hesabın var mı? giriş yap

  • program suresi bekledigimizden cok daha kisa tutuldu (ya ali nesin surpriz oldu ya da israil askeri fotograflari beklenenden uzun surdu). o yuzden soylemek istedigim, soylemeyi planladigim bir yigin sey kaldi (google sansuru de dahil olmak uzere).

    3 konuk oldugumuzdan da bu kafamdaki sure planiyla ortusmedi. canli yayinda araya girme ve soz kesme mesrebine alismadigimdan da cok az sey soylemis oldum neticede.

    allahtan diger iki konuk tuna ve kaan'di da benim eksik kaldigim yerlerde tamamlayici olabildiler. diger konuklar alakasiz insanlar da olabilirdi.

    "hukuki moderasyon var, her sey yazilamiyor burada" benim ilk one cikarmak istedigim bir bakis acisi degildi. her site ofisinde bir hukuk burosu istihdam etme luksune sahip olamaz. elestiriye odaklanma sebebim bu oldu. elestiriye acik ve yasal duzenlemeleri duzgun bir toplumda moderasyona da ihtiyac yoktur.

    benzer firsatlar cikarsa bunu daha net ifade edebilecegim insallah yarabbi.

  • okulda bir arkadaş anlatmıştı böyle bir yöntemi. kız epey bir güzel. eleman çekingen bir fotoğraf öğrencisi. kızın uzaktan fotoğraflarını çekiyor. bunun için ciddi bir mesai harcıyor.
    günlerce, haftalarca kızın yolunu gözlüyor.
    bazen kar yağıyor, sırf onun beyazlar içinde bir kardelen gibi yükseldiği bir kare için bekliyor.
    bazen yağmur, fırtına hiç dinmiyor, eleman yılmadan bekliyor...
    en sonunda kızın çok güzel bir karesini yakalıyor. çok doğal ve kızın tüm güzelliği, fotoğrafa yansımış... eleman o kareyi çerçevelettirip hediye paketi yapıyor.
    kız bir gün okulda yürürken, tüm cesaretini topluyor ve karşısına çıkıyor.
    şaşıran kızla hiç konuşmadan elindeki paketi veriyor.
    kız paketi açıyor, kendi fotoğrafına bakıyor...
    bir süre sonra kız hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.
    "hiç kimse benim için böyle bir şey yapmadı" diyor...
    olayı dinleyenler, heyecanla soruyor;
    ee peki sonra, eleman kızla sevgili oldu mu?
    anlatıcı yanıt veriyor...
    bizim eleman çok çirkindi laa, kız kabul etmemiş...

    kıssadan hisse: önemli olan yarışmaktı...

    oha: 500 küsür favori ve 2015'in en beğenilen entry'lerinden biri olmuş. emeği geçenlere sevgiler.

  • pekmezli simide alışmak demektir. hatta 2 simide bir ayranı yetiştirmek. hele baharsa mevsimlerden, kızılday'dan bulvara vurup kendini soluğu meclis parkında almak. hiçbir şeyin olmadığı o parkta gelip geçeni izlemek.

    hayat boyu kullanmadığın sokak isimlerine alışmak demek ankara'da öğrenci olmak.

    + sevgilim burası neresiydi?
    - karanfil
    + peki burası?
    - burası da yüksel
    + şurayı biliyorum konurdu değil mi?
    - evet orası konur. peki dostun olduğu sokak neydi?
    + hangi dost? şaşırtmalı soru bu : )

    ezberlemeye çalışırsınız sokakların adlarını. buluşma yerleriniz kısıtlanır ankara'da. ya karanfil sokakta dost'un önünde buluşursunuz arkadaşlarınızla ya da ziya gökalp'te gima'nın önünde. her seferinde gima'nın hangi tarafı çelişkisini yaşarsınız. hoş gima falan da kalmadı ya artık.

    paranın geldiği gün sokaklara atarsınız kendinizi. kızılay'dan tunalı'ya kadar yürür, kıtır'da oturup bir kumpir yer, üstüne 2 de bira içersiniz. bazen kuğulu parkta kuğulara simit atarsınız. banklarda kuşlar üzerime pisleyecek diye korkup oturamaz, sonra oradan esat'a, oradan da kurtuluş'a eve kadar yürürsünüz.

    limon'a gidip manga, gölge'ye gidip raindog* dinlersiniz. ssk'da dolanıp çıkışta midye dolma yemek şarttır. sonra belki bir taksiyle esat. soluğu aspava'da alıp 1 dürüm döner, soslu olsun! dersiniz. yemeği yerken ayılıp, sonraki gün girilecek vizeyi hatırlar, boşver deyip kahkahalarla gülmeye devam edersiniz.

