ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
şota arveladze
-
lig tv muhabiri: genellikle ligde bu haftalarda 3 büyükler ilk 3 sırada olurdu. bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
şota arveladze: benim zamanımda 4 büyük vardı, ne zaman 3 oldu?
koli bandı
-
modern dünyada günlük hayatımızın kahramanıdır koli bandı. elinize geçirdiğiniz bir koli bandı ile fiksleyeceğiniz sorunların sayısı saymakla bitmez. bunlara bilahare değineceğiz. ama ilkin bu basit ama mucizevi buluşun hikayesine bakalım ve bu hikayeyi onu ilk olarak üreten şirket olan johnson & johnson'dan alıntılıyalım.
bu ikonik bant, 1943 yılında illinois'li bir anne olan vesta stoudt adında bir hanım tarafından icat edildi. abd donanması'nda görev yapan iki oğlu olan bayan stoudt, illinois yakınlarındaki green river mühimmat fabrikasında çalışıyordu. bayan vesta, mühimmat fabrikasında paketlenen kutuların bir kusuru olduğunu gördü. kutular, kağıt bantla mühürlenmişlerdi ve onları açmak için bir sekme vardı. işçiler daha sonra su geçirmez hale getirmek için tüm kutuyu balmumuna batırıyorlardı. ancak kağıt bant çok inceydi ve şeritler genellikle yırtılıyordu, askerler de savaş esnasında ateş altındayken çılgınca mühimmat kutularını açmaya çabalıyorlardı.
bayan vesta stoudt kutulara baktı ve o anda beyninde bir şimşek çaktı. "kutuları kapatmak için neden su geçirmez bir bant yapılmasın ki?" dedi kendi kendine. neticede bu fikir işe yararsa donanmada görev yapan oğulları ve daha nice askerin hayatı kurtulabilir, askerler cephede ateş altındayken balmumuna batırılmış kutuları açmakla cebelleşmek zorunda kalmayabilirlerdi. hemen bu fikrini fabrikadaki amirlerine anlattı ama amirlerinden umduğu desteği ne yazık ki bulamadı.
bayan vesta stoudt su geçirmez bandı üretme fikrinden vazgeçmedi ve çareyi 10 şubat 1943'te amerika birleşik devletleri başkanı franklin d. roosevelt'e sorunu ve çözümünü şemalarla birlikte özetleyen bir mektup yazmakta buldu. başkan roosevelt o kadar etkilenmişti ki, mektubunu savaş üretim kurulu'na iletti, ardından da bayan stoudt projesinin onaylandığına dair bir mektup aldı. son olarak da ürün bir johnson & johnson iştirakı olan industrial tape corporation isimli şirket tarafından üretildi.
koli bandına ingizce'de duct tape dendiği gibi duck tape de deniyor. yani ördek bandı. niçin böyle dendiğine dair kesin bir çıkarım yapamasak da belirli bir fikre sahibiz. ördek bandı 1943'den önce de önce biliniyordu, ancak yapışkan özelliği yoktu. 1899 yılına kadar giysilerde dekoratif süs olarak kullanılan düz pamuklu ördek bezi olarak biliniyordu. aynı pamuklu ördek bezi veya ördek bandı, 1900'lerin başında çelik kabloları veya elektrik iletkenlerini sarmak için kullanıldı. genel inanış, ordu tarafından kullanılan bu yeni ürünün ördek bezi ile desteklendiği ve bir ördek gibi su geçirmez olduğu yönündedir. kısa süre sonra askerler tarafından silah tamirinden araç tamirine kadar neredeyse her şey için kullanıldı.
koli bandı öyle pratik birşey ki, sadece bir koliyi kapatıp güvenli bir şekilde paketlemenin dışında onunla envai çeşit şey yapılabilir.
parmağınıza batan bir kıymığı çıkarabilirsiniz.
