hesabın var mı? giriş yap

  • amerikada frat partilerin afislerinde boy gosteren, yolda yururken okuldaki insanlarin birbirine i kiss you demesini saglayan, aa turk musun sorusunun ardindan i invitate you to my house, tonight? ha ne dersin kas goz isaretine maruz kalmama neden olan internet iblisi.

  • asgarî ücret artışı bir gelsin, o zaman göreceğimiz asıl şenliğin fragmanıdır..

    edit: "neden" diye soran arkadaşlar olmuş. buraya yazayım;

    peynir üretiyorsun diyelim. yanında 10 kişi çalışıyor. ocak ayındaki zamla beraber bu adamların maaşına 1000 lira zam gelse, sigortası, vergisi, algısıyla beraber senin cebinden çıkacak para kişi başı 1500 lira olur. 10 kişi için 15 bin lira fazla ödeme yapacaksın. bu maliyeti ister istemez ürünlere yansıtman gerekir.
    aynı durum senin malını taşıyan lojistik firması için de geçerli. daha sonra ürün markete gelecek, markette de aynı şekilde işçiye daha fazla ödeneceği için bu maliyet de yansıyacak..

    yani asgari ücretin artmasının maliyetlere bir yansıması olacak her şekilde.

    edit 2: biraz önce başka bir markete gittim. pınar süt 8,90 falandı. 15-16 lira olması an itibarıyla doğru değil yani.

  • acilen kedilerime onlar tarafından ödüllendirilmek istemediğimi, mamaları karşılıksız verdiğimi anlatmam gerekiyor sayın kediciler. ben kediden anlamam, köpekten anlarım. köpeğe hayır derim mesela, ödüllendirmez. ancak kedi konusunda ne yapacağımı bilmiyorum. hatta ödüllendirildiğimi anlamam bile aylar sürdü bak, o kadar yabancıyım kedi milletine. beynim bir türlü basmıyor.

    şincik, benim 5-6 tane kedim vardı. bu sayı çok diye başta bayağı söylendim. ben bakmam, istemem, vermiyorum mama cart curt diye. sonra bir baktım meğerse 14-15 kedim varmış! aynı renkte olanları ayırt edemeyişimi fırsat bilen üçkağıtçılar sırayla ortaya çıkmak sureti ile beni kandırdılar. zaten hiç doymuyor oluşlarından şüphelenmem lazımdı. yav diyorum kuş kadar mideleri var, 15 kg mamayı anında bitiriyorlar. yine de kötü düşünmedim, yakıyorlardır, koşuyor garibanlar dedim. duygularımla oynadılar. ta ki mama vermeyi unuttuğum güne kadar. ertesi gün mamayı bir döktüm, her yerden kedi yağdı. sağa bakıyorum benim şişko sarı, sola bakıyorum benim şişko sarı. zaten o sarının huyunun hep değişiyor olmasından da şüphelenmeliydim ama işte hep iyi niyetimden hep :( neyse sonuçta sürüsüne bereket kedim var.

    bir gün mutfak penceresinin önünde, bahçede, ölmüş bir fare gördüm. aha dedim, kedilerim eve girmeye çalışan bir fareyi yakalamış. fareye üzüldüm çünkü ben üzülmek için yaratılmıştım ama yine de kedilerin evi koruması hoşuma gitti. ödül olarak verdiğim mama miktarını artırdım. çalışın aslanlarım dedim. sonra yine mutfak penceresinin önüne bir koyun bacağı geldi:( gittikçe bir korku filminin içinde yaşamaya başlar oldum. evi koyun bacaklarından korudukları için de teşekkür edebilirdim ama biraz saçma geldi ne bileyim. zavallı koyun bacağı bana ne yapabilirdi ki? heveslerini kırmamak için bunu yüzlerine vurmadım. olur öyle dedim.

    bu arada kedilerimin mamasını mutfak penceresinden veriyordum. sonra kapının oradan vermeye başladım çünkü mamalar girişte duruyordu ve böylesi daha kolaydı. ayrıca uzun uğraşlar sonucu o ölmüş fare ve koyun bacağını da atmıştım, ardından da ptsd tedavisine başladım, sizlere acıdığım için onları atarken hissettiklerimi yazmıyorum. his derken neyle tutarsan tut bedenleri böyle, tamam anlatmıyorum.

