hesabın var mı? giriş yap

  • sosyal yardımı acun yapıyor, adaleti müge anlı sağlıyor. devlet de bizim gibi televizyondan izliyor galiba bunları..

  • ben hayatımda bu kadar karlı bir iş görmedim arkadaş. bak geçen 1 yaşındaki sabiye 18 lira verip bir hayvan kitabı aldım. 18 lira! kitabın özeti şu; google görsellerden 15 hayvan fotoğrafını almışlar, bir kalıp mukavvaya basmışlar, 15 sf. kitabı 18 liraya itekliyorlar. tek masraf matbaa ve mukavva masrafı. tutsun tutsun da 5 lira tutsun ki mümkün değil, net 13 lira kar. zira çocuk kitabı olduğu için bandrol falan da yok.

    arkadaş bu kitapları bu kadar pahalı yapan nedir? büyük oğlana 200 sf macera romanı alıyorum 7 lira, 1 yaşındaki bebeye 5 hayvan fotosu alıyorum 18 lira.

    demem o ki bu işe girin, inanılmaz para var. biz ebeveynler de gerizekalı olduğumuz için allah'tan gelen bir şeyle 5 karton sayfaya 25 lira verebilme kapasitesine sahibiz. sömürün bizi, azımıza sıçın.

  • iq ile ilgili en ilginç saptamalardan biri, en tehlikeli grubun 80 - 85 iq aralığı olduğudur. şimdi bununla bu korkunç katliamın ne alakası var derseniz , çok alakası var, şöyleki;
    bu aralıkta bulunan , salak olarak tabir edebileceğimiz insanlar, basit suçları planlayacak ve uygulayacak kadar zeki , fakat bu suçların sonuçlarının kendi hayatlarına ne kadar zarar vereceğini, nihai sonuçlarını anlayamayacak kadar salak olurlar. zekaları hayatta normal şartlarda başarılı olmalarına yetemeyecek kadar düşük, fakat suç işlemelerine yetecek kadar fazladır, üstelik , daha aptal insanların sahip olduğu çocuksu masumiyette bulunmaz bu grupta. dünyada, suçun yaygın olduğu pek çok getto bölgesinde iq ortalaması 80 -85 arası çıkar.

    bu sebeple , bu grup en tehlikeli grup olarak kabul edilir. türkiyenin ortalama iq'su da bazı kaynaklarda 86, bazılarında 89 bazılarında ise 90 olarak geçiyor, ve büyük şehir merkezlerinde ortalama 90 üstündeyken, gerçek yüzünü müge anlının programlarında gördüğümüz anadolu çomarları tam olarak bu 80-85 bandında yer alan tiplerden oluşuyor. palu ailesi süper bir örnektir bu tiplere. işte bu tipler, hele birde alkol ve uyuşturucu ile gaza geldilerse, her türlü pisliği yapabilirler. kendileri 8 yaşında kıza tecavüz edip, oruç tutmuyor diye milleti dövmeye kalkan tipler var ya, işte onlar tam olarak bunlar. o köy enstitüleri falan bunların, zekasını biraz olsun açmak için kurulmuştu, fakat imam hatip liseleri ile işte o iğrenç , cahil ve cehaletleri ile gurur duyan zeka seviyesine sabitlendi bu çomarlar.

  • taso çıksın diye cips yiyerek şişmanlattığınız çocukları şimdi yürüterek zayıflatıyorsunuz.
    teşekkürler nintendo.

    uyarılar üzerine gelen edit: oha entry nick olmuşum *

  • yobaz, cemaatçi, şeriatçı birini 100 metreden tanırım. atam tanımakla kalmazdı gerçi ama bendeki de fena özellik değil.

  • televizyondan;

    muhabir; servet, gecen hafta magazin basınında cıkan resimlerin bayan hayranlarını oldukca üzdü.
    servet; sanmıyorum bayan hayranım oldugunu .

