hesabın var mı? giriş yap

  • abicim siz saf mısınız, salak mısınız? bir de gelmiş bunu destekliyorsunuz?

    lan daha 3 sene önce istanbul ve diğer illerde sokaklara inenler terörist olmadı mı bunların gözünde?

    her nefret ettiklerine paralelci demediler mi?

    can dündar ve erdem gül'ü ajan ilan etmediler mi?

    kalkmış bir de evet yea teröre destek veren adam devletten ekmek yemesin saflığına düşüyorsunuz.

    işlerine gelmeyeni terörist damgasıyla uzaklaştırıp kendi adamlarını yerleştireceklerini görmüyor musunuz?

    bu ülkede devletin öldürdüğü herkes teröristtir zaten devletin gözünde. devlet asla masum birini öldürmez.

    şaka gibisiniz.

    edit: arkadaşlar edit işlerinden ölesiye tiksinirim ama shitbreak18 mahlaslı yazar arkadaş bir tanıdığı için mesaj atınca açıkçası kıramadım. bir hayat söz konusuysa sokarım editine, prensibine de.

    dostumuzun ricası türkan sarıkaya başlığına bakmamız? şu anda hastanede yaşam savaşı veriyor ve yardıma ihtiyacı varmış. acil şifalar dilerim, umarım tez vakitte şifasını bulur. geçmiş olsun kardeşim.

  • türkçe bilen marvel comics karakteri.

    detayları paylaşmadan önce, çizgi romanlarla ilgili bilinmesi gereken bir durum var; karakterler hikaye gereği ingilizce dışında başka bir dilde konuşuyorsa, konuşma balonunda diyaloglar yine ingilizce olarak yazılır fakat başına sonuna küçüktür - büyüktür işareti konulur, "`<" ve ">`". örneğin hikayede bir karakter türkçe olarak "selam, nasılsın? baban nasıl?" diyorsa konuşma balonunda <hi, how are you? how is your father?> diye yazılır. bu bilgiyi aklımızda tutarak wolvie'nin hikayesine geçelim.

    hayatından entrika eksik olmayan karakterimiz wolverine, bu uzun hayatının çeşitli noktalarında kendisine sorunlar çıkarmış olan bir karakter olan romulus'tan illallah etmiştir, kafasını kesmek istemektedir. wolverine'in kendisine benzeyen bir de oğlu vardır daken adında, ki bu oğluyla da romulus'un manipülasyonları yüzünden arası bozuktur. fakat yine de entrikalar gereği daken ve wolverine bir olup romulus'u öldürmeye karar verir, bu yüzden farklı farklı yerlerde gizlice buluşurlar. bu buluşmalardan birini de ankara'da yapmaya karar verirler.

    daken ankara'da cafede oturuyor

    bu buluşma sırasında tartışmaya başlarlar, sonra wolverine öğrenir ki daken arkasından romulus'la iş çevirmiş, vay hayın evlat deyip muramasa kılıcını saplar daken'a. olaylar daha büyür, romulus'un kendisi gelir, hulk'ın oğlu skaar falan da dahil olur, ankara'da tansiyon gerilir. derken beklenmedik bir şey olur ki bu, çizgi romanlarda gördüğüm en absürt şeylerden biridir; romulus'un tuttuğu kürtler saldırır.

    wolvie kürtlere şaşırıyor

    işte bu noktada sivil kaybı azaltma noktasında harekete geçen wolvie saldırının yapıldığı yere koşturup binanın içine girer ve içerideki adama dışarı çıkmasını, binanın çökeceğini söyler. adam da "hayır çocuklarım hala içeride" diye cevap verir.

    türkçe konuşuyor

    işte bu resimde de görüldüğü üzere bu diyalog küçüktür büyüktür işaretleri ile yazılmış, bu yüzden diyalog ingilizce dışında bir dilde oluyor ki ankara'nın orta yerinde gerçekleşen bu diyaloğun dilinin türkçe olduğu akla ve mantığa yatkın geliyor. türkçeyi neden ve nasıl öğrendiği de bir muamma tabii. birinci dünya savaşı'nda gelibolu'da savaşan newfoundland birliğiyle gelip de mi öğrendi, yoksa yaşadığı fırtınalı hayat mı onu bir şekilde türkçe öğrenmeye itti, bilemiyoruz. belki soğuk savaş döneminde türkiye'de bulunan bir ajandı, belki de eskişehir'de bir erasmus öğrencisi. belki emekli salih öğretmen, belki iş insanı ali bey.

