hesabın var mı? giriş yap

  • şarkıyı " recep tayyip erdoğan hepsi boş hepsi yalan bir gün hayat bitecek dersin görmüşüm rüya” şeklinde yorumlamış, el işareti yapmış... 10 ay hapis..

    r.t.erdoğan’ın bir grup akademisyen için söylediği “alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş” sözlerine açılan hakaret davasına , mahkeme “ifade ve düşünce özgürlüğü” kapsamında olduğuna hükmetti.

    davalı erdoğan olunca ifade özgürlüğü

  • bak hele bak. dışarıdan baksan adam sanırsın bunu. dışı parisli entelektüel, içi yozgatlı emmi tipini sevdiğimin.

    edit: bu arada a haber kamerasıyla "tesadüfen" karşılaştığına inanan polyanna'lar yoktur herhalde.

    edit 2: konulukonusuznevarsa nickli arkadaşın haklı mesajını aynen kopyalıyorum:
    "ben çaylağım entry giremiyorum :) yazmak ve dikkat çekmek istediğim konu konuşan çocuk kaç yaşındaymış ki o durumları kuyrukları görmüş :) lan zaten 18 senedir iktidar sabit ondan önce koalisyon vardı chp zaten 96 kadar seçim yasaklıydı :) bunları yazabilirseniz sevinirim teşekkür ederim . iyi günler dilerim"

  • aynı dakikalarda kadıköy pendik minibüsünde seyahat ettiğim uçuş. şoför asabi, trafik akıcı, 5 dk yol verme kavgası yüzünden rotarlı kalkış yapıldı ama şuan sakin devam ediyoruz. koltukların % 100 ü dolu. ayakta gidiyorum.

  • trafik ışıklarında bekleyen suriyeli dilenciler için kılını kıpırdatmayan zabıtadır. zira bilen bilir, türkiye'nin çoğu yerinde artık bu dilencilere komisyon karşılığı müsaade ediliyor. helal ekmek kazanmak yasak artık.

    ne çukur olmuş bu ülke arkadaş. düş düş dibi görmüyorsun.

  • her şey bir yana, şunu yazmadan geçmek istemedim:

    saha içinden izledim konseri; sanırım toplamda otuz bine yakın insan katıldı. genç bir kadın olarak ne girişteki sırada, ne içerdeyken herhangi bir anda, ne de dönüş yolunda bir an bile normal şartlarda artık gece taksim’e çıktığımda yaşadığım güvensizlik ve tedirginlik hissini yaşamadım. sadece kadın olmakla ilgili bile değil; insanların dip dibe müzik dinlediği o ortamda acaba cebimin kenarından cüzdanım, telefonum çalınır mı vs gibi şeyleri bile hiç düşünmediğimi fark ettim.

    yanımdaki insanlarla sohbet edebilmek kolaydı, millet birbirine yanından geçerken gülümsüyordu, sıra beklerken kimse kimseyi sıkıntıya sokmaya, ezmeye vs çalışmadı. öne geçmeye çalışan çakalları bir kenara bırakırsak (o kadar da olsun), epeydir hissetmediğim bir iyilik ve medeniyet dalgasının içindeydim.

    öyle güzel bir kalabalık, öyle ışıklı bir topluluktu.

    umarım haklısındır harun, umarım bu ülkenin yarını artık bizlerizdir. içimiz umut doldu, emeklerinize sağlık.

    debe editi: çok güzel insanlarsınız yahu, hayallerimiz umutlarımız ortak. şukulayan elleriniz dert görmesin. çok teşekkürler :)

  • terbiyesizlik ve saygısızlıktır.

    oturduğun cumhurbaşkanlığı koltuğunu kasımpaşa 'nin sokak kaldırımı mi sandın ?

    mevlanaya sormuşlar : ey mevlana! o kadar okur,o kadar yazarsın peki ne bilirsin?

    mevlana : haddimi bilirim.

  • sık sık yaptığım eylem. aha lan bunun fiyatı iyiymiş deyip, yeni sekmede falan açıp, uzun süre açık bırakıyorum sekmeyi ama sonra kapatıyorum. arada bir şımarıp pahalı arabalara da bakıyorum. öyle işte.

    ekleme: araba aldım, hala bakıyorum.

  • "yarın, öbür gün bu dinciler iktidara gelip imam hatipten yetiştirdiği talebeleri yargıç, avukat, hekim, mühendis, belediye reisi gibi devletin her koluna atayıp, en son bu talebeleri harbiyeye sokarak orduyu ele geçirip devleti her koldan kuşatacaklar. ama şu an kimse bunun farkında değil" diyerek geleceğe ışık, projeksiyon, hatta deniz feneri tutan; "türk insanının yüzde 60'ı aptaldır" sözüyle tepki çekip özür dileyen ve sözünü "türk insanının yüzde 90'ı aptaldır" şeklinde düzeltip alçaklara uğratılan yurdum insanına dair en bir gerçek tespiti yapan büyük usta aziz nesin'in vefatı. yıldırmaya, hatta öldürmeye çok çalıştılar ama bir kalp krizi sonucunda vefat etmişti aziz usta.