önemli bir eşyanızı saklayabilirsiniz.
ev eşyalarınızı tamir edebilirsiniz.
haşerat temizliği de mümkün.
kıyafetlerinizin etek boyuna ayar verebilirsiniz.
kıyafetlerdeki tüylenmeyi koli bandı kullanımı ile temizleyebilirsiniz.
hayatınızı bir yerden bir yere taşıyabilirsiniz.
tamir parasını denkleştirene kadar, kaza yapmış aracınızı kullanılır hale getirebilirsiniz.
su geçirmez bir süper kahraman olan koli bandı adam haline de gelebilirsiniz.
johnson & johnson, kilmerhouse.com - roosevelt mektubu, businessinsider.com, onegoodthingbyjillee.com
ezel
-
bana ve ev arkadaşıma asla bir ezel olamayacağımızı, asla insan bile olamayacağımızı öğreten dizi. biraz izledik bu akşam, bir sahnede ezel abi scrabble taşlarını araklayıp gizlice bir şeyler yazıyor, sonra bir açıyor ki kızın adını yazmış oraya, "bahar". ev arkadaşım diyor ki, "vayy bee adama bak, biz olsak ne yazardık?", sonra ikimiz de aynı anda cevaplıyoruz, "vercen mi?". işte bir yanda ezel, bir yanda türk genci. bi de kızıyoruz kadınlara dizi izliyorlar diye, ben de kadın olsam bizi izlemez, dizi izlerdim anasını satayım, haklılar.
beyaz futbol
-
ahmet çakar: bir kadın basketbol izleyicisi çıksa ben ponpon erkek istiyorum derse napıcaz, turabi'yi mi koyucaz?
gurbetçi akp'li kızın tarihi ayarı
-
ilk önce ünlü düşünür tuğçe kazaz zannettim. sonra baktım o değil. müridlerinden biri. madem bu kadar seviyorsun gel burda yaşa. bunlara neden oy kullandırılıyor onuda anlamıyorum. sen elin memleketindesin ve türkiyedeki seçimlere katılıyorsun. dahası burada yaşamadığı gibi burayıda bilmiyor. 13 yıldır neyi kısıtlamışlar diyor. müslüman olmayana dinsiz diyor. afedersin ama senin tespitini sikim.
boş boş konuşan aklınca ayar veren gurbetçi troll.
belçim bilgin
-
müthiş kıskandığım kadın.
bunca yıllık hayatımda tek bir gün -bırakın desteği- yardım, torpil göremedim. hatunun kocası kıymet bilir bir adam vesselam. burnunu yaptırdı, efendim bkm'nin filminde oynattı, dizide başrole yerleştirdi, mehmet günsür'le, kıvanç tatlıtuğ'la, nejat işler'le oynattı, yetmedi monica belluci'yle aynı havayı soluttu.
herkese böyle güzel huylu bir koca ve belçim bilgin şansı diliyorum daha da konuşmam.
tübitak'ın 50 bin kitabı toplatıp imha etmesi
-
tübitak başkanı prof. dr. a. arif ergin'in yeniçağ gazetesi yazarı arslan bulut'a gönderdiği mektupla ortaya çıkan skandal: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/…atti-36357yy.htm
mektuba göre tübitak, kendi yayınlarından bugüne kadar çıkan bütün kitapları 2014'ten beri geçmişe dönük "kültürel uygunluk ve yerlilik testi"nden geçiriyor ve buna göre kitapları imha etmeye karar veriyormuş. bunun sonucu olarak sadece 2015 yılında 50.000'den fazla kitap imha edilmek üzere toplatılmış!
evet, tübitak kitaplarının bazıları gerçekten sorunlu. konuyu gündeme getiren arslan bulut, tübitak yayınlarından çıkan ve çocuklara siyonizm aşıladığı belirtilen gökkuşağının tüm renkleri adlı çocuk kitabına itiraz etmişti: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/…-var-36211yy.htm zira tübitak gibi aklın ve bilimin ışığını yayması gereken bir kurumun, çocuklara herhangi bir dine ait değerleri aşılaması kesinlikle kabul edilemez. ama bunlar bahane edilerek, başka kitaplar da toplatılıyor ve yok ediliyor demek ki. çünkü 2011 yılında yayımlanmış bir çocuk kitabının piyasada 50.000 baskısının kalacağını sanmıyorum.
bu mektup sayesinde, tübitak yayınlarınca senelerce yayımlanan tüfek, mikrop ve çelik, kör saatçi, gen bencildir, modern insanın kökeni gibi kitapları şimdi neden bulamadığımız ortaya çıktı.
bundan sonra "kültürel uygunluk ve yerlilik" adına piyasadan evrimci bütün kitapları toplatıp namaz hocası falan yayımlasınlar artık.
evde sümüklü böcek beslemek
-
şaşırılmaması gereken hayvan sevgisidir.
biz de ülkece mecliste sülük besliyoruz, ne var yani. hatta yakında atatürk orman çiftliğinde bildiğin kuduz köpek besleyeceğiz!!!
sümüklü böcek demişler ama bu bildiğin insan!
yurt dışında yaşanan dumur olaylar
-
edit: yazdığınız onlarca mesaj için teşekkür ederim. artık benim için önemli değil, o zamanlar mı güzeldi yoksa biz mi güzeldik bilmiyorum. ama şu an için çok önemli gelmiyor. sadece farklı bir anı gibi... arkadaş ortamında anlattığımda dinleyen bile çıkmıyor ama burada okuyup o anları benimle tekrar yaşayan herkese sonsuz teşekkürler.
