hesabın var mı? giriş yap

  • jaguar tarafından 1961-1975 yılları arasında üretilen bir "spor" otomobil modeli.

    tabi günümüzde artık "klasik" diye tabir edilmesi de pekala mümkün. jaguar d-type isimli model, le mans 24 saat'i (tahmin edebileceğiniz gibi le mans'da yapılıyor ve dünyanın en ünlü spor otomobil dayanıklılık yarışlarından biri) üç yıl üst üste kazanarak sağlam bir başarı elde ediyor ve potansiyeli fark eden jaguar da bu yarış otomobilini baz alarak sıradan insanların da kullanabileceği yeni bir spor araç tasarlıyorlar, bu da mevzubahis e-type oluyor.

    60'lar gibi arabaların arka aksları ve fren kısmında sorun yaşadığı bir dönemde e-type deyim yerindeyse ortamlara fırtına gibi giriyor: 100 km'ye 7 saniyede çıkması mı dersiniz, 241 km max hızı mı dersiniz yoksa monokok konstrüksiyon, disk frenler, rak ve pinyon direksiyon gibi o dönem için müthiş başka özellikler mi... yardırıyor kısaca. tasarım olarak benim de en sevdiğim spor/klasik arabadır.

    soyadından anlayabileceğiniz gibi ferrari'nin kurucusu enzo ferrari e-type için "şimdiye kadarki en güzel araba" demiştir, bu adamın sözü üzerine söz var mı bu dünyada?

    mart 2008'te de the daily telegraph "tüm zamanların en güzel 100 otomobili" listesinde birinci sırayı kapmış kendisi.

    bir gün ege sahilinde keyifli keyifli sürmek dileğiyle (süremedi).

  • herşey bitti de doktorun günde 40 saat çalışıyorum lafına mı takıldınız? adam nöbet tutup ertesi gün de mesai yapıyor. ne demek istediği bu kadar belli iken hala algı kasıyorsunuz.

  • işlek caddede büfe değil benimki. "badanacılık".

    oysa ne heveslerim vardı benim, ne heveslerim. türkiye derecelerim mi yoktu, olimpiyatlara mı katılmamıştım, daha lise sıralarında herkes tarafından geleceğin akademisyeni gözüyle mi bakılmıyordu bana... sonra okula geldim. okuldan kaynaklı da değil aslında ya, bölüm diyeyim. bilenler var, psikoloji okuyorum. ama bezdim. ben ne kadar hayat dolu ne kadar yerinde duramayan bir insandım da deliler gibi istediğim bölüme gelince delilendim?

    nasıl oldu anlamadım. ama kafama girdi.

    badanacı olmak istiyordum lan. cidden. bunu istiyordum ben.

    internetten boya kartelalarına, fırça modellerine, badana tekniklerine bakmaya bir türlü doyamıyordum.

    zonguldak'ta bi' evimiz var bizim. babaannemlerin evi işte. ne yaptım ettim ikna ettim dedemi bu yaz. aldım fırçalarımı. ince iş fırçam en incelerindendi, korniş kenarlarını rahat rahat boyayabilmek için. önce mutfağın tavan boyasını yaptım. o rulo fırçayı kullanmak konusunda çok acemiydim, yüzüme patpatpat diye tavandaki boya dökülüyordu, ben mutluluktan neredeyse kahkaha atıyordum. sonra mutfağı "istanbul pembesi" denilen bir renge boyadım. sen hiç boya kartelası inceledin mi? şiir gibidirler. roma sarısı vardır mesela, bizans kırmızısı vardır. mutfağın boyası bittiğinde oruç halimle hışırım çıkmıştı ama nasıl da mutluydum lan. aradan 3 hafta geçmiş ama şimdi düşününce bile çok özledim. sonra ver elini salon. aman o pervazların ince işi, aman o priz kenarları, ahh. nerede o akademik kariyer isteyen silverleaf, nerede? nerede o kitapların arasından zorla alınan kız?

    ben değil miyim tavandaki boşluklar badanayı kötü gösteriyor diye önce onlar için alçı hazırlayıp, onunla kapatıp sonra üzerine çift kat boya çeken? eski karpuz lambaları çıkarıp avize delikleri açıp yeni lambaları takan, elektrik bağlantısını yapan kimdi?

