yaklaşırken, ev aldı babam.
    inşaat halinde, onunca katta bir daire, haftada bir gün çıkıp eve bakıyoruz.
    babam bakıp seviniyor, ben çıktığım merdiven basamakları nedeniyle söyleniyorum.
    baba dedim zenginlik zormuş, fakirken iyiydi..
    gel zaman git zaman evimize taşındık, kendi evimiz.
    kendi odam, baza üzerinde uyuyorum, gençliğimin rüyası masaüstü bilgisayarım ayrıca elbiselerimi koyacağım şahsıma ait dolabım var.
    baba dedim, zengin olduk mu ?
    bilge vermiş cevabını ; oğlum biz zaten hep zengindik.
    biz gerçek bir aileydik, hayallerimiz vardı, mutlu bir dünyamız.
    her şey çok zordu, ama bir o kadar güzeldi.
    baba dedim gariban edebiyatı yapma,
    şimdi biz zengin miyiz değil miyiz?
    ben direndim o devam ettirdi,
    kendi evin olsun, zengin olursun dedi.
    babamı trafik kazasında kaybettim, trafik sigortası kaza nedeniyle tazminat ödedi.
    annem aldığı tazminatı bana verip kendime ev almamı istedi.
    şimdi bir evim var,
    ama zengin olduk mu diye sorabileceğim babam yok.
    benim zenginlikten anladığım, vallahi de billahi'de beraber gülebileceğin bir ailem olmasıydı.
    küçük dünyanızda mutlu olmaktı, bağlılıktı ve sevmekti en fazla.

  • stalin'den, franco veve kim jong-il'e, diktatörler çoğu zaman, yaptıklarının bedelini ödemek zorunda kalmadan ölüp gidiyorlar. ancak bazen karma sözü devralıyor...

    ¦ benito mussolini
    faşizmin babası olan benito mussolini, italya'yı ikinci dünya savaşı'nda mihver devletleri'nden biri olarak yönetti ve binlerce siyasi muhalifinin ölümünden sorumluydu. savaşın gidişatı aleyhine döndüğünde, mussolini metresi clara petacci ile isviçre'ye kaçmaya çalıştı, ancak konvoyları dongo yakınlarında durduruldu ve mussolini, bir alman askeri kılığında araçlardan birinde saklanırken bulundu. ertesi sabah, hem o hem de petacci, italyan partizanlar tarafından makineli tüfekle vahşice infaz edildi, ardından mussolini'nin geçmişte insanları idam ettiği milano'daki piazzale loreto'ya atıldı. italyan çeteleri cesetleri hırpaladı, zarar verdi ve ayak bileklerinden astı. bir kadının mussolini'nin cesedini beş kez vurduğu, ölen oğullarının her biri için bir kurşun sıktığı söylendi. sonunda cesedi bulundu, ailesine teslim edildi ve gömüldü.

    ¦ adolf hitler
    ikinci dünya savaşı'nın sonu tiranlar için kötü bir zamandı. mussolini'nin korkunç ölümünü ve cesedine yapılan muameleyi duyduktan sonra, alman şansölyesi ve nazi partisi lideri adolf hitler, kendisini aynı olası kaderden kurtarmaya karar verdi. 30 nisan 1945'te, kendisiyle birlikte berlin'deki sığınağına gelen en yakın destekçilerine veda etti ve ardından doktorundan ölen sadık köpeği blondi üzerinde bir siyanür kapsülü test etmesini istedi. daha bir gün önce evlendiği eşi eva braun, sığınaklarındaki kanepede yan yana otururken siyanür hapı aldı ve hitler kendini başından vurdu. hem rus hem de fransız tıbbi ekipleri, kalıntıların gerçekten hitler'e ait olduğunu doğruladıktan sonra, yakıldı.

    ¦ muammer kaddafi
    belki de devrik hiçbir hükümdar, libya iç savaşı sırasında gözden düşen libya lideri muammer kaddafi'den daha kötü bir kadere maruz kalmadı. ulusal geçiş konseyi olarak bilinen yükselen hükümet, 2011 yılına kadar ülkenin çoğunu ele geçirmişti ve kaddafi'yi arıyordu. ekim ayında nihayet onu buldular ve konvoyunu bombaladılar. kaddafi yakındaki bir eve sığınmaya çalıştı, ancak drenaj borularında saklanmaya çalışırken isyancılar onu ve grubunu kuşattı ve kaddafi'nin muhafızları karşılık vermeye çalışsa da kaza sonucu kendi el bombaları tarafından öldürüldüler. yaralanan kaddafi tutuklandı, ancak isyancılar yargılanmasına fırsat vermeden ona saldırmaya başladı. yakalama görüntüleri, vahşice dövüldüğünü, süngüyle tecavüze uğradığını ve tezahürat yapan bir kalabalık tarafından vurulduğunu gösteriyor. resmi ölüm nedeni ise kafasına aldığı kurşun yarası olarak kayıtlara geçti.