  • amatör olarak bağcılıkla uğraşıyorum. tamamı amerikan anaç üzerinden 7 ayrı üzüm türü yetiştiriyorum. işin içine girene kadar durumun vehametinin ben de farkında değildim.

    başta ulu önder atatürk olmak üzere cumhuriyetin ilk yıllarındaki devlet adamları tam bir dahi.. çünkü daha 1928’de bağcılık ve üzüm bağlarının gelişimini devlet kendine dert ediniyor. bu konuda tam profesyonel yetişmiş eleman ihtiyacını karşılamak maksadıyla 1930-1935 döneminde her yıl bir öğrenci olmak kaydıyla toplamda beş öğrenci, bağcılık konusunda eğitim almak üzere yurt dışına gönderiliyor.

    bağcılıkla ilgili yurt dışı eğitiminin alındığı bir süreçte yurt içindeki bağ alanlarının artışına da önem veriliyor. arazi ve toprak yapılarına göre uygun ırklar belirlenip alt yapı hazırlığı başlıyor. 1934 yılı itibariyle ülkede toplam 77.234.000 hektar arazinin 345.438 hektarını üzüm bağları oluşturuyor..

    bağ alanlarının genişlemeye, bağcılık-şarapçılıkta uzmanlaşanların eğitimini tamamlayıp yurda döndüğü bir dönemde, yabancı ülke üzümleriyle karıştırılarak yeni tip teşkil edilmesini önlemek ve yerli ırkların rekabetten korunmasını sağlamak amacıyla manipüle edilmemiş üzüm ihracatı 1705 sayılı kanuna dayanılarak yasaklanması için, 7 temmuz 1936’da bakanlar kurulunca karar alınıyor.. bakın bugün övündüğümüz öküzgözü, narince, boğazkere gibi anadolu’ya mahsus üzümlerin ırkına halel gelmesin, tabiatı korunsun diye bakanlar kurulu toplanıp karar alıyor ve yıl 1936..

    1933-1937 yılları arası üzüm üretim ortalaması bugün dünyanın en kaliteli şaraplarının üretildiği abd kaliforniya’da (evet fransa değil) 199.200 ton; türkiye’de 61.800 ton, yine bugün abd’nin en büyük rakibi olan avustralya’da 41.132 ton ve yunanistan’da 25.160 tondur.

    1938 yılı itibariyle türkiye’nin, 400.000 hektar civarındaki arazisinden elde edilen yıllık ortalama 1 milyon ton yaş üzümün maddi değeri 1939 yılı istatistik verilerine göre 47,2 milyon lira. bağ alanı itibariyle türkiye dünyada dördüncü sırada.

    bağ arazileri miktarı ve üzümlerinin kalitesi ile dünyada hatırı sayılır bir ülke haline gelen türkiye’de 1941 yılında bağcılık işleri için tarım bakanlığı bütçesinden 78.100 lira tahsis ediliyor. yani “artık yeter” denilmiyor.

    1942 yılına gelindiğinde türkiye’de bulunan toplam bağ alanı miktarı 4.283.100 dönüme ulaşıyor. bu toplamın %35,1’ine tekabül eden 1.508.500 dönümü orta anadolu’da ve en rezil kıraç topraklar bile boş geçilmiyor, buralar kara dimrit-ak dimrit ekiliyor. ve bugün hala buralarda kara dimrit-ak dimrit yetişir…

    yine %29,2 sine karşılık gelen 1.251.000 dönümü güneydoğu anadolu’da. meşhur boğazkere burada.

    %20,1’inin bulunduğu 856.000 dönümü ise ege’de. kalan bağ arazilerinin %9,1’i olan389.100 dönümü marmara; %5,1’ine karşılık gelen 221.000 dönüm akdeniz; %1’ine karşılık gelen 42.000 dönüm karadeniz; %0,4’üne tekabül eden 15.500 dönümü ise doğu anadolu’da yer almıştır. bütün bu bağ alanlarından dönüm başına elde edilen ortalama yaş üzüm miktarı ise 222 kg.

    1942 itibariyle bağ alanına göre mahsül rekoltesinde lider diyarbakır. ve bu nedenle ekstra önem verilip destekleniyor. boğazkere böylece güçleniyor..

