hesabın var mı? giriş yap

  • komutanlar kendi aralarında tartışıyorlar. konu: biz haftada iki ya da üç karıları düzüyoruz. bu görev midir angarya mı? yarısı görevdir yarısı angaryadır diyor ve sonuçta bir yere varamıyorlar. hal böyle olunca hırs da yapmış vatandaşlar münazarayı sonlandırmak adına başkana çıkıyorlar: paşam bir maruzatımız vardır, biz işin içinden çıkamadık. yardım edin lütfen!
    buyrun diyor paşa. durumu anlatıyolar. paşa kızarıp bozarıyor ve sonunda "ben bilmem, yanlış adama sordunuz. halktan birine sormak lazım bunu, objektif bakar " diyor. kışlada halka en yakın kişi olarak paşa emirerini çağırıyor. giriyor selam verip asker. oğlum sana bişey soracağım, iyi düşün ve fikrini söyle, diyor. emredersiniz komutanım!. paşa soruyu soruyor. soru biter bitmez asker yapıştırıyor cevabı
    - görevdir komutanım
    - ama oğlum hiç düşünmedin. nasıl vardın bu fikre?
    - angarya olsa bize yaptırırdınız komutanım!

  • kızın bunu rahatsız olduğundan değil de 'uff hrks bni svio' tarzı ile paylaşması, doktor olduğunu gözümüze sokmak için steteskoplu profil fotoğrafı tek bir şeyi ifade ediyor.
    (bkz: kezban detected)

  • 19 haziran 2018 seçimlere 4 gün var ve adana mitinginde malum kişi şöyle buyurdu “24'ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, dolarla, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz”
    19 haziran 2018 dolar kuru 4.75
    19 haziran 2018 faiz oranı 17.75
    28 mayıs 2021 dolar kuru 8.57
    28 mayıs 2021 faiz oranı 19.00
    maşallllahhhhhhhhh

    edit: imla

  • öncelikle:

    (bkz: bekledik bunu çok bekledik) !!

    beni müthiş heyecanlandıran oyun. inşallah beklentileri boşa çıkarmaz. cepten 3 defa bitirdiğim gameboy versiyonu sarmıyor artık.

    şimdi koca adam olup iş güç sahibi olduysak da o kendini pikachu sanıp damdan atlayan velet yüzünden tam da charizard'ın laf dinlediği bölümde yayından kaldırıldığı için hevesimiz kursağımızda kalmıştı. unutursak kalbimiz kurusun!

  • sapıklıktır. sapık her yerde vardır, ona kimsenin lafı yok. ingiltere'deki çocuk tecavüzcüsü müebbet alıyor, bunu duyan insanlar dehşete düşüyor. burada ne oluyor? yedi yıl tecavüz edilen çocuğun annesi bile "çocuğum suçlu" diyebiliyor. bizim şikayet ettiğimiz münferit sapıklar değil, onlar bin yıllardır hep vardı ve maalesef hep olacaklar. bizim şikayetimiz koca bir memleketin bu sapıkları aklayabilecek derecede sapık olması.

  • siyasal islam bu işte, adamlar o kadar beceriksiz, o kadar zekadan yoksun ki s400 alıyor ne aktive edip kullanabiliyor ne dekatlardır tasarımına üretimine ortak olduğu, parasını ödediği f35’leri alabiliyor. salgın oluyor hem ekonominin anası sikiliyor, hem hasta sayıları rekor kırıyor. hem amerika’nın ekonomik yaptırımını yiyip, doğu akdeniz’de köşeye sıkıştırılıyor hem rusya’dan üstü kapalı ambargo yiyor. suriye iç savaşını körüklüyor, bölgede de-facto özerk kürt bölgesine sebep oluyor. avrupa’nın birbirine girdiği, sert sınırları tartışıp neredeyse birliğin dağılacağı dönemde 3-5 milyar dolar için adamlara giden suriyeli mültecisini alıyor, üstüne avrupa’dan yaptırım tehdidi yiyor. bu arada aynı mültecilere bakabilmek için avrupa’dan aldığı desteğin onlarca misli para harcıyor. tam bir şamar oğlanına döndük. bu böyle uzar gider. bu adamlar ancak ülke içinde caka satabilir ülke sathının dışına çıktıkları anda hakettiği muameleyi görür.