    odtü'lü değilseniz odtü şenliklerine özenirsiniz. giriş yasak diye yolun ortasında inip dolmuştan, tanımadığınız arabalara otostop çekersiniz. beytepe'de rektör kar küreme makinası almış geyiği yapar, gülersiniz. olgunlardan kitap alır, güven park'ta otobüs ararsınız. dolmuşların tek fiyat uyguladığını öğrenir ve alışmaya çalışırsınız.

    kış geldiğinde atkı kullanmaya alışırsınız ankara'da. soğuktan ciğerleriniz yanar, hatta sürekli tekrarlayacak bir hastalık kaparsınız. ellerdeki çatlaklara alışırsınız bir süre sonra. birbirini ısıtmayı öğrenir insanlar ankara'da. tek çift eldiveni paylaşır ve saçları kısa olan bereyi takar.

    ankara'da öğrenci olmak hayatta hiç unutamayacağın bir deneyim yaşamak demek. ve ne kadar geçerse geçsin, bahsi her geçtiğinde gözlerinin dolması demek...

  • caglar boyu kuzey amerika da yasayan yerlilerin seker ihtiyacini karsilamis dogal bir suruptur. yapilmasi cok zahmetli olan bu surup adina efsaneler, hikayeler yazilmis ve kizilderililer icin neredeyse kutsal bir olguya donusmus bu surubun hikayesi aslinda biraz yurek burkan cinsten. gercekte o zamanlar butun yaptiklari dogadan tedarik ettikleri gidalari siddetli kis aylari icin prezerve etmek olan kabilelerin asimile edilmesi, modern tekniklerle agaclarin yok edilmesi, yok edilmeyen agaclardan modern teknik ve sistemle isleyen makinelerle usarelerin gereginden fazla emilmesi artik cok yakinda bu kendine has lezzeti olan altin renkli surubu ne yazik ki, tarihin sayfalarina terkedicektir.

    ancak, mart, nisan ve mayis aylarinda akcaagaclardan toplanilabilen usare, yilin diger aylarinda toplanmiyor. bahar aylarinda guclenen agac gunesin ilk ilik isinlariyla isinir isinmaz govdesinde biriktirdigi tatli usareyi kolaylikla disa vurabiliyor. bu yuzden yerliler agacin gunes goren tarafinda govde uzerinde kucuk delikler acip, onceden hazirladiklari kucuk tahta tupleri bu deliklere yerlestirerek bir nevi oluk olusturuyor ve yine ayni agactan yapilma minik kovalarini bu usare oluklarinin altina yerlestiriyor. bir saate yakin bir zamanda dolabilen bu kovalardaki usareler binlerce agaca ayni sekilde tatbik edilerek toplaniyor ve tonlarca cali cirpi yakilmasiyla elde edilen isida pekmez misali saatlerce kaynatiliyor. 40 litre usare ancak bir litre surup yapabiliyor. ve bir yerli ailesine yeterli surup miktari icin en az 3 000 agac gerekiyor.

    yerliler yiyeceklerini tuzlamaktan cok sekerleyerek prezerve edip, pisirdikleri icin cok surup veya maple sekeri gerekiyor. elde edilen surup tipki seker yapimindaki gibi biraz daha kaynatildiginda sekere donusuyor ve yerliler elde ettikleri bu sekerleri tabaklanmis ceylan derilerine sararak kis icin sakliyor. surubu yapmak kadinlarin gorevi. cunku erkekler avlanmak icin ormana gidiyor. yaz kamplarini agaclara yakin yerlere kuran yerliler cok iyi tanidiklari dogaya gore, surup yapiminda ellerini cabuk tutmak zorunda kaliyorlar. cunku suruplar ve sekerler yapilip, erkeklerin getirdigi baliklar ve etler kurutulup kis kamplarina kar bastirmadan donmek zorundalar.

    evet bir kac dolar vererek marketlerden aldigimiz ve hic dusunmeden onumuze hazir gelen sicak keklerimizin uzerine dokuverdigimiz maple syrup hikayesi boyle. umuyoruz ve diliyoruz ki, uzerinde yasadigimiz gezegen mahvolmasin ve doga ile kucak kucaga yasama sansini bir zamanlar bulabilmis insanlarin torunlari atalarindan suregelmis geleneksel ilaclarini, gidalari ve haberdar olmadigimiz diger yasam surdurme tekniklerini yok olmamacasina yeni nesillere kusaktan kusaga hediye edebilme imkanlariyla varolsunlar.

  • limuzinsiz adım atmayan chuck bass'ın neden ilk bölümde okula belediye otobüsüyle gittiğini çözemediğim dizi. limuzin sanayideydi heralde o sırada.

    2013 editi: gossip girl'ün çözülemeyen yegane gizemi sıfatını koruyor.

  • normal olan tabeladır.

