hesabın var mı? giriş yap

  • türkiye'de olması muhtemel olay. evinize hırsız giriyor. kameraya çekip polise gidiyorsunuz. polis bir şey yapmıyor. sepetliyor sizi. sonra youtube'a görüntüleri veriyorsunuz. hoppaaaaaa sabıkalı hırsız afakan tepecikoğlu, hakkınınzda suç duyurusunda bulunmuş. bunun mahalleden arkadaşları evinizin önüne gelip, "adi herif. beni nasıl ifşa edersin? özel hayatım o benim" diye bağırıyor.

  • istanbul ahl'den yurtdışına gitmek üzere havalanındayım. sırada hemen önümde kara çarşaflı bir kadın ve bir adam, kabindeki polisle aralarında bişeyler oluyor, konuşmalar falan, neyse sonra geçiyorlar. sıra bende pasaportu uzatıyorum.
    kabindeki memur başlıyor söylenmeye.
    - heryerini kapatmış sadece gözleri var, yüzünü görmem lazım, kontrol için, uğraştırdılar bir sürü.
    - açtı mı sonra?
    - müslim falan bişeyler dedi, e ben de müslümanım dedim, açtı sonra.
    - nerelilermiş?
    - türkmenistan*, ya ben çok meraklıyım sanki senin karının yüzünü görmeye. zaten buradan ne ruslar, ne ukraynalılar geçiyor!!!!
    - ee evet siz de haklısınız tabi.

  • ankaranın merkezinde bir liseye başlıyorum. ilkokul ve ortaokulun varoş çevresinden sonra burası bir garip. ne konuşmaları anlıyorum ne tarzı. ama yine de aram iyi milletle. ayakkabı muhabbeti açılıyor adidas diyor, çeyrek boğaz yarım boğaz muhabbetleri. adidaslara gözüm takılıyor. biri nike diyor altında hava torbası var diyor yuh diyorum. ama şaşkınlık had safhada. beden dersi için spor ayakkabı alınacak. ortaokulda bile spor dersine iskarpinle çıkardık. şimdi burada olmaz annem para veriyor ben anlamam sen git al diyor. ulus'un denizciler caddesinden samanpazarına doğru gidiyorum. ulan tezgahta adidas, giriyorum abi kaç para bu 7 lira 5 lira olur mu? olur olmaz derken 5 liraya alıyorum. nasıl seviniyorum ben de yarım boğaz laflarına gireceğim, bilekleri koruyor diyeceğim. ayağımı ileriye uzatarak. okula gidiyorum ayağımda gıcır gıcır adidas. bakıyorum ne laf eden var ne soran. yine başkasının bu kez tam boğazlı bir kırmızı adiadası konu oluyor. atlıyorum yarım boğazlı adidas iyidir diyerek ayağımı kaldırıyorum. bana bakıyorlar ama ayakkabıya bakmıyorlar bile. iyi de oğlum bu adidas değil ki? nasıl değil nasıl anlaşılıyor ki? adidas'ta 3 şerit olur diyorlar sendeki 2 şerit. beynimden vurulmuşa dönmüyorum tabi ki, sadece şaşkınım, hayranlıkla inceliyorum arkadaşlarımı vay be bu kadar bilgiyi nasıl akıllarında tutuyorlar diye.

  • onbir, oniki yaşlarındayken arada annemle beraber gündeliğe giderdim. genelde büyük temizlik yapılacaksa ek yardım olarak. anneme beş veriyorlarsa bana da iki, üç verirlerdi. şimdi düşününce, çok küçükmüşüm ama erken gelişmiştim. bir de fakir fukaranın çocuğu pek çocuk olamaz. çocuk olmaya vaktimiz de paramız da yoktu. neyse bu bir başka entry konusu...ben aslında başka bir şey anlatacaktım;

    yine annemle gündeliğe gittiğimiz birgün, evini temizlediğimiz kadının eşi, mahmut amca, ertesi gün okuldan sonra onlara gitmemi ve bana kışlık ayakkabı alacağını söyledi. annem de okul çıkışı mutlaka gelmemi söyleyince gittim mecburen. mahmut amca ile kapıda buluştuk, sonra beraber yakınlardaki bir ayakkabıcıya gittik. annem gelseydi bari ama gelmedi. calismasi gerekiyordu çünkü. mahmut amca'yla ayakkabılara baktık. bir tane denedik, aldık ve çıktık. sanırım hayatımın en mutsuz günlerinden biriydi. ayakkabı alındıktan sonra da, eve geldikten sonra da sadece ağlamak istediğimi ama kendimi tuttuğumu hatırlıyorum. bir de sonradan mahmut amca anneme asık suratlılığımdan dem vurmuş. sanırım bunu, ayakkabı alındıktan sonra sevinçle bacaklarına sarılan bir çocuk hayal ettiği halde, eskisinden de mutsuz bir çocukla karşılaştığı için hayal kırıklığı ile söylemişti. aslinda cok iyi niyetli bir adamdi ve ailece cabamizi takdir ediyordu.