    neyse, sonra kapının oraya başka bir ölmüş fare geldi. bu kez fare kendi geldi ölük ölük. ve tombişti, diğer ölük fare değildi. ertesi gün de aynı kapının önüne tombiş koyun bacağı geldi:( bilmiyorum kayaları birleştirebildiniz mi ama farelerin ve bacakların her seferinde benim mama verdiğim yerden eve girmeye çalışmaları çok mümkün değil gibiydi. kedilerim beni ödüllendiriyordu:( nolur beni kurtarın, sözün özü bu. bahçede çok sevdiğim ve köpeklerimi delirten kirpim var, ödül olarak onu getirirlerse ya? kirpime savunma sanatlarını öğretmek istiyorum çünkü dikenleri sivri ve sert değil. geçen gün büyük köpeğim onu ağzına almış gezdiriyordu kirpime hiçbir şey olmadı. köpeğime de. tabii ki köpeğin kirpiyi aldığını fark etmedik yoksam izin verir miyiz ya neyse işte. eve gitmiycem ben karar aldım şu an. kesin kapının önünde ölük bir şey olacak:(

    ben geldim: kedilerimi göstereceğim. burada soldaki şişko sarı kedim, sağdaki ise şişko sarı kedim. tabii iki gün önce bu kediler böyle değildi. soldaki şişko sarı resmen gitmiş yüzünü gözünü patilerini beyaza boyamış ama neyse, bir şey demiyorum. böyle boyanmış halini dedem de ayırt eder. nasıl boyamış ya, hayret bir vaka. bu da diğer sarı kedim, boyanmamış olan. sabahın köründe çektim fotoları ve otur dedim bekle dedim hiç dinlemediler. insan güceniyor. sonra şu fotoyu gördüm. sağdaki ne:( önce ayakkabım sandım ama öyle tüylü ve yumuşak ayakkabım yok. kedi mi bu, kediyse benim öyle kedim yok:( kirpim desek hiç değil çünkü kirpim toparlak ve tek renk, gri. tilki de olamaz, tilki olsa kedilerimi yerdi. kesin karıncayiyen bu çünkü karıncayiyen hiç görmedim, demek ki gözüm algılamadı sabah sabah. aa karıncayiyenim oldu bahçede, yaşasın be, ismi guido olsun. guido salvadora.

  • türk metal dinleyicisinin duygusal tarafına anathema'dan sonra en çok dokunan isveçli melankoli kralları hakkında, hazır yeni turne açıklanmışken, biraz güzelleme yapalım.

    katatonia, kariyerinde iniş çıkışlarla dolu 28 yılı devirmiş ve bu yolculuğu boyunca da radikal değişiklikler yapmaktan çekinmemiş bir grup. bu radikal değişimlere karşılık değişmeyen bir şey var, grubun müziğinin içerdiği yoğun melankoli. geçen yıllar, bu melankoliyi işleme yaklaşımlarını değiştirse de, şarkılardaki melankoli yoğunluğu hep aynı kaldı ve dinleyicisi için katatonia'yı özel bir konuma taşıdı.

    doksanlı yılların başında, iskandinav topraklarından çıkan bir çok metal grubu gibi katatonia da morbid angel, entombed, autopsy ve paradise lost gibi grupların etkisiyle kuruldu. paradise lost'un 1991 yılında çıkardığı başyapıtı gothic, grubun death ve black metal türlerine olan ilgisini nasıl şekillendireceğine dair ana şablonu sunmuştu. kendilerini blakkheim ve lord seth olarak adlandıran anders nyström ve jonas renkse ikilisi, bu etkileşimler ışığında ilk demoları jhva elohim meth'i yayınladı. demonun yeraltı ortamlarda ses getirmesi, ikilinin yanlarına bir basçı alarak ilk albümleri dance of december souls'u kaydetmelerinin önünü açtı. dönemdaşlarının icra ettiği death metal etkileşimli doom müziğine karşılık, black metal etkisini daha ön planda tutan albüm, atipik şarkı yapıları ve içerdiği karanlık atmosfer ile dikkat çekiyordu.

