hesabın var mı? giriş yap

  • -saçını yeni bir renge boyamış bir kadına, "ay canım yeni saç rengin seni olgun göstermiş derhal değiştir.",

    -saçı kahverengi kadına, "ya sana böyle alev kırmızısı/havuç turuncusu/kömür karası/hardal sarısı/soğan kabuğu/vsvs renk süper gider mutlaka dene!!"

    -kilosuyla barışık bir kadına, "ay bir 5 kilo versen muhteşem olursun.",

    -kilolu kadına "ay valla ben kiloluyum yani 32 bedene giremiyorum artık:( belim de 50 cm olucak biraz daha yersem:'(",

    -uzun birlikteliği olup henüz evlilikle ilgili bir şey yapmayan kadına, "ee düğün ne zaman;)",

    -yeni evlenmiş kadına, "valla iyi cesaret, ne acelen vardı :/, evlilik akıl karı değil valla",

    -ev işi yapan kadına, "ay , hizmetçi değiliz, hayatta yapmam, yapanı da anlamam",

    -ev işi yapmayan kadına, "ya benim elim yatkın, çok iyi yemek yaparım, manyak titizim",

    demeleri, böyle abidik gubidik cümle kurmaları...

  • irticayı her yıl düzenli olarak tsk’nın ensesinden söken ve fetö’nün serpilip gelişmesini ve ahtapot gibi ülkeye el atmasını uzun yıllar durdurmuş/yavaşlatmış mgk’ya islamcılar gelip mürtecilerin atılmasını veto etmeye ve kendi kafalarına uygun generalleri kilit yerlere getirmeye başladıktan sonra bu ülkenin boku çıkmıştı.

    akp onu atmayın bunu atmayın diye geleceğin fetöcülerini tskda zorla tuttukça kısa zaman sonra hepsi ordunun sinir sitemlerine çöreklenmiş ve harp okullarında birkaç yıl içinde standlarda zaman gazetesi sızıntı dergisi falan satılmaya başlanmıştı. yeni mezun subaylar “abi kho kantinde zaman ve sızıntı satılıyor alanların sınavları da hep iyi” dediklerinde şaka yapıyorlar abartıyorlar öyle bir şey olamaz sanıyorduk.

    ama günü geldiğinde yapanların yıllarca bilerek ve istenerek vetoyla tskda tutulması sayesinde bu ülkede bir darbe yaşandı. darbe yüzünden de bu ordu ve ülke sadece bu fethullah peşinde iman etmiş tarikatçı öğrencileri değil kendi öz değerini, askeri kültürünün kalbindeki okulları, liseleri de kaybetti. iki pire için 150 yıllık yorganlar yakıldı. kuleli katarlılara acaba hangi gün peşkeş çekilecek diye gazete okuyasımız gelmiyor. şahsen benim öyle.

    şimdi içlerinde bir miktar fetöcü öğrenci olan o okullar fetö yuvası diye yüzlerce yıllık tarihiyle kültürüyle kapandıysa, liselere baştan temiz öğrenci alabilecekken orduyu uzun vadede islamlaştıracağız diye öz kültürünü nasıl söndürdüyseniz, burada da tarikatları bence bir iki sapık yüzünden söndürebilirsiniz. ortaya çıkardıkları tehdit ve bunlara kapılıp gidenler kuleli öğrencilerinin birkaç yüz bin katı.

    o zaman nasıl gık demediyseniz, buna da demeyiverin.

  • bugün itibarıyla altyapı çalışmalarının hızla başlayacağı güzide ilçemizdir.

    ve ankara’mızın tüm ilçeleri gibi tarihiyle ve insanıyla eşsiz bir yer olan polatlı ilçemize müjdemiz olsun.

    polatlı’mızın senelerdir kangren haline dönüşen acil altyapı yatırımları için yaptığımız kredi talebi belediye meclisi’mizde oybirliği ile kabul edildi.

    polatlılı hemşehrilerimin sağlığı ve huzuru adına verdiğimiz ısrarlı mücadelenin nihayete ermesinden büyük bir mutluluk duyuyorum.

    altyapı yatırımları için gerekli ihalemizi ise polatlı’da yapacağız.

    başkentimizin tüm noktalarına sağlıklı bir altyapı ağı kazandırmak istiyoruz. ankara halkı bu şehri bizlere emanet etti. halkımızın bizlere verdiği yetkiyi toplum yararına kullanmak ve bu uğurda mücadele etmek boynumuzun borcudur.

    halkımızın sağlığı ve güvenliği daima önceliğimiz olmaya devam edecek.

