hesabın var mı? giriş yap

  • başlık: mordor'a da gittik beraber

    1- sorun ortadünyada değildi biz tam yalandık

    2- orkların olmadığı bi yerde savaşmak isterdim

    3- elflerin olmadığı ülkelerde yaşamak isterdim

    5- bana mordora, vize verecek kişi çok çok çok çok
    kıymetlimisi, dağa atacak kişi çok çok çok çok

    6- cigara da içtik beraaabeeer

    7- kafaları daaa yaşadıık

    8- sorun nazgüllerde değildi

    10- biz tam yayandık.... frodoyla ben, buçukluk adamdık

  • instagram'a serumlu fotoğrafını koyan kız'la yakın akrabadır ancak daha geniş kitlelere ulaşmak istediğinden facebook'u seçmiştir.

    genellikle "@bilmemne hospital" diye tag koyar ve fotonun altında genellikle 75 like ve 89 yorumdan oluşan şöyle diyaloglar olur:

    - aa hayatım noldu canım, ciddi bişey yoktur umarım!??
    - çokk geçmiş olsun!
    - kuşum çok geçmiş olsun
    - çok geçmiş olsun canım acil şifalarr
    - geçmiş olsun güzelim, telefondan ulaşamadım neyin var???
    - siz bence nazara geldiniz, çok geçmiş olsun
    - geçmiş olsun
    - çok geçmiş olsun
    - arkadaşım çok geçmiş olsun
    - neyin var çok merak ettik, çok geçmiş olsun
    - allahım acil şifalar versin
    - bi tanem bişey lazım mı atlayıp geleyim hemen? çok geçmiş olsun.

    ve en sonunda..

    - arkadaşlar, hepinize ilginiz için çok teşekkürler. ufak bir bağırsak sıkışması olmuş. biliyorsunuz ben osurmuyorum normalde, serumu yiyince iki üç defa hafifçene bıraktım, şimdi kendime geldim çok iyiyim.

  • maalesef büyük istanbul depremi yaşanmadıkça gerçekleşmeyecek olan göçtür.

    1) türkiye'de yüksek nitelikli bir sermaye sınıfı yoktur. en niteliklileri ancak buzdolabı çamaşır makinesi ya da dandik otomobil montaj hatlarında alt segment araç üretip, çalışanlarına mobbing uygulayarak saçma sapan fazla mesai yaptırmaya çalışan meşhur holdingimize bağlı orta teknoloji şirketlerdir.

    kısacası, beyaz eşya ya da dandik otomobil üreterek gelişecek bir özel sektör ve sermaye sınıfı yapımız yoktur. sermayenin büyümesi ile sermayenin gelişmesi aynı şey değildir. çalışan üzerinde baskı kurarak daha çok buzdolabı üretip satarak daha çok kazanabilirsiniz ama kazandığınız paranın niteliği düşük kalmaya devam eder. bir sermaye sınıfını güçlü yapan şey ürettiği katma değerdir.

    zaten bu sermaye sahibinde de katma değeri yüksek alanlarda iş yapmaya kalkacak ne cesaret ne de vizyon vardır. 100 yıllık cumhuriyet tarihinin üretebildiği sermaye sınıfının vizyonu beyaz eşya ve dandik otomobil üretmekten ibarettir. elektrikli otomobiller çok yaygınlaşırsa belki 15-20 sene sonra da fason elektrikli otomobil üretirler, o da yabancı ortakları eğer izin verirse.

    peki neden nitelikli bir sermaye sınıfı üretilemez ve yıllardır bu durum böyle sürer gider?

    bu oldukça zor bir sorudur. cevabı fatih sultan mehmet'in sadrazamı çandarlı halil paşa'yı idamına kadar gider. temel neden devletin kendi işleyişinin bozulmasına karşı çıkmasıdır. çünkü türkiye'de toplum hiyerarşik-kolektif bir yapıya sahiptir, bu yapı korunmazsa devlet aklı varlığını sürdüremeyeceğini düşünür.