    grup, kariyerinin başlarında sürekli bir kadro sıkıntısı yaşamıştır. 1995 yılında yayınlanan for funerals to come... kısaçalarından sonra nyström ve renkse ikilisi gruba ara vermişlerdir. renkse bu dönemde diğer bir doom/death metal projesi olan october tide'ı kurmuş, nyström ise diabolical masquerade adındaki tek kişilik black metal projesini hayata geçirmiştir.

    grubu doom metal sahnesinde önemli bir konuma getiren ve günümüzde bir çok doom/death metal grubunun da övgüyle bahsettiği albüm olan brave murder day, 1996 yılında yayınlanmıştır. opeth'den mikael akerfeldt'in vokalleri yaptığı albüm, grubun o dönemlerde yoğun olarak dinlediği kent ve slowdive gruplarından aldıkları müzikal fikirleri doom/death metal tabanında erittiği, tekrarlara dayalı, basit ve hipnotik şarkılarla öne çıkmıştır. doom/death metal tarihi içerisinde büyük önem taşıyan bir albümdür brave murder day. burada albümle ilgili detaylı açıklamaları okuyabilirsiniz. doom/death metal'i yaratan paradise lost, anathema ve my dying bride'ın, tür adına kutsal kitap niteliğinde olan albümlerini*** bile zorlayacak kudrettedir. paradise lost'u tanrı gibi gören üç isveçli genç, ilham kaynakları olan adamlara aşık atmıştır resmen. günümüzde agalloch, disillusion, daylight dies, shining, bilocate, swallow the sun gibi gruplar katatonia'nın adını destursuz anmıyorsa, birinci elden sebebi brave murder day albümüdür. grup, bu albümle birlikte resmen yeni bir müzikal yapı ortaya koymuş, türe imzasını atmıştır.

    brave murder day, grup adına da bir devrin kapanışıdır. hemen ardından yayınlanan ve brave murder day albümüne paralel yapıda şarkılar içeren sounds of decay kısaçalarıyla birlikte grup, doom/death metal tarzına son selamını çakar. brave murder day'den daha ilerisine gidemeyeceklerini mi öngörmüşlerdir artık, bilinmez. 1997 yılı, katatonia'nın doom metal yaptığı son zamanlara şahitlik yapmıştır.

    grup, 1998 yılında discouraged ones albümünü çıkarır ve yaşadıkları radikal tarz değişimi hemen dikkat çeker. grup artık brutal vokal kullanmamaktadır ve müzikteki death metal etkisi kesilip atılmıştır. brave murder day'de işledikleri müzikal yapı temelde devam etse de, artık sert bir müzik yoktur. daha duygusal ve ağır başlı bir müzikal yapı öne çıkmaktadır. grubun yaşadığı tarz değişimi, anathema'nın the silent enigma albümünden eternity albümüne geçişinde yaşadığı değişimle neredeyse aynıdır.

    discouraged ones, çok can yakan bir albümdür. bu satırların yazarını da katatonia ile tanıştıran ilk şarkı, bu albümden çıkma bir şarkıdır. içerdiği basit ama duygu yoğunluğu yüksek şarkılarla, sözleriyle ve jonas renkse'nin bıkkın vokalleriyle, grubun kariyerinde ayrı bir öneme sahiptir.

    discouraged ones ile başlayan ikinci dönem, grubun brave murder day albümünde oluşan müzik yapısının üstüne farklı etkileşimler ve yaklaşımlar koyarak viva emptiness albümüne kadar devam etmiştir. 1999 yılında çıkan tonight's decision ve 2001 yılında çıkan last fair deal gone down albümleri grubun müziğini daha da çeşitlendirdiği ve the cure, siouxsie and the banshees gibi gothic rock gruplarından etkilerle zenginleştirdiği dönemin eserleri olmuşlardır. söz konusu albümler, grubun metal kökenlerini daha çok beğenen dinleyicileri uzaklaştırsa da, yeni kitleler edinmesini de sağlamıştır. last fair deal gone down albümüyle birlikte grubun kadrosu da tarihlerinde ilk defa stabil bir hale gelmiştir ve bu kadro dokuz sene boyunca bozulmayacaktır.