    şimdi durum şöyle ki: doktorlar bildiğiniz gibi hastaları olan insanlardır. ameliyat vb. gibi acil durumlar olduğunda acilen hastaneye yetişmesi gereklidir. ossuruktan nem kapmaya gerek yok aslında.

  • yer: dolmuş. kahramanlar şoför ve yanında oturan paspal bir amca.
    + yarın da 23 nisan şeyler tatil galiba
    - neyler abi?
    + hani çocuklar gidiyo ya sabahları
    - okul mu abi?
    + hah evet okul. şeyler de tatil di mi?
    - ne abi?
    + hani tayyip mayyip
    - resmi daireler mi abi?
    + hah evet resmi..

  • 17. yüzyılda tane tane anlatmış. yasama ile yürütme ayrılmalı, kanunu koyan ile uygulayan aynı olmamalı yoksa yönetenin kanunları kendi çıkarına kullanmasının önünü alamazsınız demiş, 350 yıl önce demiş... okudukça insanın içinin parçalandığı kitaplar yazmış, fikirleri şimdi "e tabi ki" şeklinde bir algı uyandırsa da çağının çok ötesinde olan düşünür. okurken "e tabi ki" dediğimiz fikirler ve gerçekler ortadayken uygulamaların teker teker tersine döndüğü zamanlarda yaşamak da bizlerin laneti olsa gerek.

  • müş. siyah ekran çıktı efendim
    ben. yazın kullanıcı adınızı
    müş. yazdım
    ben parolanızı da girin
    müş taman
    ben. garip karekterler akmaya başladığında klavyeden f7 ye basın
    müş. elimle mi?
    ben. eee siz bilirsiniz

  • bir tarafta trafik kurallarına uymayan, yolcuları zerre önemsemeyen, keyfine göre yolcu almayıp müşteri seçen, muayenesi olmayan enkaz gibi araçlarla trafikte terör estiren, neredeyse bütün işlemleri kayıt dışı olduğundan en alt seviyede vergi ödeyen taksi sürücüleri ve plaka sahipleri varken; diğer tarafta temiz kaliteli düzgün ulaşım hizmeti sağlayan ve bunu kayıtlı ve şeffaf bir şekilde yaptığından vergisini düzenli ödemek zorunda olan uber var. ve trafik polis teşkilatımız en sıkı şekilde kimi denetleyip ceza kesme peşinde? uber'in ve uber yolcularının. neden? çünkü toplumu değil, taksi plaka sahiplerini ve o taksileri süren çomarları korumak ve kollamak bunu gerektirir. çünkü sizin güvenliğiniz, trafik kurallarına uyulması, özetle toplumun faydası için çalışmak trafik polislerimizin zerre umrunda değil.

  • önemli bir veridir.

    bakın, 50 yaşında bir dayınızım. çizgili t-shirt, bol paça gri kumaş pantul ve tokyolar ile dolaşıyorum. kafamda da dyo marka bez şapka var. göğüs cebime de kimlik ve cigara koydum. polis bile kimlik sormuyor. o kadar yaşımla uyumluyum. en büyük zevkim de inşaat seyretmek, sokak röportajlarına dadanıp "akp'li dayı simülasyonu" yapmak ve ağzına kadar dolup taşan kafeleri, iki elim arkamda seyrederek dolaşmak...

    50 yaşına kadar pek çok kriz gördüm.

    70'leri, o tüp kuyruklarını hatırlıyorum.

    1980 darbesini gördü bu gözler.

    1994 yılı idi sanırım. yeni mezun olmuştuk. ekonomik kriz patladı. bom! diye. pek çok kişi işsiz kaldı, dolar fırladı, raflardaki malların fiyatı ikiye katladı...

    2001 yılındaki anayasa fırlatma krizini de yaşadım. ingiltere'den yeni dönmüştüm. bir de baktım ki, memleket karışmış...

    eneeee!! la noliy! dedik.

    ama, hiçbirinde insanlar bu kadar rezil şartlarda yaşamadılar.

    her krizde fatura emekçilere kesildi ve işsiz kalanlar oldu,

    ama ne evsizlik ne de açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldık.

    yetersiz beslenme konusu tartışılıyordu ama kıtlık yoktu memlekette.

    şimdi ise...

    kriz var. öyle bir kriz ki, elektrik, doğal gaz, benzin vs. devamlı zamlanırken, büyük marketler stokçuluk yapmaya başladılar.

    bırakın ev araba almayı, ev kiralayamaz, kiraladığımız evde duramaz olduk.

    türkiye'nin hiçbir döneminde insanlar bu kadar rezil ve çaresiz bırakılmadılar.

    ve birileri halen çıkmış, "teğet geçti. bu kriz nedir ki?" diyor. lan her şeyimizi kaybediyoruz, birader! sen neyin hesabındasın? aloooo! hayırdır!?