hesabın var mı? giriş yap

  • emin olamadım ama bahçesindeki kasımpatıların dibini kazarken hain foşik tc tarafından patlatılmış kepçedir.

    (bkz: yersen)

    db editi : milli sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz. ( mustafa kemal atatürk )

  • din kültürü ve ahlak bilgisi hocasının muhtemel bir önermesidir ve öğretmenler odasında şöyle bir hayali diyaloğa neden olabilir:

    din hocası: "dünya güneşe 1mm daha yakın olsaydı hepimiz yanardık. bu da yüce....."

    coğrafya hocası: "iyi de dünya - güneş mesafesi yıl içerisinde zaten 147 milyon kilometre ile 152 milyon kilometre arasında, 5 milyon kilometre kadar değişiyor hocam. yani 5'000'000'000'000 milimetre, ayrıca dünya yüzeyi de pürüzsüz değil ki, dağlar daha yakın güneşe!"

    biyoloji hocası: "tabi bir de hem bireylerin hem de türlerin değişen ortama ayak uydurma yetileri var. yaz/kış arasında 30 derece sıcaklık farkı oluyor ama türler bu yüzden yok olmuyor. hepsi kendisine bir uyum mekanizması geliştirmiş vaziyette. zaten çağlar boyu ciddi iklim değişimleri gözlemiş, fosil kayıtlarında çok net görünüyor, ama hala buradayız değil mi?"

    fizik hocası: "hocam dur öyle lafla olmaz bu işler, hesaplamak lazım. şimdi güneş dünyaya ortalama olarak r=150 milyon kilometre uzaklıkta. yaydığı enerji de ortalama p=3.84x10^26 watt. dünya mesafesinde 1 metrekareye bir saniyede düşen enerjiyi hesaplayalım önce. üretilen enerji her yöne eşit dağıldığı için r uzaklıkta a=4 x pi x r^2 alana yayılır. yani dünya güneş mesafesi için bu alan

    a= 4 x pi x (150'000'000'000m)^2 = 2.827433388230814e+023 m^2 eder.

    enerjiyi bu alana bölersek
    i = p/a = 1360.244246958732 w/m^2

    buluruz.

    şimdi yarıçapı 1 mm arttıralım. r'= 150'000'000'000.001 m olsun. hesabı yeniden yapalım:
    a' = 4 x pi x (150'000'000'000.001m)^2 = 2.8274333882308516e+023 m^2
    i' = p/a' = 1360.244246958714 w/m^2

    yani 0.0000000000179625 w/m^2 fark bulduk. bu da afedersiniz siz osurunca çıkan sesin enerjisinden daha az. yani dünya 1mm güneşe yaklaşınca değil, sizin kıçınızdan çıkan seslerden yanıyor hocam!"

    din hocası: kafirsiniz hepiniz. burada yanmasanız da cehennemde yanacaksınız!

  • kabaca hesapla 2 pide yiyip 2 de ayran icmisler desek ve cebimizdeki bozuk 5 adet 1 lirayi dusunsek, biz o ayranlari aliriz da pidelere melul melul bakariz anca.

    bu duruma dusmemizde emegi olanlarin allah belalrini versin.

  • maraton savaşı batı tarihinin ilk taşşaklı savaşıdır denilebilir. maraton savaşından önce yunanlar kendi aralarında belirli bir göreneğe göre savaşıp durmuşlar. (hatırlayın; truvada bütün askerler savaşacağına her iki taraftan birer asker * seçilmişti savaşın sonucu bunların dövüşünün sonucuyla belirlenecekti.) savaşlar genellikle grupların birbirine gözdağı vermeleri adına küçük kayıplarla yapılırdı.

    maraton savaşı'nda ise helen kültüründen gelmeyen perslerle karşı karşıya gelindi. yunanlar bu nedenle alışkın olmadıkları bir tarzla savaşmak zorunda kaldılar. ancak zafer kazanabilmeyi de başardılar.

    pers donanması maraton ovasına askerleri çıkarmaya başlar. yunan ağır zırhlı birlikleri de maraton ovasında yerlerini alırlar. birkaç gün savaşmadan beklerler. sonra yunanlar 1500 metre gibi bir mesafeyi hızlı adımlarla katederek saldırıya geçerler. yunan zırhları daha iyidir. mızrakları da daha uzundur. pers ordusu nispeten çok daha zayıf donanımlıdır. hızlı hareket eden yunan ordusu merkezde zayıf yanlarda kalabalık bir profil çizer. zayıf olan merkez hattı biraz geri çekilir. güçlü kenarlar ise bir manevrayla pers ordusunu darmadağın ederler. persler donanmalarına geri kaçmak zorunda kalırlar. savaş sonunda 200 kadar yunan, 6000 kadar da pers askeri hayatını kaybeder.

