hesabın var mı? giriş yap

  • tur rehberi bir kiliseyi anlatıyor; kızlardan biri rehbere yanaşıp soru soruyor.
    rehberin mikrofon açık ve her şeyi 200 kişi duyuyor.

    - peki kilisenin üstündeki saatin 10.20'yi göstermesi neyi ifade ediyor?
    + saat 10.20 şu anda.

    kızı turun kalanında görmüyoruz.

  • yapılan araştırlamalar sonucu müzik zevkinin iq seviyesiyle ilişkili olduğu kanıtlandı.

    araştırma yüksek iq puanları alanların klasik müzik, caz, film müzikleri, elektronik müzik, ambient müzik, smooth jazz ve big band gibi insan sesi içermeyen enstrümantal müzik türlerini tercih ettiğini gösterdi.

    araştırma daha az zeki kimselerin karmaşık orkestra müzikleri yerine sözlü şarkıları tercih ettiğini gösterdi. ayrıca rap müzikle zeka arasında da olumsuz korelasyon bulundu.

    birkaç araştırmayı türkçeye çeviren kaynak.

  • "bana siyasal islam ın değdiği, güzel kalan tek bir şey gösterin.." alt metinli bir değişim.

    soldaki yiğit bulut'un dolar tl paritesi 1 tl civarındaydı, sağdaki yiğit bulut'ta ise dolar 8 tl.
    türkiye ekonomisinin özeti budur.

  • 2012 temmuz ayındaki elektrik faturasında 0,42 tl iken ağustos ayındaki faturada 0,85 tl'ye çıkan bedel. sayaç okumak mı zorlaştı noldu anlamadım.

  • italyan asıllıdır. katolik eğitimi aldığı halde pek sevmemiş bu durumu. ronald padovana asıl adı. daha küçük yaşta müziğe özel bir ilgi, sıra dışı bir yeteneği olduğu anlaşılmış. trompet çalarak başlamış. new york aşığı bir adam. lisede bas gitara geçiyor, gruplar kuruyor çeşitli isimlerle. en sonunda the elves’e dönüşüyor isimleri, elf denen hayali yaratığı, hayallerinin nesneleştiren bir sembol olarak görüyor. grubu ve ismi yavaşça duyulmaya başlıyor.

    1968 yılında büyük bir trafik kazası geçiriyorlar. sarhoş bir sürücü grubun vanına çarpıyor. ronnie’nin en yakın arkadaşı gitarist nicky pantas ölüyor. ronnie dio kafasından, kafa derisinden ağır yaralanıyor. 100den fazla dikişle toparlanmaya çalışıyor.david feinstein da kazada bileğini kırıyor. hepsi hastanede uyanıyor. dio’nun yüzünde büyük bir yara izi var. grubun cortland’da geçirdiği zamanın ardından, yıllar sonra bir soka dio adı verilecektir. dio da ilk eşiyle cortalnd’da tanışmıştır, şu an abd’de meteroloji uzmanlığı yapan evlat edindiği oğlu da vardır.

    daha sonra elf kuruluyor, rainbow öncesi benzer bir müzikte kafaları. dio’nun ortaçağ söylenceleri, kahramanlık hikayeleri ve düşlere uzanan şarkı formatının ilk örnekleri çıkıyor bu dönemde: nevermore. elf, deep purple açılış grubu olunca ve dikkat çekince, ronnie james dio ve iki elemanla birlikte rainbow’a katılması için teklif alıyorlar.

    rainbow’un ilk albümü, bugün hala 70’li yılların en iyi rock albümleri arasında sayılıyor. dio’nun şarkı sözleri çok ilgi görüyor. ritchie, ronnie james dio hariç diğer elf elemanlarını gruptan atıyor. ikinci albüm daha kısa, 35 dakika. yine mükemmel şarkılar var. dio, kafasındaki müziğe iyice yaklaşıyor. özellikle son albüm long live rock’n’roll ile ayrılık başlıyor. dio, ejderhalardan, rüyalardan, meleklerden ve iblislerden bahsetmek isterken, ritchie blackmore, radyolarda ilgi görecek kısa ve pop şarkılar yapmak istiyor. yolları ayrılıyor. (ilginç olan, ritchie blackmore yıllar sonra tamamen fantezi ve hayali ortaçağ konsepti oluşturmaya çalışmıştır.)

    black sabbath yıllarında, özellikle heaven and hell’de dio şarkı yazım aşamasını neredeyse tamamen kontrol etmiştir. black sabbath ile geçen başarılı yılların ardından, dio olarak kurduğu kendi grubunun ilk albümüyle, kendi kariyerininiz zirvesine ulaşmıştır. holy diver konserleri kapalı gişe olmuştur. heavy metal en güzel yıllarını yaşamaya başlamıştır.

    albümün kapağında murray isimli maskot ilk kez görülmüştür. randy berrett vegene hunter çizimi murray, mutasyona uğramış bir malacovya deviydi. efsaneye göre, dünyayı bir zamanlar yöneten iki kabile malakovya ve sykloplardan, iyiliği temsil eden malokovyalıydı. albümün kapağında bir rahibi boğuyordu, rahip, çocuk tacizcilerini temsil ediyordu. naif bir söylemi olmasına rağmen dio din düşmanlığuyla suçlandı. “iyilik ya da kötülüğün, birinin diğeri olmadan varolmayacağına inanıyorum” diye cevapladı ve düşlerinden bahsetmeyi sürdürdü.

    dio yıllarında, black sabbath’a yeniden dönüşünde, çeşitli organizasyonlarda, ortak çalışmalarında ve son dönemde heaven and hell ile gösterdi ki, yeryüzünün mesleğine saygısı en yüksek insanlarındandı. zaten kendisi de, aşk şarkılarına değil, ahlak şarkılarına inandığını söylerdi. bu anlamıyla, tıpkı hiç tanımadığı ece ayhan gibi bir etikçiydi.

    şarkı sözlerine çok önem verirdi ve hayranlarından da bunu beklerdi. şarkılarını basılı birer şiir gibi düşünürdü. ejderhalardan, kılıçlardan ve kahramanlık destanlarından sıkılmadın mı diye soranlara, hayal etmekten sıkılmayacağım diye cevap verirdi. düşlerin gerçekliğine inanırdı.

    magica isimli kitabını bitirmeye ve söylenceyi sürdürmeye çalışıyordu, umarız yazdıkları gün ışığına çıkar.

    dio’nun bir poetikası da vardı. sözlerdeki kafiyeleri kelime kullanımı ve sesli okunduğunda farkedilen uyumla, yarattığı şarkılar tesadüfi değil, üzerinde çalışılmış, kendi kariyerinin ilk günlerine de gönderme yapan, birleşik ve eklektik bir yapıdaydı.

    daha sonra, istanbul'un sıcak bir yaz akşamında, kendisini sahnenin önünden izlemeye doyamayan bir fanıyla kurduğu göz temasında anlattı ve anladı, müzik ve müzisyenlere duyulan derin sevgide, karşıkılkı fedakarlıkların önemi büyüktür. fedakarlıkla o müziği yapanlar, fedakarlıkla o müziğe ulaşanlar, değerini daha çok bilir. 1987 albümü dream evil ile, yaşamının yönünü bulmasında, beğenilerinin oluşmasında büyük bir etkisi olan sahneyi ve dio’yu pür dikkat izleyen o çocuk da, dio’nun şarkının neresinde “kem göz” işaretini yapacağını bildiğinden, karşılıklı gülümsüyorlar.

    o çocuk, sonsuz hüzünlü bir kadıköy gecesinde panzerler, biber gazı, havada uçan taşlar ve meşaleler arasında “bundan daha kötüsü olamaz" diye düşünüp ilerlemeye çalışırken, dio ona bir ders daha verdi son nefesiyle: her şeyin daha kötüsü olabilir, kuyruğu her zaman dik tut! ejderhalara karşı savaşmaktan yorulma!

    dio haklıydı, dünya, beyaza siyah diyen krallar ve kraliçelerle dolu ve haklıydı ki her şeye rağmen, sayıları az da olsa, kılıcı alıp yürümeye devam edenler var.

    gittiğin yerde ruhun huzur bulsun, adın ve sesin son nefesimize kadar aklımızda ve kalbimizde olacak,

    magic.

  • ilave vergi türkiye ekonomisini düzeltmez, düzeltemez. bugünkü ekonomik sistemin temellerini atan kemal derviş, o zamanlarda bile tüketimden alınan vergi artışlarıyla yoluna sokulan kamu bütçesine ait bu çözümlerin geçici olduğunu ve ihracata yönelinmesi gerektiğini söylemişti.

    ithal mallara ek vergi getirerek çözülebilecek olan tek şey, iç tüketimdir. harcamalar durur ve sonunda devletin düşen vergi gelirleriyle bir de bütçe açığı oluşur. ithal mallara ek vergi uygulaması üretim araçlarına sahip olan ülkelerde işe yarayabilir, türkiye gibi bütün devlet bütçesinin tüketim üzerinden alınan vergiler üzerine inşa edildiği bir ülkede yaramaz, nedenlerine gelince:

    a) yüksek ara malı ithalatına bağımlı olan ihracat nedeniyle ihracatçının kar marjı oldukça düşük kalıyor. bu düşük kar marjıyla çalışmaya çalışan ihracatçıya getireceğiniz ek vergi adamın kar marjından yemekten başka bir işe yaramaz. devlet ihracatçının girdi maliyetlerini artırdığı gibi, ihracatçı satış fiyatını artıramaz. bu durumda, ithalatçı firma gider malı başka yerden alır, ihracatçı batar.

    b) her sıkıştığında zaten ötv kalemleri üzerinden nihai tüketim harcamalarına muhtaç bir devlet bütçesi var, her sene ufak ufak artırıyorlar. yani yarın sabah kalktığımızda bütün ötv kalemlerinde %100 artış yapamaz devlet çünkü aniden gelen yüksek artışlar tüketimi durdurur, başta alacağı gelirden de olurlar. devletin alternatif gelir kalemleri yaratabileceği bir ekonomik altyapımız maalesef yok.

    c) ötv'ye bu kadar yüklenilebilmesinin temel nedeni aslında talepteki inelastiklikten başka bir şey değil. ötv alınan tek kalem lüks otomobiller değil. başta akaryakıt olmak üzere, alkol ve sigara en çok ötv geliri elde edilen kalemlerdir. sade sodadan tıraş köpüğüne kadar birçok maldan ötv alınıyor ama en çok gelir elde edilen dört kalem, alkol, sigara, akaryakıt ve otomobildir.

    vergi artışına karşı talep fonksiyonu iki sonuç verebilir. talep inelastik olarak kalır, bütçe açığı düşer. akaryakıtta olan şey budur. dolar kurundaki artış birçok ekonomi yazarının geliştirdiklerini iddia ettikleri modele göre enflasyona onda biri kadar etki eder, en azından yazarlar bunu iddia ediyor ki bence daha bile fazla olabilir.

    tarlada sürülmesi için traktöre gereken mazottan, istanbul'daki hale gelmesine ve oradan marketlere dağılmasına kadar geçen sürede gıda ürünleri hep bir yerden bir yere taşınırlar. bu yüzden akaryakıt sürekli bu denklemin içine girer. günün sonunda, gıda harcamasını yine yapmak zorunda kalan vatandaş ise artan dolar yüzünden, artan doların üzerine binen vergi yükü yüzünden gıda fiyatlarındaki enflasyonla karşı karşıya kalır. bu durumda enflasyon artacaktır. zira gıdanın ağırlığı enflasyon sepetinde bir hayli yüksektir.

    talebin yeteri kadar inelastik kalamadığını ve piyasadaki tüketimin azaldığı örneklere gelecek olursak da, en belirgini otomobilden alınan ötv'dir. kur şokları ve vergi artışlarıyla satışlarda düşüş olur. satışlarda düşüş olması direkt olarak vergi kaybı anlamına gelmez fakat aşırı yüklü vergi artışı getirilirse vergi kaybı yaşanması mümkündür.

    alkol ve sigara otomobilden biraz daha farklıdır. bunlar otomobil gibi dayanıklı tüketim malı olmadıklarından dolayı, piyasada kaçak tüketimde yakalanmaları biraz daha zordur. bu da ciddi bir kaçakçılığa yol açar. son zamanlarda sürekli artan kendi evinde bira/rakı yapan insanlar, kaçak sigara içenler, kendisi tütün alıp saranlar bunlara örnek verilebilir. devlet bunlara da savaş açsa da, bu savaşı kazanabilmesi kolay değildir. zira suç bile olsa, ekonomik getirisi ötv arttıkça artacak ve daha çok insan bu işe girmek isteyecektir. kaçakçıklıkla mücadelenin en temel çözümü tam aksine, yerel üretimin de mümkün olabildiği alkol sigarada vergi yükünü azaltmaktır.

    akaryakıt kadar inelastik bir talep olmasa da, alkol ve sigara üzerindeki ötv yükü geliri azaltabiliyor.

    ayrıca, üretim ile alakalı bir süreç sonucu gelişmeyip tüketim üzerinden alınan ötv sonucunda, akaryakıt örneğindeki gibi talep inelastikken bu vergi artışı gerçekleşirse paranın dönüş hızı da artar. devlet bütçesinin her sene az da olsa açık verdiğini düşünürseniz, benzin alırken devlete ödediğiniz para aslında ortaya bir katma değer koymaz. bu durumda, devlete giden para gene devlet tarafından harcanarak tekrar piyasaya sürülür, sürüldükçe para tekrar akaryakıt üzerindeki bir vergi olarak devletin kasasına geri döner.

    ortada katma değerli bir üretim olmayınca, bu kadar sık piyasa/devlet arası el değiştiren para makro ölçekte yeni bir enflasyonist baskı yaratır. amerika'nın para bastığı qe2 dönemde bile 2012 yılı hariç türkiye'de enflasyonun bir türlü %7-8 altına düşmemesinin nedeni bütçe açığını kapatmak için ötv oranlarını yükselten hükümettir.

    aslında bu o kadar anlamsız bir şeydir ki para basmaktan sadece bir tık daha az enflasyon yaratır. devlet akaryakıt üzerindeki vergiyi artırır, başta bütçe açığı azalmış gibi kalır. ama devlet uzun vadede buradan gelen ek kaynağı da gerisin geri yeni memur alımından tut, savunma sanayi projelerine oradan otoyol ve köprü garantilerine kadar yeniden piyasaya sürer. akaryakıt ya da genel anlamda tüketimi oldukça yüksek olan herhangi bir inelastik talepli meta üzerinden alınan ötv artışı enflasyonu anında tetikler.

    enflasyondan devlet de etkilenir, aynı yatırımı yapmak için daha çok para harcamak zorunda kalır, memur maaşlarına zam yapmak zorunda kalır sonra bütçe açığı artar, bütçe açığı artan devlet tekrar ötv zammı yapar gene başa dönülür.

    d) şu öne sürülebilir. devlet zam yapar ama tüketim o kadar sert düşer ki devlet de buradan artık bütçe açığını kapatamaz hale gelir. evet bu da bir sonuçtur ama sonunda eğer kaçak tüketim piyasası oluşmamışsa tüketim tamamen durur. devlet kendi bütçesini denkleştiremediği gibi, mikroekonomide bir piyasayı da ortadan kaldırmış olur. ötv şoklarıyla otomobil piyasasında bu geçmişte birçok kez olmuştur. eğer gelecekte bir gün bu sorun akaryakıtta yaşanmaya başlanırsa, apokaliptik bir ortama gireriz. artan gıda fiyatları yüzünden yemek yiyemeyen milyonlarca insan bir anda birbirine saldırmaya ya da süpermarketleri yağmalamaya başlayabilir. bir dönem arjantin'de olan budur.

    e) şu sorulabilir. madem ithal üründe vergi bir işe yaramıyor o zaman trump neden vergi getirmeye çalışıyor?

    bu sorunun cevabı amerika ile türkiye arasındaki farkta gizlidir. c ve d şıklarına alternatif olarak bir opsiyon daha var. dışarıda üretilen malın türkiye'de üretilerek piyasada satılmaya başlaması. bu durum bunu talep ederek savunduğunuz bir iddiadır ama mümkün değildir.

    türkiye'nin ithal girdilerine baktığınızda katma değeri yüksek ürünlerin ve enerjinin baş sırayı aldığını görürsünüz. bu topraklarda bir anda arabistan gibi petrol çıkacak bir durum yok, zaten olsa satmak bir tarafa önce iç tüketimi karşılayıp ithalattan kurtulurduk. diğer durumsa, katma değeri yüksek bu ara malları kendi ülkemizde üretmeye başlamak olabilir bu da mümkün değildir zira katma değerli üretim büyük ölçekli yatırımlar ve nitelikli bir işgücü gerektirir. türkiye'de az sayıda bulunan bu işgücü de savunma sanayi sektörü, ki toplam cirosu içinde devletin payı çok yüksektir, ve birkaç yarı özerk devlet kurumları spk, epdk, merkez bankası vs. tarafından kullanılır.

    yani çok basit bir soru sorayım bmw üzerideki ötv'yi %500 yapınca kendimiz bmw kalitesinde, bmw fiyatına otomobiller üretmeye başlayamayız, çünkü yapacak olan mühendislerin %99'u ya savunma sanayinde çalışıyor, ya da çoktan yurtdışına gitti.

    amerika'nın bunu neden yaptığına gelecek olursak, amerika ile çin arasındaki ticaret dengesi çok farklı. amerika her yıl çin'e karşı 300 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor. bunu vermesinin nedeni ise çin'in para birimi yuan'ı zorla düşük tutma yönündeki politikasından başka bir şey değil. ayrıca çin'de devlet kontrollü bir finans piyasası olduğundan dolayı, yani piyasanın derinliği olmadığından dolayı da amerika'dan elde edilen bu ticaret fazlası merkez bankasının kasasında yatıyor, çin'in dolar rezervi en son 3 trilyon doları geçmişti, yani türkiye ekonomisinin yaklaşık dört katı. evet çin merkez bankası isterse türkiye'yi dört yıllığına kiralayabilir. gsmh gelirdir, servet ise başka bir şeydir.

    bu problemi biraz daha açalım, diyelim ki çin'de de dalgalı kur sistemi uygulanıyor. ilk sene içinde çin anormal bir dış ticaret fazlası veriyor. bu para çin'in bankacılık sistemine dahil oluyor. tüketim ve harcamalarda herhangi bir kısıtlama yoksa, bankalar bu paradan para kazanmak için birçok tüketici kredisi vermeye çalışarak kredi faizinden para kazanmaya çalışırlar. haliyle de çin halkının harcama potansiyeli artışa geçer.

    bu artıştan çin'in ithalatı da nasibini alır ve ilk sene verdiği 300 milyar dolar fazla yerine ikinci sene daha az, sonraki sene daha da az fazla vermeye başlar. bir yandan da yuan değerlenir çünkü her sene az da olsa dolar rezervi artmaktadır.

    peki çin ne yapıyor? bu ticaretten gelen fazla dolarları iç piyasada tüketime asla yöneltmiyor. çoğunu merkez bankası rezervlerine atıyor, bir kısmını da devlet destekli işlerinde harcamak üzere kullanıyor. derin bir finansal sistem olsaydı, benim bankaya attığım 1 milyon doları alan banka bunu zorunlu karşılık gösterip başka birine ticari yada bireysel kredi olarak kullandırtır ve iç piyasayı canlandırırdı. ortada böyle bir durum da yok. yuan zorla düşük tutuluyor derken denmek istenen de tam olarak bu. ticaretten gelen dolar fazlası, iç piyasaya uğramadan merkez bankasına gidiyor.

    çin'de tamamen liberal bir serbest piyasa ekonomisi işlemiyor. bu nedenle de amerika, kendi kuruluş ruhuna tamamen aykırı olsa da, ek vergi ile ticaret duvarı uyguladı. bunu da bildiğim kadarıyla katma değerin görece düşük olduğu demir/çelik sektörüne uyguladı. nedenine gelince, zorla düşük tutulan yuan ve iç piyasada halkın refahını artırmayıp merkez bankasına atılan dolarlar çin'de işgücünü çok ucuz bir halde tutuyor.

    abd ve avrupa gibi servetleri büyük sermayeleri güçlü ülkelerde ise asgari ücretle dahi belirli standartların yakalanmasını sağlayan bir sistem var. aslında söz konusu çin olunca, bu standart türkiye'de bile var. türkiye'de asgari ücretin 400 dolar olduğunu çinli bir işçiye söyleseniz orada ağlamaya başlar. görece katma değerin düşük olduğu bir sektöre vergi duvarı koyduğunuzda ise, atıl duran niteliği düşük işgücü anında çıktı üretmeye başlar. dolayısıyla amerikan iç piyasasında, bu 50 milyar dolarlık iç piyasa düzeni çok çabucak kurulur. ayrıca katma değeri yüksek bir sektör dahi olsa, amerika gibi parası rezerv olan ve yıllarca sanayiye öncülük etmiş olan bir ülkede yerli piyasasının canlanması çok zaman almaz, zira türkiye'de olmayan nitelikli işgücü ve sermaye sıkıntısı çekilen bir ülke değildir amerika birleşik devletleri.

    özet: ithal mallara ek vergi getirerek piyasayı düzeltmeye kalkmak amerika'da işe yarasa da türkiye'de pek işe yaramaz. oransal olarak ciddi bir ek vergi ya inelastik talebi zorlayarak enflasyon yaratır ki bu iyi senaryodur, ya da talebi bitirerek hem o sektörü bitirir, hem de o sektörden gelecek vergi gelirlerini ortadan kaldıracağından dolayı bütçe açığını büsbütün artırır. ilave verginin işe yaraması için aynı piyasanın üretim ihtiyacının içeriden karşılanması gerekir ki mevcut beşeri ve maddi sermayesiyle türkiye bunu yapacak durumda değildir. çünkü bunun olması için ya ülkeden petrol fışkırması gerekir, ya da bir anda nitelikli işgücünde bir zıplama ve buna eşlik edecek sermaye gruplarının oluşması gerekir. ayrıca ithal girdiye olan ihtiyacı nedeniyle ithal mal üzerine eklenecek verginin ihracatı baltalayarak, dış ticaret açığı daha beter artırması riski de vardır.