hesabın var mı? giriş yap

  • dünyanın en zor, en tehlikeli ve en pahalı sporudur. ayrıca sporcusu olmanın en zor olduğu spor kategorisindedir. çünkü yalnızca 20 kişi o koltuğa sahip olabilir ve bu 20 kişinin asla seneler boyu f1 koltuğu üstünde yarışacağının garantisi yoktur, kötü performans gösterirlerse koltuğu alttan yetişen yeni pilotlara kaptırma riskleri bulunur, diğer hiç bir spor dalında bu kadar kısıtlı bir kontenjan yoktur.

    yıllarca birçok sporcu yarışırken hayatını kaybetmiştir, her an kaza yapma riski bulunur ve her yarış illaki kaza olur, birçok pilot canını ortaya koyarak yarışır.

    pilotlar yarışırken birçok şeye hakim olmak zorundadır ve bu hakimiyeti 70 tur boyunca kusursuz bir şekilde devam ettirmeleri gerekir. strateji, saldırı, savunma, pilotaj, lastik koruma, en hızlı tur, g kuvveti, yağmur, sıcak, soğuk, radyo, pit stop, drs, ers, overtake, vites, kalkış, frenleme vs. gibi birçok etkeni 300km ve üstü hızla giderken hepsini aynı anda ve 1-2 saat civarında konsantrasyonlarını kaybetmeden sürdürmeleri gerekmektedir. o sırada tuvaletleri gelebilir, burunları kaşınabilir, kask vizörüne herhangi bir cisim yapışabilir hepsinin üstesinden gelmeleri gerekmektedir.

    hiçbir yarışı kaçırma lüksleri yoktur, nba'de veya futbolda olduğu gibi yedek kulübesinde geçirebilecekleri tek bir yarış yoktur, hasta olsalar veya yakınlarını kaybetseler bile dünya şampiyonluğu için o yarışa çıkmak zorundadırlar.

    sadece bunlarla da bitmiyor, yarışanlar bir robot değil veya pit ekibi yapay zeka değil. herkesin bir karakteri olduğu için, duygular, hırslar, stratejiler birbiriyle yarış halinde oluyor. her pilotun karakteri dünya şampiyonu olmayı kaldıracak kadar güçlü olmuyor veya her pit ekibi en sağlam pilota ve araca sahip olsa dahi onu şampiyon yapacak zekaya sahip olamıyor.

    işin arka boyutu da çok büyük öneme sahip. mühendisler, takımı ve pilotu birinci yapabilmek adına en iyi şekilde arka planda çalışıp kusursuz bir araç yapmaya çabalıyorlar. araçlarda hatalar olabiliyor, sezon boyu bu hataları düzeltmek için çalışıyorlar. bu hatalar dünya şampiyonluğunun elden alınmasına sebep olduğu gibi, kusursuz bir mühendis ekibi takımın ve pilotun şampiyon olmasını sağlayabiliyor.
    sponsorluklar ve alınan yatırımlar da takımların hayatta kalabilmesi için önemli bir etkendir. yeterli yatırımı bulamayan takım veya bütçesinin sınırlarına gelen takım şampiyonluk mücadelesinden kopabilir, hatta takımı satma noktasına bile gidilebilir.

    her takımda iki yarışçı bulunur ve bu iki yarışçının mücadelesi de büyük önem taşır. bazen iki yarışçı birbiriyle de rekabet eder, bazense pilotlardan biri ana pilottur ve ikinci pilotun onu diğer pilotlara karşı çok iyi savunması gerekir. şampiyonluk mücadelesinde takım arkadaşının bile önemi çok büyüktür.

    günün sonunda bütün bu unsurları kusursuz şekilde yapan 20 pilot ve takım, bir sene boyunca her yarışta ilk 3 sırada yer almaya çalışarak dünya şampiyonluğuna oynar. tabi ki bunun mümkün olması için de en iyi araç ve en iyi pit ekibi ile uyum içerisinde çalışması gerekir.

    bize niye formula 1'i sevdiğimizi soruyorsunuz veya anlamlandıramıyorsunuz ya, işte tüm bu unsurların bizi aşırı derecede heyecanlandırmasından dolayı.

  • bu cümle spiker ile suriyeli mülteci arasında geçen aşağıdaki diyalog içerisinde kurulmuştur. utanarak izliyorum.