    2003 yılında grup viva emptiness albümünü yayınlar ve kariyerinde üçüncü dönem diyebileceğimiz yeni bir süreç başlar. viva emptiness, yoğun şekilde tool, mudvayne, a perfect circle ve porcupine tree etkileşimleri gösteren ve grubun müziğini alternative metal sularına çektiği albümdür, dolayısıyla grubun önceki işlerine oranla önemli farklılıklar sunmaktadır. viva emptiness'in ardından çıkan her albümle birlikte, katatonia müziğinin basitliği ve kolay dinlenirliği kırılacak ve grup daha progresif sulara yelken açacaktır.

    2006 yılında yayınlanan the great cold distance, viva emptiness ile edilen yeni yaklaşımların olgunlaştığı albümdür ve hem grubun dinleyicileri hem de kritikler tarafından iyi yorumlar alır. ardından 2009 yılında night is the new day, şahsi görüşümce bir nevi sendeleme olsa da, 2012 yılında yayınlanan dead end kings ile birlikte grup alternative metal ve progressive metal arasında konumlandırdığı çizgisini kararlı bir şekilde sürdürmeye devam etmiştir. 2016 yılında yayınlanan son albüm the fall of hearts, grubun progresif etkileri yoğun olarak benimsediği, solo gitarın ve davul partisyonlarının daha etkin kullanıldığı ve müzikal kapsamın akustik ve ambient kısımlarla daha da genişletildiği bir eser olarak öne çıkmış ve eleştirmenlerden övgüler almıştır.

    kariyer gidişatları olumlu yönde olsa da, grup 2009 yılı itibariyle kadro devamlılığı konusunda yine sorunlar yaşamaktadır. bu durum 2018 yılını ara verirerek geçirmelerine sebep olmuştur. 2019 yılının başında, night is the new day albümünün onuncu yılı sebebiyle tekrar sahalara dönen grup, birkaç ay sonra sekizinci kez türkiye topraklarında olacak.

    grubun şarkı sözlerine de ayrı bir paragraf ayırmak gerekir. dance of december souls albümünde, dönemin doom metal edebiyatına uygun olarak, romantik doğa betimlemelerine dayanan şarkı sözleri, brave murder day albümü itibariyle vokalist jonas renkse'nin soyut kelime kullanımlarıyla birlikte resmen çağ atladı. müziklerindeki melankoliye paralel olarak, kişinin içsel hesaplaşmalarını, duygularıve depresyonu konu alan şarkı sözleri de katatonia'nın bu kadar özel bir konuma sahip olmasını desteklemiştir.

    ülkemize ilk olarak last fair deal gone down albümünün turnesi kapsamında 2001 yılında gelen grup, ardından 2004, 2006, 2010, 2013 ve 2015 yıllarında festival kapsamında ya da solo olarak konserler vermiştir. türkiye dinleyicisi için grubun özellikle '98-'06 arası külliyatının önemi büyüktür. şahsi görüşüm, night is the new day sonrası katatonia müziği daha karmaşıklaştığı ve çeşitlendiği için, eşlik edilmesi ve içselleştirmesi biraz daha zorlaşmıştır. bu sebeple, 2020'deki turnenin best of seçkilerinden yapılacak olması, benim gibi grubun eski dinleyicilerini biraz daha farklı şekilde heyecanlandırıyor. acaba brave murder day'den murder dışında bir şey çalarlar mı diye umutlanıyorum ben mesela... :p

    böyle bir grubumuzdur katatonia. dinledikçe hüzüleniyor, hüzünlendikçe seviyoruz.