  • çok alkol alan bir babaydı. evde de huzursuzluk, tartışma sık yaşanıyordu. hiç detaylara girmeyeyim, bir çocuk ne hissederse onu hissediyordum.
    ama hiç unutmuyorum anne tarafımın bir tanıdığı olan kişinin düğününe gitmiştik. dayımla babam düğün sonunda yerlerde oynuyorlardı. ikisi de küfelik olana kadar içmişlerdi. 8 veya 9 yaşlarındaydım daha.
    o kadar utanmıştım ki! onun sarhoşluğundan çocuk halimle ben utanmıştım.
    zaten ilerleyen yıllarda ev içindeki sorunlar daha da artmış, annem daha fazla dayanamamış, yurtdışına iş vesilesi ile gitmiş ve bir daha da dönmemişti.
    beni aldırtmaya çalışmıştı ama velayetim babaya verilmişti. kendi kurtulmak istediği cehenneme beni bırakmıştı.
    yıllar sonra "eğer gitmeseydim, dayanamazdım" demişti ama benden dayanmamı beklemişti! ya ben de dayanamasaydım, ya öyle sorunlu bir insan yüzünden yanlışa sürüklenseydim, kendime bir şey yapsaydım?
    ama yapmadım, güçlenmeyi seçtim. ufacık yaşımda söz verdim kendime "pes etmek yok" dedim.

    anneannemin yanına kaçtım 17 yaşımda. sonrasında bir şekilde hayatımı toparladım derken eşimle tanıştım, uzun bir birlikteliğin ardından evlendik. hani hep denir ya "kız çocukları babasına benzeyen insanları bulur" diye. eşim babamın tam tersiydi.
    hayatımda verdiğim en doğru kararlardandı. güzel bir ailem olmadı ama kendim güzel bir aile kurdum. ileride ne olur bilmiyorum ama 2 yıllık birliktelik ve 20 yıllık evliliğin ardından ben de ondan razıyım ve eminim o da benden razıdır.
    beraber elele verdik, çok çalıştık, çabaladık ve şimdi birçok şeye sahibim hayatta, şükrediyorum.

    yıllar sonra baba kişisi telefonumu bulmuş, beni aradı görüşmek için. 22 yıl aramadı, ne haldeyim sormadı. evlenmişim, çocuğum olmuş, maddi olarak iyi durumdayım, arıyor!
    hayatıma sokmadım çünkü aradığında bile sarhoştu. ama onun tarafından olan akrabalarımdan duydum "hayırsız evladım" ben. ne kolay birini yaftalamak hayırsız diye. bir kendi evladıma bakıyorum, içimdeki sevgiye, gösterdiğim ilgiye, verdiğim çabaya bir de kendi babama.

    hayatta herkesin bir sınavı var. kiminin içine doğduğu aileyle, kiminin kurduğu aileyle, kiminin maddiyatla, kiminin çevresiyle, dış görünüşüyle, sağlığıyla vs.. ama herkesin öyle ya da böyle bir sınavı var. kiminin sınavı ağır, kiminin daha kolay. bazı şeyler kader ama bazılarını da biz seçiyoruz. başımıza gelen kader ama seçimlerimiz bize ait.
    o yüzden mümkün olduğunca isyankarlığa yönelmeden durumu kabul edip seçimlerimizi sağlıklı yapmalıyız. başka hayatımız yok çünkü.
    ayakta dimdik durmaktan başka bir yol bilmiyorum ben.

    sonradan gelen düzenleme:
    kimileri de içerliyor, mesaj atıyor "ne de olsa babadır" diye. keşke herkes sizin gibi çiçek çocukluk yaşasa keşke. ama maalesef her evin içi kendi eviniz gibi değil. en son görüşmemizde benim yüzüme karşı "seninle görüşsem de olur görüşmesem de. benim için önemli olduğunu mu sanıyorsun?" diyen bir babayla, yirmi iki yıldır arayıp sormayan bir babayla görüşmediğim için kusura bakmayın kendimi suçlu hissetmiyorum.

    bana babalık ettiyse rahmetli k.pederim etti. beni öz çocuklarından ayırmadı, bağrına bastı. gönlüm sadece onu baba biliyor. içimden gele gele de hep "babacım" dedim.
    herkes aynı değil. her gün haberlerde görüyorsunuz harcanmış çocukları. çocuk dünyaya getirmek ayrı, anne/baba olabilmek ayrı.

    kendi ebeveynlerimden nasıl ebeveyn olunmayacağını öğrendim en çok.

