hesabın var mı? giriş yap

  • - yazarım sana…

    + yazma! o zaman bekliyor insan. ee buraya çok az insan geliyor, çok insan gidiyor. kalan da bekliyor, ama bazen çok uzun bekliyor. yani hani mesela zannediyorsun ki; bir yoldan birisi gelecek, boş uzun bir yol… devamlı ona bakıyorsun. sonra kimse gelmiyor. yazma boşver…

    (bkz: vizontele tuuba)

  • ulan yine kimi tahrik ettin de dayak yedin acaba. şiddete karşı olsak da, insanın içi bir huzur kaplamıyor değil.

  • köpektaparlar kötü insanlardır.

    bütün insanlardan hatta kendilerinden bile nefret eden, aslında köpekleri hastalıklı egolarını tatmin etmek için kullanan kötü kalpli kişilerdir.

  • 5000 lira para alıp mekanın reklamını yaptığı şeklinde, gördüğüm en adi iftiraya maruz kalmış insan. programı yapan insanlardan biri olarak şunu söyleyebilirim. değil para almak bazen para verdiğimiz bile oldu.. çekim yaptığımız yerin hesap almama ısrarlarını aşıp hesap ödediğimiz de.. ben dahil vedat milor ve tüm ekip ısmarlanan yemeğe bile mahçup olurken bir kendini bilmezin oturduğu yerden saçmalaması hiç bilmediği halde yorum yapması, iftira atması ekşi sözlüğün alehinde konuşanları ne kadar da haklı çıkarıyor maalesef.

  • lise 2'ydi, galiba bahçede dolanıyordum. gözlüklü bir kız yanıma yanaştı, gergin bi bakar mısın dedi. kızı tanımam etmem. bir şey mi oldu, dedim. meğer bir kız varmış beni seven. dedi ki; bizim sınıfta bir kız var seni seviyor. ama öyle böyle değil. belki sana göre güzel bir kız değil ama inan çok seviyor. senin için gece boyu ağladığına gözümle şahit oldum. annesi 2 yıl önce öldü babası da şehir dışına gidip geliyor iş için, yalnızlıktan olmasa da sevgisizlikten içi kurudu. ben dayanamıyorum onun bu haline. bir hafta olsun onun sevgilisi ol ne olur. dünya gözüyle onun mutlu olduğunu göreyim. kendisi sana gelemez, e sen zaten ona gitmezsin. ben yapmak istedim, sana söylemek istedim. eğer istemezsen anlarım ama yaparsan bir insanı gerçekten ve tam manasıyla mutlu etmiş olacaksın.

    kim olsa şok olurdu. ben de oldum. önce inanmadım. kıza arkadaşının ismini ve sınıfını sordum. biraz araştırdım kendi çapımda. sessiz sakin içine kapanık bir tipti. çok düşündüm bir insana yalan söylemek onun mutluluğu için bile olsa doğru mu diye. sonra onun mutluluğunun daha önemli olduğuna karar verdim. ve bir sabah sınıfının bulunduğu koridorda dalgın dalgın yürürken çarptım ona. kafasını kaldırıp karşısında beni gördüğünde yüzünün ifadesi öyle bir değişti ki beni sevdiğine o an inandım. özür dilerim görmedim, dedim ve gülümseyerek sınıfıma indim. daha sonra kantinde sırada tam arkasına kaynak yaptım. kantinci abiye seslendim kız beni fark etsin diye, sesimi duyar duymaz arkasını döndü. yüzünde yine aynı ifade vardı. sevgi ve hayranlık yüklü nemli gözleriyle bana bakıyordu. onun bakışları içimi delip geçmiş ve üzmüştü beni. yanlış mı yapıyordum? kalbim hayır diyorsa da mantığım evet diye haykırıyordu! fakat ok yaydan çıkmıştı artık. bana gelip durumu anlatan kız arkadaş sınıfıma uğradı, sen ona çarptın ya hala onun etkisinde belki yüz kere anlattı daha şimdiden onu çok mutlu ettin dedi. beraber plan yaptık. okul çıkışı onlar bir kafeye gidecekler, tesadüf bu ya ben de aynı kafede olacaktım. sonra selamlaşacaktık ve ben masalarına oturacaktım. sonra ne olacaktı bilmiyordum.