  • yeni şafak'ın "ortaylı'nın tarihe ve millete bakışı ortaya çıktı. ilber ortaylı millete hakaret etti" şeklinde ortaylı'yı karalamaya çalışırken tarihçinin ters köşe yapması durumu. atatürk'ün zehirlenmesi hakkında yayınladıkları röportaj şayet şizofrenik bir beynin hayal ürünü değilse-ki yeni şafak'tan bahsediyoruz- ortaylı herkesin ağzına sıçarak gerekli cevabı vermiş.

    favori bölümüm:

    --- spoiler ---

    "bunların hepsi mahalle dedikodusu. her şeye bulaşmayın. bunu gazeteler çok yapıyor. kendine göre yeni türkiye kuruyorlar. bok kurarsınız. güldürmesinler adamı. yeni türkiye böyle geri zekalılar olmadan kurulabilir ancak. nereye baksan cahil. bir tane herif var. ( engin ardınç) eski solcu, alkolik, geri zekalı… o da konuşuyor. git başka tarih kitabı oku hayvan. baban seni fransız okuluna yollamış. lisan biliyorum diyorsun git başka dilde oku. herif okul kitabıyla tarih yazıyor geri zekalı."

    --- spoiler ---

    röportajın tamamının yer aldığı sıçmığın linki bu ama tık kazandırmamak için şöyle alalım: http://i.imgur.com/zaxvhww.png

    --------------------------------------------------------

    yanlışlıkla verdikleri bu başarılı gazetecilik örneği için yeni şafak'a teşekkür ediyoruz.

  • bir kere herkes pert; hem psikolojik açıdan hem fizyolojik açından.

    psikolojik çünkü;

    inanılmaz korkunç bir geceydi. film karesinde görebileceğin bir olayı birebir yaşamak çok ağır. ister istemez sürekli geçtiğin bir bölge bir kere. "ya orada olsaydım?" diye, "5 dakika önce oradan geçtim" diye, "dün orada duraktaydım" diye insan kendi kendine konuşuyor. böyle durumlarda biraz bencilleşiyoruz sanırım. ikinci kertede insanın aklına sevdikleri geliyor; "acaba olay bölgesinde tanıdık var mı?" diye telefonlara sarılıyor ve bir cevap arıyor, panik halinde. telefona cevap verilmesi için ölüp ölüp diriliyor. nihayetinde tanıdık kişilerin de iyi olduğu sonucuna varıldığı vakit bir oh çekiyor insan. yine biraz bencilleşiyor. sonradan ortaya çıkan dramları gördükçe ise o oh çekme yerini müthiş bir acıya bırakıyor. tam da oh diyemiyorsun aslında. nereden baksan tutarsız, nereden baksan insanca, nereden baksan açmaz bir durum; bir şaşkınlık hali.

    olayın yaşandığı sırada, kurstan çıkmış * sakarya caddesi'ndeki inn pub&bistro'da arkadaşımla bir iki bir şey içip eve geçeyim modundaydım. planda olmayan, doğaçlama bir şekilde. sohbet sırasında bir anda patlama yaşandı ve yerlerimizden zıpladık, birbirimize bakakaldık. zira şöyle bir durum var: tonton anneanneciğim artık fazlaca yaşandığı için kendi kendine banyodan çıkamıyor. pazar günleri de banyo günü. annemi arayıp biraz gecikeceğimi bildirdim. annem direkt eve gelip anneannemi yıkamamız gerektiğini söylese de, anneannem arkadan "yarın yıkanırım, boş ver otursun" dedi. demese ve diretse olay sırası tam da orada olacaktım. sonra hemen sevdiklerim geldi aklıma. kız arkadaşım işten çıkıp yanımıza gelecekti. otobüsten indiği yer de patlamanın olduğu durağın karşı yakası. kafayı yiyecek gibi oldum. neyse ki işten daha çıkmamıştı. bir oh çektim. hemen diğer sevdiklerini arama ve iyi olduklarını öğrenme faslı ve bitmeyen telefon trafikleri. o sırada güvenpark'tan emek dolmuşuna binmek üzere olan yengemin üzerine patlayan dolmuş camı dışında herkes güvendeydi. yengemin psikolojisini anlatmama gerek yok. yine de derin bir oh çektim bir sıkıntı olmamasına. sonra müthiş bir panik ve eve gitmeye çalışma faslı. bölgeden geçme, akay hastanesi'nin önünde yaşanan dramı görme; olay daha da aydınlandığında yaşanan daha büyük trajediyi görüp o ohların yerini müthiş bir üzüntünün alması. insan yaşadığına bile sevinemiyor. herkes ağlıyor, uyumamışlar ve müthiş tedirginler. gelecek kaygıları daha da arttı. zaten kasvetli olan ankara havası daha bir kasvetli hale geldi.

