ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
hamit altıntop
-
eski takımına gol atmak. bunu yapan oyuncular umumiyetle sevinç gösterilerinden uzak duruyor.
batistuta gibi gözleri dolanı yahut adebayor gibi rakip takım taraftarlarına depar atarak koşanı saymazsak genelde işler böyle yürüyor.
bütün sözlüğe ve hatta bütün ülkeye malum olan golden sonra hamit'in tepkisini merak ettim. ( o an etmedim elbet, o an kardeşimle gol kutlaması yapmakla meşguldum ) doğduğu, büyüdüğü kentin takımına, eski takımına gol attıktan sonra hamit ne yapıyor?
armayı öperek, galatasaraylı taraftarların olduğu tribüne koşuyor. hem kime bağlı olduğunu gösteriyordu hem de aslında bizzat kendi çocukluğuna koşuyordu. o tribündekilerin büyük bölümü almanya'da yaşayan türklerden oluşuyordu ve hamit bir zamanlar onlardan biriydi. bir türk takımı, bir alman takımına kaybettiği zaman ertesi gün; işe, okula başı önde gidenlerden biriydi. kimsenin başı öne eğilmesin diye vurdu ve golü attı.
bir zamanlar neden türk milli takımını seçtin sorusuna; benim için başka bir alternatif söz konusu değildi zira kendimi türk gibi hissediyordum mealinde cevap veren oyuncu, hem buradaki galatasaraylı taraftarları hem de almanya'da yaşayan türkleri mutlu etmeyi başardı.
prekazi; topun canı var, der. canı istemezse top, gol olmaz. topun canı var da direğin yok mu? bu sefer içeri aldı.
internet kafelerin internet kafe olduğu yıllar
-
sanırım bu yıllar 90'ların sonları ile 2000'lerin ortaları arasında yaklaşık 10 yıl devam eden bir dönemdi. sonra herkes kendi evine bilgisayar almaya başlayınca o güzel dönem de artık mazide kalmış oldu.
o zamanlar şimdiki gibi kafeler sinek avlamazdı. misal biz oturacak masa bulabilmek için öğlen 12'den önce kafeye ulaşmaya çalışırdık. öğleden sonraları ise kafeler o kadar kalabalık olurdu ki kafe sahibinin tuttuğu sıra kağıdına ismimizi yazdırırdık. sırada bekleme süresi bazen 2 saati bile bulurdu. kafelerin bazıları atariler, normal oyun bilgisayarları ve sadece internet kullanımlık bilgisayarlar olarak bölümlere ayrılırdı.
yine bu dönemin başlarında kulaklık diye bir icat pek yaygın olmadığı için internet kafelerin içinde son ses açık bilgisayar ortamı mevcuttu. fareler, klavyeler desen kirden kabuk bağlardı tabiri caizse. hele o toplu mekanik fareler... az sinir etmemişti bizi.
"32 kişilik dust kuruldu, isteyen girsinnn", "pusmak yok", "ekran yapma aq", "rest çek", "impulse'yi aç" gibi efsane counter-strike replikleri inletirdi salonları. 4-5 kişi ile yapılan age of empires ii the conquerors multiplayer'ların ise tadından yenmezdi. tat demişken; o klavyenin yanına serilen gazete parçasının üzerinde yenilen simit ise internet kafe atmosferinin en hoş ayrıntılarından biriydi.
the settlers'lar, heroes might and magic iii'ler, delta force'lar, red alert'lar midtown madness'lar, cm serileri, fifa 99-2000'ler, vs. en kral oyunlarıydı buraların.
son olarak leş gibi sidik kokan tuvaletleri de unutmayalım.
demem odur ki ben bile en az 3-4 yıldır bu yerlere hiç uğramadım. çocukluğumuzun eğlence merkezi olan buraları bu şekilde görmek biraz üzüyor beni. çoğu kafe de zaten playstation salonlarına çeviriyor kafeleri.
neyse başkan bağırıyor: "17 bittiiii." kalkmam lazım...
