ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
13 şubat 2016 metrobüsteki mavi paltolu kız
-
çaylağım demeyeydin iyiydi. bari ssg ile olan anlasmazliklarim nedeniyle uçuruldum falan diyeydin.
overview effect
-
dünyayı uzaydan izleme fırsatı bulan insanların yakalandığı bir hastalık.
gezegende yaşayan her canlının aslında tek ve bir bütün olduğunu, tüm canlıların dünyanın bir parçası olduğunu idrak edip, insan ırkının önemsizliğini farkederek yaşamı anlamsız bulmakla sonuçlanan bir durum. buradan bize sonsuz gibi gözüken mavi gökyüzünün aslında ne kadar ince bir tabaka olduğunu, bu kadar kırılgan olmasına rağmen yaşam ile ölümü birbirinden nasıl ayırdığını görmeleri ile de mutluluk ve endişe yaşıyorlarmış. bunu yaşayan astronotlar, dünyayı o şekilde görmenin, vücutlarındaki her bir atomun evrendeki her bir atom ile bağlantılı olduğunu, onların bir parçası olduğunu fark etmelerini sağladığını söylüyorlar. hepimizin yıldızlardan meydana geldiğini düşünürsek doğru bir düşünce bu aslen: (bkz: #38200814)
şimdi bize etki etmiyor tabii ama eskiden bir çok insanın dünyayı uzaydan ilk görüşlerinde (televizyondan olsa dahi) benzer duygular yaşadığını düşünüyorum. düşünsenize yıl 1969, hayal etmekte dahi zorlandığınız uzayda olduğunu söyleyen bir adam televizyona çıkıyor ve "şimdi kameramı dünyaya çevireceğim" diyerek size televizyondan şu görüntüyü izletiyor. ürpertici.
https://vimeo.com/45878034
ismail türüt'ün gezi parkı şarkısı
-
(bkz: terleyerek bitsin)
ona başbakanlık resulullah tarafından verilmiştir
-
bu ülkede din adına kur'an müslümanlığının hiç bir zaman revaç bulamayacağını ve kur'an'da belirtildiği gibi, ne yazık ki, peygamberimizin '' bu ümmetim kur'an'ı mehcur bıraktı'' diye şikayetleneceğini haklı çıkartan iddia.
yemin ederim sıkıldım artık. din adına böyle garip garip, kur'ani temeli olmayan, ipe sapa gelmez iddialardan da, bilir bilmez, her işe peygamber'i alet etmelerinden, 800 yıl önce yaşamış x din aliminin görüşlerini, kur'an'dan üstün tutmalarından, peygamberlerin ve veli kulların, esas görevlerinin vefatlarından sonra başladığına inanılmasından, yemin billah ederim ki sıkıldım.
her geçen gün umudum da tükeniyor, birilerine bir şeyleri anlatma azmim de. en sonunda, kur'an'ı elime alıp, çekilip köşeme, insanlardan uzak, bana emredildiği gibi yaşayacağım.
edit; başlık başa kalmış. benim başlığım değildi.
slumpflasyon
-
mahfi eğilmez'in deyimiyle: "bir ekonomide gsyh reel olarak küçülürken enflasyon da ortaya çıkıyorsa o ekonomi slumpflasyon ile karşı karşıyadır." bu açıdan bakıldığında stagflasyonla sık sık karıştırıldığı anlaşılabilir. stagflasyon ise ekonomide reel büyüme sıfır, ya da sıfıra yakın iken enflasyon yaşanması halidir. kısaca; slumpflasyon evlerden ırak olması gereken bir ekonomik durumdur.
başörtülü küçük kızın öğretmenini eleştirmesi
-
demedi demeyin. bu kız büyüyünce ya ateist olur ya da işid'e katılır.
izmirli laik dövmeli kızın oy vereceği kişi
-
bikiniyle sahneye çıkan hande yener'le aynı yere oy vermeyecek kişidir.
fifa'nın beraberliği kaldırma planı
-
sıfır çekti manşetleri neden tarih olsun? maç kaybetmeyi değil beraberliği kaldırıyor.
t: yüksek ihtimal biz katılamayacağımız için bizi ilgilendirmeyen kuraldır.
edit: ulan bende mi bi yanlıs var yoksa sizde mi anlamadım. herkes kaybeden 1 puan alacak 0 çekmek yok diyor. bakın haberde yazan; berabere kalan maçlarda penaltılara gidilecek kazanan 2 kaybeden 1 puan alacak. penaltılarla kaybeden için diyor bunu. bi takım penaltılara bile gidemeden gelen geçenden 3, 5 yerse puan alamaz. ben mi yanlışım bi deyin hele. paranoyak ettiniz beni.