    çünkü devletin açtığı katma değersiz inşaat ihaleleriyle büyüyen (ama tabii ki gelişemeyen) sermaye sınıfının devletin düzenine karşı çıkması bir yana en büyük savunucusu haline gelmesi son derece normaldir. bugün türkiye'de bir girişimci spacex gibi bir şirket açmaya kalksa ve dahi başarılı olup milyarlarca dolar ihracat geliri kazanmaya başlasa en büyük rakibi devlet olurdu. çünkü böylesi bir özel kurumun güçlenmesi bizzat devletin varlığına bir tehdit.

    şimdi birtakım kişiler bazı savunma sanayi girişimlerini örnek verip bu dediğimi çürütmeye çalışacaktır bu nedenle tekrar vurgulayayım. spacex gibi diyorum, baykar makina gibi demiyorum. baykar makina'nın yaptığı işi küçümsediğimden de değil bunu deme nedenim, aksine kendi amacı doğrultusunda çok başarılı çalışan bir firmadır.

    kağıt üzerinde ikisi de özel şirket olabilir ama spacex direkt bir şekilde devlete hizmet etmezken baykar makina ediyor. bunun anlamı şudur: spacex varlığını devlete borçlu değilken baykar makina borçludur. bu da devletin ihtiyaç duyduğu (terörle mücadele için siha gereksinimi) ya da izin verdiği (açılan ihalelerin boyutu) ölçüde başarılı olabileceğini gösterir.

    bu yatırım ortamında zaten çıkamaz ama çıksa bile devlet senede 15-20 milyar dolarlık ihracatı sadece 1-2 milyar dolar ithalat ile başarabilen bir sermaye grubunu ya direkt yok etmeye ya da ele geçirmeye çalışırdı. zaten yatırım ortamı da bu yüzden bozuktur, düzelmesi istenmediği için.

    bunun için devlet yadırganabilir mi derseniz bence yadırganamaz çünkü ülkenin kahir ekseriyeti aynı dili* konuşuyor ama aynı hayatı yaşamıyor. yekpare bir kültür yok. ülke ana aksından yenilikçi/gelenekçi olarak ayrılmış bir durumda. alt kırılımlarda başka başka fraksiyonlar da var. bu yapıyı bir arada tutmak için demokrasi yerine hiyerarşi gereksinimi gerekiyor. o da ülkenin militer tarihi nedeniyle görece kolaydır.

    ortadaki ulus bilinci geçmişte sermaye sınıfını güçlendirebilmiş ülkelerdeki ulus bilinci kadar uniform değil. bu yapıda da demokrasi deneyimi arada darbelerle bölünüyor, tek parti baskıcılığıyla bölünüyor ama ilerliyor.

    kimi siyasetçiler, bazen devletin ta kendisi, ülkedeki ana aksı farklı şekillerde kullanıyor ve bu yapıdan güçlü bir sermaye sınıfının oluşmasına izin verilmiyor. bu aksı ilk keşfeden tabii ki recep tayyip erdoğan değil ama kariyerinde bunu en başarılı kullanan lider olduğu da aşikar.

    kısacası sadrazam çandarlı halil paşa'nın idamından beri devletin kendisine ve müesses nizamına rakip olacak bir nitelikli sermaye sınıfı yaratılması istememesi nedeniyle mevcut sermaye sınıfı yatırımlarının kahir ekseriyetini istanbul ve çevresinden başka yere taşıyamayacak durumdadır.

