ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
yaran facebook durum güncellemeleri
-
halk tv yürüyen 10 kişi görse canlı yayına bağlıyor. halı sahadan eve dönmeye korkuyoruz amk.
apple'ın üreteceği kürdan
-
16 ve 32 dişi karıştırabilecek seçeneklerle gelmektedir.
sezen aksu
-
gezi için şarkı yapmış, ali ismail'den de bahsetmiş. bu saatten sonra gözümün önünde toma taşlasa ne fayda, benim için sıfır bir insan. sıfırın altında diyemem, o da bir değer.
bari o çocuğu kullanma be sezen.
6 yaşındaki çocuğunu kuran kursuna gönderen millet
-
ailem beni göndermişti. iyi ki de göndermişler. şimdi az buçuk dinin ne olduğunu öğrendikte taraklarda bezimiz kalmadı. yaa allah korusun öğrenemeseydik şimdi bilmediğim dinin vecibelerini yerine getirmeye çalışıyordum. verilmiş sadakam varmış amk.
500t
-
anadolu yakası'nın ücra bir otobüs durağında saniyelerle 500es'i kaçırmış (hâliyle gireceği sınavı da kaçırmış), üzgün üzgün arkasından bakan beni, "atla, ben seni yetiştiririm" diyerek o sırada duraktan yolcu almakta olan otobüsüne almış, öndeki 500es'i cep telefonuyla arayıp bir sonraki durakta biraz beklemesini söylemiş ve harbiden de o kaçırdığım otobüse beni bindirtmeyi başarmış bir 500t şoförüne rastlamıştım yıllar önce. bu olayın üzerine başka hiçbir otobüs macerası beni datmin etmedi beyler. kendimi resmen bir "öndeki aracı takip et" olayının içinde buldum ashgavsd daha ne yapsın lan bu otobüs, hadron mu çarpıştırsın amk.
shutter island
-
"hangisi daha kötü olurdu; bir canavar olarak yaşamak mı, yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?"
her karesi ile hatırlanacak bu filmin unutulmayacak repliği.
shutter island dennis lehane'nin romanından senarist laeta kalogridis tarafından uyarlanmış 2010 yapımı bir martin scorsese filmi.
bu yorum başından sonuna kadar spoiler içerir, bunu baştan söylemiş olayım.
filmin olağanüstü bir matematiği olduğunu, ancak sonuna geldiğinizde başıyla doğru ilişkiler kurabileceğinizi ve sürprizlere açık olmanız gerektiğini de hemen belirteyim.
neden dedektifi deniz tutmuştu, neden "su işte, çok fazla su " diyerek kendini toparlamaya çalışıyordu, neden karşılayanlar ellerinde silahlar, tetikte ve tedirgindiler, neden bahçedeki her hasta dedektife selam verip tanıyormuş gibi gülümsüyordu; o sırada verdiğiniz bütün cevaplar yanlıştı.. hepsini sonunda anlamlandıracaksınız.
hikâye 1954 yılında geçer. bir polis dedektifi (orjinalinde u.s marshal) edward/ "tedy" daniels çok sevdiği eşini vurmuştur. çünkü eşi (michelle williams) 3 çocuğunu öldürmüş, tedy eve geldiğinde gülücükler içinde "bak ne güzeller değil mi, hadi sofraya oturtalım " diyecek kadar hastadır.
vicdan azabı ve suçluluk duygusu öyle korkunç bir noktaya ulaşır ki, dedektifin gerçekle bağı kopar, hayali kişiler ve kimlikler yaratır. mahkeme tarafından tedavi olmak üzere zindan adası'na gönderilir. her tarafı koyu gri sarp kayalık olan bu ada'dan kaçış imkânsızdır. anlaşıldığına göre, zeki olduğundan ve bir kimliğinden diğerine geçiş yaptığından doktorlarla arasında bir kedi fare oyunu yaşanmıştır.
sonunda bir mizansen hazırlanır. dedektifin eşinin profilindeki bir hastanın kaçtığı ihbarı üzerine hastamız, dedektif tedy daniels olarak yanında hiç tanımadığı, o güne kadar birlikte çalışmadığı yardımcısı chuck'la(mark ruffalo) adaya ayak basar.