    buraya nereden geldim peki...dün nuri bilgi ceylan'ın kış uykusu nu izledim...orada da vicdanını (ki vicdan genelde korkakların sevdiği bir sözcüktür ve öncelikle güçlüleri dehşete salmaya yarar.)* rahatlatmak için fakir bir aileye para vermeye çalışan kadına kızarken hatıralar beni buralara getirdi galiba. kadın parayı açıklama yapmadan gizlice kapıya bırakabilirdi...ama hayır, o şık kıyafetleriyle yardım ettiği ailenin gözlerinde sevinç görme, minnet duygusuyla sarmalanıp sarılma ve başkalarının mutluluğuyla mutlu olma fikrinden ziyade, mutluluğu için teşekkür edilmesiyle tatmin olma yolunu seçtiği için.
    çoğu zaman insanlar egolarına yenik düşüyorlar, birilerine yardım etmek güzel de teşekkür beklemek niye? teşekkürü bırak da arkandan etsin. illa yüzüne edilince ne oluyor?

    bir çocuğu mutlu edecekseniz o çocuğa yapılacak yardımın gizli olmasına, hatta çocuktan bile gizli tutulmasına dikkat etmeniz lazım. eskiden bir laf varmış, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek diye, ne doğru laf.

    bana şükret, sayemde bak yine iyisin'le iyi edilemiyor. kış uykusu bunun gibi pek çok anımı canlandırdı. daha gelirim ben buralara.

    * filmden alıntı

  • elinizi pantolonunuzdan içeri daldırıyortunuz. takın fazla daldırmayın, tadece birazcık daldırın. eliniz ıtlak olmatın. biliyortunuz ki tu en büyük dütmanınızdır. yavat yavat indirin elinizi, bir tertlik hittedecektiniz, itte o tiktir. tutun tutun, korkmayın. itte tiki tuttunuz.

  • ben gibi olmalı, bana çok benzemeli, ben ona nasıl davranıyorsam o da bana öyle davranmalı. zaten tezer özlü çok güzel söylemiş ;

    "insanın başkalarına söyledikleri, kendi duymak istedikleridir. yazdıkları, okumak istedikleridir. sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir."

  • pazar aksami eksilerde olan moralimi aldi tavana vurdurdu bu film. uzun zamandir ilk defa bir film bitmesin istedim. senaryo, kurgu ve yonetmenlik boyle birsey iste. en bilindik konu hic bilinmedik oyuncularla mukemmel bir film icin yeterli olabiliyor. afferim rob.

  • türkiye'de hiç gözlemlenemez. neden? çünkü salçayla, bulgurla, makarnayla beslenen fakir bir ülkeyiz biz. az çorbaya yarım ekmek bandıran milletiz. elin amerikalısı koyuyor tabağına bacağım kadar eti, pilavsız ekmeksiz indiriyor mideye. adam söylüyor pizzasını, masa kadar pizza getiriyorlar, oturuyor altı tane birayı katık edip yiyiyor bir başına, sonra gidiyor sıçıyor affedersin, her taraf buhar her taraf duman, metan haliyle. ben salça ekmekle doyuruyorum karnımı, ekmek bağırsağa bile varmadan atomlarına ayrılıyor midemde, salça ekmekle nasıl buhar çıkartsın bu millet rögar kapağından. demem o ki, o buhar bir milletin refahının göstergesidir.

  • bir insan düşünün ki ekşi sözlük gibi bir mecrada hakkında yazılan her on sözden dokuzu onu övmek için yazılsın.

    ekşi kurulduğundan beri siyasetten spora, sanattan edebiyata böyle bir insan yoktu... bu adama kadar.

    nedeni ise; ister tiyato, ister sinema, ister dizi, ister dublaj kabul ettiği en vasat projede dahi en iyi performansını sergilemesi.

    adam hakan muhafız gibi vasat altı bir dizi de dahi hamlet sahneliyormuş gibi ciddiyetle yapıyor işini.

    pargalı karakterine hakkını verebilmek için 3 ay italyanca 3 ay almanca 3 ay rum şivesi ile konuşmak için eğitim alıyor... söyleşi

    uncharted oyunlarının her biri için haftada 6 gün 15 saate varan mesailerle 6 ay dublaj yapıyor, prodüksiyonun tamam dediği yerlerde bile içine sinmediği için sil baştan dublaj yapıyor dublaj anları

    peki kimdir okan yalabık?

