hesabın var mı? giriş yap

  • belki böyle cins erkekler de vardır ama ben burasını bilemem. ben kendi açımdan incelersem* böyle epey bir kız olduğunu düşünüyorum. yemeğe gidelim mi; olur. sinemaya gidelim mi; olur; denize gidelim mi; neden olmasın, olur. öğle yemeğine nereye gidelim? sen nereye istersen oraya gidelim... hadi birini seç istersen; yok onu da sen seç bla bla bla. hiçbir aktiviteye ön ayak olmayan bir kız modelidir ki bu, sanki sevgilisi değil de nebileyim haftalık tur ve gezi rehberi gibi hissedersin. lan bir şeyin aktivitesini de sen yap vicdansız.

    kol çantası gibi taşırsın valla. sadece belli başlı sevmedikleri şeyler varsa, sadece "o olmasın aşkım" derler; bu kadar yani; tey allaam.

  • kör; ama, gözü gören birçoklarından daha çok görüp geçirmiş. sağır; ama, kulağı işiten birçoklarından daha çok dinlemiş. lal; ama, konuşma yetisi kazanmış bir çok dilliye nazaran daha çok paylaşmış birikimlerini. bir hastalık onu bebekken üç duyusundan koparmış; o ise öğrenmek ve anlatmak için duyularına ihtiyacı olmadığını kanıtlamış.

    birkaç sene evvel, charles dickens ile alakalı yazılar okurken karşılaşmıştım hikayesiyle. ailesi, charles dickens'ın american notes adlı gezi notlarından etkilenerek helen'ın herkesle eşit şartlara sahip olmasını istemiş ve julian chisolm adlı bir kbb hekiminin önerisiyle perkins körler okulunun müdürüyle görüşmüşler. mezunlardan, 20 yaşındaki görme engelli anne sullivan ile de tanışmaları böyle olmuş. odada bulunan kimse o an bilmese de, ömür boyu sürecek olan arkadaşlığın temelleri oracıkta atılmış. anne, mürebbiye olarak helen'ın yanına gelmiş ve dostu olarak ömrü boyunca ona eşlik etmiş.

    o zamanlar altı yaşında olan helen, hane ahalisiyle anlaşmak için çeşitli işaretler kullanıyor ve hatta odaya giren kişileri adımlarının yarattığı titreşimlerden tanıyormuşsa da, her nesnenin, duygunun, eylemin ayrı ayrı isimlendirildiğini ilk defa anne sullivan sayesinde öğrenmiş.
    anne, ona bir bebek hediye edip helen'ın avcuna parmağıyla "doll" yazdığında helen durumu pek anlamamış olsa da, anne sabırla öğretmiş. birkaç gün sonra, helen bir elini suyun altına soktuğu anda, diğer avcunun içine "water" yazarak ilk defa bir mefhumu helen'ın zihninde kelimeleştirmiş. bu olay ise helen için bir kırılma noktası olmuş.

    eğitim hayatı bu olay ile başlamış ve harvard'ın kadınlar için açtığı radcliffe college'a kadar uzanmış. bachelor of arts ile mezun olan ilk kör-sağır kişi olarak hayata atılmış. eğitimi ile sesini bularak kendi hayatı hakkında bakış sunduğu dersler vermiş, konuşmalar yapmış. bunun yanı sıra ellerini insanların dudakları üstüne yerleştirerek konuşmaları takip edebilmeyi, gene elleriyle işaret dili kullananları anlamayı ve braille alfabesini öğrenmiş.
    harvard eğitimini finanse eden kişi, yakın arkadaşı mark twain tarafından tanıştırıldığı henry huttleston rogers adlı iş adamıymış. mark twain ile ise daima yakın arkadaş olarak kalmış. hatta, mark twain'i bir oda dolusu erkek içinden sadece içtiği purosunun kokusunu takip ederek bulabilirmiş.

    hayatı boyunca bir süfrajet olarak kadın hakları üstüne makaleler yazmış, doğum kontrol yöntemlerine her kadının ulaşabilmesini savunmuş ve aynı zamanda savaş karşıtı görüşleriyle savaş yanlılarını zor durumda bırakmış. konuşma terapileri görerek bu görüşlerini kendi sesinden aktarmaya başlamış ve sonucunda, bu radikal görüşleri sebebiyle, rockefeller medyası makalelerine ve konuşmalarına yer vermemeye başlamış. bu yasağı da rockefeller medyasını diz çöktürene kadar protesto etmiş (başka bir tavır beklemiyordum zaten).

    malnutrisyonu ve körlüğü engellemek için çalışmalar ve araştırmalar yürüten "helen keller international" adlı vakfı kurduktan sonra, kendisi gibi bir çok aktivist ile birlikte, dünyanın en büyük, en örgütlü temel insani haklar ve anayasal hakları savunma örgütü olan aclu'yu kurmuş.
    yani, helen keller körmüş, lalmış, sağırmış ama bunlar sadece fiziksel engellermiş, mühim olan vicdanın engelli olmamasıymış, azimmiş, çalışkanlıkmış, diğerkamlıkmış, yılmamakmış, zor durumlarda dahi konuşabilme cesaretiymiş, özgüvenini fiziksel görünüşünden değil de eğitiminden ve başarılarından almakmış. muhtemelen hiçbirimiz, görüp, duyup, konuşup da, kadın hakları için, sağlık için, temel insani hak ve özgürlükler için onun kadar çok konuşmamış, eyleme geçmemişizdir.

    tabii, o kadar anlattıktan sonra nasıl biri canlanıyor kafanızda bilmiyorum ama benim aklıma hep çocuk gibi sevindiği şu fotoğrafı geliyor. elinde tuttuğu saati takside unutmasından sonra, saat, bilinmeyen kişilerce bir rehineciye bırakılmış. rehineci de saati helen keller'a iade etmiş. 57 sene önce ona hediye edilmiş braille tasarım özel bir altın saatmiş.

