hesabın var mı? giriş yap

  • doktor dayak yiyor, hakim tutuklanıyor, ünv profesörü ne diyor dinleyen yok, öğretmen kpss ile kafayı yedi, general tutuklanıyor, mimar müteahhitlerin elinde oyuncak oluyor.
    itibar bunun neresinde bilemedim.

  • kuralları olmayan bi' cin. "he he üç harfliler he, tabii" deyip lapss diye çarpıyor. sürprizli bi' cin. evet.

  • yara bandını bir seferde çekip çıkarıyor, soğuk denize hiç tereddüt etmeden atlıyordur. içkiliyken midesi çok bulanırsa da beklemez kendini kusturur. kendisini tanıyorum, sınavlarda soruları bitirdikten sonra cevaplarını kontrol etmezdi. otobüse binmeden önce akbilini çıkarır, sonra da ortalarda oyalanmaz, kesinlikle en arkaya giderdi. hayat çok kesin değildir onun için aslında. her şey bir bulamaç halinde olduğu için bazı sıkıntıların hızlıca aşılmasını istiyordur. o sıkıntılar ise kendileriyle hızlıca yüzleşilse de, bir türlü aşılamıyordur.

  • saatleri ayarlama enstitüsü, usta edebiyatçımız ahmed hamdi tanpınar’ın 1961 yılında yayımlanan ünlü romanıdır. kitap, cumhuriyet’in ilanı öncesi dönemin muhafazakâr yapısını ve cumhuriyet sonrası batılılaşma çabalarının ironi dolu resmini çizer. ağır bir dili vardır ama akıcı üslubu sayesinde kendini rahatça okutmayı başarır.

    saatleri ayarlama enstitüsü’nün teması

    saatleri ayarlama enstitüsü’nde, hayri irdal’ın hikayesini okuruz. yabancılaşan toplumda kendi konumunu sorgulayan irdal, ailesi dahil herkesin farklılaşan davranışlarının ve başkalaşan arzularının arasında kalmıştır. kafası karışan irdal, toplumun geçirdiği keskin dönüşüme ayak uydurmakta zorlanmaktadır. o ne kadar zorlansa da tüm çevresi bu trene binmiştir bir kere. o da daha fazla kendini bu ivmelenmeden sakınamaz ve istemsizce akıntıya kapılır. onun yaşadıklarını, alaycı, mizahi ve kimi yerde karikatürize bir dille anlatan tanpınar, türk edebiyatı’ndan az görülen grotesk (grotesk tiyatrodan gelen anlatım tekniğinde trajik bir olay komedi ve hiciv unsurları üzerinden işlenir) anlatımı tercih eder. şiirlerinde bulunan melankolik ve simgesel hava ile oldukça zıt olan grotesk dil, tanpınar’ın doğal yazım yeteneğinin ispatıdır.

    biz okurlar, hayri irdal’ın başından geçenleri okurken kendimizi yer yer “bu kadar da olmaz ki canım?” derken buluruz. ama bu hissiyatımız kalıcı olmaz. tanpınar’ın bu gibi yerlerde hikâyenin dizginlerini eline alıp okuyucuya nefes alacak aralığı verdiğini fark ederiz. uyku ile uyanıklık, rüya ile gerçek arasındaki ince çizgide tam da tanpınar’ın istediği şekilde gidip geliriz.

    saatleri ayarlama enstitüsü, geçtiği dönemi en ince ayrıntısına kadar bizlere yansıtır. kendimizi yüz yıl öncesini anlatan bir filmin içinde gibi hissederiz. biz okuyucular, hayri irdal’ın maceralarını yanı başından takip eder, olan bitenlere tanık oluruz. buradan anlayabileceğiniz gibi 1961 yılında yayımlanmış bir kitap için oldukça sinematografik bir anlatım vardır.

    tanpınar ve psikanaliz

    tanpınar’ın psikanalize duyduğu ilginin yansımaları kitapta genişçe yer bulur. sigmund freud‘dan etkilendiğini bildiğimiz tanpınar, hayri irdal’ın düşünceleri ve diğer karakterlerin konuşmaları üzerinden psikanalitik değerlendirmelerde bulunur. bunu yaparken hikâye akışını bozmamaya özen gösterir. romanın sürükleyiciliği sekteye uğramaz. belki de saatleri ayarlama enstitüsü’nün başarısı da burada yatar. tanpınar, bizi düş ile gerçek arasında zamanını dahi kestiremediğimiz bir yolculuğa çıkarır ve bunu yaparken birbirinden farklı noktalara parmak basar ama okuyucunun ilgisini daima elinde tutar.

    her bölümü farklı bir tiyatro perdesidir saatleri ayarlama enstitüsü’nün. bundan dolayı tiyatroya, radyo tiyatrosuna ve sinema filmine uyarlanması pratikte kolay bir eserdir ve çok sayıda uyarlaması mevcuttur. günümüz televizyon dizilerinin tercih ettiği konuları ve hikayeleri düşününce, saatleri ayarlama enstitüsü’nün neden yeniden uyarlanmadığını anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.

    son dönemde insanın hayal gücünün gerçek hayat ile iç içe geçtiği eserlere ilgi duyduğumdan, saatleri ayarlama enstitüsü’nün, grotesk anlatımı cumhuriyet’in kuruluş dönemine yedirmesinden oldukça keyif aldım. ben de hayri irdal’la insanların davranışlarına hayret ettim, onun olaylara verdiği tepkiler benim tepkilerim oldu. bundan 55 yıl önce yayımlanmış bir eserin bugün bile bu şekilde değerlendirilebiliyor oluşu tanpınar’ın yeteneğini gözler önüne sermekle kalmıyor, takdir edilmeyi sonuna kadar hak ediyor.

    elbette tanpınar’ın bu farklı ve hiciv dolu üslubu, bazı okurları yorup, onların kafalarını karıştırabilir. ağdalı türkçesi, sık kullandığı alaycı, absürt dili kimisi için çekici gelmeyebilir. absürt olayların, tarihsel bir dekor önünde anlatılıyor oluşu bazı okuyucuların kitabın içine girmesini zorlaştırabilir.

    kimilerine kitabı okumayı bitirmeden elinden bıraktıracak kadar sıkıntı yaratabilecek bu noktaları göz ardı etmiyorum. buna rağmen, saatleri ayarlama enstitüsü, her kitapseverin mutlaka eserlerini okuması gereken tanpınar’ın türk edebiyatı için ne kadar eşsiz bir değer olduğunu göstermesi açısından önemlidir. cumhuriyet dönemi yaşanan toplumsal değişime tuttuğu ışık ile de özeldir.

    günümüz türk edebiyatı denilince aklınıza gelen bir çok yazara yol göstermiş olan tanpınar, saatleri ayarlama enstitüsü ile farkını bir kez daha ortaya koymayı başarıyor.

    kitaptan alıntılar

    kitabı okurken o kadar çok yerin altını çizmişim ki, hepsini buraya koymaya kalkarsam zaten uzun olan yazı çarşaftan hallice bir noktaya gelecekti. o yüzden aralarından seçtiğim pasajları buraya bırakacağım.

    * “samimiyet tek başına olan iş değildir.”

    * “eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huyunu, alışkanlıklarını, hayatındaki aksaklıkları, hatta ıstıraplarının çeşidini görmek mümkündür.”

    * “yumuşak ve uysal, merhametli, sefaleti tatmış tabiatım ikide bir işe karışıyor, lafımı kesiyor, kararlarımı değiştiriyordu.”

    * “diyebilirim ki, bizzat iyilik dahi, ancak ceza görmesi ve ayıplanması icap eden bir kötülüğün bulunmasıyla kabildir.”

    * “politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır.”

    * “günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadet saatle idi. saat allah’ı bulmanın en sağlam çaresi idi ve bu sıfatla eskilerin hayatını idare ederdi.”

    * “saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”

    notlarımın tamamı ve kaynak için: http://duslerdengercege.com/…rin-ufuk-acici-romani/

    kitabı satın alabileceğiniz bir kaç adres:

    d&r

    kitap yurdu

    ıdefix

  • ben..
    benim asosyal insan tanımım "çok kişi tanımak uğruna, bir sürü arkadaş, çevre edinmek uğruna kişiliğinden ödün vermeyen kişi." olurdu.

  • güzel başlamış bi günün sabahında, ders arasında, öğrencilerden biri çıldırmış gibi gelir, sınıftakilerden birisinin aniden yere yığılmış olduğunu söyler, yüzündeki ifade zaten çok şey anlatır. koşarak gidildiğinde, daha önceden de kalbinde kasılma problemi olduğu bilinen ama hiç bir hayati riski olmadığı söylenen öğrencinin koridorda, yerde, inanılmayacak kadar gri bir suratla yatıyor olduğu görülür, aynı anda tesadüfen olay yerinde bulunan hem master öğrencisi hem de acil servis hemşiresi olan iki kız öğrenci olaya müdahale eder, hoca deli gibi ambulans arar, kampüs* alanı içinde 200 metre ötedeki üniversite hastanesi "biz ambulans hizmeti vermiyoruz" şeklinde bir cümle sarfeder, bir yandan ambulans için yalvarırken bir yandan da seferber olmuş hocalardan biri kapının önüne arabasını getirir, bilmemkaçıncı aramada hastane sonunda ambulans göndermeyi kabul eder, ama hemen ardından, "şoför yok" gerekçesiyle vazgeçer, hoca, telefonda acil servis sekreterine deli gibi "çocuk ölüyor" diye bağıran sesin kime ait olduğunu bile çok sonra anlar...

    en fazla iki dakika sonra, tekrar olay yerine dönüldüğünde çocuğa kalp masajı ve suni solunum yapıldığı görülür, delirecek gibi olunur. olay yerindeki öğrenciler henüz farkedememiş de olsalar, aslında olan olmuş, ve daha 20 yaşındaki, pırıl pırıl bakışlı, güleryüzlü,doğal neşesi ve hafif utangaçlığıyla dikkat çeken güzelim çocuk buraları terkedip gitmiştir. kalp masajı kısa bir süreliğine geri döndürse de sadece filmlerde göreceğimizi zannettiğimiz o elektroşok aletine ve daha sonra öğrenildiğine göre göğsün o tam ortasına saplanan dehşet görünüşlü iğneye gerek vardır, ah, ambulans gelse, hemen müdahale de mümkün olacaktır. en fazla 3 dakika içinde olup biter her şey. öğrenci kucakta taşınır, arabaya yerleştirilir, hemşire kızlarımız da yanına bindirilir, arabada da ellerinden geleni yapmakta bir yandan da ağlamaktadırlar. bir de bakarız o sırada ambulans, gezintiye çıkmış edalarında, sallana sallana gelmektedir. olsundur, hiç değilse müdahale mümkün olacaktır. ama hayır, kazın ayağı öyle değildir, ambulanstan sadece şoför iner, ne doktor, ne hemşire, ne alet edevat vardır. arabadan indirmenin sadece zaman kaybı olacağı görülür, hastaneye gönderilir. ama çok geçtir. her şey için.

    çevredeki öğrenciler, sınıf arkadaşları, ve en çok da kahkahasının ortasında kucağına yığıldığı o şaşkın çocuk, yüzlerinde ne olduğunu anlamadıklarının göstergesi ifadelerle bir yandan olayı izlerken, bir yandan da hocalarının koluna yapışıp "hocam! bişeyler yapın" diye bağırırlar, zannederler ki herşeyin çaresi var. o yaşta ölümü kondurmazlar arkadaşlarına, akıllarına bile gelmez. hala sara nöbeti, basit bir baygınlık falan sanmaktadırlar. ya da belki daha ötesini düşünmek o anda işlerine gelmez. ama hoca bilir ki yapılacak bir şey yoktur, bunu söylemeye cesareti de yoktur, zaten öğrencilerin sesleri hayal meyal gelir kulağına. tek istediği arabaya bindirirken yüzünü son kez gördüğü öğrencisinin yakasına yapışmak, kuvvetlice sarsmak, "geri dön" diye bağırmaktır, sanki bişeye yarayacakmış gibi gelir o anda. durduran tek şey de zaman kaybetmelerine neden olmak korkusudur.

    dumur böyle bir şeymiş meğer. 20 yaşında bir insan kahkahasının ortasında yere yığılıp 3 dakika içinde çeker gidermiş, sanki hiç var olmamış gibi. burnunun dibinde tam teşekküllü bir hastane varken ambulans bulunmaz, bulunsa da herhangi bir minibüsten hiçbir farkı olmazmış. kimi insan pek umursamıyor gibi görünse de öğrencilerini o kadar severmiş ki aylarca kendisine gelemezmiş onları kaybedince. hissettiğini zannettiği sorumluluktan da fazlasını hissedermiş demek ki ki, günlerce kendini suçlamaktan kurtulamazmış. ve filmlerde biri ölürken ona sarılıp "gitme!" diye bağırmak son derece insani bir tepkiymiş, olurmuş öyle. uykuyu kaybeder, günlerce nereye baksa aynı şeyi görürmüş insan. çaresizlik korkunç bi hismiş ve çaresi de yokmuş.

  • ilkokulda arkadaşım özcan, dayısının dükkanından beş tane imitasyon yüzük getirmiş ve sınıfa dağıtmak istemişti. sınıfın tüm kızları yüzüklere bayıldık. hepimiz atladık. kura çekilmek durumunda kaldı ve bakın allah'ın işine ki kura sonucunda o beş yüzük sınıfın en güzel beş kızına gitti. ben ise kuraya girememişim bile. listeden ismim silinmiş. ihtimal ki özcan silmiştir. siz tanımazsınız özcan'ı. iyi çocuktu. en azından benim yanımda silmedi ismimi.

    çalıştığım okuldaki 7 senelik zümre arkadaşım adımı hala bilmiyor. sürekli yanlış söylüyor. ancak sene başında gelen manolya hanımın ismini 34 dakika içinde ezberledi. öğretmenler odasında masanın bir ucundan öbür ucuna "manolya hanım! nasılsınız? simit ister misiniz?" diye bağırdı geçen. ben araya girdim. "ben isterim mehmet hocam" dedim. "aaaa tabii, buyrun arzu hocam" dedi. ismim arzu değil. ama yine de iyi hocadır mehmet hoca. siz tanımazsınız. bana simitini verdi.

    üniversitede hangi erkekten vize-final notu istediysem ya reddedildim ya da karşılığında yemek ısmarlamak zorunda bırakıldım. ben de en son baktım, son paramla da gidip adamlara pizza alır hale gelmişim, gittim notları hep efsun'dan istedim. sınıftaki erkeklerin hepsi istisnasız tüm notları efsun'a verirdi. efsun'un lacivert gözleri vardı. siz tanımazsınız. sayesinde çok not topladım. iyi kızdı.

    bavulumu her zaman kendim taşırım. toplu taşımada her zaman ayakta dururum, genelde yanımdaki hanımefendilere yer verilir. kızlı-erkekli ortamlarda her zaman benim değil etrafımdaki kızların anlattıkları dinlenir. öz be öz biyolojik annem, seneler önce: "anne ya şu resimdeki kız güzel mi sence" diye soru yönelttiğim zaman: "yok be. sen bile daha güzelsin" demiş biridir.

    ki siz annemi tanımazsınız. iyi kadındır annem. bana sevdiğim yemekleri yapıyor.

    düzeltme: harf hataları.