hesabın var mı? giriş yap

  • hiç inandırıcı olmayan kaza.
    ulan kapı açılıp düştüyse 2 km sonra farkına varmazsın, hemen anlarsın, yani geri zekalı olsan anlarsın.
    araç renault kangoo model sanki. çocugun ordan düşmedi için kapının komple açılması lazım. ses çıkar, rüzgar gelir "aaaa kapı açıkmış" dersin, 2 km gitmezsin.

  • osmanlı devleti'nde binek arabalara binme hakkı tanzimat'a kadar yalnızca padişah, sadrazam, şeyhülislam ve kazaskerlere verilmiş bir haktı. bu dönemden sonra seçkin kimseler de istanbul'da arabaya binme hakkına sahip olmuşlardır.
    tabii bunlar at arabası ve kaza vs. çok nadir oluyor, olsa da ölümle sonuçlanmıyordu.

    ancak daha sonra otomobiller gelmeye başlayınca doğal olarak trafik kuralları da icat edilmiş, 1913'te alınan kararla şehir içinde otomobillerin saatte 10 km'den hızlı gitmeleri yasaklanmıştır.
    şehir dışında da azamî hız 30 km'dir.

    istanbul'da hatta osmanlı topraklarında otomobil ile gerçekleşen ilk trafik kazası ise 28 mart 1910 tarihinde beşiktaş'ta gerçekleşmiştir. kayıtlara göre otomobil, bir yayaya çarpmış, yaya yaralı olarak bu kazadan kurtulmuştur.

    bir rivayete göre de ilk ölümlü kaza 1912 senesinde italyan büyükelçiliği görevlisinin otomobiliyle o sırada şişli camii'ndeki namazdan çıkmış olan idris adlı bir amcaya çarpıp öldürmesiyle sonuçlanan kazadır.

    yine aynı dönemlerde tramvay ve kayıklarla da ulaşım sürmekteydi.

    tramvaylarda en çok görülen kaza çeşidi de kişilerin hareket hâlindeki tramvaydan düşmeleridir. millet o kadar doluşurmuş ki tramvaylara, sürücünün yanı dahi tıklım tıklım olduğundan ve dahi adamcağıza da sürekli " bunu nasıl sürüyorsun " vs. tarzı sorular sorduklarından dolayı da kazalar olurmuş. bu sebeple de 1917'de sürücünün ( vatman ) yanına bir polis konulması kararı alınmıştır.

    yine minibüsler, kamyonlar vs. de ithal edilmeye başlanmıştır.
    cumhuriyet ilan edildiğinde istanbul'da 849 otomobil ve 189 kamyon bulunmaktadır.

    1900'lü yılların başında bizzat padişah tarafından verilen emirlerle gazetelerde haberler yayımlanmış, trafik kazalarına karşı halkın bilinçlendirilmesi amaçlanmıştır. meselâ takvim-i vekâyi'de, alkollü şekilde araç kullananlara, hızlı gidenlere, arabalardan yayalara laf atanlara vs. çeşitli cezalar verileceğine dair haberler yapılmıştır.

    1920 yılında da bu sefer bir fransızın kullandığı otomobil, hüseyin adında 14 yaşındaki bir çocuğa çarpmış ve ölümüne sebep olmuştur.
    yine aynı sene damat ferit paşa'nın makam arabası agah adındaki bir adama çarpar ve adamcağız hastanede ölür.

    üstelik 1914 yılında çıkarılan kararnamede de çeşitli önlemler alınmaya çalışılmıştır trafik kazalarına karşı.

    meselâ otomobillerin iki yılda bir muayene edilmesi kanunu tâ bu zamana dayanır.
    önünde iki, arkasında bir ışık bulunması zorunludur araçların.
    trafik yolun sağından akacaktır ve saraya ait otomobillerin sollanması yasaktır!
    en az elli metreden duyulacak bir korna bulundurmak zorunludur.

    1913 tarihinde alınan kararla da 20 yaşından küçük olan kişilere ehliyet verilmemesi kararlaştırılır.

    terakki gazetesindeki haberlere göre öğrencilerin okul ulaşımı da problem olmuştur bu yıllarda. okul servisleri tutulmuştur.
    ancak araç sürücülerinin çocukları hiç önemsemedikleri yönünde haber yapılıp bu durum haber yapılır.

    kısaca bu trafik belasına tâ başından beri çare bulamamışız millet olarak.

  • babam öldü.

    bir iki saat oldu , cenazesini yarın alacağız . 7 yıldır alzheimer, son iki yıldır yatalak , son 4 aydır hastanede son bir ayını da yoğun bakımda geçirdi .

    bekliyorduk elbette , son bir haftadır daha yoğun bir şekilde git gide kötüleşen vaziyetteydi. çok zor bir süreçti bizim için , kendisinin içinde yaşadığı şeyleri zaten aklım hafzalam almıyor. kim bilir nasıl bir durumdaydı. tek tesellim artık bilinç olmadığından çok da acı çekmediğini düşünmüş olmam.