    ¦ nikolay çavuşesku
    nicolae ceausescu, 1974'ten 1989'a kadar romanya'nın cumhurbaşkanıydı, karısıyla birlikte noel günü'nde kurşuna dizilerek idam edildi. ekonomiyi kötü yönetmişti, borçları kapatmak için romanya'nın gıda mahsullerinin çoğunu ihraç etmişti ve kendi halkının gıda kıtlığıyla boğuşmasına sebep olmuştu. romanya'nın azalan nüfusunu artırmak için her türlü doğum kontrolünü ve kürtajı yasaklayacak kadar ileri gitti. merdiven altı kürtajlardan kaynaklanan ölümler ve yetimhanelerde terk edilmek zorunda kalınan bebekler tepkiye neden oldu. romanya halkı, elektrik karneye bağlandığı için sert kışlar yaşadı. protestocuların topluca katledilmesi sonrasında ordusu kaçtı. bunun üzerine çavuşesku helikopterle kaçmaya çalıştı ancak ordu tarafından hızla yakalandı ve askeri bir savaş mahkemesi tarafından ölüme mahkum edildi.

    ¦ saddam hüseyin
    saddam hüseyin, el kaide gibi aşırılık yanlısı örgütlerle bağları ve potansiyel kitle imha silahlarına sahip olması (bunun kanıtı hiçbir zaman bulunamamasına rağmen) ve abd hükümetinin hedefi olarak seçtiği 2003 yılına kadar ırak'ın beşinci cumhurbaşkanıydı. 17 temmuz devrimi olarak bilinen 1968 darbesine katıldıktan sonra cumhurbaşkanı olarak atanan hüseyin, hiçbir zaman dürüst bir seçim kazanamadı. diğer diktatörler gibi her türlü muhalefeti veya siyasi huzursuzluğu ortadan kaldırdı. 2003 ırak askeri müdahalesi sonrasında kaçmaya çalıştı ancak amerikan güçleri tarafından ad-dawr kasabasında saklandığı yerde yakalandı. 1982'de gerçekleştirdiği duceyil katliamı'ndan dolayı savaş suçlusu olarak hüküm giyip ölüme mahkum edildikten sonra, 30 aralık 2006'da ırak geçici hükümeti tarafından asılarak idam edildi.

    kaynak: historydaily

  • bu entrye yolu düşenlerle paylaşma arzusunda olduğum ilginç bir hakikat de pek çok dilde "mutluluk" sözcüğünün şans, baht, talih ve hatta kader gibi sözcüklerle ya birebir aynı olması, ya da etimolojisinde bu izleri barındırmasıdır.

    hint avrupa dilleri'nde bu pek bir nettir: misal almanca’da glück bugün hem mutluluk, hem de şans anlamındadır. keza italyan, ispanyol ve portekizliler’in mutluluk yerine kullandığı kelimeler (sırasıyla felicita, felicidad, felicidade olacak) hep latince “felix” gibi köklerden uzanırlar bizlere, ki talih, baht anlamları da aynı kökün içindedir. fransızca mutluluk demek olan bonheur’ü ise modern dile rahatlıkla “iyi talih” şeklinde çevirebiliriz. ingilizce’ye gelince, happiness kelimesinin middle english’teki “hap” kelimesinden evrildiğini anlatır bize sözlükler ve perhaps, haphazard, to happen gibi kelimelerde de kendini belli ettiği üzere, “hap” başa gelen şey, şans anlamındadır. son olarak sevgili türkçe’ye dönersek görürüz ki, “mutluluk” kelimesi sonradan üretilmiş köksüz, acayip bir kelime olduğu için, şansla, talihle, kader kısmetle bir alakası yoktur, fakat en azından (farsça asıllı) bahtiyar kelimesi açık açık baht’tan türememiş midir?

    bu saydığım ve bir de aşina olmadığım daha kimbilir kaç dildeki mutluluk-talih bağlantısı mutluluğun insan arzu ve iradesinin çok dışında, ancak fortuna’nın döngülerinde, bahtın rüzgarlarında, kaderin cilvelerinde bir yerlerde denk gelinebilecek bir mefhum olarak algılandığı çağların ürünü olsa gerektir. mutluluğun, ilahi lütuflarla değil de bireysel tasarrufla ulaşılabilecek ve hatta ulaşılması gereken bir hak olduğu fikrinin yaygınlaşacağı aydınlanma çağı’na daha vardır.

    sözlerimi şu bilgi parçasıyla nihayetlendireyim ki, amerika ve avrupa’da yapılan araştırmalar kişinin hayatında başına gelenlerle öznel mutluluk düzeyi arasında öyle beklendiği kadar kuvvetli korelasyonlar bulamıyorlar. talih ve mutluluk öyle görünüyor ki atalarımızın varsaydığı kadar özdeş değiller, en azından asri zamanlarda, en azından batı alemlerinde...