hesabın var mı? giriş yap

  • sims de (bkz: the sims) evin üst katını halı veya kilimle dolduruyoruz, üst üste koyabilirsiniz. daha sonra parti verip mahallede kim var kim yok çağırıyoruz ve yapabildiğimiz en güzel yemeği evin üst katına koyuyoruz.
    gelelim kilit noktaya. bir tane havai fişek itemi vardı havaya kadar gidip çoluk çocuk eglendiriyordu. tam olarak şu
    herkes evin üst katında toplanmışken bunu üst katta ateşleyip alt kata kaçıyoruz ve anında merdivenleri satıyoruz* uzaktan komşuların pişmesini izleyip geriye kalan mezar taşlarıyla bahçemizi dekore ediyoruz.iyi eğlenceler*

  • film rusya'da 1905 yılında st. petesburg'da baş gösteren ilk ihtilal denemesinin kutlamaları çerçevesinde yaptırılmıştır. rus yöneticiler o zaman 27 yaşında olan ve o güne kadar sadece bir film (grev) çevirmiş olan eisenstein'a güvenmişlerdir.

    eisenstein da bu güveni boşa çıkarmamış ve sinema tarihinin baş yapıtlarından birini ortaya koymuştur. potemkin zırhlısı bir propaganda filmi olmasına karşın tüm dünyada büyük övgüler almıştır. öyle ki amerikan ulusal sansür kurumu filmi yılın filmi seçmiştir.

    einstein'in o dönemde böyle bir film çekmesine çok şaşırmamak gekekir zira 1920'lerde sinema tüm dünyada ayak takımının eğlencesi olarak görülür ve entellektüeller tarafından ciddiye alınmazen sscb'de bizzat lenin'in desteğiyle dünyanın ilk sinema okulu açılmıştır ve yine lenin'in kendisi "sinema bizim için sanatların en önemlisidir" sözünü söylemiştir.

    ek bilgi: eisenstein gemideki papazın merdivenlerden yuvarlanması sahnesi için uygun oyuncu bulamadığından dolayı bu sahnede yuvarlanan kişiyi kendisi oynamıştır. sinemaya başlamadan önce sirklerle ilgili olduğu için akrobatik hareketlere yeteneği vardır.

  • apple ürünleri delisi bir insan değilim. uzaktan uzağa takip edip bir de nasıl steve jobs olunur diye boktan bir kitap okumuşluğum var.

    yurtdışında yaşayan bir arkadaşım vasıtasıyla ilk defa iphone serisinden bu modele sahip oldum.

    iyi telefondur, kötü telefondur, antendir bilmemnedir 1000 lerce kez aynı şeyler yazıldı çizildi.

    benim söylemek istediğim şey dün gözlerimin önünde 91 yaşındaki okuması yazması olmayan babaannemin bu telefonu kullanabilmesi oldu. sadece 1 kez gösterdikten sonra, telefonu aldı tuş kilitini açtı fotoğraflara girdi ve sırasıyla fotoğrafları çevirerek baktı.

    yani onu bunu bilmem de apple bu ürünle human computer interaction olayının dibine vurmuş arkadaş.

    ayrıca fotoğrafları çevirirken her fotoğrafta sayfa çevirir gibi parmağını yalaması çok tatlıydı =)

  • birisine sevmeyi öğretmek, bir film için "izle bak, çok seveceksin." demek gibidir ve önyargıları parçalamak fazla mesai gerektirir. benim duyduğum en güzel iltifatlardan biriydi: "bana sevmeyi sen öğrettin." başka da iltifat duymadım ya, neyse... şimdi pek dermanım yok ama, gençken çok cevvaldim ben. cevval de iyi bi şeydi sanırım. artık hiçbir şeyden emin olamıyorum. tahmini sultan süleyman'a döndük ak. kendisine de buradan selam ederim (süleyman'a değil lan), size en yakın arkadaşımı nasıl tavladığımı anlatacağım bu akşam. insan hiç en yakın arkadaşını tavlar mı? mecbur kalırsa tavlar, abicim. lise sonda, dershanenin ilk günüydü. soluk soluğa sınıfımı buldum. kesin binlerce kişiye sormuşumdur, yüzlerce sınıf gezmişimdir. ilk gününde bir yeri tek başıma bulmak, henüz gitmediğim güzel bir tatil beldesidir. bu yaz düşünüyoruz kısmetse. kimlerle mi? e arkadaşlarla. tek başıma nasıl bulayım oğlum?