  • zayıf olma, güzel görünme arzusundan çok daha derin olan..

    nasıl başladı farkedemedim hiç, hiçbir zaman fazla kilolu olmadım. ama hep bir diyet halinde olduğum da bir gerçek. ama son aylarda, sanki hayatım boyunca kendimi bu hale getirmeyi beklemişim gibi..

    yavaş yavaş gelir bu farketmezsiniz. önce tuzu keseyim, şekeri keseyimle başlar, sonra yağlı şeyler yemeyeyim dersiniz, haşlanmış sebze yiyeyim, karbonhidratlardan kısayım.. sonra sıvı yeme süreci başlar bir süre. ardından sadece meyve. heh işte bir de bakmışsın hiçbir şey yiyemiyorsun artık. yemiyorsun, kimi zaman canın istiyor, kimi zaman da yemek yiyen insanlara tuhaf varlıklar gözüyle bakıyorsun.

    bir zaman geliyor kurtulmak istiyorsun, ilaçlar işe yarıyor gibi oluyor. ama bu sefer kafandaki ses, "hayır iyi olmamalısın, yememelisin, ilacı bırak" diyor sinsice. bırakıyorsun. kötü olmak istiyorsun, hasta olmak, aciz olmak. bu ne saçma iştir de diyorsun ama kıramıyorsun o zincirini bir türlü. seni bu hale getiren kimse ona lanet okuyorsun ama neticede sensin bu işin merkezinde. kimseyi üzemediğin için, hayatını hep başkaları kontrol ettiği için, kendi bedenini kontrol edip, bir şekilde insanları üzdüğünü zannediyorsun.

    düzelemiyorsun be bir türlü. en ufak bir darbede mosmor oluyor vücudun, saçların dökülüyor, sevdiğin herkes acı çekiyor. yeri geliyor dudağına bir şey sürecekken bile "ulan acaba bunda şeker var mıdır?" diyorsun. kafanın içinde hep o ses "daha da zayıf olmalısın"

    aynaya bakıyorsun. aynada ne kadar kötü göründüğünün farkındasın, orantısız vücudun, kocaman bir kafan var. ama bu çirkinlik seni mutlu ediyor bir yandan. daha da çirkinleşmeliyim, daha da acizleşmeliyim istiyorsun. çünkü görmüşsün ki insanlar belki de sadece hastaysan seni seviyorlar, sana iyi davranıyorlar. kafanın içindeki ses bu sefer "hastanelik olmalısın" diyor. olana kadar devam edeceksin, biliyorsun. ediyorsun, yemiyorsun. yiyemiyorsun.

    bir zaman geliyor, üzülüyorsun insanları mutsuz ettiğin için. gönüllerini almak için iki lokma bir şey yemeye çalışıyorsun. en boktanı da bu oluyor. içine hiçbir şey almak istemiyorsun. onların mutlu olduğunu görüyorsun. ama içinde tutamıyorsun yediğini. çünkü sanki öyle olursa, ihanet edeceksin gibi. çünkü bu kendinle yaptığın bir sözleşme bir nevi. "kendimi kontrol ediyorum. yemek yeme isteğim geliyor ama ben yemiyorum."

    gece yatarken başını yastığa koyup günün muhasebesini yaptığında, "bugün de hiçbir şey yemedim." düşüncesinin gururunu yaşıyorsun. ya da şu kadar kalori aldım ama şu kadar da yaktım diye hesaplıyorsun. insanların yeter artıklarına aldırmadan günde en az 2 saat spor yapıyorsun. gücünün tükendiğini görsen belki bırakacaksın ama bir türlü enerjin bitmiyor. bu da seni daha saçma bir fikre sürüklüyor. "demek ki benim yemek yemeye ihtiyacım yok" düşüncesi.

    ya da çok depresif bir haldeysen varoluşunu sorguluyorsun. kendine insanların sana davrandıkları şekle göre bir değer biçiyorsun ve "belki de hiç varolmamam gerekirdi diyorsun. yok olmak istiyorsun. yok olana kadar incelmek. normal kiloda kalmayı inatla reddetmek. belki de 4.sınıftaki kilona düşmek. ama hep şu kafanda "bir 5 kilo daha vereyim bırakacağım." ama korkuyorsun da bir yandan. o 5 kilolar hiç bitmeyecek. yok olup gidene kadar.

    solup gitmektense yanıp kül olmak daha iyidir. öyle midir?
    bi 5 kilo daha vereyim de..