    öyle donuk hissediyorum ki , artık acı cekmiyecek diye bir yanım seviniyor bir yanım yıkık . iki dağın arasında kalmış gibiyim. donuk bir şekilde son iki saatimi öyle yere bakarak geçirdim . bu dünyada çok zorluklar çekti bir kısmına ben şahidim , olamadıklarıma da şahit olanlar anlatır. fakirliği çok yaşadı ama hiç bir anında isyan duymadım ağzından. hep çalıştı. hiç boş oturmadı , zaten oturamazdı da. hayat o lüksü hiç tanımadı.

    çok sertti. sert iklimde büyümüş , zor bir karekterdi.ne olursa olsun bizi kimseye muhtaç etmedi. çok gururluydu, hiç düşürmedi ne bizi, ne de kendisini. yeri geldi tarlada çalıştı , yeri geldi bekçilik yaptı , işçi oldu amele oldu. gocunmadı , kıt kanaat da olsa hepimize çok iyi bir hayat sundu. beni sonuna kadar okuttu. yemedi yedirdi giymedi giydirdi. boyle bir fedakarlıga karşı yüklenen borç nasıl ödenir bilmiyorum.
    bence imkansız.
    bu dünyada yok artık kendisi ama geriye bize çok büyük bir miras bıraktı. bıraktığı mirası paha biçilemez şerefli ismi , onurlu bir hayatla taçlanmış bir soyad.

    bu dünyadaki en büyük miras babanızın size bıraktığı şerefli bir isim . bunu da yeni öğrendim. benim için son derece gurur veren bir mirası yere düşürmeden onun ismini sonsuza kadar taşımak , inşallah bunu başarırım.

    bir mart ayında kaybettiğimiz annem gibi seni de bir mart ayında kaybettik. inşallah bu dünyada göremediğin güzelliklerin hepsini öteki tarafta kavuşur ve rahat edersin.

    anneme de sana da allah rahmeti ile şefaat etsin. mekanınız cennet ,yattığınız yer nur olsun. amin

    edit : çok mesaj geldi , bir çok insanın güzel mesajları inanılmaz destek ve güç oldu bana öncelikle hepinize çok çok teşekkür ederim iyiki varsınız. hepsine teker teker dönüş yaptım ama arada atladigim olduysa hakkını helal etsin.
    insanların hiç tanımadığı bir insanin derdiyle dertlenmesi , acisina ortak olması kadar yüce bir duydu heralde yoktur.
    bu yüce gönle sahip insanların varligi yok olmaya doğru giden umutlarımı yeniden tazeledi gerçekten. iyiki varsınız çok teşekkür ederim hepinize.

    eleştirenler de oldu tabiki , hani böyle bir durumda enty mi girilir diye. çok iyi anlıyorum onları da , haklılar da bir yerde . ama babamin hatiratini bir yerelere kazımak , herkese duyurmak , onun varlığının sürmesini istediğim için içimden geçenleri yazdım.
    burda amacım kendime bişey devşirmek degil.
    ne kazanabilriim ki bundan. eksi verdim diyen var , yemin ediyorum bir gram umrumda değil. bir milyon eksi alsın isterse.
    iyi ya da kötü, yine de eleştirenlere de bir gram kızmadım yemin olsun. allah hepinizden razı olsun . hepiniz var olun .

  • rıza kayaalp'i türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak görmediğim için benim de dahil olduğum küme.

    çok açık söylüyorum, gezi direnişine karşı çıkan, ''ama otobüsleri yaktılayyyyy, kabataş'ta türbanlı bacıma işedilerrrr.' diyen herkesi vatan haini ve halk düşmanı olarak görüyorum.

  • eve kola alındığında, kardeşinle eşit bardaklarda eşit miktarda içmeye kasmayı bıraktığın andır.

  • sincapa fısıldayan soliste sahip müzik grubu.

    gruptaki fecilik buradan geliyor olsa gerek. kız düşürcem diye bu kafar detaylı çalışmaya gerek yok lan. öyle marjinalliğin amk.

  • piii reziller dediğim izdiham.
    yalnız nurella da baya ön saflarda ne kadar erken geldiyse. ulan programda ayaklarım sakat diye ayağa kalkmıyorsun, şu hallere bak.

  • new yorklu fotoğrafçı joel meyerowitz 1962 yılında eline fotoğraf makinesini aldığında renkli fotoğraf çekmek sanat camiasında pek makbul görülen bir şey değilmiş. renkli fotoğraf işi dandik magazin gazeteleri ya da evlilik, doğumgünü gibi aile fotoğrafları için uygun görülüyormuş. meyerowitz, garage dergisine 2017'de verdiği röportajda, o zamanları gözlerini devirerek şöyle anlatıyor: "ciddi fotoğraf camiası dünyaya siyah beyaz bir filtreden bakıyordu. renkli fotoğraf ticari ve amatörce görülüyordu. ama umurumda değildi, bunlar renklerdi!"