    çandarlı halil paşa, türksoylu olan ve kıt bilgimle bildiğim kadarıyla ailesinden de gelen bir geçmişi olan biridir. devlete karşı bu kişilerin güçlenmesi osmanlı'nın gücünü sarsacağından dolayı fatih ile beraber artık normal ve merkezi bir devletten ziyade imparatorluk olarak büyüyecek bir devletin böyle rakipleri olmamalıdır. doğru bir benzetim sayılmasa da çandarlı halil paşa zamanının nitelikli sermaye sınıfını temsil ediyor da denebilir.

    onun idamıyla birlikte bildiğim kadarıyla kısa bir köprülüler dönemi dışında yüksek osmanlı bürokrasisi sadece devşirmelerden oluşturuldu. onlar da güç zehirlenmesi yaşayıp ya idam edildiler, ya da saraya damat edilip hanedana eklemlendiler.

    imparatorluk ile merkezi devletlerin sistemleri çok başkadır. cumhuriyet ile bu yapı büyük oranda değişmiştir ama devlet aklı, raison d'etat, dediğiniz şey tarihten gelen bir süreçle akar. 500 yıllık imparatorluk geçmişinin üzerine cumhuriyet inşa edip hadi sermaye sınıfı yaratalım dediğinizde ortaya çamaşır makinası ve/veya fason hafif ticari araç üreten bir sermaye sınıfı çıkıyor, spacex çıkmıyor.

    şu anki devlet aklıyla düşünmeye çalıştığımda vardığım sonuç nitelikli bir sermaye sınıfının üretilmesine imkan tanıyacak yasalar hayata geçirildiğinde müesses nizama rakip olacağından dolayı istenmediğidir. bunca yolsuzluğa da devlet tarafından sıkıntı çıkarılmamasının nedeni budur. hatta ana akstaki gerilimi diri tutacağı için iktidar değişikliklerinde bunların yargılanmasını, ya da bazen ayyuka çıkmasına rağmen cezasız bırakılmasının sağlanmasını bu akıl destekler.

    2) ulaşım: bir malı üretip alıcıya ulaştırırken sarf edilen lojistik masrafının en düşük olacağı konumun seçilmesine dikkat edilir. malın içindeki katma değer arttıkça lojistik maliyetleri ikinci planda kalır. mesela 100 tane hafif ticari araç satacaksanız lojistiğin önemi çok büyük ve maliyeti de yüksektir, ama aynı paraya 1000 tane iphone ya da 5 adet maserati satacaksanız lojistik maliyeti sizin için ikinci planda kalır. katma değeri açıklamak çok kolay olmasa da satılan malın fiyatının kilosuna bölümü olarak ele alınabilir.

    istanbul hem oluşturduğu pazar nedeniyle hem de ulaşım avantajı nedeniyle zaten niteliği düşük mal üretecek firmaların yakınında bulunmak isteyeceği bir bölgedir. yani hem nitelikli sermaye sınıfının düzgün bir niteliği yok, hem de doğası gereği nitelikli olması zor olan sektörlerin istanbul ve çevresi dışında bir alternatifi yok.

    nitelikli sermaye sınıfı olsaydı bu bir sorun olmazdı. mesela avustralya'da bugün bmw marka otomobil satılır ama abd üretimi civata satılmaz. çünkü civatada bir katma değer yoktur, ucuzdur. ucuz olduğu için de abd'den avustralya'ya taşımak pahalı ve anlamsızdır.

    ama bmw sadece almanya'da üretilir, x serisi dışında. prestijli bir markadır, dünya çapındadır. bu nedenle avustralya'da bmw'ye talep vardır. bmw bu örnekte sizin nitelikli sermaye ürününüz oluyor. bu kalite bir ürünü türkiye üretseydi eğer, ister istanbul'da üretsin ister malatya'da üretsin istediği yere satardı. ama fason hafif ticari araç üretecekseniz ucuz işçiliğiniz ve navlun avantajınız olmak zorundadır. bu da istanbul ve belki izmir çevresi dışında bir alternatif bırakmaz.

    ekonominin yapısını verimin artacağı, yani nitelikli sermayenin gelişeceği bir rotaya sokamadığınız ama artan nüfus nedeniyle de büyümek zorunda kaldığınız zaman bölgedeki yığılma artarak devam etmek zorunda kalır.

    yani 20 milyonluk nüfusu beslemek için 1 milyon hafif ticari araç satabilirsiniz ama nüfus 80 milyon olduğunda 1 milyon hafif ticari araç + 1 milyon iphone yerine, 4 milyon hafif ticari araç satmak zorunda kalırsanız, nüfus o bölgede yoğunlaşmak zorunda kalır.

