hesabın var mı? giriş yap

  • diyarbakır etrafında bulunan piramitler, bu 5000 yıllık kültürün dünya mirasına bıraktığı sayısız eserlerden sadece birkaçıdır.

  • bu soru detaylı bir cevap yazmak için harcanan zamana değecek türden.

    öncelikle evet bu yapabilir ama bedava öğle yemeği alabileceğinizi aklınızdan bile geçirmeyin.
    - bu videoda
    2:41'den sonra uzay mekiği roketinin yatay olarak kıvrılma eğriliğini görebilirsiniz.
    güvenli bir yüksekliğe ulaştıktan sonra roketler yatay ve doğuya doğru kıvrılırlar.
    neden doğu? çünkü dünyanın dönüş hızı (ekvatorda 1000 mph civarında) roketin hızının bir parçasıdır. atmosferin en kalın kısmından olabildiğince çabuk geçmeleri, sonra kavis çizip hız kazanmaya başlamaları gerekir.ekvatorda hızın daha fazla olması, abd'nin ana roket fırlatma tesisinin florida'da olmasının sebebidir.
    uzaya yatay geçiş için uçaklardan beklentinizin bundan daha büyük olması lazim.

    bu bir sr-71 casus uçağı.
    90.000 feet'e ve saatte 4300 km sınırlarında uçabilir. bu yaratık bile uzaya yatay uçuşu başarmak için gereken minimum irtifanın sadece 1/6'sı ve minimum yörünge hızının sadece 1/7'sine ulaşabilir.

    şu anki teknolojinin sınırlarında bulunan uçaklarımız, yeterli havanın olduğu nispeten düşük irtifalarda çalışır ve hava soluyan motorları ile sadece oksijenin bol olduğu alt atmosferde takılırlar. maalesef uzaya yatay olarak uçamazlar. dünya'nın yüzeyi boyunca hareket ederken her zaman merkeze doğru "aşağı" çekilmeye mahkumdurlar.
    kalkıştan sonra onları sağlıklı bir irtifada tutmak için kontrolleri kırpılır kavis yaparlar bu da mil başına algılanamaz bir 8 inç "alçalması" anlamına gelir.

    arabanızı sürdüğünüzü ve önünüzde 1 derece sola dönüş olduğunu hayal edin. eminim çoğu insan bunu fark etmeyecektir. şimdi, bu dönüşü 60 millik bir mesafeye yayın. dönüşün gerçekten var olduğunu tespit etmek için enstrümanları kullanmak zorundasınız. orada keskin bir dönüş göremediği için yolun düz olduğunda ısrar eden bir hayli düz dünyacı arkadaşlar var…

    biz dünyalılar için "sabit bir yükseklikte uçmak" demek, `dünya'nın ağırlık merkezine sabit bir mesafede dönmek anlamına geliyor. `
    atlantik'i geçerseniz sadece dünya'nın kavisini izleyerek bir eğri çizgi çizmiş olacaksınız. uzaya çıkmak ise irtifa kazanmayı gerektirir. (öklid'e selam)

    entrilere bir göz atınca uzaya çıkmak ile yörüngeye girmek işini aynı şey sanan çoğunluğu fark edebilirsiniz. bu konuda kafalar bir hayli karışmış gibi. uzaya çıkmak kolay, yörüngeye girmek ise zor iştir.

    yörüngeye girmek, adana düğünlerinde sonradan halaya girmeye benzer. çok daha fazla enerji gerektirir. çünkü bu sadece uzay sınırımıza sıfır hızda ulaşmak değil, bu sınırı yörünge hızının ötesinde (yaklaşık 17.000 mil/saat) geçmek anlamına gelir. bu yüzden bugüne kadar sadece roketlerle uzaya çıktık.

    ikinci dünya savaşında tüm modern füzelerin atası olarak anılan alman v2 roketi uzaya uçabilirdi. fakat bu doğrudan gökyüzüne doğru dikey bir uçuştu ve londra'yı bombalamaya çalışırken kullanışlı değildi.
    sonrasında birkaç defada olsa alman, amerikalı ve sovyet bilim insanları tarafından atmosferimizi incelemek için uzayın tadına bakmışlığı vardır.

    bir uzay uçağının yörüngeye ulaşması için ses hızının 10 ila 20 katları arasındaki herhangi bir hıza ulaşabilme gücüne sahip olması gerekiyor. bu hızlarda üretilecek ısıyla nasıl başa çıkacağımızı bile henüz bilmezken, oksijenin solumaya dahi yetmediği ortamda hava soluyan motorları bu hızlara çıkarma görevini bence bir sonraki neslin alışveriş listesine ekleyelim.

  • akp yalayıcısı 55+ dayıların teyzelerin, siz bilmezsiniz yağ kuyrukları vardı deyişi aklıma geliyor. umarım bu sıralara da gitmek zorunda kalırsınız, temennim odur ki sefalet içinde ölür gidersiniz.

    manyağın biri de yazmış yok muydu lan yalan mı diyor pahalı da olsa alabiliyorsun diyor, ulan mesele zaten pahalı olması hıyar ağası vasat herif! ulan boşu boşuna oksijen tüketiyor böyleleri kafayı yiyeceğim artık ya!

  • twitre gezerken denk geldim...
    eminim binlercesi vardır böyle.

    ulan yazıklar olsun!
    yiye yiye doymadınız! paraları yediniz, ülkeyi yediniz, gençliğimizi geleceğimizi yediniz!
    doymadınız! utanmadınız! gencecik memur adaylarının haklarını yediniz!