    ben bir inşaat ustası olmalıydım ve görünen o ki psikolog olacağım. derdini alıp gelenlere "al bu malayı bütün yaralarını alçıyla kapa" mı diyeceğim ben, ne yapacağım lan?

    bir gün bir ev alacağım ama.

    ev bomboşken içinin komple badanasını yapacağım. bir günde bitmez elbet. ama acelem de yok. bir gün biter. akşam ev bomboş. bir iskemleyi balkonuma çekeceğim. evimin ilk eşyası da teleskop. bu da benim hayalim. teleskopu yerine kuracağım, radyoyu açıp termostan bayat çay içeceğim. bir gecem böyle geçsin başka bir şey istemem.

    akademik kariyermiş.

  • siteleri üzerinden cuma günü akşam saatlerinde herhangi bir mağazalarında guinness bira satılıp satılmadığını sordum. cumartesi günü öğle saatlerinde arandım; mağazalarından birinin yetkilisi ürünün ne yazık ki herhangi bir macrocenter'da satılmadığını, migros stoklarını da kontrol ettiğini ve onlarda da bulunmadığını iletti. sonrasında ise ürünün türkiye'deki dağıtıcısıyla (tuborg) görüştüğünü, bu ürünün firma tarafından şişe ya da kutu formunda ithal edilmediği, sadece publarda satılmak üzere buna uygun şekilde getirildiği bilgisini aldığını iletti. üstüne de yine tuborg'dan aldığı bilgiye göre kutu, şişe guinness satışının 2014 sonuna doğru ya da 2015 başında başlayacağını söyledi.

    açıkçası "maalesef yok" şeklinde bir mail geri dönüşü bile benim için yeterliyken yukarıdaki cevabı almış olmak fazlasıyla sevindirdi. buna direkt müşteri memnuniyeti bile diyemiyorum zira ortada bir satıcı-müşteri ilişkisi de kurulmuş değil. dolayısıyla "potansiyel" müşteri memnuniyeti konusunu ciddiye almaktalar diyebiliyorum, bugün bunu gördüm.

  • yıl 2015. yapayalnızım. öyle yalnızım ki hiç kimsem yok. hiç kimsemin olmadığı bir şehirde iş sebebiyle yaşıyorum, ne bir arkadaşım ne bir dostum. iş arkadaşlarımla bile sadece mesai saatlerinde konuşuyorum. zorunlu haller dışında bir muhabbet yok.

    neyse bir akşam eve geldim. her zamanki gibi yapayalnız olduğum soğuk evime. telefonum yok. yok amk. kaybolmuş. bulamıyorum. sağa bakıyorum yok. sola bakıyorum yok. bir çaldırsana diyeceğim biri bile yok. bir iki saat telefonumu aradım. en sonunda kafama dank etti, bilgisayardan ekşi duyuruya girdim. beni bir çaldırırır mısınız evde yalnızım telefonum kayboldu bulamıyorum diye. bir iki dakika sonra hatunun biri aradı. :) telefonu buldum. ben ezile büzüle teşekkür ederken laf arasında işe yarıyor mu bu taktik ya dedi. şok oldum. anlattım. inanmıyor. gerçekten bakın böyle böyle diyorum. ya bırak hehehe falan diyor.

    neyse biz böyle üç dört gün muhabbet ettik. mesajlaştık falan. bir türlü inanmadı. bir ay sonra sevgili olduk. bir sene sonra evlendik. şu an 3 yaşında dünyalar tatlısı bir kızımız var. 2.çocuğumuz da yolda...:)

    nasıl oldu anlamadım.

    debe de bu başlığı az önce görünce aklıma geldi, yalnızlık bir çaldırsana diyeceğin birinin bile olmamasıdır. ama varsa, her şey olabilir.

    bu arada hala o gün telefonumun kaybolduğuna inanmıyor.

