hesabın var mı? giriş yap

  • 2001 yılında bu operasyonu geçirdim. gözlerim 5.5 derece miyoptu ve lens kullanıyordum. üstelik mimarlık öğrencisiydim. yani az uyuyordum ve sürekli dikkat gerektiren gözleri çok yoran çizimler yapmam gerekiyordu.
    hatırladığım kadarıyla hafif bir batma dışında hiçbir şey hissetmemiştim, üç gün kitap okumamam, çok tv izlememem, bilgisayara pek bakmamam yani gözlerimi yormamam söylenmişti. sonrasında bir süre göz kuruluğu için damla kullanarak normal hayatıma döndüm. ancak doktor iyileşme sürecimin normalden hızlı olduğunu söylemişti. herkeste bu kadar hızlı olmayabilir. bir de bende astigmat yoktu.

    gözlerim hala çok iyi görüyor. doktorum beni çocukluğumdan beri takip eden ve çok güvendiğimiz biriydi. bu operasyon için doğru zamanın geldiğini ve sonucun iyi olacağının güvencesini vermişti. benim gözlerim için doğru bir karardı, bunca yıl gözlerimi yormaya devam etmeme, az uyumama rağmen bir sorun yaşamadım. ama tavsiyeyi ben değil doktorunuz vermeli.

    olumsuz yanlarını da belirteyim. ışık hassasiyetim var, güneşten çok gri, puslu havalar daha çok rahatsız ediyor. güneş gözlüksüz dışarı çıkamam. bir de gece araç kullanırken karşıdan gelen araçların ışıkları biraz patlıyor. kayan led ışıklı pano yazılarını uzaktan okurken zorlanıyorum. bilgilendirme panoları genelde bunlardan oluşur. o yüzden belirtme gereği duydum. pavyon pavyon gezip pano okumuyorum yani. **

  • dengesiz davranın. bi "eşşek kadarsın bunu akıl edemiyo musun" diyin bi "el kadar sıpa bana laf öğretiyo".
    kardeşler arasında ayrım yapın. köfteyi diğerine ayırın misal. ve kız olanı erkeğin ayak işçisi yapın. erkek hep çocuk, beceremez olsun. kız da "koskoca kızsın öyle oturma!".
    gereksiz panikleriniz olsun. okuldan yarım saat geç gelirse karakola başvurun.
    onun önceliklerini önemsemeyin. evde koltuk yokken/ fabrikada makina yokken 23 nisan kostümü de ne allaşkına?
    babasını/ annesini ona kötüleyin. e insan çocuğuyla da dertleşemeyecekse artık...
    eşinizi karşınıza alıp onun yanında kana kana kavga edin. hayatla yüzleşsin.
    yaptığı yaratıcı çalışmaları, ödevleri ucuzlaştırın. onu bıraksın da matematik çalışsın sıpa!
    en önemli madde; sizin önceliklerinizi yaşamasında diretin. siz oku! dediğinizde okusun. çalış! dediğinizde çalışsın. evlen diyin evlensin. evlenmesi gerekirken hala okuması şüphesiz ki bize aykırıdır.

  • dünyanın en sikko deyişlerinden biridir.
    ulan zaten dünyada insan hayatının en değersiz olduğu ülkelerden birinde dünyaya gelmişsin. bedava alman gereken (çünkü deli gibi vergi veriyorsun) sağlık, eğitim gibi hizmetlerin hepsi mantar. üstüne üstlük yurtdışı çıkış harcı, deprem vergisi ve parasını çıkardıktan sonra bedava olacağı söylenmesine rağmen paralı kalan köprü geçişlerine kadar devlet eliyle soygunun diğer adı olan daha birçok gereksiz şey ödüyorsun. ondan sonra hıyarın biri çıkıyor ve "vatan borcu, namus borcudur" diye bir laf ediyor. bunu söylerken de kendi çocuğunu askerden yırttırabilmek için amerika'da okutuyor.
    arkadaşlar kimseye borcunuz falan yok. siz zaten vergilerinizle devlete yeteri kadar para kazandırıyorsunuz. dünyanın en pahalı benzinini ve en pahalı pasaportlarından birini kullanıyorsunuz. bir gün biri çıkar da "sen hala vatan borcunu ödemedin mi?" diye sorarsa, ona en okkalısından "hassssktir ulan" demek insani bir görevdir.