    planımız işledi. harfi harfine hem de. bir tiyatro oyuncusu gibi sahneler planladım ve onları hayata geçirdim...tanıştık konuştuk. inanılmaz bir mutluluk ve şaşkınlıkla, ne yapacağını şaşırmış bir halde bana bakıyordu konuşurken. güldürdüm onu birkaç kere, utandırdım. muhabbet öyle koyulaştı ki saat geçmiş fark etmedik. onu evine bırakabileceğimi söyledim. evet demedi ama hayır da demedi. kızardı, utandı, ne diyeceğini bilemedi. diğer arkadaş bizden ayrıldıktan sonra beraber yarım saat yürüdük. ben konuştum o dinledi. o zaten az konuşan ve sustuklarını içinde yaşayan bir kızdı. vedalaşırken yanağına bir buse kondurdum. utanarak ve hızla eve girdi.

    o gece yatağımda dönüp durdum. acaba şimdi ne yapıyor dedim. mutlu mu? neler düşünüyor? içi kıpır kıpır mı? sırıtıyor mu sebepsiz yere? ne yapıyor şu an...

    tabi o dönem cep telefonumuz olmadığı için haberleşme imkanı sınırlıydı. nasıl olduğunu görmek için ertesini günü beklemek zorundaydım. bu şekilde tam on gün beraberce gezdik konuştuk tanıdık birbirimizi.

    artık ona sevgili olalım diyecektim. sonra fark ettim ki ben de heyecanlıyım. elim ayağıma dolanıyor. oyun yaparken gerçekten etkilenmiştim ondan. evet görece güzel değildi ama muhteşem bir kalbi vardı. okul bahçesinde karşılaştık. beni öptü yanaklarımdan ve yürümeye başladık. sonra duvarın orada durup susuştuk. lafa nasıl gireceğimi bilemedim. sonra gözlerine baktım ve onunla sevgili olmak istediğimi söyledim. gözlerinden yaşlar döküldü. sustu tek kelime etmedi. sonra hızla uzaklaştı yanımdan. öylece kalakaldım.

    onu o gün bir daha görmedim. ertesi gün de görmedim. arkadaşı beni buldu ve o hafta okula gelemeyeceğini söyledi. çok telaşlanmış ve korkmuştum. sebebini sorduğumda da biraz rahatsız olduğunu söyledi. ama öyle değildi biliyordum. gidip ziyaret edelim dedim, bence iyi bir fikir değil şu an dedi. üzüntüden çökmüş bir halde sınıfa döndüm. ne derse kendimi verebiliyordum ne de neşeli o halimden eser kalmıştı. her teneffüste arkadaşlarım başıma toplanıyor "neyin var, bir şey mi oldu, gergin kesin bir şey oldu ben hiç seni böyle görmedim" gibi şeyler söylüyorlardı. evet bir şey olmuştu ama ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. neyi yanlış yapmıştım bilmiyordum...

    tam altı gün boyunca ondan haber almadım. ne yüzünü gördüm ne sesini duydum ne de evine gidip sormaya cesaret edebildim. içim içimi kemirdi günlerce. kötü bir şeye sebep olmaktan ölesiye korkuyordum. hani bir kere görsem, iyi olduğunu bilsem, bir iki kelam etsek karşılıklı o zaman dinecekti içimdeki sebepsiz fırtına. sonraki haftanın pazartesi günü istiklal marşı için sıraya girerken gözlerim hep onu aradı. yine yoktu. hayatımda kendimi hiç bu kadar kötü hissettiğimi hatırlamıyorum. sınıflara dağıldıktan sonra ben onun sınıfına gittim ders başlamadan önce. arkadaşını buldum. allah rızası için bana güzel bir şey söyle dedim, iyi mi o? neden gelmiyor?

    omzuma bir el dokundu ben onunla konuşurken. arkamı döndüğümde tam karşımda duruyordu. yüzüne utangaç bir hüzün çökmüş, gözleri yine nemlenmiş, gülümsemesindeki coşku yerini dudak kenarlarına gizlenen bir umutsuzluğa bırakmıştı. birkaç saniye konuşmadan bakıştık. "nasılsın" dedim sesim titreyerek. iyi olduğunu söyledi. kısa cümleler kuruyordu. öğle arasında buluşmak üzere sözleştik ve ben sınıfıma döndüm. izafiyet teorisi işte tam da o sıralarda kendini hissettirdi. öğleden önce 45'er dakikadan 4 ders vardı. bir de 10'ar dakikalık teneffüsler. allahım bu zaman ne menem bir şeydi neden geçmiyordu. dakikaları bıraktım saniyeleri saydım. karnıma ağrılar girdi, kalp atışlarım en yüksek seviyedeydi, parmak uçlarım uyuştu, avuçlarım karıncalandı, yanaklarım al al oldu. sanki 3 buçuk saat değil de bir o kadar yıl geçti aradan. öğle tatili zili çalınca sınıftan ışık hızında çıktım. her zaman konuştuğumuz duvarın önünde onu beklemeye başladım, heyecandan buz gibi olmuş uyuşuk avuçlarımı birbirine sürttüm. yüzümü ellerimin arasına alıp yanaklarımdaki ateşi söndürmeye çalıştım.

    uzaktan geldiğini gördüm ve toparlandım. yarım saat sonrasını çıldırasıya merak ediyordum. ne olacaktı, nasıl bir konuşma geçecekti aramızda? samimi bir şekilde elini sıktım ve yanaklarından öptüm onu. neler olduğunu sordum, neden okula gelmediğini, neden bu kadar üzgün göründüğünü, neden sevgilim olur musun dediğimde cevap vermediğini...

    - sen harika bir insansın. ama ben senin sevgilin olamam. ne yapmaya çalıştığını biliyorum, neden çırpındığını biliyorum. ama yapamam. senin sevgilin olup bir süre sonra benden ayrılacağını bilerek yaşayamam. seni sevmek, uzaktan da olsa yetiyor bana. sırf ben seni seviyorum diye beni mutlu etme çabanı takdir etsem de yapamam. ben böyle mutluyum, sensizliği bile seviyorum inan. beni çok mutlu ettin biliyor musun, hayatım boyunca unutamayacağım şeyler yaşattın. ama burada kalalım. senin önce sevgilin ayrılınca da arkadaşın olamam. ben senin bir şeyin olmadan da mutluyum.

    gözlerimde biriken yaşları tutmakta çok zorlandım. boğazım düğümlendi tek kelime edemedim. şimdi ben ona "ama ben de seni seviyorum, artık gerçekten seviyorum, bir kor oldun göğsümde" desem inanmazdı. çünkü bir yalanla başlamıştı her şey. kendime kızdım, hem de çok kızdım.

    üzüntüm tarif edilemeyecek boyutlardaydı. sarıldım ona, kafasını göğsüme yaslayıp ağladı, beni de ağlattı. bir süre öylece bekledik. o an ölmek istedim. kahır denen şey gelip çöreklendi içime. öğle tatilin bittiğini haber veren zil yankılandı bahçede. ağlamaktan kızarmış gözleriyle bana bakıp son kez elime dokundu ve uzaklaştı.

    uzunca bir süre birbirimizi görmedik. korkumdan bahçeye bile çıkmıyordum görürüm de elim ayağıma dolaşır diye. aylarca düşündüm, üzüldüm, ara sıra gözlerim doldu. bana tarifi imkansız bir duyguyu yaşatmıştı o süre boyunca. hayatıma değer katmış, kalbimde iz bırakmıştı. sene sonunda tiyatro gösterimizde arka sıralarda otururken görmüştüm onu sahneden. kalbim delicesine çarpmıştı. kendini ne kadar gizlemeye çalışmışsa da başaramamış, sandalyeye gömülmüşse de nemli gözlerinin parıltısı onu ele vermişti. oyun sonrası usulca kapıdan çıkıp giderken gördüm. bu onu son görüşüm oldu. arkadaşıyla görüştüğümde babasının işi sebebiyle bir başka ile taşındıklarını öğrendim. uzaklarda bir yerlerde hala beni seviyor, hala kendini sevdiriyordu.

    şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. bir kere daha görmeyi, o güzel gözlerine bakmayı, kocaman yüreğine dokunmayı isterdim. belki buraları okursa diye yazıyorum; seni gerçekten sevdim...

  • x,y ve z kartezyen koordinat sistemindeki yer değişiminin büyüklüğündeki farka göre iki farklı gözlemci için zaman iki farklı hızlarda akar.

    yani diyelim ki mahmut ve hüso iki farklı kişi olsun ve hüso bir uzay gemisine binip mahmut'un sabit durduğu bir referans sisteminde ışık hızının %90'ı hızda mahmut'tan uzaklaşıyor olsun. bu durumda eğer mahmut'un ve hüso'nun eline iki farklı kronometre verirsek ve aynı anda bu kronometreleri başlatırlarsa, hüso'nun kronometresi ile mahmut'un kronometresi farklı değerler gösterirler. diğer bir deyişle mahmut'un zamanı ile hüso'nun zamanı birbirinden farklı olur. bunun sebebi ışık hızının %90'ı hızda giden hüso'nun ingilizce time dilation olarak bilinen zaman genişlemesi durumunu tecrübe etmesidir. pisagor teoreminden yola çıkarak mahmut'un zamanındaki değişimi matematiksel olarak ifade edebiliriz.

    peki nasıl?

    ve ayrıca pisagor teoreminin bu durumla ne ilgisi var?

    öncelikle zamanın kişiden kişiye değişiklik göstermesinin sebebi ışık hızının tüm perspektiflerden aynı olması, yani sabit olmasıdır. bu maxwell denklemleri ve özel görelilikle ilgili bir durumdur ve bunun açıklaması da başka bir yazının konusudur. bu durumun sebebi daha sonra açıklayacak olmakla birlikte, durumun kendisinin ne olduğunu açıklamak gerekiyor. şimdilik aşağıdaki örneği kabul edip ilerleyelim.

    ışık hızı sabittir demek, ışığa nasıl bir perspektiften bakarsanız bakın ışığın sizden aynı hızda uzaklaşıyor olduğunu gözlemlersiniz demektir.

    newton fiziğine göre düşündüğümüzde bir cismi gözlemlediğimizde hızını bizim durumumuza göre algılarız. yani diyelim ki biz bir arabanın içindeyiz ve saatte 100 kilometre hızla ilerliyoruz. sol şeritte saatte 110 kilometre hızla ilerleyen bir arabaya bizim gözümüzden bakarsak, o araba sanki saatte 10 kilometre hızla belirli bir doğrultuda bizden uzaklaşıyormuş gibi algılarız.

    işte bu durum ışık hızı için geçerli değildir.

    yani biz belirli bir referans noktasına göre istersek saatte 100 kilometre hızla ilerleyelim, istersek saatte 100000km hızla ilerleyelim, bizden uzaklaşan bir ışık demetinin bizden uzaklaşma hızını hesaplarsak ışık hızı sabitini buluruz.

    yani kısaca biz ne hızda ilerlersek ilerleyelim, ışık bizden aynı hızda uzaklaşır ve bu uzaklaşma değerine de ışık hızı sabiti denir.

    ışık hızı sabiti -> görsel

    bu bilgiyi kullanarak time dilation olarak bilinen zaman genişlemesini ve iki farklı gözlemci için iki farklı zaman akışı olduğunu görebiliriz. peki nasıl mı?

    öncelikle bir düşünce deneyi tasarlamamız gerekiyor. bu düşünce deneyi benim olmamakla birlikte, özel görelilik derslerinde öğrencilere zaman genişlemesini anlatmak için çok sık kullanılan bir deneydir.

    deneyde mahmut ve hüso isminde iki farklı gözlemcimiz var. mahmut kare şeklinde sabit duran bir gezegen üzerinde dururken, hüso ise ok şeklinde çok yüksek hızlarda ilerleyen bir uzay gemisinin içinde olacak.

    iki farklı kişi de kendi bakış açılarına göre bir aynadan sekip geri dönen bir ışık demetini inceleyecekler.

    şu şekilde -> görsel

    şekilde gördüğünüz gibi, iki kişi de ışık hızı sabitinden dolayı aynadan sekip dönen ışığın aynı hızda aynadan sekip döndüğünü görür. ikisinin de aynalarının arasındaki mesafe aynı olduğundan aynalar arası mesafeye l mesafesi diyelim.

    mahmut da, hüso da kendi aynalarına bakıp ışığı gözlemlediklerinde de ışığın aynı zaman diliminde 2l mesafeyi kat ettiğini görür. yani ikisi de kendilerince ışığın iki ayna arasındaki gidiş gelişine t zaman der.

    şimdi olaya farklı bir açıdan bakmamız gerekecek. olaya yeni bakış açımız mahmut'un durduğu yerden hüso'nun hızla ilerlemekte olan uzay gemisindeki aynaları gözlemlediği bakış açısı olacak.

    mahmut hüso'ya baktığında, hüso'nun gemisi mahmut'a göre sürekli olarak belirli bir doğrultuda ilerlediğinden, mahmut hüso'nun aynalarını farklı zaman dilimlerinde farklı yerlerde görecektir.

    mahmut'a göre hüso'nun aynası -> görsel

    şimdi şöyle düşünelim.

    mahmut'un bakış açısından kendi yanında duran aynalardaki ışık 2l mesafe kat ederken, hüso'nun gemisinin içindeki ışık 2lm mesafe kat ediyor.

    pisagor teoreminden dolayı 2lm mesafesinin 2l mesafesinden daha fazla olduğunu biliyoruz. bu durumda iki seçenek var. genius dizisini izleyenler hatırlayacaklardır, einstein bir sahnede arkadaşı michele besso'ya "ya newton haklı ya maxwell haklı, ikisi de aynı anda haklı olamaz!" tarzı bir cümle kuruyordu ve arkadaşı da ona cevap olarak "newton ile maxwell kapışırsa maxwell iki kaşının arasından vurulur" benzeri bir cevap veriyordu. işte bu kapışma aşağıdaki iki seçeneğin kapışması.

    1. seçenek : zaman sabittir ve ışık hüso'nun gemisinde mahmut'un durduğu yerde olduğundan daha hızlı hareket eder, böylelikle hüso'nun ışığı daha uzun bir mesafeyi mahmut'un ışığı ile aynı sürede kat edebilir.

    2. seçenek: ışık hızı sabittir ve zaman hüso'nun gemisinde mahmut'un durduğu yere göre farklı bir biçimde akar, böylelikle hüso'nun mesafesini kat edebilmesi için ışığın hızını değiştirmemiz gerekmez.

    doğru olan 2. seçenektir. hüso'nun gemisinde akan zaman, mahmut'un zamanından farklıdır. çünkü ışık hızı sabittir.

    time dilation, yani zaman genişlemesi dediğimiz şey de hüso'nun zamanı ile mahmut'un zamanı arasındaki farktır.

    bir miktar matematik bilen herkes tarafından zaman genişlemesi oranı cebir yaparak bulunabilir ancak şu an bunun üzerine yazmaya fazla vaktim olmadığından belki bir ara matematiksel işlemlerle zaman genişlemesi oranının nasıl bulunduğunu zaman genişlemesi başlığı altında gösteririm.

    yine de benim mağara devri yazılarıma bakmak yerine oldukça iyi görselleştirilmiş halini görmek isteyenler için time dilation linki

  • ortaokulda dersaneye giderken annenin harclik verip "bunu harcaman icin vermiyorum, yaninda bulunsun" demesi. ogle arasinda tum herkes hamburger tost karnini doyururken benim cebimdeki parayla yutkuna yutkuna onlari izlemem.