    3) bu durumda geriye devlet kalıyor. yani devlet yatırım bütçesinin çok yüksek bir kısmını anadolu bölgesine ayıracak ki istanbul'un nüfusu azalsın. bu ham bir hayaldir. bunun ise birçok nedeni vardır ama en önemlisi türkiye'de bütün siyasi dengenin ekonomik açıdan istanbul'da dönen rant üzerinden kurulmuş olmasıdır. bu denge siyasetin iç dinamikleri ile değişecek bir durumda değildir. daha doğrusu bunun gerçekleşebilmesi için ağırlıkla kırsal kesimde yaşayan ve bugün 45-50 yaş üzerinde olan kesimin ölmesi gerekir ama beklenen istanbul depreminin takvim olarak bundan daha yakın olduğu fikrindeyim.

    öncelikle rant kelimesinin anlamına odaklanmak lazım. fransızca ve ingilizcede kiralamak anlamına gelen rent kelimesinin fransızca birebir okunuşuyla türkçeye geçmiş bir kelimedir. bu kavram sadece türkiye'ye özgü olmayıp bütün gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeler sınıfına yükselememesinin de nedenidir.

    bir ekonomi kuralı olarak rantı yüksek olan bir yapının katma değeri düşük, para devir hızı yüksektir. zaten bu ikisi birbirini besleyen bir döngüdür. bu nedenle makroekonomik yapının içinde rantı yüksek kısmın büyüklüğünün katma değeri yüksek kısmın büyüklüğüne oranını düşük tutmak gerekir çünkü aksi durum hem sürdürülemezdir hem de enflasyon yaratır. şu anda yaşanan durum ise bu durumun sürdürülemez olduğunun tarafımıza bildirilmesinden ibarettir.

    içerideki katma değer üreten düşük bir kesimin hem sermaye hem de emek tarafından artı değerini devlet eliyle alıp rant odaklarına dağıtarak iktidar olmak mümkündür. ahlaki değildir doğru ama siyasi olarak mantıksız değildir. fakat bu sömürüye ek olarak dışarıdan borçlanarak bu borç ile beraber bir niteliksiz sermaye sınıfı yaratarak iktidar olmak mümkün iktidar kalmak imkansızdır. aslında ahlaki olmayan bir durum da sürdürülemezdir ama ekonomik olarak sürdürülemeyen bir duruma nazaran çok daha uzun süre devam edebilir.

    özetlemek gerekirse, siyasi dengeler neden rant üzerine kurulmuştur derseniz 1 numaralı maddede açıkladığım kısmı yeniden okumanızı önermekten başka yapabileceğim bir şey yok. şu anki iktidar krizi neden yaşanıyor derseniz de abd'nin makroekonomik göstergelerindeki iyileşmeye de bağlayabilirsiniz bu durumu çandarlı halil paşa'nın idamına da.

    bu nedenlerle sermaye dönüşümü yaşanmayacağından dolayı büyük bir istanbul depremi olmadan mevzubahis büyük istanbul göçünün başlayacağına inanmıyorum, ha inanmak istiyorum o ayrı.

    peki deprem gerçekleşirse bu yapı değişir mi?