  • official adının "the matrix: resurrections" olarak gözüktüğü ilk trailer'ı bir grup şanslı kişiye gösterilmiş:

    --- spoiler ---

    - neil patrick harris'in canlandırdığı karakter (sanırım terapist) neo ile konuşmaktadır.
    - sahnede san francisco'nun, yakın gelecekteki bir hali resmedilmektedir.
    - neo, 1999 yılındaki ilk filmde olduğu gibi, tekdüze bir dünyada sıkışmış durumdadır, etrafındakilere anlam verememektedir.
    - "ben deli miyim?" diye sorar neo.
    - "biz burada bu kelimeyi kullanmıyoruz" diye cevaplar neil patrick harris'in canlandırdığı karakter.
    - neo, trinity ile bir kafede karşılaşır.
    - trinity, neo'ya "daha önce karşılaştık mı?" diye sorar.
    - bir lavaboya dökülen mavi haplar görülürken, arkada jefferson airplane'den"white rabbit" çalmaktadır.
    - neo aynada kendine bakarken yaşlı bir adama dönüşür.
    - genç morpheus, neo'ya kırmızı bir hap uzatır ve "uçmanın zamanı geldi" der.
    - bir matrix filminden bekleneceği üzere, bir çok aksiyon, havaya uçma, karate ve akrobasi izlenir.
    - "directed by lana wachhowski" ve "22 aralıkta vizyonda" ibareleri belirir.

    --- spoiler ---

  • kopeklerin icinde en akillisi, sereflisi, iyihuylusu, merti, durustu, tezcanlisi, cansiperanesi, insancanlisi, hossohbeti, dududillisi, dusuncelisi, efendisi, halden anlayani, kadir kiymet bileni, alcakgonullusu, ketumu, tutumlusu, seveceni, dosta guven dusmana korku salani, gozupeki, harbi delikanlisi, kotu gun dostu, eliacigi, aza tamah edeni, malda mulkte gozu olmayani, mutedeyyini, intizamlisi, titizi, iffetlisi, vakuru, nefsine hakim olani, harama uckur cozmeyeni, sikiagizlisi, esprilisi, iyiniyetlisi, hos guluslusu, hayirseveri, liderlik vasiflarina sahip olani, ne mutlu turkum diyene ruhuna bagli olanidir.

    bilen bilir, bbc de bir belgeselde gordum, john connor diye bir cocuk var. bu cocuga bir terminator musallat oluyor. insan tutuyorlar olmuyor, terminator tutuyorlar olmuyor, cocugu kim korumaya kollamaya kalksa telef oluyor. en sonunda bir cift kangal tutuyorlar, kangallardan birisi saldiran terminatoru onden oyalarken, digeri arkadan dolasip once gogus atarak devrelerini bozuyor, sonra da ustune sivi hidrojen dokup sey ediyor. terminator tabi hasat oluyor, tuzla buz.

    bizim de bir kangalimiz vardi, bir gun dara dustuk borca kefil lazim oldu. ese soruyoruz yok, dosta soruyoruz yan ciziyor, en sonunda kangal dedi ki "abi bana sormadiniz ama, yani gerekiyorsa ben sizin icin bos kagida bile imza atarim abi". ya ne gerek var, olur mu diyoruz, dinletemiyoruz. allem etti kallem etti, o imzayi atti, dahasi sivasta arazisini de guvence gosterdi. bizi bataktan kurtardi. sonra bir gece ciktik laleli de bir muzikhole gittik, oturduk yemekler, mezeler geldi, kangal yemiyor. abi dedik ne oldu bir sey mi var? dedi abi sen ye demeden hayatta yiyemem. aaa davetiye mi bekliyorsun dedim de oyle yedi.

    sonra bir ihale isine girdik, olaya mafyatik insanlar da girdi. dediler o ihaleden cekileceksiniz. o sirada bizim kangala baktim arkadan dolasiyor. o an anladim ki sirtina gogus atip belini kiracak, sonra da bogazlayacak. kas goz ettim, abi ne yapiyorsun, manasinda? hemen anladi, durdu. mafya hala vidi vidi ediyor, dedim siz en iyisi bir kangallaa gorusun. kangalla bunlar odaya girdiler, 15 dakika gecmedi, kol kola ciktilar mafyayala. kangal mafyayi ikna etmis, dahasi, bizim nicedir anitlara bagli oldugundan icki ruhsati sorunu cikaran bir dukkan vardi, o isi de arada halletmis. buna da komisyon teklif etmisler tarlabasindaki bir pavyondan, bu da ye demedigimden avantayi yiyememis.