    (bkz: siyasal islam kanserdir)

  • ustanın son başyapıtı.

    günümüzün kesinlikle en büyük sorununa odaklanmış ken loach. güvencesiz ve esnek çalışma. hiçbir hakkınız yok, tamamen kendi kaderinizle başbaşasınız ve aslında sizin avantajınızaymış gibi gözüken her şey yeni işletmelerin üstlenmek istemediği risklerden ibaret. bu durum tabiri caizse çok sayıda ocağı sönme noktasına getiriyor.

    filmde ailenin babası önce işini kaybediyor sonra ev almak için tek umutları olan ev kredileri haliyle iptal ediliyor ve kiraya çıkmak zorunda kalıyorlar. baba neredeyse tek para kaynakları olan küçük otomobillerini satıp (ki bu bence orta sınıfın kaybolan standartlarını çok iyi anlatan bir örnek, 20 sene öncesine kadar çok sıradan bir orta sınıf eşyası olan araba artık orta ve orta-alt sınıf için çoktandır gözden çıkardığı bir lüks durumunda) onun yerine aldığı minibüsle kuryeciliğe başlıyor ama saatlik ücreti dışında hiçbir hakkı yok. üstelik üzerinde müthiş bir performans baskısı var günün belli bir saatine kadar elindeki tüm paketleri dağıtmak zorunda, izin hakkı yok, hasta bile olsa, ailesiyle ilgilenmesi gerekse bile işe gitmek zorunda yoksa para kazanamıyor... anne sosyal hizmetlerde çalışıyor ama sabah 7 akşam 7 gibi bir temposu var ve ondan da hiçbir maddi karşılık veya kazanım olmaksızın daha fazla çalışması beklenmekte. çocuklarından biri ergenlik döneminde ve okuldan uzaklaştırma alıyor, küçüğü ise büyüme çağında ve ebeveynlerinin ilgisine en çok ihtiyaç duyduğu yaşlarda. fakat aile geçim derdine düşmüş, herkes sabah evden çıkıyor akşama kadar binbir zorlukla deyim yerindeyse ekmek parası peşinde koşturuyor.

    sorry we missed you, neo-liberalizmin, uygulandığı ülkelerdeki kitlelere -özellikle işçilere- ne yaptığı sorusunun manifesto niteliğinde bir cevabı adeta. neo-liberalizm yığınları altüst etti, onların hayallerini çaldı, kurumları, hakları, sözleşmeleri lağvedip insanları orman kanunlarıyla yaşamaya mecbur etti, psikolojilerini bozdu, emeklilik planlarını, çocuklarının geleceklerini, bir tanecik arabalarını ellerinden aldı. sonuçta dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan ingiltere'de dahi sağlıktan, eğitimden, güvenlikten, barınmadan nasibini almamış, bu gidişle hiçbir zaman da alamayacak olan garibanlar ordusu yarattı.

    buna karşın birbirine tutunmaya çalışan bir aile görüyoruz loach'un filminde. bu kimilerine duygu sömürüsü gibi gelebilir ama aksine benim çok hoşuma gitti. çünkü zaten yanlızlaştırılan, her türlü haktan yoksun bireylerin sorunları aşabilmesinin belki de tek yolu dayanışmadan geçiyor.

    neo-liberal ekonomik düzene ayna tutmuş, gerçekçi ama kesinlikle karamsar bir film değil sorry we missed you. loach yaşadığı topluma bir aydın olarak sahip olduğu borcu ödemiş -yıllardır yaptığı filmlerle ödüyor da- ve artık çağımızın vebası haline gelen bu yeni ekonomik ucube düzenin mağdurlarının hayatlarını kameraya almış. saygı duyulası, yürekli bir iş.

    bir nafile not da ülkemiz sinemacılarına, görebildiğim kadarıyla son günlerde 3 tarz film üretiliyor: başta cep herkülü, türk işi dondurma, çiçero tarzı anlatılan hikayenin sadece paravan görevi gördüğü, tek amacı mevcut konjonktürün ekmeğini yemek olan, baştan sona sadece milliyetçiliğin pompalandığı, ne idüğü belirsiz prodüksiyonlar. ardından recep ivedik ve diğerleri diye tarif edebileceğimiz, yine umutsuz, neşesiz, halsiz kitlelere enjekte edilen gişe filmleri ve olmazsa olmazımız taşra veya şehir sıkıntısı yaşayan küçük burjuvanın bunalımı temalı festival filmlerimiz. koca bir ülke krizden beşik gibi sallanıyor, toplum çürümenin eşiğine gelmiş ama ülke sinemasında panayır havası hakim. işçilerin, kaderine terk edilmiş dar gelirlilerin, işsizlerin, umutsuzların, borç batağındakilerin, geleceğe dair hiçbir beklentisi kalmamış gençlerin hiçbiri ama hiçbiri kendisine ülkemiz sinemasında yer bulamıyor.