hesabın var mı? giriş yap

  • -sen kilo mu aldın ?
    - sen zayıfladın mı ?
    -sen daha iş bulamadın mı?
    -sen de saçları iyice döktün mü?
    -sen daha evlenmedin mi?
    - çocuk yapmıyor musunuz ?

    bunları ve buna benzer soruları soranlar azaldıkça , anlayın ki toplum olarak çağ atlamış bulunuyoruz.

  • bir kamu kurumunda çalışıyorum ve memurların yarısı değil en az yüzde doksan beşinin kovulması taraftarıyım. çünkü gerçekten yatıyorlar.

  • şarık tara ve enka'nın başına gelendir.

    enka, türkiye'nin en büyük inşaat şirketi. geçen sene 12.5 milyar tl'lik cirosuyla, fortune 500'e göre türkiye'nin en büyük 9. şirketi olmuş bir şirket. kaynak

    şarık tara, 2014 yılı vergi rekortmeni. bir yılda, tek başına ödediği vergi miktarı 37 milyon tl. kaynak

    şimdi bu insan ve şirketi, türkiye'de ihale alamıyor. ihtiyacı da yok, dünyanın en büyük müteahhitlerinden ama çok ilginç değil mi? dünya çapında bir inşaatçı, türkiye gibi inşaatla geçinen bir ülkede hiçbir ihale kazanamıyor. neden acaba? eli uzun birine %10'unu vermediği için mi? havuza girmediği için mi?

    --- spoiler ---

    etrafımız restorasyon facialarıyla dolu. ve her yer beton. ne düşünüyorsunuz?

    maalesef böyle bir zevksizlikle çok karşılaşır olduk. rusya’da petrovski pasajı’nın bir restorasyonunu yaptık, aynı eskisi gibi oldu. ama burada yapmadık.

    neden?

    dünyanın birçok yerinde büyük işler alırken 12 senedir türkiye’de iş alamadık.

    ihaleye girdiğiniz halde?..

    evet. neden diye soruyorsun, doğrusu bilemiyorum.

    --- spoiler ---

    kaynak

  • şu tweette görülebilecek olan haldir.

    düşünün 12 bin yıllık bir tarihi esersiniz, emevilerden tutun osmanlıya kadar birçok devlet görmüşsünüz, yüzlerce savaşa tanıklık etmişsiniz hiçbiri yıkamamış sizi binlerce yıldır hâlâ ayaktasınız. 2010’lu yıllarda badem bıyıklının biri çıkıp ben burayı yıkıp baraj yapıyorum diyor ve dinamitlerle patlatılıp koca medeniyet olarak sular altında bırakılıyorsunuz.

    binlerce yıllık tarih nasıl yok edilir işte böyle yok edilir.

    doğaya, tarihi eserlere nasıl bu kadar düşman oluyorlar aklım almıyor. ülkenin en güzel ormanları kesiliyor maden firmalarına peşkeş çekiliyor. ülkenin en güzel vadileri 40-50 yıl sonra atıl olup beton çöplüğüne dönüşecek barajlara teslim ediliyor. ülkenin en güzel sahilleri birkaç otel sahibine veriliyor. ülkenin en güzel yayları buraya duble yol yapacağız denilerek katlediliyor. şehirdeki nefes alınacak ender yerler ranta açılıyor...

    bir medeniyet yok oldu onu görebilenler ne şanslı

    debe editi: neden başlık taşındı ki ? * *

  • starbucks'a gidip kasadaki çocuğa;

    - çayın taze mi?

    diye sorabilecek bir vizyona sahip olduğum için bana hitap eden harekettir.

    vali kebabı yerken kendimi viyana valisi gibi hissediyorum. aynı hürmeti hayatta bir fast food zincirinde göremezsiniz. mesela fast food zinciri bir dükkana giriyorum;

    - selamın aleyküm.

    dememle birlikte adam;

    - 1 tl farkla es selamın aleyküm almak ister misiniz?

    diyor resmen.

    mesela kebapçıda;

    az çorba, yarım şiş, 1,5 pide gibi farklı porsiyonlar sunulması bile müşteriye saygıdır.

    fast food zincirine girip;

    - bana az cheeseburger!

    veya

    - yarım donut alabilir miyim?

    diyebilir misiniz?

    ha derseniz kasadaki adam güntekin onay'ın suratındaki kakam var ifadesi ile mal mal yüzünüze bakar.