  • bize bir ülke saldırsa, saldıran ülke yerine bize yaptırım uygularlar. daha fazla bir şey yazmaya gerek yok sanırım.

  • alman disiplininin tum dunyaya naklen yayinlandigi mac.

    almanya milli futbol takimi oyuncularina bakiyoruz; hepsi trasli, efendi, isinde gucunde cocuklar.

    brezilya milli futbol takimi oyuncularina bakiyoruz; abuk subuk-karman corman sac modelleri, vucut gelistirmeye bulasip orantisiz kas yapmis, lakayit, karaktersiz, nereden geldigi belli olmayan bir ozguvene sahip, hemen hepsi ustun yetenek(!) pic kurulari.

  • bir ingilizce öğretmeni olarak hakkındaki tartışmalara müdahil olmak istediğim sistemdir.

    sistem eleştirilerine geçmeden önce dil eğitimindeki durumumuz konusunda biraz bilgi vereyim. yabancı dil eğitiminde ülkemizin durumu tabi ki parlak değil ancak bunda bulunduğumuz dil ailesinin de payı büyük. "alman-fransız çocuklar şakır şakır ingilizce konuşuyorlar, bizde tık yok" demeden önce bizim ingilizce ile dahil olduğumuz dil ailesi konusunda ciddi farklar olduğunu hatırlatmakta fayda var. avrupa ülkeleri arasında cognate dediğimiz ortak kelime sayısı çok yüksek iken bizde o bu kadar fazla değil. bu da bizi avrupa ülkelerine kıyasla dezavantajlı kılıyor. ingiltere'den farklı dil ailelerine aidiyet göz önüne alındığında rakiplerimiz iran, rusya, çin gibi ülkeler kalıyor ve vakt-i zamanında okuduğum bir araştırmaya göre bu ülkelerin arasında durumumuz kötü değil.

    ama sonuç olarak 12 sene gibi uzun bir süreye bakınca ortada bir başarısızlık olduğu aşikar.
    sistemsizlikler ülkesi olan türkiye'mizin, uzak ara en kötü yönetilen kurumu olan milli eğitimin bünyesinde böyle bir sonuç çıkmasına şaşırmak bence abes.
    birkaç madde halinde durumu özetlemeye çalışayım.

    1. bir sene önce ingilizce eğitimi 2. sınıfa indirildi. ilk bakışta çok acayip bir gelişme gibi gelse de ortada şöyle bir durum var. eskiden 5., 6. sınıflarda dörder saat ingilizce eğitimi verilirken malum seçmeli derslere yer açmak için üç saate indirildiler. ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda hepi topu iki saat ingilizce dersi olduğu düşünülünce ingilizce eğitimi ikinci sınıfa kadar indirilse de öğrencilerin eğitim hayatında göreceği ingilizce dersi sayısı sadece 1 saat artmış oldu. yani meb ders sayısını arttırmadan arttırmış gibi yaptı.

    2. bir öğrenci 8. sınıftan mezun olduğunda şu zamanları etkin olarak kullanması bekleniyor.
    simple present, present continuous, will future, going to future, simple past, past continous, present perfect tense.ayrıca envai çeşit modal. in order to, so that/such that/incase vb. yapılar da cabası.ve bunları haftada 3-4 saat ile kazanmalarını bekliyorlar.

    bunun yerine öğrencilere sadece basit simple present,present continuous, will future ve simple past versek. bunlarla bol bol çeşitli cümleler kursalar, mektuplar yazsalar, bunları içeren videolara maruz kalsalar. bol kelime öğrenip bunlar hepi topu 4 zaman içerisinde ama bol bol kullansalar. (ki ben böyle yapıyorum ve öğrencilerim dil bilgisine boğulmamış oluyorlar.ayrıca haftada 4 saat ile perfect tense ne lan?) çok basit konuşmaları öğretsek ama harbi öğretsek. çoğu öğreteceğiz derken boğulmasak.

    3. öğretmenlere kızıyoruz ama öğretmenden beklenen o öğrencileri konuşturması değil ki. ben bir köy okulunda öğrencilerime ingilizlerin çektiği videoları izlettim, bol bol listening yaptım. bir gün öğrencilere sobalı köy okulunda whitney houstan'dan i will always love you şarkısını dinlettikten sonra okul müdürüm tarafından müfredatı takip etmem, dışına çıkmamam konusunda tenkit edildim. görev yaptığım bölgede başarısız öğretmen ilan edildim. bunun üzerine ben de dershane öğretmenine evrildim. ezber, test vb. yollara saptım, öğrencilerimin netleri arttı, gördüğüm saygı hayvani boyutlara ulaştı. yani beklenen test, sınav vb. iken öğrenci konuşturmaya vakit harcarsanız okul idaresi, müfettişler, milli eğitim müdürlükleri tepenize biner müfredatta geri kalındı diye.

    4. yine öğretmenlere kızıyoruz ama meb'in umrunda mı? şu anda sınıf öğretmenliğinden ingilizce branşına geçmiş, ingilizce'den bihaber sınıf öğretmenleri çoluğunuzun çocuğunuza ingilizce öğretmeye çalışacaklar.sayıları da 3 bin'in üzerinde. bir tanesi bana gelip "hocam ben tv programmslarını anlattım bugün" dedi. oradan anlayın artık.

    5.dil eğitiminin en kritik boyutu edinim. yani öğrenciyi dile maruz bırakmak. çok sıkışık müfredatlar dahilinde haftada 3-4 saat ile kime neyi edindirebilirsiniz ki?

    6.biraz klasik olacak ama meb kitapları konusunda şikayetimi de belirtmeden geçemeyeceğim. bin tane ingilizce dizi izlerim, hiçbirinde raslamadığım abuk konuşma kalıpları mevcut ama en sık rastlananları ara ki bulasın.
    bir tane dizi gösterin bana "fine thanks and you" geçen. çok mu zor selam kalıplarını çeşitlerini arttırmak. benim öğrencilerim "how are you?" dediğimde "we are great, what about you?" diye bağırırlar karşılık olarak. çok mu zor arkadaş müfredatı yaratıcı ve güncel hale getirmek. daha güncel, daha kaliteli yayınlar var ve bazı veliler de almaya hevesli ama bu sefer de karşımızda; (bkz: okullarda kaynak kitap kullanımının yasak olması)

    7. bu kadar kafanızı şişirmezdim ama akşam aldığım bir telefonun üzerine bu başlığa yazma gereği hissettim. geçen sene 8. sınıftan mezun edip iyi denebilecek bir anadolu lisesine daha yeni yerleşmiş bir öğrencim aradı beni. "hocam bugün ilk ingilizce dersimiz vardı. öğretmen "where do you live?" diye sordu, baktım kimseden ses çıkmıyor ben kalktım "i live in kahramanmaraş" dedim, öğretmen de beni"4 tane 9. sınıf grubunun içerisinde bir tek sen kalkıp cevap verdin" diye tebrik edip sizi sordu. çok teşekkür ederim, sayenizde beni çok sevdi" dedi. tabi gururum okşandı önce ama biraz düşününce halimizin nasıl bir rezillik olduğu yüzüme çarpıldı. en basit cümle be arkadaş. bundan aciziz. en basit cümleyi 9. sınıf öğrencisinden duyunca havalara uçacak kadar aciziz.
    bu kadar rezillikten ne öğrenciler ne öğretmenler tek başına sorumlu sayılamaz, tüm suç bu grupların üzerine yıkılamaz.

  • "bak ben o kadar sevimli, o kadar cana yakın, o kadar naif bir kızım ki, şu an duyumsamakta olduğun o berbat koku, asla benden çıkmış olamaz. ben öyle bir bünye değilim" gülümsemesidir bu. ve öyledir de zaten, daha önceki insani bir ihtiyacını hayvanca karşıladığı için suç dediğin piç bana kalmasın yolunda verilen doğal bir direnç göstergesidir bu. böyle boktan bir konu deyip geçmeyin, altında çok farklı gerçeklerin gizli olduğu bir gülümsemedir bu.*