hesabın var mı? giriş yap

  • j.a. bayona'nın yönettiği ispanya'nın, yabancı dilde en iyi film kategorisindeki oscar adayı etkileyici netflix filmi.

    pablo vierci'nin aynı adlı kitabından uyarlanan la sociedad de la nieve, bir uçak kazasından sağ kurtulan insanların hayatta kalabilmek için verdikleri mücadeleyi anlatıyor.
    1972'de, bir ragbi takımını şili'ye uçurmak için kiralanan uruguay hava kuvvetleri'ne ait uçak, and dağları'nda dünyanın en zorlu ortamlarından birinde düşüyor ve kazada 45 yolcudan sadece 29'u sağ kurtuluyor.

    --- spoiler ---

    bu tip filmlerin açılış sahneleri genelde birbirlerine çok benzer oluyor. insanlar “birlikte çıktığımız son yolculuk olabilir" tarzıyla davranıyor, birbirine gülümseyen ve uçağa binmeyi sabırsızlıkla bekleyen genç karakterlerin heyecanı vurgulanıyor…

    filmi izlemeden önce kaza hakkında bilgim yoktu bu yüzden ne olacağını, kimin öleceğini vs bilmiyordum. kaza, bir filmde gördüğüm en gerçekçi uçak kazalarından biri. uçak kazasının dehşetini, aniliğini ve akla gelebilecek en zorlu koşullarla mücadele etmek için hayatta kalanların yaşadıklarını, hayatta kalanların gösterdikleri suçluluk duygusunu çok iyi yansıtmışlar. keşke filmin sonundaki 10 günlük yürüyüşü daha fazla gösterselerdi. oldu bitti olarak gösterilmiş biraz.

    hikayeyi numa anlatıyor ve film onun bakış açısından gösteriliyor. aslında bu biraz az rastlanır çünkü hayatta kalma filmlerinde hikayeyi hayatta kalan birinin bakış açısından izleriz genelde. ancak numa kurtulamıyor. yönetmen bayona da buna değinmiş ve filmin odak noktasının ölenler olduğunu; önceki filmlerde gerektiği gibi anılmayan ve onurlandırılmayan kişiler olduğunu söylemiş. filmi özel kılan şeylerden biri de bu belki.

    uçak kazası çok iyi yansıtılmıştı evet ama beni asıl sarsan çığ sahnesiydi. kurtulanlar şartlara alışmış, nispeten iyi geçiniyor, arkadaşlıklarının tadını çıkarıyor ve bir anda çığ düşüyor ve insanlar diri diri gömülüyor. ve birkaç gün boyunca karla kaplı uçak gövdesinde sıkışıp kalmanın klostrofobik koşulları ve liliana'nın ölümü çarpıcıydı çünkü kocasının hayatta kalmasının tek yolu, onun aşağı iterek yukarıya çıkmaya çalışmasıydı.

    film bizi her zaman karakterlerin yakınında tutuyor. aynı zamanda çarpışma sırasındaki kafa karışıklığını, panik ve terör duygusunu, geceleri ve çığ sırasında uçak gövdesinde oluşan klostrofobiyi ve açlığın insanlara yaşatabileceklerini güzel yansıtmışlar. ben ekran başında bunaldım çığ sahnesini izlerken.

    olayın gerçek kahramanları aynı hikayeyi daha önce işleyen alive filmini sevmiyorlarmış. hikayenin doğru aktarılmadığını ve işlenmediğini düşünüyorlarmış. bu filmle ilgili ilginç gerçekler ve eksiklere gelirsem:

    - filmde numa'nın evindeki sahneler, uruguay'da yaşadığı evde çekilmiş. o sahnede selam verdiği kişi de numa'nın yeğeniymiş.

    - hayatta kalan parrado, canessa, fernández ve inciarte filmde küçük rollerde yer almış.

    - hikaye gereği oyuncular çok kilo kaybedeceği için çekimler kronolojik sırayla ve gerçek ortamda çekilmiş.

    - numa turcatti ve pancho delgado'nun dostluğu filmde de görüldüğü gibi çok yakınmış ve çocukluk arkadaşlarıymış.

    - yönetmen bayona, her ayrıntıyı doğrulamak için hayatta kalanlarla ve ölenlerin aileleriyle görüşmüş. detaylara o kadar önem vermişler ki kurtulanlardan birinin fotoğrafında yer alan adidas çantasının aynısı bulunmuş.

    gerçek olaydan bazı sapmalar da olmuş bunlardan bazıları;

    — kurtarma helikopteri uçağın enkazına gitmek için dağın zirvesinden geçmeye çalışmış ve neredeyse düşüyormuş. bu yüzden etrafından dolaşmışlar.