yurt dışında yaşanan dumur olaylar
-
devletin bana vergi iadesi vermesi. saka gibi la. hala guluyom. mektubu sakladim. cercelevetip duvara asacam. vatandas bile degilim. adamlar bildigin fazla vergi odemissiniz siz. biz kontrol ettik su kadarlik cek yolluyoz size. istediginiz gibi harcayin yazmislar.
inanmadim is yerindeki arkadaslara sordum acikladilar falan. dedim baba buyuksunuz. hala soktayim be
(bkz: god save the queen)
yillar sonra edit: hahaha gene yaptilar, dun posta kutumda bir cek daha buldum !!! gene vergi iadesi !!!
evrenin büyüklüğünün insanları çıldırtmıyor oluşu
-
akıl almaz boyutlarda bir evrenden bahsediyoruz. bu gerçeklik karşısında aklı bulanmayan insan yoktur. evrende toz tanesi bile değiliz. samanyolu galaksisindeki küçük bir güneş sisteminde yaşayan canlıllarız. jüpiter, dünyanın bin katı, güneş ise bir milyon katı büyüklüğündedir. ve bu galakside güneşten milyonlarca, milyarlarca kat büyük karadelikler, yıldızlar var. saniyede 300.000 km hızla ilerleyen ışığın bilinen evren sınırlarına ulaşması 96 milyar ışık yılı sürüyor. aman allah'ım çıldırmamak elde değil. evren ve uzayla ilgili her belgesel izlediğimde insanoğlu olarak acizliğimizi, önemsizliğimizi daha iyi kavrıyorum. tarihteki en güzel en anlamlı sözlerden olan şu sözü hiç unutamıyorum.
“mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop da önemsizliğini.”
manly palmer hall.
16 nisan 2012 emre'nin basın toplantısı
-
yanına yobo'yu da aldığına göre "benim zenci arkadaşlarım da var" temalı olacaktır.
armutlu'da 1977'den beri aynı yerde duran araba
-
(bkz: serin hikaye)
tramer sorgusunda iki tane kazaya karıştığı yazıyor. 2011 ve 2019 yılında, hayalet sürücü herhalde.
görsel
edit: başlık sahibi 9,5 lira borçlu, lan tramer sorgusu yaptım sırf hikayenin yalan olduğunu ortaya çıkarmak için *
bir erkeği akıl hastasına dönüştürme rehberi
-
askerde terkedin.
entel olmaya çalışan türk kızı
-
bu sefer hakikaten şaşırttın beni sözlük. enteresan. şunu izler, bunu okur, şuraya gider, bunları dinler falan filan bin tane şey yazılmış ama final ''allah belasını versin''e bağlanmış. tüm gün çekirdek çitleyerek kral tv izleyen kızlarımız da var. onlardan verelim? ama onları da beğenmiyordunuz pardon. futbol, kadın, araba üçgeninde dönüp duran kitlenin kendini nimetten sayması çok hoş. neymiş entel olmaya çalışıyormuş, vay efendim okuyormuş, öğrenmeye çalışıyormuş. hakikaten çok fena şeyler bunlar. hele ki otobüste kitap okumak falan kabul edilebilir bir yanı yok yani. insanlıktan çıkmış bunlar. sonuç olarak ben hak verdim. kızlar çok salak, erkekler çok zeki. karnem inşallah hep beş olur. babam bisiklet alacak.
marty mercury
-
şimdi sen kendince dün geceden beri bunca insanın mesajlarla, entryilerle senin hayata tutunman için çabalamasını keyifle izledin ya, bir mesaj ve bir entryle bu işe müdahil olan insanlardan biri olarak söyleyebilirim ki; hiç gocunmadım. kendimi aptal yerine konulmuş gibi de hissetmedim.
tüm o çabayı gösterenlerin her biri, senin şaka yapmış olmanı gönülden diliyorlardı zaten. diledikleri bir şeyle karşılaşmaları neden onları komik kılsın ki, değil mi?
sana bir sır da vereyim; bunun şaka olduğunu sadece dilemiyorlardı, %99 şaka olduğunu biliyorlardı da zaten. aptal yerine konulmayı da göze alıp, bir hayatın %1' lik ihtimalle bile olsa yokolmasına gönülleri elvermedi sadece. bunca çaba ondandı yavrucuğum.