    şimdi gelelim asıl soruya: bu persler neden direkt atina'ya çıkarma yapmadı da maraton ovasını tercih ettiler?

    bunun sebebi atina yönetimindeki görüş aykırılıklarıdır. atina'da bir grup yönetici perslerle işbirliği içindeydi. perslerin maratondan atina'ya yürümesi atina'nın kendi içinde bir çöküş yaşamasına da neden olacaktı. persler atina'ya vardıklarında kuvvetli bir direniş yerine birbirlerini boğazlayan yunanlarla karşılaşmayı umuyorlardı. sayıca üstün olmaları nedeniyle işler perslerin panladığı şekilde ilerleyecek gibi görünüyordu.

    maratonda kazanan yunan birlikleri yıldırım hızıyla atina'ya şehir savunmasına geri dönerler. maratonda ağır darbe alan persler atina üzerine yürümeye cesaret edemezler.

    bu savaş, savaşlarda taktik ve hızın ne kadar önemli olduğunu ispatlayan tarihin ilk büyük savaşı olarak kabul edilir.

  • olması gerekenden bu kadar az biliniyor oluşu utanç verici olan, büyüleyici bir sese ve oldukça geniş repertuara sahip türk sanatçı. tülay german'a yöneldiğinizde onu sadece şarkı söyleyen biri olarak da tanımlayıp geçemiyorsunuz, bütünüyle acayip bir hikayeden söz ediyoruz. bir şekilde yollarının kesiştiği insanlar, aldığı ödüller vs... inanılmaz! hiçbirini izlemediğim buram buram arabesk hikayelerle örülü birçok sanatçı filmi yapıldı, böylesi asil, batı müziğinde örn. fransa'da öncü sanatçıların standardını dahi yakalayabilen (françoise hardy, jane birkin standardından bahsediyoruz) ve kendi ülkesinde bu anlamda müzikteki modern dönüşümün öncüsü olmuş, bir o kadar da ülke değerlerine bağlı bir efsanenin bir belgesel dışında nasıl bir şeyi olmaz? bırakın filmi, çok rahat mini dizi çıkar onun hayatından.

    repertuarında türküler, fransız chansonu, jazzı ve yine ingiliz jazzı bulunuyor. hikayesini elbette bütünüyle anlatmayacağım ama bazı notları da eklemeden olmaz. bunun yanında önce erdemli yıllar adıyla çıkan, ardından düşmemiş bir uçağın kara kutusu adıyla genişleterek hayatını öyküleştirdiği kitabını müsait bir zamanda okumak istiyorum. o kısma çok girmeyecek olsam da erdem buri ile yaşadıkları aşk hikayesi ayrıca incelenmesi gereken türde. kitabında detaylıca bahsediyor.

    öncesinde de anlatmaya değer şeyler vardır ancak tülay german'ın esas hikayesi 1960'lı yılların başında daha sonra hayat arkadaşı olacak olan dönemin entelektüellerinden erdem buri ile tanışmasıyla başlamış diyebiliriz. erdem buri türkiye işçi partisi'nin kurucularından, osmanlı döneminin vezirlerinden suphi paşa'nın torunu. onun moda'daki evinde gece eğlenceleri düzenlenir, sohbetler yapılırmış ve evi adeta aydınlar geçiti gibi. atıf yılmaz, aziz nesin, yaşar kemal, selahattin hilav, adnan cemgil gibi isimler sık gelenlerden bazıları. german da buri ile tanıştıktan sonra sık sık o evde yer alıyor ve o günleri şöyle betimliyor:

    “paşa torunları gördüm... romancılar, şairler, ressamlar, yönetmenler, filozoflar tanıdım... düşlerinin gerçekleşeceğine inanan, düşünce özgürlüğünü savunup mahkemelerde, hapislerde acı çeken, kültürlü, namuslu ve alçakgönüllü umut dolu insanlar.”
    kendisinin politik kimliği de böylelikle şekillenir. bunun dışında müzik açısından da erdem buri onun için mihenk taşı, neden? çünkü tülay german'dan bir şey rica ediyor. türkçe şarkılara yönelip, türküleri melodik yapısını bozmadan batı enstrümanları eşliğinde seslendirmesini istiyor. akabinde ruhi su'dan ders almaya başlayan german adeta bir devrime sebep olur; ortaya çıkan eserlerle türkiye'de ilk kez modernize edilmiş türkçe şarkılar görmeye başlarız.

    ilk ateşleyici etkiyi 1964 yılında belgrad'da düzenlenecek olan balkan melodileri festivali'nde görüyoruz. yarışmaya katılmak için "milli orkestra" adıyla bir ekip kuruluyor ve ekibi, içlerinde tülay german, tanju okan, erol büyükburç gibi isimlerin olduğu birkaç sanatçı oluşturuyor. "burçak tarlası", "mecnunum leylamı gördüm" ve "yarının şarkısı" eserleri ile katılınan bu festivali birincilikle bitiriyorlar. tülay german ise uluslararası bir dergide kapak olan ilk türk müzisyen oluyor. burçak tarlası ise modernize olmuş haliyle türkiye'de anadolu pop adı verilen türk popunu başlatan şarkı niteliği kazanıyor.

    daha fazla uzatmadan... çok geçmeden tülay german ve erdem buri ikilisi fransa yolcusu olurlar. gitmek zorunda kalmışlardır çünkü dönemin siyasi ortamı, cahil halkın aydına ve sola olan alerjisi gibi etkenler onları tehlike arz eden bir yaşamın içine atmaktadır. son olarak erdem buri ile selahattin hilav'ın georgi plehanov'un "marksist düşüncenin temel meseleleri" kitabını türkçe'ye çevirmeleriyle yargılamaya maruz kalacak olmaları soluğu fransa'da almalarına neden olur.

    tülay german için ise yerelden çıkıp tüm avrupa müziğine mâl olmasını sağlayacak olan bir adım olmuştur bu. fransa'da jazz ve chansona yönelen german, charles aznavour (şaka değil), the moody blues, léo ferré gibi isimlerle sahne alır. "toulai et françois rabbath" albümü ile "académie charles cros grand prix du disque" adlı fransa'nın en büyük müzik ödülünü alır. pink floyd, serge gainsbourg, françoise hardy gibi isimlerin kazandığı bir ödülden bahsediyoruz arkadaşlar. (ayrıca moğollar da kazanmış bu ödülü.)

    bunların yanı sıra, jean-paul sartre'ı sorbonne üniversitesi'nde amfide dinleme fırsatını bulmuş. oeh diyip geçelim.

    özellikle dario moreno ile tanıştıktan sonra kendi kültürünü yaşayabilmesinden ötürü daha rahat hissetmeye başlamış kendi söylemine göre. ancak yüreği her zaman istanbul'da açık bir şekilde. fransa'daki evleri de tıpkı moda'daki ev gibi sanatçı ve aydın akımına uğramış. barış manço, erkin koray, hümeyra, nükhet duru, atilla dorsay vs. gibi isimlerin uğrak yeri olmuş orası. ek; zülfü livaneli, selda bağcan ile birlikte.

    sırada sevdiğim bazı şarkıları: (spotify'da varlar, bunlar youtube linki)

    mutlu günler
    aras üste buz üste
    burçak tarlası
    günlerimiz (zülfü livaneli'yle)
    yalan
    mecnunum leylamı gördüm

    la chanson de l'oubli
    a perdre haleine
    un coin de terre
    c'est pourtant pour demain

    a cup of coffee a sandwich and you
    summertime
    living now

  • ''sınava girseydi de sonra kontrol edilseydi o olup olmadığı'' dedirten mağdur kız. yapılamıyor mu böyle bir şey. adını al, sınavdan sonra istediğin kadar kontrol et o mu değil mi diye. yeri bellidir yurdu bellidir. salak bu adamlar ya.

    (bkz: malsınız lan siz mal)

  • neyse ki kendi halinde yoluna devam eden insanlara zararı olmamış. tertemiz gitmiş. darısı diğer magandaların başına...