    değişimden kasıt nitelikli sermaye sınıfına yol açacak bir adımsa bu söz konusu değildir. yani rant yapısı varlığını niteliksiz sermaye sınıfları üzerinden koruyacak ama iktidar olabilmek/kalabilmek için bu rant gruplarının rıza göstereceği ihalelerin boyutu da küçülecektir. rantın boyutunun küçülmesi ne olursa olsun ekonominin geneli için iyi bir şeydir. bu küçülmenin yerini nitelikli sermaye sınıfı alamasa da nitelikli emek sınıfı alacaktır ki bu da türkiye ekonomisinin olası bir depremden sonraki 15-20 yıl boyunca verimliliğini artırır.

    son olarak umarım deprem olmaz ve milyonlarca insanın yaşadığı bu şehirde bir trajedi yaşamayız ve bu dönüşüm süreci kendi mecrasında daha yavaş ama daha hasarsız devam eder ama bütün bilim insanları bu deprem olacak diyorsa umarım olmaz demenin de kime ne faydası var bilmiyorum.

    edit: imla

  • eli ayağı titremiş sinirden yazamamış gurban olduğum akjdshajkfh.

    dur başlığını engelliyim ahahahaha.

    son olarak laikçi ne amk?

  • küba'nın siyasi tarihi hakkında şimdiye kadar yapılmış en ayrıntılı belgesel serisi olabilir.

    bu belgesel sayesinde küba'nın tarihi nasıl şekillendi, amerika'nın küba'da niçin bir askeri üssü var, batista nasıl palazlandı, fidel castro nasıl parladı, küba devrimi nasıl gerçekleşti, che guevara'nın yolu küba'ya nasıl düştü, soğuk savaş yıllarında küba'nın fonksiyonu neydi gibi daha pek çok sorunun cevabı alınabilir. eleştirel ve objektif sayılabilecek bir bakış açısıyla küba tarihinin 500 yılı günümüze kadar kademe kademe anlatılıyor.

    seri 8 bölümden oluşuyor ve her bölüm yaklaşık 1 saat civarında. yani tüm seriyi izlemek için biraz zaman ayırmak gerekiyor.

  • nezahat onbaşı vardı mesela.. annesi öldüğü için 9 yaşından itibaren alay komutanı olan babasının görev aldığı cephelerde yer aldı.. asker yetişti ve bir çok savaşta yer aldı.. neden biliyor musun ? bayrağı ve toprak bütünlüğü için, bağımsızlığını sağlayabilmek için.. kendi ülkende duracaktın, savaşacaktın o zaman.. madem milli marşın senin için bu kadar önemli, savaşacaktın.. iki mermi sesiyle kaçmayacaktın topraklarından.. halide edib adıvar gibi, şerife bacı gibi savaşıp kahraman olarak anılacaktın yüzyıllar sonra bile.. yok öyle iki mermi sesi duyunca topraklarını satmak.. bak biz de milli mücadele veriyoruz ülkeyi size bırakmamak için.. avucunuzu yalarsınız yani.. yakında hepiniz gideceksiniz..

  • anne yüreğini iş başında gösteren, duygulandıran video.
    kadın anlamadığı etmediği bir ortamda, bir durumda bile yavrusunun yanında. kızsa da üzülüyor, teselli etmeye çalışıyor.

    debe editi: hdp barajı geçsin, bırakın ondan sonrasını yalçın akdoğanlar falan düşünsün, siz keyifle yaz tatilinize çıkın!

  • bu film varken oscarı big hero 6'e verenler utansın. tek bir kelimeyle tanımlamak gerekirse naif derim sanırım. küçük saoirse'den yayılıp filmin her anına, her karesine işleyen bir naiflik hem de. mitlerden beslenen şahane hikayesi ve başka türlü olamazdı dedirten görsel tasvirine kadar kendi atmosferine öylesine çekiyor ki film; bitince ne sıkıcı dünyam var diye kalakaldım.
    tomm moore takip ettiğim bir yönetmen değildi ama galiba artık sık sık imdb'de profilini kontrol ettiklerimden biri olacak. muazzam bir iş çıkarmış. bakmaya kıyamayacağınız güzellikte sahneler var resmen. o nasıl şahane stilizasyon. sanat yönetmenliği 10/10!
    ne yapın edin bu filmi izleyin. sonra da sevdiceğinizin elini tutun, ne bileyim burnunuzu yanağına değdirin filan... ruhunuz pamuklara sarılsın.