  • kelimenin çıkış noktası "to poach"/torbalama 'dan geldiği için aslında altı biraz eşilse sadece bizdeki sözlük anlamı ile, yani yasak avcılıkla açıklanamayacak, türk milletinde hiç yerleşmemiş bir derin kültürdür bu. avı vurup torbaya atıp lorda idareye yakalanmadan hemen kaçmak anlamında bir fiildir.

    yalan yok ben avcı bir kültürden geliyorum. dört beş jenerasyondur balıkçılığı kara avına tercih eden babam hariç hepimiz kara avından hazzeden ailenin bireyleriyiz. avcılığı da "hayvana kaçış şansı vermeyen avcı katildir" düsturuyla yaptık hep. av peşinde koşuyor olmanın hazzını hayvan öldürmenin üstünde tuttuk. ondan mobiletle otomatik av tüfeğiyle avlanmaya gidip yemeyeceği halde dokuz bıldırcın vurup çok bir halt etmiş gibi sırıtan selfie çeken yurdum insanıyla benim yıldızım hiç barışmadı. ne muhabbetlerinden ne de avdan bir zevk almadım.

    sonra devran döndü belçika almanya polonya kırsallarında karacaların zıpladığı dümdüz çayırlar, yabandomuzlarının fırıl fırıl koştuğu kara ormanlar, ördeğin binbir türünün olduğu bataklıklar safkan setterler puanterler görünce bu ortama ben de dahil olmak istedim. trende gniezno havalisinden geçerken iş arkadaşıma polonya'da geyik avının usullerini sorma gafletinde bulundum. orada kendi başına istediğin araziye çıkıp avlanmak gibi bir şey zaten yok, av arazisi olan bazı otellere veya üçüncü kişilere dört günlüğü bin euro muadili zlotyden başlamak üzere para ödeniyor. yanınıza rehber ve ekstra öderseniz köpek veriliyor. bir şey vurursanız pişirtebiliyor veya taksidermiye yollayabiliyorsunuz. bunun turizmi falan el yakan bir şey. çalışan kesimin altından kalkabileceği bir hobi değil. ancak kafama hep takılan ve yatmayan kısmı, bir özel “arazinin” avcılıkta tek değişmez şart olmasıydı. devletin ormanına girdim avlandım yok. bütün ülkede yıllık 227 geyik avlanabiliyor ve bunlar yılda 3600 baş üredikleri ve doğal düşmanları artık olmadığı için avcılık işte hayvanlar rahatça ürerken sayıları kontrol altında tutabiliyor. ama rasgele gider vurur kotayı dinlemezseniz hayvan başına beş yıl falan hapsi var.

    sonra gel zaman git zaman belçika'da üsün içinde devriye atarken aracın önüne cart diye çıkan ve selektöre kornaya aldırmadan yolun ortasında tüm ihtişamıyla korkmadan durmaya devam eden, abartmıyorum başından kuyruğuna 1 metre çeken kırmızılı mavili rengarenk bir erkek sülün gördüğümde yanımda oturan belçikalı polise sülün/pheasant nasıl avlanır nasıl izinlere tabidir diye sorduğumda yine aynı ketum cevap silsilesi beni karşıladı. burada avlanabilmek tezkereye ruhsata tabi olsa da ne avlanılacağına karar veren otorite avın üzerinde gezdiği arazinin sahibi olarak belirlenmiş. av arazisinin kiralanması olgusu var. federal araziye tüfeğimi aldım girdim diye bir şey yok. avcılığa izin verilen devlet arazisi yoktu, sadece bazı özel araziler vardı.