    1 milyona yakin atasozu ve deyimi, 10 bine yakin matematik ve fizik formulunu, 20 bine yakin kelimeyi hafizasina alabildigi icin ne zaman bulmaca cozecek olsam kangallarima danisirim. kangallar bulmacayi gorduklerinde hmen ikiye ayrilirlar. birisi onden yatay satirlari doldururken, digeri arkadan dolasip bulmacanin beline gogus atar, sonra dikey satirlari doldurur. bitirdikleri bulmacanin da basinda oturup beklerler, eger ki bitmemis bu dersen oyle gunlerce dururlar.

    gunde iki bulgur tanesi ile yasayan kangallar, bayramlarda ve onemli gunlerde telefon acarlar, olmadi bir kart atarlar. sesleri cok guzeldir, sahane uzun hava okurlar. 8 oktav ses araliklari vardir. bbc de bir belgeselde gormustum, promyer gecesi alto, soprano, bas, bariton, tenor kim varsa zehirleniyor. ilk mudahaleyi kangallar yapip, opera sanatcilarinin midesini yikadiktan sonra "show must go on" diyerek sahne aliyorlar. ilk kangal onden soprano aryasini okurken, digeri arkadan dolasip kanon yaparak basso profundo tonlar arasinda dolasarak eslik ediyor. bu arada opera binasina dadanan bir kurtu da olduruyorlar ki, bunu sonra gabriel knight beast within isimli oyunda islediler.

    bu entryde zorlandigim yerlerde entryi kangallara devrettim, birisi onden girizgahi yazarken digeri arkadan dolasarak kangallar hakkinda gerekli materyali toplayip, pdf haline getirdi, sunumu da powerpointten yapti.

  • merhaba, bugün size insan biyolojisinden, böbreklerden, stresten hormonlardan falan bahsedeceğim:

    şimdi bu böbrek dediğimiz organ, detaya inildiğinde küçük kılcal damar kapsüllerinden oluşur. bu küçük kapsülcüklerde kılcal damarlardaki kanınız basınç farkıyla difizyona uğrar ve atık maddelerinden temizlenir. damarlar büzüldükçe, sıkılan banyo süngerinden sızan sular gibi çişiniz sızar kısacası.

    insanların damarları ne zaman büzüşür? soğukta. o yüzden soğukta daha çok çişiniz gelir. mesela korku, heyecan, stres gibi durumlarda salgıladığınız hormonlar damarlarınızı büzer. çişiniz gelir.

    insanların büyük bir kısmı için uçağa binmek bir stres kaynağıdır. yolculuk da bir stres kaynağıdır. stresliyken de çişin gelir. dolayısıyla havaalanı komple tuvalet olsa, o uçakta yine gelir çişin amk. sen gerilmiyorsun alışıksın diye herkesin öyle olmasına gerek yok. yani tüm o diyabet prostat idrar söktürücü olasılıklarının dışında, basit insan biyolojisi bile uçakta daha çok tuvalete gitmenize neden olur.

    bir de işin içine ibs girerse, heyecan ve korku durumlarında ishal olan bir tipseniz, iyice sıçtınız. (literally)

    iş artık insanların işemesine sıçmasına kadar geldiyse, yakında "bu herif benim yanımda nefes almasın" demeye de başlarsınız.

  • olum bu adam bitti denilen john travolta'yı yeniden yıldız yapmadı mı?

    pam grier bu adam sayesinde eski günlerine dönüş yapıp tekrar ünlü olmadı mı?

    öldü denilen david carradine'ı yeniden hayata döndürmedi mi?

    e o zaman ne bekliyoruz, eski turnuvalara katılan ve şaşalı galibiyetlere imza atan o milli takımı geri getirecek tek adam quentin'dir.

    hem adam ayakçı olum, o da ayrı bir avantaj.

    değerlendirelim derim ben.