hesabın var mı? giriş yap

  • özellikle 80'den sonra doğanlar için geçerli olan ruhi sıkıntıların sebepleri;
    - milleti olduğundan farklı tek tip bir şekle sokmayı amaçlayan tedrisat sisteminden geçirilmiş olmak,
    - çocukluğundan beri her gün haberlerde terör ve şehit haberleri izleyerek ile büyümüş olmak,
    - 10-20 yaş arasını anadolu lisesi, fen lisesi ve son olarak da üniversite sınavı stresi içinde geçirip, akranlarını arkadaş olarak değil, sahip olmak istediği geleceğe giden yoldaki rakipler olarak görmek,
    - yolsuzluk içinde kıvranan bir ülkede büyümenin getirdiği, sürekli "hakkım yenecek" kaygısı yaşamak,
    - hayatı boyunca birden fazla iktisadi buhran görüp, mevcut durumu iyi olsa bile gelecek kaygısı yaşamak,
    - küçüklüğünden beri basın-yayın yoluyla yapılan ahlaki saldırılara maruz kalmış ve ciddi manada etkilenmiş bir toplumun ferdi olmak.

  • bi gün, kurstan bir arkadaşım, işyerim civarından geçerken aklına geliyor beni arıyor, hatırımı soruyor. gelsene diyorum, bir çayımı iç, hem görüşmüş oluruz. bir duraksıyor, nefes alıyor, yok diyor, başka zaman. ısrarımı seveyim, hazır diyorum gelmişsin buraya kadar, çık işte yukarı. tamam geleyim de, şey diyor, az önce soğan yedim ben, çekiniyorum o yüzden. saçmalama diyorum, lafı bile olmaz, biz her gün yiyoruz n'olacak allasen. ikna kabiliyetimi yitireyim. neyse, çıkıyor bu yukarı. sarılıyoruz. ben bayılmışım. allah'ım böyle bir koku olamaz. çocuk sürekli anlatıyor, ben daimi gülümsüyorum filan ama, hoşbeşten fırsat bulunca ilk şunu soracağım: soğanı tarlasıyla birlikte mi yedin arkadaşım sen? o nasıl bir soğan yemektir? renkten renge giriyorum, imkanı yok o kokuyu defedemiyorum abi. taktım bi kere. sanki karşımda bizim hüseyin değil de, bir baş soğan oturuyor. kendisi oradan buradan laflarken ben hüseyin'i ince ince kıyıyorum, pembeleşinceye kadar kısık ateşte çeviriyorum. o koku gitmiyor. bi yarım saat sonra kalktığında tekrar sarılıyorum. yaşama sevincime.

  • delilercesine ozledigim yuksek teknoloji ve alman ulus kulturunun essiz bir sekilde birlestigi bavyera baskenti. yapilabileceklerin sadece ufak bir listesi:

    gecenin bir yarisi sokaga dusup giesing civarlarinda bierstube arama, sendlinger tor'dan cikip kose bucak ucuz doner kovalama, haftasonlari olympiapark'a, englischergarten'a ugrama, cikista bungalow'larda kalan donem arkadaslarina takilma, her tarafa bisikletle gidebilme ozgurlugu, herseyin olabildigince dakik olmasinin verdigi guven, gecenin bir yarisi zil zurna sarhos nachttram bekleme, konigsplatz'da sicak yaz aksamlarinda duzinelerce bira icme, avlu altinda dans eden ciftlere katilma, universität'de ogle saatlerinde lmu ogrencilerinin arasina karisma, gunesli gunlerde tu'nun catisinda kahve yudumlama, mensa'daki essiz secebilme ozgurlugu, schelling-salon'da bilardo, bira, schweinebraten & knödel, haftasonlari mma, blitz, charlie, deutches museum ve gasteig, yaz gunlerinde backstage ve nachtbiergarten, isar, chiemsee, tegernsee kisin garmisch-partenkirchen ve alplerin her daim orada olusu, pazar gunleri bir euroya ägyptischer kunst, alte ve neue pinakothek'de sabahtan aksama kadar gezebilme ozgurlugu...

  • işim sebebiyle bir devlet kurumuna iletilmiş evrakın akıbetini sormak için kurumu aramak zorunda kaldım. başka işler sebebiyle gidemedim zaten telefondan bilgi almak yeterliydi. tam 5 gün çeşitli saatlerde aradım. santral açıyor yönlendirdiği kişi açmıyor ve telefon kapanıyor. sonraki hafta işlerimi ayarladım ve kuruma bizzat gittim. haliyle genel evrak bölümüne uğradım. içerde bir kadın az sonra ilgili gelecek dedi bekledim. kadın yanında bir çocukla geldi. oturdu. çay koydu çayını yudumladı. evrakı sordum falanca hanıma git bak yukarda dedi eyvallah dedim. falanca hanım diğer hanımlarla sohbet halindeydi. ben bilmiyorum yanda filanca bey var dedi gittim. filanca bey çay içiyordu o da bilmiyormuş evrak bulunamadı. hepsine diyorum ki telefon ettim kaç kere. cevap aynı ayy çok yoğunuz!!!

    evraktaki hanıma tekrar gittim. işi zaten gelen evrakları bilgisayara girmek. yani kimde nerde bulunması “ara” sekmesine iki kelime yazmasında bitiyor. offf puff dedi monitörü açtı(!) tam o sırada yanındaki çocuk kadına sordu: yaptığın iş zor mu diye. kadın da evet çok zor dedi. çocuk bir kaç saniye baktı ne var bunda ben de yaparım dedi. ben güldüm. kadın göz ucuyla bana baktı mahçup mahçup güldü. sonra bulamadı evrakı. siz şurayı arayın bi dedi. aradım. orası da yardımcı olmadı. bakın dedim fazla zamanım yok çok oyalandım. bu evrak burda biliyorum. çıkmam lazım telefon ediyorum açılmıyor buna bir çözüm bulalım. kadın tamam dedi dahili numara veriyorum. bir kağıda yazdı verdi. tam çıkarken bir baktım falanca hanımla filanca beyin dahili numarası. eee dedim buranın yok mu? offlaya pufflaya iliştiriverdi. çünkü ya onu ararsam?!