  • beethoven*, "doğumunda bana en çok sancı çektiren çocuğum." demiştir ilk ve tek operası fidelio için. 1803 yılında "vestas feuer" adında, librettosu emmanuel schikaneder*'e ait bir opera yazmaya koyulan beethoven*, kısa bir süre sonra bu projeden vazgeçmiş; 1804 yılının ocak ayında fransız jean nicolas bouilly'nin "léonore ou l'amor conjugal" adlı librettosu üzerinde çalışmaya başlamıştır ki bu metin daha önce pierre gaveaux'nun müziğiyle bir komik opera olarak bestelenmiş ve 1798 yılında paris'te temsili verilmiştir.

    librettosunun almanca versiyonu joseph von sohnleithner tarafından hazırlanan fidelio'nun prömiyeri, 20 kasım 1805'de theater an der wien'de "fidelio, oder die eheliche liebe" adıyla verilmiştir, bestecinin tiyatro yönetimi tarafından uygun görülen bu isme karşı çıkmasına rağmen. aldığı olumlu olumsuz karışık tepkilerin ardından, opera sadece üç temsilden sonra perdeden geri çekilmiştir. ertesi yıl 29 mart 1806'da operanın revize edilmiş ikinci versiyonu aynı tiyatroda sahnelenmeye başlamıştır. stephan von breuning adında yeni bir edebi danışmanın yardımıyla beethoven*, operayı üç perdeden ikiye indirmiş, eserin dramatik temposunu arttırmak için pek cok müzikal parçayı kısaltmış ve birinci perdedeki bazı parçaları yeniden düzenlemiştir. besteci, ayrıca eserin "leonore uvertürü no.2" olarak bilinen ilk uvertürünü tamamıyla gözden geçirmiş ve "leonore uvertürü no.3"ü bestelemiştir. her ne kadar bu ikinci tasarım daha büyük bir popüler başarı elde etmişse de, operanın diğer sahne ve tiyatrolardaki dolaşımı sınırlı kalmıştır. 1807 yılında beethoven*, opera için bir uvertür daha bestelemiştir. bu uvertür de "leonore uvertürü no.1" olarak bilinmektedir günümüzde.

    1813 yılının sonlarına doğru "wellingtonun zaferi" adlı orkestral eseriyle büyük başarı sağlayan beethoven*, saray tiyatrosunun da talebiyle fidelio'yu baştan aşağı tekrar gözden geçirmiş ve bunun için librettist georg friedrich treitschke ile birlikte çalışmıştır. operanın bu son halinin prömiyeri 23 mayıs 1814 tarihinde viyana'daki kaerntnertortheater'da verilmiştir.

    operanın konusu 18.yüzyılın ispanya'sında geçmektedir. özgürlük savaşçısı florestan, acımasız düşmanı don pizarro tarafından siyasi tutukluların bulunduğu bir hapishanenin karanlık bir hücresine hapsedilmiş, aç ve susuz bırakılmıştır. başbakanın hapishaneyi ziyaret edeceğini öğrenen don pizarro, florestan'ı bu ziyaretten önce öldürmeyi planlamakta ve baş gardiyan rocco'ya bunun için gerekli hazırlıkları yapması ve bir mezar kazması konusunda talimatlar vermektedir.

    kocası florestan'ın nerede olduğunu öğrenen leonore, son bir umutla genç gardiyan yardımcısı fidelio kimliği altında hapishaneye girmeyi başarmış ve kocasını kurtarmanın yollarını aramaktadır. yalnız ufak bir gönül sorunu vardır ortada. baş gardiyan rocco'nun kızı marzelline, gönlünü yeni işe başlamış bu yakışıklı "genç adam" fidelio'ya kaptırmış, marzelline'ye daha önceden aşık olan rocco'nun uşağı jaquino da fidelio'yu bu yüzden kıskanmaya başlamıştır. leonore, marzelline'nin ilgisine sessiz bir tepki vermeyi tercih etmiştir. kızının fidelio'ya karşı hisssettiği duyguların farkında olan rocco da, leonore'nin bu sessiz tepkisini aynen kızı gibi sessiz bir evet olarak algılamıştır.

    olayların işte bu şekilde düğümlendiği noktada, beethoven*, insan sesi için yazdığı en romantik ve en güzel dörtlülerden birisini, "mir ist so wunderbar" adlı quarteti sahneye taşımıştır "doğumu benim için en sancılı geçen çocuğum" dediği fidelio operasında:

    "mir ist so wunderbar"

    marzelline (für sich):
    mir ist so wunderbar,
    es engt das herz mir ein;
    er liebt mich, es ist klar,
    ich werde glücklich sein!

    leonore (für sich):
    wie gross ist die gefahr,
    wie schwach der hoffnung schein!
    sie liebt mich, es ist klar,
    o namenlose pein!

    rocco (für sich):
    sie liebt ihn, es ist klar,
    ja maedchen, er wird dein!
    ein gutes, junges paar,
    sie werden glücklich sein!

    jaquino (für sich):
    mir straeubt sich schon das haar,
    der vater willigt ein,
    mir wird so wunderbar,
    mir faellt kein mittel ein!

    marzelline:
    cok tuhaf hissediyorum kendimi,
    kalbim sıkışıyor;
    o seviyor beni belli ki,
    mutlu olacağım!

    leonore:
    tehlike ne kadar büyük,
    ve umudun ışığı ne kadar zayıf!
    beni seviyor belli ki,
    ah o isimsiz acı!

    rocco:
    kızım onu seviyor belli ki,
    evet canım, o senin olacak!
    iyi ve genç bir cift,
    mutlu olacaklar!

    jaquino:
    saçlarım diken diken,
    baba onay veriyor,
    çok tuhaf hissedeceğim kendimi,
    hiçbir çıkışım yok!