    fizyolojik çünkü;

    ulaşım açısından kilit bir bölge olan kızılay cortlayınca bütün trafik de cortlamış sayıldı. müthiş bir kaos ortamı. taksi yok, dolmuş yok. ev yakın olsa bile anayolları tercih etmeme ve ara yollardan arkalardan yürüme güdüsü... herkes evlerine yürüdü etti, uykusuz kaldı, ağladı. bütün bu psikolojik sıkıntıların yanına bir de bu eklendi.

    bir de işin göz ardı edemeyeceğimiz ekonomik boyutu var tabii. bölgedeki işyerlerinin vs. camlar pervazlar tuzla buz olmuş durumda. esnaf zaten işsizlikten kan ağlıyordu, bir de üzerine bunlar çıktı. hepsi yedi ayvayı iyiden iyiye. ankara bugün the walking dead setini andırıyordu; ölü, bitik, bomboş, harap bir şehir. kolay kolay da toparlanacak gibi durmuyor. kimse kızılay'a gitmek istemiyor. e hayat devam ediyor, böyle bir kilit noktaya gitmeden yaşanabilecek bir şehir değil ankara. bugün gitme, yarın gitme, öbürsü gün muhakkak geçeceksin. işi gücü olan var, kursa giden var, ihtiyacını karşılamaya giden var, bir yerden bir yere geçmek için geçen var, varoğlu var. olacak şey değil yani de, şimdilik durum bu. evden bile zorunlu olmadıkça çıkmak istemiyor kimse. işin kötü tarafı paranoyaklaştık da. dolmuşla genelkurmay'ın önünden geçiyorsun, "ulan bir şey olur mu?", eski başbakanlığın yanındaki çiçekçilerin ordaki köprüyü kullanıp meşrutiyet'e çıkacaksın, "ulan bomba patlar mı?", kalabalık görüyorsun, "dur lan oradan geçmeyeyim" demeler... böyle yaşanır mı lan? kafayı yedik topluca. nereye varacak bilemiyorum. müthiş bir karamsarlık hali mevcut insanlarda.

    ankaram hiç olmadığı kadar gri, yorgun ve yalnız şu sıralar.

  • paşanın elinde bir baston var ya hani fotografta, hah iste o baston... dedigim fotograf. anladin sen onu.

    başlık başa editi: ulan ne var da yazıp sonra siliyorsunuz afedersin. başlık başıma kalmış. hırtın biri gaziye laf ediyordu işte. caps veren yazarlar olmuş fotoğrafla ilgili, merak edenler baksın.

  • ayar diyince ince gormus, zeka dolu seyler yazmis cem yilmaz sandim ama azarlamis bildigin. hakan hepcan da hayraninim abi modunda takilmis. hic zevkli olmamis, ben tatmin olmadim.

    yalniz o bu degil. ben bu tarz olaylarda en cok 'hakan kim ilk defa duyuyorum.' ya da 'muhtesem hafizama gereksiz bi isim daha kazindi* 'gibisinden seyler yazanlara bayiliyorum.

    adam butun gun ekside turk kizi, rte kotuleyerek omur tuketiyor. gelmis burda 'hanim kim bunlar yaa!!vaktimi caliyorlar' ayagi yapiyor. hahaj astronot sanki pezevenk *

  • sahibi olduğum arabamla uzun yolculuklarımda dinlenmek için yaptığım aktivite.

    200-220 km/h hızla gelen mercedes'ler bmw'ler porsche'lar bir anda 110'a nasıl düşüyor, şaşırıyorum. izlerken bi sandviçimden ısırıyorum bi nesquik çikolatalı sütümden fırt çekiyorum.

    enfes.