  • istanbul kadıköy'de öğretmenlik yapan bi arkadaşım var. geçen sene 1+1 daireye 1500 tl kira veriyordu bu sene ev sahibi çıkın oğlum gelecek diye çıkardı. bu da 1 arkadaş daha buldu ve 4 aylık yoğun arama sonrasında 1+1 38 yıllık bir binada daire buldu ve 8500 tl kira verecekler. adam ek ders dahil 12bin tl alıyor. şimdi öğretmen düşmanı gibi ekşicikere sesleniyorum. 40 yıllık döküntü binaya 8500 tl vereceksin ve yemeden içmeden sosyalleşmeden bi kitap alamadan tiyatroya gidemeden 12bin tl ile geçineceksin. hadi meydan senin dostum.

  • "her akşam yatmadan önce tanri' ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. bir gün tanri'nin çalişma tarzinin bu olmadiğini anladim. ertesi gün gittim ve kendime yeni bir bisiklet çaldim ve her akşam yatmadan önce tanri'ya günahlarimi affetmesi için dua ettim".

    al capone...

  • güldür güldür seviyesinin üstünde bir siyasi hiciv olmuş ama sanırım sansür yemiş.

    siyasi bir hicive bile tahammülleri yok adamların. ne değişik bir yer oldu abicim bu ülke. yıldık artık sizden siyasal islamcılar. bırakın artık yakamızı.

  • filmi beğenmediğini söyleyenler "biliyorum çok tepki alacağım", "çok kızacaksınız bana" falan diyor. arkadaşlar size bir şey söyleyeyim mi? sizin film hakkındaki görüşlerinizi zerre sikine takan yok. sanırsın ki adam film eleştirmeni, akademi üyesi falan. sana niye tepki gösterelim amk, sen kimsin? iyi ya da kötü eleştirini yap filme sonra çek git. çok tepki alacakmış. evet sinema dünyası karışacak sen filmi beğenmediğin için, izleyecekler izlemekten vazgeçecek, "x adlı sözlü yazarı beğenmemiş, o zaman bu film iyi değildir." diyeceğiz. tövbe tövbe ya.

  • kısa zaman önce rolex’in yarattığı imajı herkesin bilmediği bilgileri paylaşarak anlatmıştım (bkz: #75168415) şimdi de patek philippe’in neden dünyanın en pahalı saatlerini sattığını ya da patek’lerin müzayedelerde neden rekorlar kırdığını az bilinen bir örnekle size anlatayım.