  • on yıllardır kendini aşırı ciddiye alan aksiyon filmleri önce sinemada gişe rekorları kırıp, sonra da tvlerde ratingleri uçurdu.

    marvel filmleri dediğiniz, çizgi roman uyarlamalarıdır. çizgi romanlar da büyük hayal güçlerinin çizgilere dönüşmüş halleridir ve görselliğiyle ön plana çıkan edebiyat unsurlarıdır.

    hayal gücü çocuklarda daha çok ön plandadır. bazı büyümüş çocuk kafalılar da hala hayal gücüyle beslenir. bu gerçek dünyadan keyif almak için elle tutulur öğeler gün geçtikçe azalırken, insan ilişkiler çürümeye yüz tutmuşken, hayal güçlerine tutunurlar. başkalarının hayal dünyalarına ortak olmaktan da geri kalmazlar.

    aşırı kasılmış, devlet adamı kurtarmacalı, kaçak kovalamacalı birbirinin karbon kopyası aksiyon filmleri mi, yoksa marvel filmleri mi derseniz, size kahkahalarla gülmekten başka tepki vermem.

    bu konuyu eleştiren herkes görüntü yönetmenliğinin ve dramanın zirvelerde gezdiği sanat filmleri takipçisi olabilir. ama marvel filmlerinden keyif almak, bu tür filmleri takip etmenize engel değildir. bir taraf seçmenize, seçmediğiniz tarafı da ölesiye kötülemenize gerek yok.

    ps: 30 küsürlük ergen spor.

  • - iyi günler, x hayat ve emeklilik.. nasıl yardımcı olabilirim?
    - iyi günler hanımefendi.. babamı çok kısa bir süre önce kaybettik.. babam, annemi sigorta ettirmiş sizin kurumunuzdan.. siz de her ay babamın hesabından çekiyormuşsunuz sigorta miktarını..
    - sigortalı numarasını alabilir miyim?
    - 4 8 15 16 23 42 (değildi tabii canım.. verdim işte numarayı..)
    - bilgilerinizi kontrol ediyorum.. bilgiler ekranıma geldi, buyrun siz devam edin..
    - peki.. şimdi benim size iletmek istediğim şu; babamın banka hesaplarını kapatacağız biz.. bu yüzden artık sigorta ettiren kısmına benim adımın ve hesap bilgilerimin geçmesini istiyorum.. neler yapmam gerekiyor bu değişiklik için?
    - evet anlıyorum.. yalnız benim sigorta ettiren kişi ile görüşmem lazım, bu değişikliği onaylamam için..
    - hanımefendi anlatamadım sanırım.. sigorta ettiren kişi babamdı, kendisi vefat etti..
    - anlıyorum ama prosedür gereği o'nunla görüşmemiz gerekiyor..
    - bence anlamıyorsunuz hanımefendi.. babam öldü diyorum, siz kendisi ile görüşmek istediğinizi söylüyorsunuz?!?
    - hanımefendi prosedürümüz böyle, onu iletiyorum size.. sigorta ettiren kişi ancak bu değişikliği gerçekleştirebilir..
    - şaka mısınız siz hanımefendi? ayrıca böyle bir hizmetiniz varsa, babamla görüşebilmek gibi, ben de faydalanmak isterim!
    - pardon, ben onu demek istememiştim..
    - neyse hanımefendi.. ben başka bir şekilde çözerim sorunumu, çok sağolun, çok yardımcı oldunuz..

    terbiyesizleşmeyi kendime yakıştıramadığım için bitirdim görüşmeyi.. ardından, daha üst birimlere ulaştım.. yukarıdaki konuşmayı tüm detayları ile anlattım.. böyle durumlarda bir b planının olmamasından dolayı, zaten hali hazırda bir acısı olan insanların, bir de böyle saçmalıklarla karşılaşmasının ne kadar can sıkıcı olduğunu ilettim.. özür dilediler, sorunu çözdüler nihayetinde.. ve sonra bana call center'da görüştüğüm kişinin adını sordular.. hatırlamıyorum dedim.. ekmeğinle oynamak istemedim ama er ya da geç, seni bir gün bulacağım yasemin!

  • ilaçla falan alakası yok. zenginlerin kendileri ile ilgilenmek için zamanları var.

    sabah 8'den akşam 6'ya kadar iş yerinde sömürülen bir canlı, üstüne gidip nasıl spor yapabilir, kendine bakabilir? zaten zenginleri zengin yapan şey, sahip oldukları zaman, ve onu istedikleri gibi planlamaları. para değil.