    oturdum sırama, ilk dersi dinledim. isabetimi seveyim, öyle berbat bir yer bulmuşum ki tahta parlıyor, okunmuyor. "yanına oturabilir miyim?" dedim. gözler yalan söylemez sözlükçü. o kız bana, "ya git başka yere otur gerizekalı." der gibi baktı. bunun altında kalamazdım. ne mi yaptım? hemen yanına oturdum. tahta diyorum, parlıyor diyorum, kime diyorum? istikbalim söz konusu: odtü psikoloji yazıcam ben yea!

    oturdum oturmasına da, kız benle hiç konuşmuyor. benim iç sesim hiç susmuyor. hadi ders neyse de, asıl teneffüs geçmek bilmiyor. bir dakika. tersi olması gerekmiyor muydu? kafam çalışıyor. durumun farkına varıyorum. oğlum ben var ya, odtü'yü bile kazanabilirim. lafa tutuyorum bunu. oradan buradan sorular hazırlıyorum. su oluyorum, ateş oluyorum, göklerdeki güneş oluyorum. yok! yine de konuşmuyor benimle. "kaç kardeşsiniz?" diyorum misal, hani dese ki: "seni ilgilendirmez.", dünyanın en mutlu insanı olacağım. kavga çıkar abi en azından. parmaklarıyla 3 diyor soruma. "sen de var mısın aralarında?" kendimizi kardeşten sayıyor muyduk?

    "sen ortanca mısın?" diyorum misal, sonraki teneffüs. sen bilmezsin sözlük, küçük yüreğim basit bir ortak paydaya bütün servetini yatırmış da son çeyreğe girilirken hala güvenli takip mesafesini koruyor. ben ortancayım diyorum. sohbetimize nasıl bir katkısı olacaksa bunun, diyorum işte. büyük değilim ezilmedim, küçük değilim şımarmadım, ortancayım ben: al arkadaş yap diye.

    solaktı bu. bense salak. kelimenin her iki manasıyla da. hiç gocunmadım esasen. kollarımız birbirine değiyordu yazarken. "dirsek teması eheh." diyordum ben bu duruma; o ise, "az öte git." gitmedim. bilerek çarptım. bir gün, hiç yazmazken de çarptım. oradaydım çünkü. bunu unutmasına ihtimal bırakamazdım. en yakın arkadaşımın ilk tebessümünü sağ dirseğime borçlandım. hal böyle olunca, kulağımın arkasını görüp cennete gitme planımı yeniden gündeme aldım. isteyince oluyordu. çok güldük sonra. çok ama. gözünden yaş gelirdi, kalbi sıkışırdı. "n'olur sus." derdi. hiç susmadım. gülmekten ölen ilk kişi olabilirdi. istatistiklerin en güzeli olabilirdi.

    geometriden hiç çakmazdım. bana yardım ederdi. yaprak testi koyardım önüne. "hangi soru?" "sana şöyle bir kolaylık yapalım, istediğin sorudan başlayabilirsin. ben hepsine eşit mesafedeyim çünkü." mucizevi dikler indirirdi. benim hiç aklıma gelmezdi. halen daha da düşünürüm, ulan hiç onuncu kattaki bir evin bahçesi olur mu?

    telefonda konuşurduk saatlerce. bir gün kapatırken dedim ki buna: "bir şey unutmadın mı?" düşündü. bulamadı. unuttuğu şeyi bulamadı. çünkü bilmiyordu. "ney?" dedi, söyledim: "hani bi seni seviyorum, canım arkadaşım." gibi bir şey dedim. "haa!" dedi, güldü. söyleyemedi. hiç dememiş çünkü. dedim ya cevvaldim, korkma dedim söyle. o zamanlar acıtmıyordu, güç veriyordu seni seviyorum'lar...

    o gün zorla söylettiğim kelimeyi duymadan bir günüm geçmedi sonra. beni çok sevdi. "herhangi birini seveceğimi ve bunu söyleyebileceğimi bilmezdim, çok güzel bir duygu bu." dedi. ikna kabiliyetime güvenerek "odtü psikoloji yazalım lan." dedim. hukuk yazdık. o çok istiyordu. ben? ne iş olsa yapardım abi.

  • r. a. salvatore ilk basılı romanı olacak olan the crystal shard'ı yaratırken, kitapla ilgili kritik bir toplantıya giden editöründen gelen bir telefonla kendisinden acilen wulfgar'a yoldaş olacak bir karakter yaratması istenir. salvatore düşünmek için zaman istese de editörün hiç vakti yoktur. salvatore o anda aklına gelen bir fikirle "bir drow!" der. sadece geçici bir yan karakter olacağını söyleyerek editörünü ikna eder ve karakterin ismi sorulduğunda ağzından drizzt do'urden ismi çıkıverir. editörü "ismi kodlayabilir misin?" diye sorar, cevap kısa ve nettir: "imkanı yok!"

    böylece doğar modern fantastik kurgu edebiyatının ikon karakterlerinden biri olan drizzt.