    1960'lı yıllarda meyerowitz, manhattan sokaklarında her gün yürürmüş. bronx doğumlu fotoğrafçı, günlük rutininde garry winongrand ile buluşup amsterdam avenue'deki ucuz bir restoranda kahvaltısını ettikten sonra, 93. caddeden central park'a, oradan da 5th avenue'ye yürürmüş.

    "5th avenue'de günü geçirirdik. yemeğe giderdik, takılırdık, ve tüm gün sokaklarda avlanırdık ama herhangi bir şey için değil, sadece izlerdik. biriyle beraber olunca daha eğlenceli oluyordu çünkü sohbet de ediyorduk."

    ve 1960'lardaki new york gerçekten de çok renkliymiş. mesela 1963 yılında porto rikoluların bir geçit töreni varmış ve dört kadının tören öncesi sokakta makyaj yaptıklarını görmüş. o günden şöyle bahsediyor: "geçit töreninde neler olduğu umurumda değildi, beni töreni izleyenler ilgilendiriyordu. işte orada bu dört çıtkırıldım kızın törene hazırlanmak için makyaj yaptıklarını gördüm. onların fotoğrafını çekmek kolaydı, ama doğru zamanlamayı bulmak ve onları ürkütmemek ya da kaçırmamak benim için unutulmayacak bir andı." foto

    sanatçının diğer harikulade fotoğraflarından bazıları:
    doberman pincher'ı ile gülümseyen bir siyahi adama tuhaf şekilde bakan bir iş adamı, new york, 1963 => foto
    provincetown, massachusetts'te dairy land adlı ucuz bir yol restoranı, 1976 => foto foto2
    dusk, new jersey, 1978 => foto
    red interior, provincetown, massachusetts, 1977 => foto
    paris, 1967 => foto

    mükemmel görüntüyü almanın bir formülü yok diyor meyerowitz. "bu sezgisel bir şey. fotoğrafçılık iki kere düşünmeyle ilgili bir şey değildir, herşey bir anda olur ve sonra geçer gider. ya önünüze geleni değerlendirirsiniz ya da onu kaybedersiniz. bu bir savaştır. içgüdüleriniz 'oraya git, o kişiye git, hayır bu değil, o' der. kıvılcımı yakalamalısınız."

    ground zero'da, yani dünya ticaret merkezi ve çevresinde, 11 eylül saldırılarından sonraki günlerde ve aylarda da bir hayli fotoğraf çekmiş. hatta bina enkazına girebilen tek fotoğrafçıymış. saldırı sonrası 2001 yılında new york'ta "no-photography" politikası uygulanıyormuş ve tabi bu, meyerowitz'in fotoğraf çekme hevesini sadece artırmaya yaramış. "'fotoğraf yok' lafını duyar duymaz, nasıl yani, tarihi yok mu sayacağız? diye düşündüm" diyor ve buna çok sinirlendiğini hatırlıyor. "bu fotoğraflardan bir arşiv yapmam gerektiği çok açıktı, bürokrasiyi bir şekilde atlatmam gerekiyordu. ben bir new yorkluyum ve bunu bir şekilde çözmeliyim diye düşündüm."
    ve öyle de yapmış. bir grup dedektif ile yakın ilişkiler kurmuş ve kendisine üzerinde, 'joel meyerowitz: belediye başkanlığı fotoğrafçısı' yazılı bir nypd rozeti verilmesini sağlamış. "o noktadan sonra, artık atanmış bir fotoğrafçıydım. kimse beni dışarı atamazdı."

    o fotoğraflardan ikisi:
    1
    2

    şu an 81 yaşında olan meyerowitz artık new york'ta yaşamıyormuş. bugünün siyasi ortamını 2001'deki kaosa benzetiyormuş. 2013 yılında şehri terketmiş ve hiç de özlemiyormuş.
    "değerler ayaklar altında. 75 yıl orada yaşadım, bu gerçekten uzun bir süre. oraya gittiğimde stres ve baskının enerjisini hissedebiliyorum, hayatımda bu zehre gerçekten de ihtiyacım yok."
    italya'da tuscany'e taşınmış. ama italyanca öğrenmekte zorlanıyormuş: "80 yaşına geldiğinizde yeni bir dil öğrenmek çok zor. zihnim adeta tamamen dolu bir hard disc gibi."

    sanatçının farklı fotoğraflarını ve röportajını bulabileceğiniz adresler:
    http://www.howardgreenberg.com/…wolf?view=slider#12
    https://garage.vice.com/…yerowitz-color-photography
    https://ritournelleblog.com/…y-exhibition-in-paris/