...
senesini, hatırlamak istemeyeceğim kadar eski zamanlardayız. çünkü gencim o zamanlar.
mesela facebook tüm dünyada kullanılan ve kabul edilen tek sosyal medya adresi. youtuberlar yok henüz, google sonuçları böyle değil ve annem hala hayatta.
norveçteyim. şimdi norveçe gitmek kolay mıdır bilmiyorum ama biz giriş yapabilmek için inanılmaz zorlanıyoruz. kuzey ışıklarını görmeyi çok istesek de hem ekonomik hem de bazı başka sebeplerden ötürü göremiyoruz.
bende kuzeydeki rastgele şehirlerde çektiğim fotoğraflarımı atıyorum facebooka bir de arada internette bulduğum kuzey ışığı fotoğraflarını atıyorum. gidemesem de gitmişim gibi yapıyorum.
fotograflarımın altında amca oğlumun yorumu da var. üni de kıs kan dım yazan arkadaşlarda yazıyor. havam binbeşyüz!
şehrini tam hatırlamasam da hala norveçteyiz...
bir gün yola beraber çıktığım arkadaşımın annesinin durumunun ağırlaştığının haberini alıyoruz. o zamanlar çok paramız olmasa da yine de kendimizi idare edecek kadar paramız var. arkadaş bu acı haberle türkiye'ye dönmek istiyor.
cüzdanımda kalan paranın büyük bir kısmını arkadaşa uçak bileti alsın diye veriyorum. arkadaşın facebooktan tanıştığı kızın evinde tek başıma kalıyorum ve söz verdiğim çıkış tarihine 48 saatten az kalıyor.
o akşam ev sahibemden laptopunu istiyorum. facebookta üniversiteden bir arkadaş norveç'te misin? norveçteysen bana telefon numaranı yaz diye bir mesajını görüyorum. üstelik on dakika önce gönderilmiş! telefon numarası yazıyorum ve yirmi dakika sonra arıyor arkadaş. başta konuşamıyoruz sonra ben onu arıyorum öyle daha rahat iletişim kuruyoruz.
hoşbeşten sonra osla'ya uzak mısın? diye soruyor. birkaç saatlik mesafedeyim diyorum.
patronum avrupa'yı geziyordu. en son oslo'da kayak yaparken ayağını kırmış. ona şoförlük yapar mısın? diyor.
yapmaz mıyım? hostel bulmaya çalışmadan para denkleştirmeye çalışmadan birkaç şehir görmek hiç fena olmaz diyorum ama içimden.
arkadaş diyor ki, patronum konaklama ve yemek ücretini karşılayacak ve bu süre içerisinde sana iki bin dolar para verecek diyor.
patron dediği kişiyi şu an ara ara televizyonda görüyorum ama ismini söyleyemem. neyse bu patronun görmek istediği on şehir kalmış. kayak yaparken ayağını kırınca tüm planı yerle bir olmuş. ayağını kırmış dediği de basit bir çatlak gibi görünüyor ama uzunca süre ayağını aşağıda tutamıyor adam. yolculuğun kalan kısmında birkaç saatlik yolu on saatte yürüyerek beni sinir krizine sokmayı başarıyor.
adamla oslo'da buluşuyorum. büyük bir arazi aracı ile yolculuğumuza başlıyoruz. oslo'dan kuzey batıya doğru yolculuğa başlıyoruz. ilk durağımız borgund stave kilisesi oluyor. burada patronun çok samimi bir arkadaşının evinde geceyi geçiriyoruz.
muhteşem bir gece geçiriyoruz. ışık muhteşem insanlar harika ve yemeklerde öyle. ertesi sabah daha batıya devam ediyoruz. sapsarı ağaçların arasında muhteşem bir tabiat parkında kitap okumak istediğini söylüyor patron. tam bir paket sigara içiyorum. 12 saat boyunca aralıksız kitap okuyor.
akşam borgund'a geri dönüyoruz. patron yine kitap okumaya başlıyor. sabaha kadar kitap okuduğu için öğlene kadar onun uyanmasını bekliyorum.