"disosiyatif durumların en uç ve şiddetli şekli olan çoğul kişilik bozukluğunda kişi, birden çok kimlik veya kişiliğe sahiptir. her kişiliğin bir adı, yaşı, anıları ve kendine özgü davranışları vardır. bu kişilik ya da kimlikler birbirini tanımazlar, birbirlerinden habersizdirler."
bir uzman böyle söylüyor.
psikolojide multiple personality (çoklu kişilik bozukluğu), büyük travmalar sonucunda ortaya çıkan ve zihnin bölünmesi ile sonuçlanan kişilik bozukluğu.
tedy daniels ilk travmasını 2. dünya savaşı sırasında yaşamıştı. sonra evine geldiği bir gün eşine "neden ıslaksın bebeğim?" diye sorduğunda. bu soru ve kadın rüyalarından hiç çıkmayacak, gözünün önünden gitmeyecek.
shutter island'daki ashecliffe hastanesi tehlikeli akıl hastalarına hizmet veren bir kompleks; yetkin doktorlara, donanıma, katı kurallara sahip.
uygun bulunanlara gözden girilen veya beynin açılması suretiyle lobotomi uygulanıyor. "arıza" yapan sinirler çıkarılarak insanın huzurunu bozan anıları yok ediliyor. doktorlara göre hasta rahatlıyor, sakinleşiyor fakat hayalete dönüşüyor. sessiz, sarsak bir hayalet.
soğuk savaş yılları sürerken, ajanların yakalandığında konuşmalarını engellemek için yürütülen bu proje hastaların denek olarak kullanılmasından başka bir amaca hizmet etmiyor.
anıları olmayan dolayısıyla işkence altında bile anlatacak bir şeyi olmayan hayaletler..
yıllar içinde yüzlerce deney, yüzlerce ameliyat..
acı veren anıları unutmak insanoğlunun en büyük arzularından.. fakat bedeli bu. aslında travmaların bedeli..
nazi artığı alman doktor "travma sözcüğü yunanca yara demek, almanca rüya.." demişti..
dedektifle tıbbi ekip arasında oldukça gerilimli birkaç gün geçer. fırtına, rüzgar, yağmurun oluşturduğu karanlık distopik bir atmosferde dedektif, birbirine karışan hayaller, gerçekler, rüyalar ve özellikle ölmüş sevdiklerinin hayali ile oldukça zor anlar geçirir. ekip tarafından kafası karıştırılmak suretiyle sürekli sınanır.
sonunda doktor cawley(ben kingsley) tüm itirazlarına rağmen onu tıbbi sicili ile yüzleştirir. kendisi bir süredir dedektif değildir, adaya birlikte geldiği yardımcısı, yardımcısı değil, 2 yıldır ondan sorumlu olan doktordur. adaya geldiği andan itibaren tüm çalışanların içinde olduğu bir tiyatro oynanmıştır.
kişiliklerinin, eşine uygun bulduğu kişiliklerin, isimlerinin çözümlenmesi yapılmıştır.
2 yıl boyunca kendisine düzenli ilaç tedavisi uygulanmış, tam düzeldi sanırken başa dönülmüştür. öyle der, doktor müdür cawley..
bu son şansıdır. yoksa lobotomi uygulanacaktır.
çözülür tedy daniels, mesele kendini affedemiyor oluşudur. dediğine göre, eşinin hastalığını görmezden gelmiş, tedavisini yaptırmamıştır. bu yüzden eşinin de çocuklarının da katili odur.
tedy yaşadıklarıyla ve yüzleştikleriyle yaşayamayacağını anlar, yardımcısına/doktoruna girişteki cümleyi söyler ve son derece aklı başında olarak ama hasta taklidi yaparak kendi sonuna doğru, hayalete dönüşmek üzere direnmeden yürür.
kendisine verdiği hem ceza hem ödüldür bu..
shutter island sıradan bir gerilim filminin çok ötesinde, insan psikolojisinin gizemli dehlizlerinde yolculuktur.
akıl hastalıklarının ardındaki insanın dayanma gücünü aşan travmatik deneyimlere; 2. dünya savaşı'na katılan askerlerden başlayarak, abd'nin özellikle vietnam, ırak, afganistan savaşlarından sonra yüksek sesle dile getirilen tssb ve ayrıca bipolar bozukluk, alkolizm, mp gibi muhtelif hastalıklara hatta uygulanmış tedavi yöntemlerine bir projektör tutar.
shutter island efsane oyunculukları, hüznü, ürkütücü atmosferi ile seyredeni etkisi altına alan ve kolay unutmayacak bir film.
her karaktere uygun olmayan bir fiziğe sahip leonardo di caprio'nun bu çok zor rolün üstesinden yüzünün akıyla çıktığını söylemek gerek.
mark ruffalo, ben kingsley, michelle williams, emily mortimer, patricia clarkson ve küçük yan rollerdekiler bile çok başarılı oyunculuk çıkarmışlar.