    ancak sonradan gördüklerim içinde asıl avcılık kültürünün bambaşka olduğu yer ise ingiltere oldu. burada avcılığı golf ile aynı kulvarda sadece yılda 100k kazanan insanların kendilerini meşgul ettikleri, giyim kuşamın edinilen silah kadar değerli olmasının beklendiği paçalardan elitizm akan bir şeye dönüşmüş buldum. ruhsat ve arazi izinleri haricinde avcılık bir tür dışarıda sosyalleşme aparatı haline gelmiş ki insan gitse de kendini survivor adasında kameralara karşı oynuyor falan gibi hisseder. boş silahlarla da gidilse bu tip bir avcılık kendini göstermeye çalıştığı şekilden hiçbir şey kaybetmez. bence.

    bu arazi olgusunun bizde olmadığı halde bu evropalıların av denkleminde neden bu kadar merkezi bir yere sahip ola ki deyu düşünürken herkesin beni uyardığı yasak avlanma, poaching terimine dikkat kesildim. mesela bu anlayışı ingiltere'ye getirip bizzat koyan kişi 1066'da ingiliz tacını ele geçiren norman kral william the conqueror idi. bu adamların kültürlerinin temelinde avcılığın zaten hiçbir zaman toplumun alt sınıflarına ait olmamış/olamamış bir olgu olması yatıyor. william the conqueror geldiği gibi ülkeye bir bildiri/proclamation yayınlamış ve ormandaki tüm dişi ve erkek geyiklerin, yabandomuzlarının, tavşanların ve karacaların sadece krala ve derebeylerine ait olduğunu söylemiş. köylülerin et ihtiyacı ise artık yalnız domuzlardan, koyunlardan ve sığırlardan karşılanabilmiş. geyik eti artık köylüye yasak olmuş. geyik vuran bir köylü gördüklerinde william the conqueror devrinde ibret-i alem için hemen asmışlar. sonraki plantegenet kralları döneminde köylünün hemen sağ el işaret ve orta parmaklarını daha ok atamasın diye kesmişler. suçun tekrarında ise gözlerini oymuşlar. üçüncüsünde ise asmışlar. mesela açın robin hood okuyun, kralın geyiklerini vurmuş "much" isimli karekterin babasının parmakları ve gözleri yoktur. hatta hatta aynı balladın devamında kral aslan yürekli richard ülkesine keşiş kılığında geri döndüğünde hemen robin'in kendisine ikram ettiği geyik etine direkt dikkat kesilir. bir şey demez ancak büyüklüğünden demez. köylülerin soylulara ait hayvanları vurup yediğini alenen gördüğü anda içinde bulunduğu alarm durumu bugün sokakta yanında kokain çekilmiş emniyet müdürünün verdiği tepkilere benzemektedir. bu 11. yüzyılda yazılıp temeli atılan orman hukuku/forest law günümüzdeki vaziyetin dibini ta o zamanlardan döşemiştir. avcılık lordların tekelinden işte bugün arazisi toprağı ve avlanmaya maddi gücü yeten insanların sporuna evrilmiştir. bunda da soylular ve toprak sahipleri topraklarından aşağı sınıfları çıkarmada çok başarılı oldukları için yasak avcılığı diğer avrupa ülkelerine göre çok başarılı ekarte edebilmişlerdir.

    yani polonya'da geyik avcılığı yapabiliyorsunuz tabii, belçikada da sülün avlayabilirsiniz. ancak çok büyük rağbet olmamasının üç ana sebebi var.

    1-kültürlerinde bu pek olmadığından yanaşmıyorlar gibi. dedelerinin dedelerinin dedeleri kral 2. wladyslaw jagiello zamanında karaca geyik yüzerken yakalanıp asıldı diye nesiller boyu süzülüp gelen bir korku olmasa da çekingenlik var. kralın lordun korkusunun yerini de sonra başka idareler almışlar. ondan hiç yerleşmemiş bir şeye atıf yaptığınızda konuyu "ama ne gerek var" boyutuna indirgiyorlar. günümüzde markete girdiğinizde eti çok daha az eforla alabiliyorken çok da haksız değiller. avcılık o yüzden o taraflarda pek yok.

    2- o hobiyi kaldırabilecek mali kaynakları olan avrupalı cruise ile karayiplere veya avustralyaya falan gitmeyi yeğliyor. o tip paralardan bahsediyoruz.