kabullenildiğinde olgunlaştıran acı gerçekler
-
hayat büyüdükçe, yaş aldıkça zorlaşıyor, zevk alınan şeyler azalmay başlıyor, hayatın soğuk yüzü kendisini daha çok hissettirmeye başlıyor, sevdiklerinizin sağlık sorunları başlıyor, kayıplar başlıyor, filmin sonunda da kendi sağlık sorunların ve ölüm. hani lisede okula gidip geldiğin, sınavlardan yakındığın, annenin, babanın sağlıklı ve genç olduğu dönem, anneannenin,babaannenin, dedenin, amcanın teyzenin de hayatta olduğu dönem,bir pazar sabahı annenin seni nis gibi bir kahvaltı sofrasına oturtmak için yataktan kaldırışı, işte o yataktan kalkarken söylendiğin an var ya, hayatının en güzel anı…şu an hiç olmadığın kadar yaşlı, ama ileride hiçbir zaman olamayacağın kadar gençsin.
şeyma subaşı'nın sevgilisinin milyarder olmaması
-
sıradışı bir araştırma örneği. entry sahibine olumsuz laf söyleyen taş olur. her insanın yapabileceği bir iş değil. araştırma var, sonuçlardan anlam üretme var, bağlantı kurma var. aklına, emeğine sağlık yazar kardeşim. inşallah araştırman ahmet hakan veya tayfası tarafından çalınmaz ve yılın araştırmacı gazetecilik ödülünü alırsın. ne olursa olsun cüneyt özdemir’den iyi araştırmacısın.
55 günde 20 kilo verebilmek
-
içinde un ve şeker olan her şeyi hayatımdan fırlatıp attıktan sonra elde ettiğim başarıdır.
bu kararımın öncesinde, bitmek tükenmek bilmeyen bir kilo mücadelem ve bu mücadeleme rağmen kurtulamadığım bir göbeğim vardı.
göbek derken, normal bir göbekten değil, belimin etrafını 360 derece sarmış olan bir otomobil lastiğinden bahsediyorum..
ve bu hiçbir işe yaramayan kilo mücadelemde sabahları, yulaf ezmesi ile süt veya 3 haşlanmış yumurta ile iki dilim kepekli ekmek yiyordum..
öğlenleri, ev yemeği türünden bir yemek ya da etli veya tavuklu bir salata ile iki dilim kepek ekmeği yiyordum..
akşamları ise yine öğlen yemeğindeki gibi bir yemek ve yine iki dilim epek ekmeği yiyordum fakat, kendimi sürekli aç hissediyordum.
dolayısıyla, bir taraftan bu yemek düzeni ile zayıflama savaşı verirken, diğer taraftan da sürekli birşey yeme isteğime hakim olmaya çalışıyordum ama çoğunlukla olamıyordum.
düşünün, sabah sekizde üç haşlanmış yumurta ile iki dilim kepek ekmeği yemişsin, saat 11.00 olduğunda tsunami gibi bir açlık hissi geliyor üstüne üstüne ve sonra, öğleni zor ederek saat 12.00 gibi öğle yemeğini yiyorsun ama bu defa da yemek sonrasında feci bir tatlı isteği başlıyor..
direniyorsun, yemiyorsun, ama sonunda yiyorsun.
yemekle de bitmiyordu yaşadığım sıkıntılar çünkü, her yemekten sonra üzerime çöken uyku isteği yüzünden, yaşayan bir ölü gibi hissediyordum kendimi.
sonunda öyle bir hale geliyor ki insan, yemişim diyetini diyor ve sabahları poğaça, açma, börek, öğlen ve akşamları ise doyana kadar yemek devri başlıyor.
yedikçe şişiyorsun, şiştikçe yiyorsun ve her gün biraz daha çirkinleştiğini gördüğün halde, hiçbir şey yapamıyorsun.
tam olarak böyle bir durumdayken, sordum kendi kendime, beni en çok krize sokan şeyler ne diye..
bu sorunun cevabını, yıllardır biliyordum aslında ama, cevap işime gelmediği için, sormuyordum kendi kendime.
sonunda sordum ve cevabı da kabul ettim.
sorunun cevabı, şeker ve undu.
bu iki beladan kurtulamazsam, bedenimi sarmış olan yağlardan kurtulmanın hiçbir yolu yok dedim kendi kendime çünkü, her ikisinin içine neler ekleniyorsa, uyuşturucu gibi müptelası olmuştum, şeklerli ve unlu olan her şeyin.
bu kararımın sonrasında, yemek düzenimi sil baştan değiştirdim.
sabahları iki büyük kapya biberi dilim dilim kesiyorum, bunun içine de 4 adet küçük salatalık doğruyorum ve bunlarla birlikte, iki dilim beyaz peynir yiyorum,
üstelik en sevdiğim türü olan yağlı ezine türünden.
tabii ki, ekmeksiz olarak.
veya, tereyağı ile 3 yumurtalı bir omlet yapıyorum ve mevsim yeşillikleri eşliğinde yiyorum, baş düşmanım olarak kabul ettiğim ekmeği, aklıma bile getirmeden.