    13 aralık 1978, istanbul doğumlu. ailesi balıkesirli. ailenin ikinci çocuğu .

    ilköğretimi maçka ilköğretim okulunda okuyan yalabık, oyunculuğa da bu dönemlerde başlıyor.

    roportajda söylediğine göre ortaokula başlayacağı sene ağabeyi ozan (kendisi yönetmendir) , ferhan şensoy'un ferhangi şeyler oyununun kasetini eve getirmiş. tek kişilik bu oyunu defalarca dinleyip ezberledikten sonra oyuncu olmaya karar vermiş.

    liseyi şişli terakki lisesi ve sakıp sabancı anadolu lisesinde bitiren oyuncu, 1993 yılında cengiz deveci'yi lisede çalıştırıcılığa davet ettirerek sakıp sabancı anadolu lisesi tiyatro topluluğu'nu kuruyor.

    1997 yılında istanbul üniversitesi devlet konservatuvarı tiyatro bölümünü kazanıyor bu bölümdeki çabaları onu 1998 yılında kenter tiyatrosu'nda oynadığı martı oyununa taşıyor.

    arada pek çok klipte, reklamda ve dublaj işinde çalışıyor ama istediği bu değil.

    gülüm, kolay para adlı sinema filmlerinde ve yılan hikâyesi, serseri, hatırla sevgili adlı tv dizilerinde rol alıyor.

    2010 yılında yavuz turgul'un yönettiği av mevsimi filminde hasan karakterini canlandıran oyuncu, bu rolle 4. yeşilçam ödülleri töreninde en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazanıyor.

    cem yılmaz'ın anlattığına göre sette en çok çalışan ve en sesszi insanalrdan biri.

    bu ödüllerde yetmiyor ve aynı sene kadir has üniversitesi film ve drama yüksek lisans programında eğitim görüyor.

    çeşitli reklam ve animasyon filmi seslendirmeleri yapan okan yalabık, uncharted oyunlarının türkçe dil seçeneğinde ana karakter nathan drake'i seslendiriyor...

    2011 yılında show tv'de yayınlanmaya başlayan muhteşem yüzyıl adlı tarihî dizide pargalı ibrahim paşa rolüne 82 bölüm boyunca hayat veriyor ve dizi izleyicilerinin büyük kısmı (hala) diziyi sadece o ve hürrem için izliyor.

    yalabık, 2016 yılında balkan savaşı'nın geride bıraktığı etkileri beyazperdeye taşıyan, ozan açıktan'ın yönettiği annemin yarası filminde mirsad karakterine hayat veriyor.

    aynı yıl bülent üstün'ün aynı isimli çizgi romanından uyarlanan kötü kedi şerafettin isimli animasyon filminde adnan ve çizer, kung fu panda 3'te ise ana kahraman po'yu seslendiriyor, animasyon filmlerine dublaj yapmaya devam ediyor ve başta alfred hitchcock tarafından beyaz perdeye de uyarlanan 39. basamak oyununu ve berkun oya'nın dünyada karşılaşmış gibi oyununu sahneliyor, pek çok oyunda sahne arkası desteği de bulunuyor.

    yalabık amatör olarak fotoğrafçılıkla da ilgileniyor instagram

    tam 15 yıldır bu adamın oynadığı dublaj yaptığı herşeyin dvd/bluray ve posterlerini topladım imzalatmak için...

    tüm arkadaşlarının dediği şey şu; ona ulaşmak zor, özel hayatına çok düşkün ve çok kapalıdır.

    oyunların sonrasında da arka kapıdan çıkıyor, kalabalık sevmiyor falan.

    onu şu ya da bu şekilde tanımış herkesin ortak fikri şu ki; adam kendisine gösterilen tüm bu saygıyı hak ediyor...
    ve ayrıca herkesin söylediği şeylerden bazıları da şunlar; çok kitap okur, çok araştırır, çok müzik dinler, çok film izler, çok tiyatro izler vb....

  • fransa kralı xiv. louis boyunun kısalığıyla da tanındığı, bu boy kısalığını kompleks haline getirmiş, saraylılardan kısa olmayı kendine yakıştıramadığı ve 10 cm uzunluğunda topuklu ayakkabılarının olduğu fransız arşivlerinde mevcut. aynı zamanda kendi ayakkabısının kırmızı olması sebebiyle halka kırmızı ayakkabı giymeyi yasaklamıştır.

    evet ilk olarak erkekler giyiyor peki ne zaman bıraktılar giymeyi?
    aydınlanma çağı'nın entelektüel ortamı erkeklerin de moda anlayışını değişikliğe uğratmıştır. bu dönemlerde modada daha rasyonel bir bakış açısı olduğundan erkek giyim tarzında büyük değişiklikler yaşanıyor.
    18. yüzyılda tarihe "great male renunciation" adıyla geçen bir fenomen ortaya çıkıyor. bu akım sonrası erkekler parlak ve gösterişli moda tarzından vazgeçiyorlar. topuklu ayakkabı da bu yıllarda terk ediyorlar. tarihte tam olarak 1740'lı yıllar olarak geçiyor. bu akım sonrası toplum cinsiyet rolleri tekrar inşa ediliyor. erkek pratik ve rasyonel bir dış görünüşe sahipken, kadın ise daha duygusal ve zarif bir hale bürünüyor.