    bildiğiniz üzere audemars piguet 1972 yılında royal oak modelini tanıttı ve yüksek saatçiliğin bugüne kadar ürettiği en karakteristik modeli lanse etti. asyadan gelen quartz saatler piyasadaki mekanik saatlerin tahtını sarsacak mı sorunu ortada dolanırken audemars piguet mekanik saat üreticilerinin kaderini değiştirdi ve bugün hala faal kalmalarını sağladı. peki audemars piguet ne yaptı? 70’lerde quartz saatler makul fiyatları ve çeşitliliğiyle piyasayı avcunun içine alırken royal oak modeli yüksek saatçiliğin gerçekte ne olduğunu bütün herkesin suratına çarptı. gerald genta denen adam (bu ismi bilenler unutmaz ama ilk kez duyanlar dikkat kesilsin çünkü yazının ilerleyen bölümünde patek philippe’e geçiş noktamız gerald genta olacak) royal oak’un tasarımcısıydı, çelik ve sekizgen bir kasa tasarladı, içine de mavi ve üzerinde dörtgen figürler olan (ki buna tapisserie deseni denir) bir kadran yerleştirdi. ardından bu basit ve sade tasarımı tam quartz’ların egemenliğinin geliştiği bir dönemde çok yüksek fiyattan satmaya başladı, üstelik bu saat altına oranla değersiz sayılabilecek çelik bir kasaya sahipti. ilk başlarda satışlar istenildiği gibi olmadı fakat italya pazarı royal oak’u bir anda ünlü ederek hem audemars piguet’yi hem de yüksek saatçiliği kurtardı. royal oak’tan sonra spor-çelik diye bir kavram literatüre yerleşti, vacheron constantin 222, girard-perregaux laureato ve patek philippe nautilus spor-çelik teriminin devamı niteliğindeki modeller oldu. ancak bunlar arasında nautilus farklıydı ve bunun sebebi de patek philippe oluşuydu. şimdi de size yine az bilinen bir yüksek saatçilik sırrını veriyorum: royal oak’u bir gecede tasarlayan gerald genta’nın nautilus’u tasarlaması daha da kısa sürdü. 1975 yılında gerçekleşen basel fuarı öncesinde (bugün patek philippe, rolex, omega gibi markaların yeni modellerini tanıttığı baselworld o dönemlerde basel fuarı olarak biliniyordu) gerald genta tesadüf eseri patek philippe yöneticileri ile aynı otelde konaklıyordu. genta, fuar öncesinde otelin restoranında tek başına kahvaltsını yaparken gözü patek philippe yöneticilerinin kahvaltı yaptığı masaya takıldı, o anda garsona seslenerek bir peçete istedi ve o meşhur nautilus modelini cebinden çıkardığı kalemle peçetinin üzerine ilk kez çizdi. tek gecede tasarlanan royal oak ve yaklaşık 10 dakikada bir peçete üzerine çizilen nautilus! ertesi yıl yani 1976’da ise nautilus basel fuarında tanıtıldı. genta tarihin gördüğü en büyük tasarımcılardan biriydi. bu noktada bana patek philippe’in imajından bahsedecektin ne oldu diyebilirsiniz; hemen anlatayım: genta verdiği röportajda o anı şöyle anlatmıştı “nautilus sıradan ya da bana ait bir tasarım değil, o patek yöneticilerinin yani patek philippe’in gerçek yüzü.” nautilus’a dikkatle bakarsanız saatin muadillerinden kolayca ayrıldığını görebilirsiniz, tasarımın üzerinden amiyane tabirle bir zarafet akıyor, ne royal oak kadar agresif ve sportif, ne 222 kadar klasik ne de laureato kadar basit. gemi lombozlarından esinle dizayn edilen kasa ve yatay mavi çizgili kadran kendine has bir havaya sahip, sanki patek philippe yazısını kadrana yerleştirmeye gerek bile yok. işte patek’in imajı burada ortaya çıkıyor, patek philippe’i magnum opus olarak düşünün, yaratılan en güzel şey gibi algılayın onu marka böyle hissetmeniz konusunda size zaten yardımcı oluyor. zarafet patek philippe’in en büyük değeri zarafeti satın alamazsınız doğuştan sahipsinizdir ya da değilsinizdir tüm olay bu. patek yüksek saatçilikte kutsal kase kadar değerli bir marka ve yeri diğerlerinin çok çok ötesinde. o yüzden de kendine istediği değeri biçebiliyor. kutsal kaseyi elinde bulunduran kişinin ona nasıl bir fiyat biçeceğini tahmin edebiliyor musunuz?

    (not: patek’lerin müzayede rekorlarına da değinecektim ama vakit geç oldu ondan da bir ara bahsederim)

  • her insanin hayatinda en az bir kere aklina gelen eylem.

    yazin üstsüz bicimde, altta bir sortla sokaklarda gezmek.

    nasil oluyor gencler, efil efil?