    şu kıza mülakatta elenecek kadar düşük puanı nasıl verirsiniz. ne yapmış olabilir yani 2 senedir memur olmak için kendini paralayan biri mülakatta! süt dökmüş kedi gibi uslu da durmadıysa ben de bişey bilmiyorum...

    not: hakikaten ne bu kızla ne başka bi kpss adayıyla en ufak alakam olmadığı gibi kpss denen sistemle de bi ilgim yok. özel sektörcüyüm.. ama vicdanımızı da çöpe bırakmadık amk.

    https://twitter.com/…anp/status/1475753894273822722

    gelen mesajlar üzerine edit: abi bisürü mesaj geldi, bu yazdığım örneklerden birsürü gönderen oldu... birinci olup atanamayan, çok yüksek puanla atanamayan, mülakatta kazanamasın diye bilhassa elenen birsürü genç varmış... yazık..

    edite edite: ooo kılıçdar amcamız da girmiş topa..
    https://twitter.com/…luk/status/1475924061373046793

    şimdi bu aktroller, atanamayan çocukcağızları terörist falan ilan etmezlerse iyidir ya...
    yıllarca çalış didin.. kpss de tavan puan yap...
    devlete memur olarak girmek için emek ver.

    sonuç olarak kapı gibi terörist damgası kazan.
    trajik bile demeye utanıyor insan...

  • başlığın en beğenilen entrysini debe'de görünce genelleme yapmanın pek doğru olmadığını yazmak için biraz içimi dökeyim istedim.

    annem akciğer kanseri olduğunu öğrendiği vakit babamla evliliklerinin 36. yılıydı. doktor bizimle konuştu, nispeten şanslısınız dedi. kaburga kemiğinin üzerinde yoğunlaşmış, iki kemiği alıp tedavi etmeyi deneyeceğiz. ameliyat başarılı geçer umarım dedi. babam bir yandan gözünden akan yaşları sildi bir yandan da şükürler olsun diye sevindi. yaklaşık 12 saat sürdü ameliyat. hatta doktor bey ameliyattan çıkınca bayıldı o derece zordu. annem yavaş yavaş iyileşti. o süreçte babam resmen bebek gibi baktı. doğru düzgün internet kullanmayı bilmeyen adam yemek sitelerinin kurdu oldu. her gün sevdiği yemekleri yapıyordu kendisi. yoğun işi vardı ama gelir gelmez mutfağa dalıyordu. ulan bugün size bir musakka yapacağım var ya böyle bir şey yemediniz hayatınızda diye geyik muhabbetini başlatırdı. evdeki herkes bilirdi ama ses etmezdi, o musakka bizim için değil annem içindi. günler güzel geçmeye başladı çünkü annemin sağlığı yerine gelmiş, yüzünün rengi yerinde, pikniğe gidiyoruz, eğleniyoruz vs rüya gibi.

    aradan 1.5 yıl geçti. öksürük başladı. kontrole gittik, hastalığın akciğerde nüksettiğini öğrendik, en ileri evre. öğrendiğimiz gün kuzenin düğünü var. annem çok neşeli, herkes orada, düğünden önceki gün herkes öyle eğleniyor ki kendi arasında, kardeşimle ben hariç. sadece ikimiz biliyoruz annemin herkese veda gecesi olduğunu, böyle bir kalabalığın bir sonraki buluşmasının cenazesinde olacağını. düğün bitiyor, ertesi gün biz söylüyoruz lisan-ı münasiple mevcut durumu. doktor bize "gerçekçi olacağım şansı varsa altı ay yaşar" dediği zaman yaşadığım hissi kimse yaşamaz umarım, altı ay da yaşayamadı zaten. biz bunu anneme söylemedik tabii. ama kendisi anlamıştı. kimsenin umudu yoktu. tek kişi hariç, babam. bebek gibi baktı yine ona. kemoterapi çok ağırdı. yerinden kalkacak dermanı olmuyordu iki gözümün çiçeğinin. babam altını temizlemeye varana kadar her şeyi hiçbirimize bırakmadan kendisi yaptı. bir akşam fenalaştı, evindeki son akşamı oldu. bir saha getiremedik yanımıza.

    8 yıl bitti. hala ilk gün gibi. bu süreçte babam hala çocuk gibi hassas. biz dahil olmak üzere herkes "uygun biriyle" evlenmesinin iyi olacağını söyledi ama o hâlâ yanaşmıyor buna. tek kelime: istemiyorum.

    babamın ağzından cafcaflı sözler duymazdık biz. öyle romantizm falan çok uzak şeylerdi. 12 yaşından beri dişiyle tırnağıyla hayat mücadelesi verip bir yerlere gelmişti. çocuk olamamak böyle bir etki bıraktı belki üstünde. annem hep derdi sizi de dışarıya çıktığınız zaman pencereden bakıp aslan oğlum benim diye uğurluyor diye ama biz bunu hiç duymadık kendisinden. seviyorum, aşığım kelimeleri dökülmedi hiç ağzından ama bir daha yüzünü asla göremeyeceği annemin adının her geçtiğinde gözlerine bakarım. o yemyeşil gözler hemen buğulanır, hemen lafı değiştirmeye çalışır.

    neyse çok uzattım. belki istisnadır, belki azdır bunu yapan ama yok değil kardeşim işte. gözümle gördüm ben, birebir yaşadım.

  • çapulcu dediğin gençler cnn int'te çatır çatır ingilizce röportaj veriyor,sen van minütten öteye geçemiyorsun :):)