    — uçağın enkazında pilot tanrı sizinle olsun dememiş aksine kendini öldürmek için silahını istemiş.

    bunlar gibi bir çok doğrular ve sapmalar var asıl yaşanandan.

    film görsel olarak çok iyi. o atmosferin içine alıyor sizi. michael giacchino'nun müzikleri de gerilimi hissetmeye yardımcı oluyor. kendisi the batman'in müziklerinde de iyi iş çıkarmıştı.

    toparlayacak olursam bu film türü gereği oldukça sınırlı bir hareket alanına sahip. belirli sayıda insan nerdeyse filmin tamamı boyunca son derece küçük bir yerde. sahneler çok tekrarlayıcı olup sıkıcı hale gelebilirdi. bu yüzden aksiyon olsun diye insanlar arasında kavgalar gösterilebilirdi. ya da flashbacklerle normal hayatları sıkça gösterilebilirdi… her şey senaryonun, oyunculuğun ve sinematografinin gücüne bırakılmış. hikaye dokunaklıydı. oyunculuk muhteşemdi. karakterler iyi yazılmıştı. dokunaklı konuşmalar, ahlaki ikilemler, varoluşsal sorular, dayanışma, zorluklar karşısındaki küçük sevinçler… hepsi bir araya gelince hedefi 12'den vurmuşlar.

    filmi izlerken sürekli ben orda olsam ne yapardım diye düşündüm. ayrıca insanlığın ne olduğunu da düşündüm. biz gezegenimizin en güçlü canlısı değiliz, en hızlısı da değiliz, en zekisi miyiz onu bilmiyorum. ancak tür olarak uyum sağlama yeteneğimiz ve bir arada olunca dayanıklılığımız bizi 1 numara yapabilir.

    72 gün sonunda hayatta kalan bu 16 insanı görünce hiçbir şeyin imkansız olmadığını ve aşılmaz denilen zorluklarla karşı karşıya kaldığında bile insanoğlunun zafer kazanabileceğini bir kere daha anladım.

    --- spoiler ---

    7.5/10

  • açtığında yumurtalık kısmında ortadan ikiye kesilmiş limon göremeyeceğiniz buzdolabıdır.

  • başlık esasında yüksek hesap ödedikten sonra yemeğe çıkılan kıza ilk bakış olmalıydı da. malum karakter sorunu. malum sözlük olayları v.s

    o bakış var ya o bakış... tek bakışla bir sürü şey anlatma durumu. ''ahhh seni hınzır ödedik kol gibi hesabı'' bakışı :)))

    neyse ilk kez yemeğe çıkma durumu. yenmiş-içilmiş. sorular-cevaplar. iki tarafın da biraz kendini kasması. cool tavırlar. kaçamak bakışlar derken... hesap gelir. hesap açılır ve 220 tl. işte o an iç ses devreye girer; ''höh 220 tl?? ''öhöm bozmamalıyım.'' ''bozulmuş gibi görünürsem cimri der '' ''ne cimrisi ya 220 tl'den bahsediyoruz.'' ''yok be abi güzel geceydi, değdi yani'', ''hoh 220 tl ve daha gecenin başlangıcı sayılır'', ''yok yok bozma sen yine de.'' ''bozması mı var ya hesap kol gibi.'', ''ortak ödeyelim derse kabul eder mi?'' ''yok lan daha ilk çıkış, kız valla eve döner.'', ''dönsün ya'' ''yok lan yok dönmesin, belki sonraki hesapları o öder'', ''yok yok ödemez bu, ödeyecek tip yok'', ''oğlum ya şu mekan 220 tl hesap ödenecek mekan mı, keşke az içseydim.'', ''karttan 110 çekin, 100 tl nakit vereyim desem fakir mi lan bu der mi?'' ''der lan kesin'', ''e oğlum kredi kartına da faiz biniyor''. ''maçı da kaçırdık iyi mi, oğuzhan da kadrodaydı'',
    ''neyse ödeyim hesabı da, sonra böyle yerlerden hoşlanmıyorum samimi değil yalanını atarım bidaha gelmeyiz'' ''aha geliyor garson.''

    hesap ödenir. ve yüksek hesap ödedikten sonra kıza ilk bakış atılır. dünyanın en yalancı gülümsemesi bu bakışa eklenir. yıkılmadım ayaktayım algısı verilir.

  • bir terör örgütünün şehir yapılanması ile görüşmeye başlarsınız. insanı etkilemek üzerine görevlendirilmiş kişiler sizi bir eylem bombacısı yapar ve ülkeniz için, ezilen halkınız için öleceğinize inandırılırsınız. ölürsünüz, bir bok değişmez.

    terör örgütünün karşısındaki bir yapılanmada bulunursunuz. polis, asker ve benzeri mesleklerden birini seçersiniz. yine insanı etkilemek üzerine görevlendirilmiş kişiler sizi bir savaşın içine gönderir, halkınız bu terör belasından kurtulsun diye çatışıp ölmeniz emredilir. çatışır ve ölürsünüz, bir bok değişmez.

    çünkü bu düzeni değiştirmek istiyorsanız, yaşamak için mücadele etmeniz gerekir.

    ülkem için ölmeyi düşünecek kadar romantik bir aptal olmadım hiçbir zaman. ölüm sihirli bir değnek değil. bu ülke için bir şeyler yapmak istiyorsanız ilk önce yaşamayı öğrenip, yaşatmayı öğretmek zorundasınız. toprağı, hayvanı, suyu, ağacı, meyveyi, çocuğu, çiçeği, sevgiyi, sağlıklı bir insanın omurgası olan saygıyı... bunlar yaşarsa ülke yaşar.

  • bence bu konuda takdir edilesi.bazıları vardı, para dilenmek için gittiği ingiltere'de neredeyse kraliçenin ayaklarını öpecekmiş gibi önünde eğiliyordu...