    bu abla ve diğerleri memur. akşam 5e kadar çalışıyorlar. pandemi kısıtlamaları vardı hatta muhtemelen erken çıkıyorlardır o dönemde. yaptığı işin zor olduğunu düşünüyor. hani angarya falan değil dümdüz zor olduğunu düşünüyor yani gelen evrakı bilgisayara girmeyi. birçok özel sektör çalışanından fazla maaş alıyor ve işveren faktörü yok çünkü devlet çalışanı. oradan ayrılsa bu performansla özelde iş bulması imkansız. oraya girip çalışmak için deliler gibi uğraşanlar var ama o abla mutsuz. çünkü zormuş:( gerçi uğraşıp başkası gelse o da belki ablamıza benzeyecek. mevzu sadece işverende bitmiyor yani. öyle olsa devlet kurumlarımız falan en azından canavar gibi çalışırdı.

    işini layıkıyla severek yapan herkesi tenzih ediyorum. öyle insanlar da varlar. keşke fazla olsalar. kimse kendisinin işini ne kadar iyi yaptığına bakmadan hep karşıya gömüyor. bu sebeple doğru önerme ve nasıl çözülür bilinmez.

  • kaç bölümdür "bu çetin özder kime benziyor kime kime kime" diye zihnimi kurcalayan sorunun cevabını sonunda buldum: hindistan cevizine benziyor.

  • başka şeylerin yerini doldurmak mesele.
    ulaşılamamış hedefler, tahammül edilmek zorunda hissedilen koca, omuzda yük çocuklar, eş dost akraba ne diyecekler, ruhsal ve bedensel tatminsizlik, başka kayda değer bir meşgalesizlik.
    bir çoğu için o temizlikten başka nefes alma yolu yok da sanırım. anlayış göstermek, hoş görmek lazım.

  • üst edit: 'ben aşılıyım' maskesi takarsa eğer usulca eğilip, turiste kendini sevdirebilecek insandır aynı zamanda.

    o ne cesaret yiğidim? cesaretinden dolayı evde balkonlara çıkıp alkışlanacak kişidir aynı zamanda.

    düşünsene: tc vatandaşısın; yazlık yerde, plajda veya çarşıda yürüyorsun, elde bim poşeti.

    karşıdan bi turist geliyor. onu gördüğün anda hafif bir korku, böyle içe doğru büzüşme.

    git gide yaklaşıyor. göz göze geldiniz. kafanda deli sorular, panik haldesin. yanında aşı olsa şak diye koluna sokacak durumdasın öyle bir an.

    uzaktan bir polis de cem yılmaz'ın (bkz: şu müslüman mı lan) repliğindeki gibi "şu türk mü lan?" diyerek, anbean süreci izliyor.

    gerilim filmi resmen. seni gören turist o an şikayet etse sıçtın mavisi.

    içinde olmasak çok eğlenceli bi ülke aslında.

  • bence otobüs durağının rızası var; hiç tepki vermiyor.

    edit; başlığı açan, benim entrymden (ç)alıntı yapmış ama olsun onu da beğenin.

    tanım; son kelimesinde "d" harfinin fazlalık olduğu başlık.

  • sosyal medya olmaktan çıkıp, ana haber bültenine dönüşen insanlardır. dün 18.15 eskişehir-ankara yüksek hızlı treninde ben de gerçekleştirdim bu eylemi. başlarken bi tedirgin oldum, kavga çıksa, linç edilsem kaçacak yerim yok, 250 km hızla giden trenden de atlanmaz ki diye. bu tedirginlikle başlattım kaydı. herkes sus pus oldu, dinledi. yaklaşık on dakika boyunca kimseden ses çıkmadı. kayıt bitti, bir dakika geçti, hala çıt yok. sonra çözüldü insanlar, kimisi kendi arasında muhabbetine döndü, kimisi ses kaydını konuşmaya başladı. bir sonraki vagona geçtim, orada da açtım kaydı son ses. bir teyze ne olduğunu anladıktan sonra "dinlemek istemiyoruz biz bunları, montaj bunlar montaajjj" dedi. ben cevap veremeden birkaç kişi "kendi adına konuş, dinliyoruz biz" diye susturdular teyzeyi. bitince bir sonraki vagona geçtim, orada bir abla ben dinletirken bir yandan düşmanca gözlerle bakıp bir yandan yüksek sesle oflayıp pufluyordu, karşısındaki yolcu kendisini "şşşşt" diye susturup dinlemeye devam etti. toplam beş vagon boyunca karşılaştığım yegane kötü tepkiler bunlardı. bunun dışında insanlar kaydın trende dinletilmesine şaşırdılar ama tepki vermediler. bilal'in sesini duyunca yanındakine kafasını sallayıp "bak işte bu" diye işaret eden de vardı, "ne dinlio ki bu kız" diye şaşkın şaşkın bakan da. şaşkınlıkla bakanlara "başbakanımızla oğlunun ses kaydı çıkmış da, dinlememiştim, şimdi dinliyorum" diye açıklama yaptım. kimisinden bir karşılık aldım, kimisi anında kafasını çevirdi, karşılık alamadım. sonuç olarak 25 şubat 2014 günü 18.15 treniyle eskişehir'den ankara'ya dönen insanlar arasında bu kaydı duymayan neredeyse kalmadı. gururla bildiririm.*