çekimleri peddock adası, whittenton kayalıkları, wilson dağı gibi gerçek mekânlarda yapılan filmin izleyici üzerinde yarattığı o ürpertici etkiyi mekân seçimindeki başarı kadar görüntü yönetmeni robert richardson'a borçluyuz.
fakat krzysztof penderecki'nin no. 3: passacaglia – allegro moderato'su olmasa ne richardson ne de mekân o sinir bozucu etkiyi yaratmakta bu kadar başarılı olabilirdi.
filmin "hoş geldiniz!" diyen soundtrack'i nasıl bir film izleyeceğinizin işareti..
birbirinden güzel tüm müzikleri, passacaglia dahil, scorsese'nin uzun süredir çalıştığı robbie robertson tarafından seçildi.
anladığım kadarıyla, shutter island eleştirmenler tarafından beğenilmedi. fakat izleyenler tarafından çok beğenildi. scorsese'nin en çok gişe hasılatı yapan bu 2. filmi, martin scorsese ve leonardo di caprio'nun ödül almayan tek işbirliği olarak sinema tarihine geçti.
ahmet hakan
-
müfredat aynı ise niye askeri lise var dedi.
imam hatipte sanırım öğretmemişler sana. hayatının şokuna hazır ol
fen liseleri ile anadolu lisesi müfredatı da aynı :(
eşin eski sevgilisini işten çıkarmak
-
(bkz: dilemma)
ama ablacım, seninki dilemma olmamış. kadının sevgilisini elinden al, işinden de kov...
bence yetmez git köpeğini falan da öldür, annesine babasına korona bulaştır.
bir iki "level" daha atlarsın böylece.
aynı ortamda olmak istemiyorsan sen defolur gidersin.
köpekler gibi kıskandığını itiraf edemeyen, duygusal olarak dengesiz bir yazar serzenişi.
biz osmanlının değil yoksul köylülerin torunuyuz
-
tam hali şu şekilde:
biz osmanlı torunu değiliz, osmanlı'nın sömürdüğü yoksul köylülerin torunuyuz.
altına imzamı atarım.
bu milletteki saray sevdası anlaşılan genetik bir hastalık.
mühendis ile teknisyen arasındaki ince çizgi
-
mühendis birçok şeyi bilmediğini düşünürken teknisyen her şeyi bildiğini sanır.
edit: yazım yanlışı
internette hastalık arama sendromu
-
genelde kanser teşhisi konmakla sonuçlanır. lakin bende hep tutuyor.
ılk defa araştırma yaptığımda 16 yaşındaydım, kendime varikosel teşhisi koydum ve ürolojiye gidip "bende varikosel var." dedim. bi böburlenme aşaması, "biz boşuna mı bunun okulunu okuyoz" tribini yiyip muayeneye geçtik. sonuç: 1 ay sonra varikosel ameliyatı için masaya yattım.
sonrası uyku apnesi tanısıydı. gittim ve bende uyku apnesi olduğunu ama neyden kaynaklı olduğunu bilmediğimi söyledim. burnumda et çıktı, ilaç verdi. apne için de uyku bozukluğu merkezine git dedi ama hala gitmedim. gidersem orada apne teşhisi konacak adım gibi eminim.
en son da spor sonrası çarpıntı problemi nedeniyle 3 ay önce kardiyolojiye gidip internet araştırmalarımdan aldigim güvenle "bende mitral kapak prolapsusu var." diye dikildim kardiyologun karşısına. ekoya gönderdi, hakikaten de 1. derece mvp çıktı.
birkaç seneye youtube'dan ameliyat videoları izleyip evde kendimi ameliyat etmeye başlayacağım kısmetse.
ikinci yeni seven kızla evlenen adam
-
durumum var çok şükür, üşenmedim okudum. lakin bir sorum olacaktı,
(bkz: sen ne anlatıyorsun lan değişik)
başlığı açıp kaçanın..