    3- avcılıkla modern batılı insanın hayat görüşünün kavgaya tutuşup eninde sonunda avcılığın yeniliyor olması. safariye gidip trophy için fil veya aslan avlayan cem boyner gibi kişilerin toplumda aşırı bir kızgınlık yaratması. bu rahatsızlığın işte tavşan avının falan uzantısı olarak görülmesi.

    yani monarşi temelinden derebeylikten gelen her avrupa ülkesinde avcılık aşağı yukarı böyle. ancak bizdeki avcılık kültürüne oranla yasak avcılık terimi doğaya vs zarar verilen bir suçtan ziyade hırsızlık temelli bir suç. kanunun lafzı öyle demiyor olsa da ruhunda aslında siz lordun leydinin falan istihkakını çalıyorsunuz. polonya macaristan belçika ingiltere bence bu ekolden geliyor. av dendi mi de günümüzde önden bir tipinize bakıyorlar siz o sosyetik düzeyde misiniz diye. nitekim avusturya ve almanya'daki özellikle yivli tüfek avcılığında bu arazi bulabildiğiniz sürece toplumun alt sınıflarınca da sürdürülebilir bir etkinlik olarak kalmıştır. buradaki avcılık usulleri ve anlayışı da olması gerektiği gibi çok disiplinli bir avlanma dönemi ve yasak takibi, çok düşük kotalar, ihlallere göz açtırmadan hapis vesikaya el koyma gibi cezaların kimsenin gözünün yaşına bakmadan uygulanması, ruhsat ve tezkere verilirken kişinin psikolojik testlerine kadar ayrıntıya inilmesi yüzünden çok üst standartlardadır.

    bizde ise genelde avlanma sezonu açılır, havada uçan kaçan ne varsa otomatik av tüfekleri taşıyan terminatörler tarafından sabahtan öğlene yokedilir ve kahvehanelerde çay içerken “eskiden keklik çok idi şimdi gelmiyorlar cehape zihniyeti yüzünden” diye veryansın edilir. sonra bir posta daha çıkılıp kişi başı 20 kuş daha öldürülür.

    ondan türkiye’de avcılığı öldüren ve düzelmesini engelleyen ana sebep tezkere çıkartıp tüfek edinmiş herkesin avcı olabilmesi, meskun mahal harici aşağı yukarı istediği her yerde avlanabilmesi ve hazine arazilerinde avcılığın serbest olabilmesidir. nitekim tarihinde hiç lordu leydisi şatosu derebeyi ve bunlara ait hektarlarca arazinin olmamış olması yüzünden kendi insanına hazine arazisini yasak edecek tarihi bir nedeni veya altyapısı da yoktur. batının hırsızlık temelli poaching’i ile türk hukuk sisteminin hayvanları koruma temelli yasak avcılığı bu yüzden aynı etkiyi hiç yaratamamıştır. lazım değil diye köpeğini öldüren köylülerin olduğu ve bunun diğer köylülerce normal addedildiği bir ülkede hayvanları korumayı falan açıklamak zor iştir.

    yani neymiş pek de kaale almadığımız, çağ dışı bulduğumuz aristokrasi hayvanı daha iyi koruyabiliyormuş. tımar sistemini yerli aristokrasiye döndürmeyen osmanlı’ya o konuda ben de çok dargınım.

  • eskiden, internetin duz olduguna inanilan zamanlarda kullanicilarin a$malari durumunda bo$luga (/dev/null) du$ecekleri inanilan nokta..

    zaman (ve tabi teknoloji) ilerledikce, internetin aslinda yuvarlak oldugu ve sonunun olamayacagi inanci hakim geldi. bu sefer de, internetin bir okuzun boynuzlari uzerinde durdugu saniliyordu..

    bu okuzun bill gates oldugu cok sonradan anla$ildi.

  • şunun şurasında son 5 yıldır türeyen filtre kahve aristokratlarının beğenmediği tiptir.

    "ayy frenç pıres olmadan içemiyorum şekerim"
    " starbaks filtre kahve 5 lira bik bik"
    " frenç press bok gibi! gerçek kahve espresso'dur"

    bir bitin aq yeter artık. nesquik içiyorum en güzeli o.

    edit: "5 yıldır türeyen" diye kast ettiğim filtre kahve değil, yukarıda örnek verdiğim tipler.