  • kararını bana ilk söylediğinde, espri yapıyor sandım. böyle espriler yapılır çünkü, babasız büyünen evlerde. "yeter, bıktım kirlinizden, dağınıklığınızdan, bulucam zengin bir koca evlenip gidicem" li çok illallah duydu bu kulaklar. ancak o an ortada ne benim tarafımdan yaratılmış bir dağınıklık vardı, ne de serzeniş cümleleri. yemek yiyorduk, "salatadan da alsana. dünya kadar yapıyorum kalıyor. hadi tabağını sıyır da makarna koyayım" zamanlarıydı takriben. "evleniyorum ben" dedi. "iyi" dedim, "hayırlı olsun". "gerçekten, şaka yapmıyorum". "ben de şaka yapmıyorum" dedim. "hayırlı olsun". ardından tabağımı sıyırdım, odama çekilip, o masada söyleyemediklerimi, başka bir masada yazdım...

    "evlen tabi. hayatı boyunca bizim için en iyiyi düşünen sen, kendin için kötüyü düşünecek değilsin ya. her günü bizim için yaşayan sen, en azından bir günü kendin ve yeniden sevmiş olduğun adam için yaşa. hem güneye yerleşirsiniz belki ? hani hayallerini kurduğun o ev, ekip dikebileceğin bir bahçe vardı ya, sonun da senin olur. aynen çocukluğunun geçtiği o köydeki gibi. şehre gelip acıyla, sancıyla, zorluklar ve ihanetle hiç tanışmadığın günlerde olduğu gibi..."

    tanıştım, iyi adam, hoş adam. en önemlisi saf, temiz, mert adam. onun da var bir hikayesi, senden benden karışık. otuzlu yaşlarında bir beyin ameliyatı geçirip doktorların "çocuğunuz olmayacak" demesiyle sarsılmış. "evlenmem o zaman ben" diye küsmüş insanlara. bir yolcu teknesi alıp, denize sığınmış. babayiğit, cana yakın, delikanlı adam... böyleleri çok kalmadı istanbul'da. kalanlara rastlayınca insan seviniyor. elindeki bezi sağı sola sürerken "bak evlat" diyor; "bunlar teknenin motorları. suyu şuradan çekip soğumalarını sağlıyoruz. normalde yasak ama tuvaleti denize basıyoruz mecbur. gerçi sistemlerimiz arıtıyor kirli suyu...istersen başka bir gün yine gel de açılalım seninle. adaların ardından izlemen lazım istanbul'u." küçük ışıklar halinde öyle masum görünür ki bu şehir, onca suçu, onca yavşağı, onca ağlayış ve haksızlığı sınırlarında nasıl barındırdığına şaşar insan, der gibi dalıyoruz. bir süre sessiz...

    kimisi çıkıyor işte yıllar sonra, öz babandan daha babacan yaklaşıyor. fırsatı olsa öz anan kadar sevecek o derece. benim sevilecek bir yanım kalmamıştır gerçi. annemi en son öpmek istediğimde epey uzanmam gerekmişti, annem tarafından en son öpülmek istendiğimde ise epey eğilmem...

    şimdi merhaba gençliğim. selam, çocukluğumun son dönemleri. gel bakalım, bir türlü kurup yaşayamadığım hayat. yaklaş, bekar evi yalnızlıkları. bir tane bile temiz tişörtün, ütülü gömleğin kalmayışı... hoşçakal, babamın oyundan çıkmasıyla istemeden koluma geçirdiğim kaptanlık pozu bandı. arada uğrarım, gece kaç olursa olsun, dönmem gereken ev..

    ve güle güle anne.
    talih sizi, bir "yazlıkta" kocatsın..