  • adam hızır a.s gibi gelmiş.

    yemek bırakmış montunu üstüne örtmüş ve gitmiş.

    yeminle bu dünya bunun gibi adamlar sayesinde dönüyor yoksa çoktan kıyamet kopmuştu

  • eskiler hakkinda ne dusunuyordur bilemem ama sirada bekleyen caylaklarin neler dediklerini, neler dusunduklerini az cok tahmin edebiliyorum.

    onay bekleyen caylak 35060...

    simdi usendim aramaya, zamaninda bir moderator su minvalde bir sey demisti; "sozluge pozitif etkisi olacagina inandigimiz, tanidigimiz ve guvendigimiz kisilere taniyabiliyoruz bu onceligi". entryler uzerinden gitmeyeyim ama boyle pozitif katkinin mina koyim. caylaklik entrylerini bile siliyorsa bu torpilli... boyle mi oluyor ulan pozitif katki? bahanelerinize selam olsun sizin.
    ha derseniz ki "can ciger kuzu sarmasiyiz, verdik. sanane ulan?", "caniniz sagolsun"'dan baska ekleyecegim bir sey olmaz. ben ne dersem ayni halti yapmaya devam edeceksiniz cunku.

    karti kim verdi bilmiyorum ama eksi sozlugun en cok da bu kart dagitma hakki olanlarina kilim bu sebepten dolayi (muhtemelen sadece moderatorler ve hatta sadece bazi moderatorler).
    torpil mina koyim bu? sen burada yapiyorsun, sonra baska yerde karsina cikti mi avazin ciktigi kadar bagiriyorsun; "hakkimi yiyorlar", "x partisi tum kadrolari tutuyor", "bu ne bicim devlet" diye. bu ne perhiz be oglum? sayet torpili isteyen yazarsa, onun icinde gecerli soylediklerim.

    ne diyim abicim ben size. illa bir kose tutacagiz! illa bir deligimiz olacak! illa bir babamiz/dayimiz/amcamiz olacak! eeehh eytere be mina koyim.

    dilimin kemigini de kirdiniz, sagolun varolun.

  • çok enteresan, sanki başörtüyü takmayınca benimsediği düşünceleri de bir kenarda bırakacakmış gibi düşünülüyor herhalde.

    başörtülü bir hakime başörtüsü takmadan da ayrımcılık yapacaksa eğer yapar, başörtüsü takmayınca tarafsız başörtüsü takınca yanlı olmayacak birdenbire. insanların kıyafetlerini engelleyerek zihinlerini değiştiremezsiniz bunu hala anlamadınız mı?

    eğer bir korkunuz varsa yargının kişiselleştirilmesinin önüne nasıl geçilir, gittikçe çarpıklaşan adalet sistemi nasıl rayına oturur, kanunlar dindar, deist, ateist, zengin, fakir ayrımı olmadan nasıl herkesi birey olarak değerlendirip eşit ele alır bunlara kafa yorun. lütfen başörtüsüyle uğraşıp akp’nin ekmeğine yağ sürmeyin, başörtülü arkadaşlara tek çıkış kapıları akp imiş gibi hissettirmeyin.

  • peki çatı bakım giderlerini de ödemeyin,
    giriş katta oturuyorum aydınlatma kullanmıyorum elektrik parasına da ortak değilim, bahçenin bakımı beni ilgilendirmiyor, bahçeye bakmıyorum onu da ödemem, havuza girmiyorum havuzu da ödemem, neyi ödersiniz sevgili ortak yaşamayı bilmeyen bencil hanzolar?

    tanım: günümüz bencil şehirli hayatı sorunu, sonra tek katlı müstakil köy evinde oturma hayali kurarlar.

  • rte tarafından açıklanan yeni yapılan cumhurbaşkanlığı sarayı'nın odası sayısı. teşekkürler rte. 1000 diyenler nerede ? hani 1000'di ? gördünüz mü 1150. yani daha şahane. daha ileri hedeflere taşıyacak bir sayı.
    keşke 3 bin olsaydı.
    daha çok övünürdük.

    (bkz: akıl fikir yetmezliği)

    edit : lan ben bunu gazete görüp başlığı açmıştım, şimdi videoyu izledim, 1150 küsür odası var deyince alkışlıyorlar gençler.

    lan bu nasıl bir sendromdur arkadaş. olm yoksa bizde mi hata var lan ? yakında hepimizi buna inandıracaklar. bizde bir gariplik var diyeceğiz gibi geliyor. tuzak olabilir.