bu sefer kuzey doğuya doğru yolculuk başlıyor. inanılmaz tünellerden geçiyoruz. tünellerden sonra aralıklarla ef sa ne göl - göletlerin önünde buluyoruz kendimizi patron "dur burda" diyor. çoğunlukla elindeki navigasyon aletine bakıyor. dağ tepe tırmanıyoruz. kimsenin olmadığı sanki zamanın mekandan soyutlanıp çıktığı bir hiçliğin ortasında buluveriyoruz kendimizi.
fazlasıyla kendini tamamlamış bireyin yancısı rolünde olsam da patronu çok iyi anlıyorum. gittiğimiz yerler alelade gidilecek yerler değil gibi geliyor. sigara yakıyorum.
benimle çok çok az konuşuyor. ikinci günün sonunda bana cüzdanını emanet ediyor. istediğim gibi alışveriş yapabiliyorum. fazladan bir kuruşunu bile ceplemiyorum. sadece daha kaliteli sigara alıyorum. bu arada norveçte sigara bulmakta kolay değil. neyse bu sonranın konusu.
öyle tüneller var ki norveç'te insan bazen kendini sorguluyor. 27 kilometre boyunca devam ediyorsun. daha kuzeye çıkıyoruz.
bu sefer gitmeden telefon etmemiz gerekiyor. muhteşem bir şelalenin önünde bir adam çok eski (antika) bir araçla bizi bekliyor. patronla çok samimi konuşuyor. ilk kez onun kahkaha attığını görüyorum.
torstein'deyiz. hayatımda ilk kez varlığımı sorguluyorum. sigara yakıyorum. derin bir nefes çekiyorum. hava o kadar soğuk ve zaman o kadar yok ki. korkuyorum.
sonra tyin gölüne ve tyinkrysset köyüne varıyoruz. tamamı ahşaptan yapılma basit bir otelde iki gün kalıyoruz. patron artık yakında vedalaşacağımızın sinyalini vermeye başlıyor.
biraz daha yolculuğumuz sürüyor. adını hatırladığım hatırlayamadığım pek çok noktada durup kendimizi dinliyoruz. geçen onca sürenin ardından gerçekten kötü damak tadı ve tek düze yemekler yüzünden sürekli olarak yüzümü buruşturuyorum.
birkaç gün sonra utladalen vadisine varıyoruz. bembeyaz ağaçlar yeşil bir gökyüzü ve acayip tonlarda bir ırmak karşılıyor bizi doğa sanki burada renklerin kontrastını açmış gibi biraz. bu sürede patron iskandinav mitolojisinden bilgiler veriyor bana dinliyor gibi yapıyorum ama sallamıyorum fazla.
ayrılma vakti geliyor. patron bana söz verdiği paranın neredeyse 5 katını bir zarf içinde veriyor. zarfın içine kartını da koyuyor. istanbul'a gelirsen mutlaka ara beni diyor.
utladalen kamp alanı ile oslo arasını tek başına gitmem gerekiyor. çünkü patron burada bir süre kalacağını söylüyor. beni postalıyor yani.
oslo'ya yaklaşık 400 kilometrelik bir yol var. istersem yolda konaklayabileceğim birkaç noktanın bulunduğu bir not kağıdı da veriyor. aracı aldığım markete teslim ediyorum. patron market sahibine bana sigara hediye etmesini rica etmiş. sigaramı alıyorum.
artık kuzey ışıklarına doğru özgürce yolculuk yapmanın vakti geliyor. sonradan gitsem de fotoğraf çekmiyorum. facebook'a atmıyorum.
kedilerin gariplikleri
-
kirli sepetinden cikarabildiği şeyleri* * * taa arka odadan salona getirip, "bak senin için avlandım" tavrıyla ayağımın dibine bırakması.
sweatshirt gibi büyük parçaları da 1-2 metre kadar zorla sürükleyip, yorulunca ağlama benzeri tuhaf bir miyavlamayla beni ayağına çağırması. yanına gidene kadar avaz avaz miyavlaması.
kör olduğu için, ağzına aldığı parçanın büyüklüğünü kestiremeyip, yatak örtüsü, pike gibi kocaman şeyleri de taşımaya yeltenmesi. ki bu girişim, ancak yataktan yere inebilmekle sonlanıyor haliyle. olsun, o yine de ağzında pikenin ucunu bırakmadan beni çağırıyor. gidiyorum, bana sunduğu avını alıp, başını okşuyorum, gururlanıyoruz ailecek.