    - neden avrupa'ya gitmek istiyorsunuz? bu dalgalı denize şişme botla girmek bile bile ölüme gitmek demek değil mi?
    + ne yapalım abi, para yok, iş yok, açız.
    - nereden geliyorsunuz?
    + istanbul'dan. istanbul'da herkes çalıştırıyor, kimse para vermiyor, yemek vermiyor abi. günde 14-15 saat çalıştırıyorlar, kullanıyorlar. suda ölmek burada kalmaktan daha iyi abi.

    hani nüfusunun %99'ı müslüman olan türkiyemiz var ya. hah. işte o türkiye'den bahsediyorlar.

  • ben de bu konuda mükkemmmel bir örnekle karşınıza çıkmak isterim. yıllar yılı ne tokalar, çoraplar, çamaşırlar, çakmaklar kaybettim, hiç de şaşırmadım. yalnız itiraf etmeliyim ki buzdolabının sebzeliğinin kaybolması, aziz dostlarım, zihnimi bir soru işareti yağmuruna maruz bırakmıştı. buzdolabının sebzeliği yahu, cidden ilginç.

  • yakın zamanda patron şirketinden büyük bir şirkete geçtim.

    ağırlıklı olarak öss'de derece yapan itü mezunları çalışıyor. tdk'de olmayan bir terimin bitişik veya ayrı yazılması üzerine tartışmalarına tanık oldum.

    önceki şirkette dandik bir üniversiteden mezun ekip liderinden müdürüne bağlaç olan de'yi bırakın soru eki "mi?"yi bitişik yazıyorlardı. e-postalarını okurken inanılmaz öfkeleniyordum. dahası şirket içinde inanılmaz yanlış anlaşılmalar dönüyordu. neyse ki kurtuldum.

    wittgenstein "dilimin sınırları ufkumun sınırlarıdır" sözünün doğruluğunu mevcut şirkette gördüm: mevcut iş arkadaşlarımın dünyayı, işi, işlerini algılamaları oldukça berrak.

    doğduğundan beri öğrendiği, konuştuğu dile hâkim olmayan birisinin entelektüel birikimi sorgulanmaya açıktır.

  • belki de başkası yazmıştır aramaya üşendim. biraz aradım bulamadım. ama böyle bir hadise var. tüm reklam görsellerinde saatleri aşağı yukarı 10'u 10 geçeye ayarlıyorlar. bilemedin 10'u 8 geçe olsun. fakat hiç saat 18:00'i gösteren reklam görmedim. çünkü 10'u 10 geçe olunca simetrik oluyormuş. üstelik gülen surata benziyormuş, bilinçaltında daha pozitif etki yaratıyormuş bakan insanda. ben ilk duyduğumda ha sittirin lan olur mu öyle geyik demiştim. fakat sonra baktım ki durum böyle.

    bak şimdi mesela

    bu

    veya bu

    ya da şu şekil

    eski reklam

    yeni reklam

    bu da kanıtı

    cartier

    niye böyle

    niye her reklam böyle?

    sizin yapacağınız ayarı skim.

    citizen de böyleymiş.

    şopar

    eskiden 8:20'ye ayarlıyorlarmış o da aslında 10'u 10 geçenin yatay eksene göre ters simetriği gibi. fakat orada akrep ve yelkovan aşağıya baktığı için sanki insanı da böyle daha çok demotive eden bir yönü var gibi diye bu standarda geçmişler. saatlerin çoğunun markası tepede olunca, saati 10'u 10 geçeye ayarladığımız zaman markayı çerçeveye almış gibi oluyor o açıdan bu durum zamanla endüstri standardına dönüşmüş. saatler için reklam sektörünün yazılmamış bir kuralı haline gelmiş bir durum.

    1920'li 1930'lu yıllarda saat 8:19 veya 8:20 de kullanılıyor dediler ama üşenmedim baktım, orada da durum pek farklı değil.

  • o gün öğle yemeğinde tas kebap, pilav ve kadayıf vardır.yemekhaneye yemek için gelen nöbetçi astsubay, acemi kısa dönem askerlerin masasına oturur.

    - nabıyonuz gençler afiyet olsun
    - saolun komutanım.
    - bakın ne güzel yemek çıkarıyoz size.bunları dışarda yesen; pilav 2 milyon, tas kebabı en az 4 milyon, kadayıf da 2 milyon.bak dışarda yesen 8-10 milyon para vercen burda bedava
    - iyi de komutanım ben de dışarda 2 milyar maaş alıyodum, burda 35 milyon lira veriyonuz
    -..