öğlenleri ise et, balık, tavuk veya hindi yiyorum, yanında domatessiz (hormonlu ve şeklerli olması nedeniyle) zeytinyağı, limonu, sirkesi, maydanozu bol olan bir yeşil salata ile, yine ekmeksiz olarak.
akşamları da yine, öğlen menümdeki seçeneklerden birini tercih ediyorum, ekmeği hiç düşünmeden.
sonuç ?
öğün aralarında yaşadığım acıkma krizleri bitti, acıkma krizlerinin arkasından gelen tatlı krizleri gitti, tatlı yedikten sonra gelen uyku isteği, göz kapaklarımı terk etti.
çünkü, unlu ürünler şeker isteğini, şekerli ürünler acıkma isteğini, bu ikisi de uyku isteğini tetikliyor.
dolayısıyla, un ve şeker adlı endüstriyel zehirlerden kurtulduğunuzda, bedeniniz de sağlıksız, çirkin görüntüsünden kurtuluyor.
ve bu kurtuluşla birlikte, bir türlü veremediğiniz kilolar gidiyor çünkü, bedeniniz kendisi için gerekli olan besinleri aldığında, başka birşey istemiyor, sizi deli etmiyor.
sonrasında ise, başlıyor bedeninizdeki yağlar yanmaya..
bir bakıyorsunuz, 55 günde 117 kilodan 97 kiloya düşmüşsünüz..
üstelik, spor yapmadan, günlük hayatınıza aynen devam ederek..
şimdiki hedefim, 85 kiloya inmek ve o kiloda kalmak.
önce 90 kiloya ineceğim ve sonra spora giderek, son 5 kiloyu da spor eşliğinde vereceğim.
sonrasında ise, un ve şeker adlı iki hayat düşmanını bir daha aklıma bile getirmeyeceğim çünkü, bu ikisinin var olduğu bedenlerde, sağlık ve güzellik olmaz, olsa da kalıcı olmaz, olmuyor.
yaşadım, biliyorum.
olmuyor, olmaz, olamaz.
edit :
bu entry tarihinden 21 gün sonrası (bugün) itibarıyla, 85 kiloya inebilme hedefime adım adım ilerliyorum.
ve bu süreçte, şaşırtıcı olaylar olmaya devam ediyor.
mesela, on beş dakika yürüsem basınçtan patlayacakmış hissi veren ayaklarım halen aynı ama yürüdüğüm mesafeler aynı değil.
aynı değil de ne kadar derseniz vereceğim örneği izmirliler bilir, pasaport iskelesinden inciraltı'ndaki arabalı vapur iskelesine kadar hızlı tempo olarak gidiyorum ve dönüyorum ki, bu yürüme, 3 saat civarı sürüyor.
bu mesafeyi istanbul diline çevirirsek, kadıköy'den fenerbahçe'ye kadar gidiş geliş gibi düşünün.
devam edelim..
mesela, kollarımın üzerindeki kahverengi geniş lekeler..
herkes yaşlılıktan diyordu sanki 70 yaşındaymışım gibi ama yaşım aynı, lekelerin hepsi gitti.
mesela, cildimdeki kuruluğun gitmesi ki bu, yüzümde inanılmaz boyuttaydı.
mesela, bacaklarımda olan şişlik ki bu ödemden başka birşey değildi, onlar da komple gitti.
mesela, tatlıya ve unlu mamüllere karşı olan olağanüstü ilgim..
bakın azaldı demiyorum, komple bitti.
bu arada;
paylaştığım bu süreç sonrasında çok sayıda yazar arkadaştan mesaj aldım, vaktimin elverdiğince tek tek cevapladım, aynı başarıyı kendilerinin de elde edebileceğini söyledim ve buna, kesinlikle inanıyorum.
bir de paylaştığım bu süreçle ilgili yazılan entrylerin bazılarına cevaplarım olacak..
yalandır diyenler var..
güldüm geçtim..