    1980’lere kadar devlet bu işin arkasında duruyor.

    şarap fabrikaları kuruluyor. her yıl bu fabrikalarım etrafındaki bağcılar teşvik edilerek, yetiştirilen üzümler direkt satın alınıyor. böylece bakımı kolay, bulunduğu bölge toprağına uyumlu üzüm türleriyle, çiftçisine para kazandıran, devlete gelir kapısı olan, ihraç ürünü olan bir sektör herkesi kazandırarak kendiliğinden yürüyor.

    ta ki 2001’de tekel’in özelleştirme kapsamına alınıp, 2002’de iktisadi devlet teşekkülü yapılıp, 2003 kasım ayında bu hükümet tarafından nurol-limak-özaltın-tütsab ortak girişim grubu’na satılmasına kadar.

    bu tarihten sonra bağcılık tepetaklak gitti. işin garibi tutulan istatistikte yok. ne kadar dönüm bağ köklendi. hangi türler yok oldu. şehirlerin genişlemesi, bağ alanlarına girmesi ile hangi türler zarar gördü (özellikle tokat’ta narince bağları ciddi zarar gördü) bunlar bilinmiyor.

    üzüm allah’ın bir nimeti. öyle çok büyük masraf istemez. bir kere toprağa tutundu mu büyür. her sene muhakkak meyve verir. seversen, bakarsan daha bir coşar. yaprak, yaş üzüm, kuru üzüm, pekmez, sirke, şarap muhakkak bir şey verir.

    üzüme düşman olan adam bu ülkeye düşmandır.

  • sanat yapiti uretebilmek icin gerekli yasam bicimi.

    şöyle: sabah sekiz bucuktan aksam dokuza kadar pc basinda hesap kitap yapip, eve dondugunde de sadece tv izleyecek enerjin kaliyorsa suc ve ceza'yi yazamazsin

  • ingilizler hayatlarında deprem görmemiş insanlar. yapı stoklarını depreme dayanıklı yapmıyorlar. tabi ki böyle bir deprem ingiltereyi dümdüz eder. biz deprem ülkesi olduğumuzu bilir iken şehirlerimizin dümdüz olmasına göz yumduk.

  • ayrılık insanlar icin: kadını erkeği tabiki de olmaz, ama erkeğin ki daha ağır geciyor nezdimde. erkek aşk acısı yaşamaz, ölüm yaşar, kendinden geçer, depresyona girer, kafasına her şeyi takar. bakımsızdır, pasaklanır, küflenir evi.
    bir kaç dk yüzünü görebilmek için günübirlik şehirlerarası yolculuğa bile çıkar. terkedilirken bile fedakarlık yapar.
    bu erkeğin çevresinde mutlaka: "sana kız mı yok" diyen bir klişeci de mevcuttur. yarasını deşer.
    erkek, aşk acısını unutmaz, unuttuğun zanneder.
    alkol, saçma sapan ps oyunlarında teselli arar.

    ya kızlar?

    hemen şıkır şıkır giyinip çoşmaya giderler. bir de sosyal medyadan ayrıldığını herkese duyurma merak vardır, mutlaka pusuda bekleyen bir adam da olur nedense. instagram, twitter hemen aktifleşir. acılarını eğlenerek, gerdan kırarak atmaya çalısırlar. bir de bunlardan yanında "ececim sana hic yakışmıyordu zaten" diyen bir gerizekalı da mutlak bulunur. sonra bi çocukla tanışılır, bir öpüş yapılır, diğer gerizekalı acı mı çekiyor, üzülüyor mu, kim takar yalova kaymakamını, güzelinden bir fotoğraf paylaşılır. olaylar gelişir.

    biri saksımızı çiğneyip gitti
    biri duvarları yıktı
    camları kırdı
    fırtına gelip aramıza serildi
    biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
    her şeyi kötüledi
    bizi yaraladı
    biri şarabımızı döktü
    soğanımızı çaldı
    biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
    ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor