hesabın var mı? giriş yap

  • bu adam kendi kardeşi de dahil olmak üzere amaçlarına ulaşmasında her yolu mübah görerek yüzlercesini öldürtmüştür. babası ve kız kardeşi lucrezia borgia ile birlikte jodorowsky ve manara'nın yazıp çizdikleri borgia serisinde de cesare'nin zalimlikleri bolca anlatılmıştır. en sadık askerlerini bir göreve yollayıp katliam yaptırdıktan sonra iş bu suçu üstlenmeye gelince aynı sadık askerlerini iki parçaya ayırmaktan çekinmeyen biridir cesare borgia. babasını tanımaz derler ya, tam olarak bu ifade kendisi için yaratılmıştır. babası öldükten sonra papalık kavgasında ünvanlarını koruyabilmek için öncelikle yeni papa ii. julius'la anlaşmış, ancak machiavelli'nin tanımıyla ''ne yapacağı asla belli olmayan'' papa'nın kendisine vaat ettiği ünvanları yerine kendisini hapse attırmasıyla her şeyini kaybetmiştir.

    machiavelli, borgia'nın bu affedilmez hatasını '' başkasının sözüne kendi sözünden daha fazla güvenen kişi kaybeder'' şeklinde prens'de ifade eder. machiavelli, kendisinin yaptıklarını onaylamaz, ancak ''iktidarı'' elde etmenin, ancak cesare borgia'nın yaptıklarıyla mümkün olabileceğini kabul eder. böylece 500 sene boyunca machiavelli işte bu adamın kanlı mirasıyla suçlanır durur enfes bir yanlış anlaşılmayla. machiavelli sanki kandan ve iki yüzlülükten zevk alıyormuşcasına prens'de yazdıklarından dolayı yüz yıllar boyu suçlanır. oysa ki kendisi cesare borgia'nın yanında sağ kalabilmekten başka bir şey düşünmemiştir. aynı machiavelli, borgia sürülünce başa gelen medici'lerin insafına kalınca iş dilenmek zorunda kalmıştır.

    cesare 31 yaşında gövdesinde 25 delikle ölmek üzereyken floransa medici ailesinin eline geçer. roma, babası alexander'dan daha zalim papaların eline geçer. cesare, machiavelli'nin ''örnek lider'' olarak göstermesine rağmen, kıçını kurtaramaz. ancak cesare borgia gibi liderler hiç eksik olmaz. üstelik de çok sevilirler saygı görürler. anıt mezarlarda uyur cesetleri hepsinin. ama biz machiavelli'ye iğrenç dedik miydi tertemiziz.

    öldüğü günden günümüze dek, cesare borgia adeta soyundan yüzlercesi gelmişcesine aynen kendisinin yaptıklarını yapanlarla doludur. bu insanlar da iktidarı kimseciklere kaptırmamışlardır. yaptıkları katliamlarla binlercesini yok etmişlerdir. ancak kendilerinin yazdıklarına ''tarih'' demek, tükürmekten farksızdır. tarih cesare borgia'yı pek yazmaz, ancak muadillerinin ''zaferleriyle'' doludur. cesare borgia ise, çoğunlukla machiavelli gibi kendisine yalaka olan bir uşağının yazdığı kitaplar sayesinde hala anılmakta ve bilinmektedir.

  • çalın. iyi çalamayacaksanız da, virtüoz olamayacaksanız da, küçük yaşta başlamadıysanız da, günün birinde adınız gitarla birlikte anılmayacaksa da çalın. çalmak istiyorsanız, çalın.

    "gitar ayağa düştü hacı." diyenlere takılmayın. neymiş, vay efendim, herkes gitar çalmaya heves ediyormuş. bir toplum düşünün ki her bir ferdi bir enstrümanla az buçuk uğraşmış, bir enstrümandan üç beş ses çıkarmasını biliyor. ne büyük felaket, değil mi?

    güzeldir kardeşim. al gitarını, istersen iki tıngırdat bırak. istersen uğraş, çalış, öğren çalmasını. kimseye borcun yok, virtüoz falan olmak zorunda değilsin. çal gitsin.

  • ankaranın en güzel yerinin dönüş yolu olduğuyla ilgili şaka yapmak. zira bu şakayı yapanların hepsi sanki istanbulda yalıda oturduklarından ankara onlara çok gri ve denizsiz gelir.

  • bir insanın hayatında aynen imparatorluklar gibi kuruluş yükseliş duraklama lale gerileme ve çöküş devirleri yaşanır bu dönemler bazen bi gün bazen seneler sürer bu film çöküş donemine girmiş butun insanların izlemesi gereken bi filmdir. insanı yaşatan ve ottan ayıran sey mücadele duygusudur eğer bu duyguyu unutmuşsanız biraz olsun bu film bu duyguyu size verecektir.

    an itibariyle trt 1'de yayinlanmakta olan film.

  • yaşam koşullarının son derece kötü olduğu, yoksunuk, eziyet ve baskının hüküm sürdüğü bir geleceğin şekillendiği durumdur. ilk olarak john stuart mill tarafından kullanılan bu sözcük, ütopik toplum anlayışının anti-tezi olarak kullanılır.

  • kariyerinde atletico madrid ve bayern münih gibi takımlarda oynamış futbolcuya sosa kim milan kim yahu yazmış adam

    asıl soru ulan sen kimsin amk ?

  • umumiyetle gürültü konusunda ihtisas yapmıştır. diyalogların anlaşılmazlığı bu gürültüye ayrı bir boyut, ayrı bir dehşet katar. işte diyelim uyuyorsunuz böyle bir beybi gibi. aniden bir ses...

    alamancı çocuk: "anniiiiiiiiiiiii, annniiiiiiiiiii............. das izt manşıtın du zayniyn.... anniiii...... annnii diyom ya...annniiii..."

    alamancı anne: "ne diyon?"

    alamancı çocuk: "münşenden aldığım beyaz reyboklarımla havluyu at..."

    allah allah... kardeşim bana ne, neyi nereden aldın, kaça aldın... zaten konuşmadan anladığım tek şey "anniii", "reybok", "münşen" (anne, reebok, münih).

    bir de bu ailenin çocukları genelde kuzenleriyle falan geldikleri için grup halinde gezerler. havuzda türlü atraksiyonlar yaparlar. türk bayrağı kolyeli dev bir oğlan kuzeni olan kızı boğmaya çalışır, kendinden küçükleri kolundan tutup havuza atar, çivileme dalar vs vs. bu arada diyalog da "ya serkan... bak yapma diyom ha... şundiwın zu bi..." bilmem ne şeklindedir. su sıçratırlar hep.

    hepsi böyle değildir mutlaka ama ne bileyim bana denk gelen hep böylesi olmuştur. sırf böyle insanlar yüzünden ismail yk gibi bir dünya starına karşı bile mesafeliyim bugün.

    (bkz: yoksa ben zurna mıyım he)

  • yeni bir eve çıkıyoruz birlikte, iş çok yoğun ne gidip alışveriş yapacak vakit var ne de para harcamak mantıklı kiraya çıkılacak ev için.. eşyalı bir ev tutuyoruz bu yüzden. ikimiz varız zaten, küçük bir evimiz var artık bir de ve bir salonumuz ve yatak odamız..yatak odasında tek kişilik bir yatak var. ben geceden geceye geliyorum eve, keza o da öyle. bok gibi bir sektörde çalışıyoruz, birbirimizi göremiyoruz, oraya buraya yapıştırdığımız notlarla hasret gidermeye çalışıyoruz bir yandan, gidip bir yatak bile alamıyoruz.. hem vakit yok, hem harcama öncelikleri başka.. yazın ortası. kendi kendine yapışıyor insan sıcaktan, duş alıyorsun banyodan çıkmadan kuruyorsun.. ve bizim tek kişilik bir yatağımız var. gidip bir yatak bile alamıyoruz.. hem vakit yok, hem harcama öncelikleri başka, hem de aklımıza bile gelmiyor gidip büyük bir yatak almak. sığıyoruz küçücük yatağa.. ben zaten küçük bir kadınım ama o yapılı bir adam.. sere serpe yatsa kolu bacağı sarkıyor yataktan.. ama birlikte olunca, yazın tam ortasında.. sığıyoruz küçücük yatağa. küçük gelmiyor ki, aklımıza gelmiyor ki büyük bir yatak almak, sıcak bile olmuyor birlikte yatınca.. üçümüz sığıyoruz küçücük yatağa. ben, o , aşk bir de.. kocaman oluyor o yatak birlikte olunca, öyle ferah, öyle evim ki..

    zaman geçiyor aradan, uzun zaman.. hala aynı koşturmaca.. günlerden bir gün.. bir alışveriş merkezindeyiz, yatak arıyoruz. çift kişilik yatak!! sığmıyoruz çünkü artık tek kişilik yatağa. küçük geliyor, hava desen zaten sıcak. ben küçük bir kadınım ama kocaman bir adam; sağa sola bile dönemiyor rahat rahat. sığamıyoruz artık çoğumuz.. önceden üçümüzdük ama şimdi kaç olduk kimbilir. o, ben, aşk, kırgınlık, mutsuzluk, mesafe.. en çok yeri mesafe kaplıyor işte.. o olmasa tek kişilik yatağa sığardık aslında biz. sıcak bile olmazdı belki bu kadar, küçük bir yatak daha da yakınlaştırırdı belki bizi.. ama yatak büyüdükçe mesafe de büyüyor, yatak büyüdükçe kırgınlık arada bir yere yatar oluyor, yatak büyüdükçe ben küçülüyorum, yatak büyüyor.. aşk ölüyor..