çok sağlıksız, çok zararlı diyen var..
hayatımda hiç olmadığım kadar dinç ve güçlü hissediyorum kendimi.
inanılmaz diyenler var..
evet ama inanılmaz olanları da hep inananlar başarır ve bu herkes için geçerli, bana özel değil.
bu ketojenik diyet, haberi yok diyenler var..
ben diyet yapmıyorum, yeme içme alışkanlıklarımı sonsuza kadar değiştirerek, içinde un ve şeker olan herşeyi hayatımdan çıkarttım.
siz bunu isterseniz ketojenik diyet olarak adlandırın, isterseniz daha yaratıcı adlar bulun fakat işin gerçeği bu.
un ve şeker, sağlığın baş düşmanıdır ve bu düşmanların bedeninize girmesini engellediğinizde, bunların neden olduğu yıkıcı savaşlar da sona eriyor bedeninizde ki ben bunu, bizzat kendi bedenimde gözlemliyorum.
şişmanları aşağılıyor diyenler var..
vallahi kimse kusura bakmasın ama bir insan için iki şey çok kötüdür. 1- pişmanlık 2- şişmanlık
bende birincisi hiç olmadı ama ikincisi yüzünden hayatım her yönden hiç olmadığı kadar zorlaştı.
yani düşünün..
benim şu an itibarıyla verdiğim kilo 25 ve bu iki adet dolu aygaz tüpü artı, bir kilo demek.
madem öyle, bir kilo ağırlığı boynunuza asın, sağ ve sol elinize de birer dolu aygaz tüpü alın ve öyle gezin gece gündüz, ne diyeyim..
ve buna rağmen şişmanlık iyi birşey diyen varsa, ben de allah akıl fikir versin diyorum.
bu arada birkaç detay vermek istiyorum, yediklerimle ilgili olarak..
salatam sadece ıceberg ve maydanozdan oluşuyor ve bir orta boy iceberg marulun içinde iki demet maydanoz doğruyorum çünkü, maydanoz vücuttaki ödemi atmaya yardımcı olması, "tok tutması" ve diğer birçok faydası nedeniyle, hayatınızda daima var olması gereken bir mucize.
salatamın içine domates koymamanın nedeni, yediklerimizin domates değil, domates görünümlü kimyasal toplar olması ve içinde şeker de bulunması.
salatamın zeytinyağı ile birlikte olmazsa olmazları ise, hem limon, hem sirke.
her salataya bir limon ve yarım kahve fincanı kadar sirke ekliyorum.
çok önemli bir diğer detay da günde asgari 3 litre su içiyorum ki bu, hayat sigortam resmen.
bu miktarın 1.5 litresini "sade" olarak eve geldiğimde yatana kadar, 1.5 litresini ise "içine bir limon sıkarak" gün boyunca içiyorum.
sabahları aç karnına bir nescafe içiyorum, bağırsak çalışmasını gerçekten hızlandırıyor.
kahvaltı sonrasında ise bir fincan yeşil çay içiyorum, bu da metabolizmayı koşturuyor.
evet, diyeceklerim şimdilik bu kadar..
gelişmelerle ilgili olarak, ileride tekrar bilgi vereceğim.
15 kasım 2022 nebati'nin suudi prens'e eğilmesi
-
adamları günahım kadar sevmem de adam selamlama babında eğilmiş. yanındaki hanım, bakanı tanıtan bir söylemde bulunuyor çünkü.
bunlar çocukça ithamlar. gerçeklere dönelim ve kendisini gerçek olmayan söylemleri ile ilgili itham edelim.
(bkz: milletimizi enflasyon karşısında ezdirmedik)
bir halı sahada yaşanabilecek en saçma olay
-
maça çağırdığımız bir elemanın (ki kendisi gelirsem dengeler değişir demişti) ısınırken bana "şş paşa! topu bana atsana bi solak mıyım değil miyim ona bakıcam" demesi, üstelik solak olup olmadığını anlamak için çektiği şutta topun koskoca sahada kalenin 3 metre yukarısında bir topun anca sığacağı delikten çıkıp gitmesi ve "solak değil mişim ehuehehehe" dedikten hemen sonra diğer topu isteyip bu kez sağ ayağıyla çektiği şutta topun bilmem kaç milyonda bir kez olacak ihtimale yine aynı delikten dışarı çıkması hayatımda halı saha maçlarında beni en çok şaşırtan olaydır. bir daha da şut çekmedi kerkenez.
hayır adam bizimle dalga mı geçti anlamadık maç başlayıncaya kadar. maç başladı da fasulye olduğunu gördük de bir daha çağırmadık pilardacıyı (aramızdaki lakabı oldu bu olaydan sonra).