hesabın var mı? giriş yap

  • yakın zamanda geberip gidecekler, hala ülkenin geleceği ile ilgili çıkıp konuşuyorlar ya.
    şurada 3-5 senen kalmış , belki de daha az. ülkenin gelecek 50-100 yılı ile ilgili kararları sen alamazsın ya. almamalısın.
    bak oğuzhan vardı bitane, o da çıkıp biseyler yapacaktı.
    küt gitti.
    sen de gidecen.
    az rahat bırakın ya, az gidin torun sevin ya.
    nedir bu dinazorlardan çektiğimiz ben anlamadım artık.

  • takımım.

    sene 1996-1997, yer: kireçburnu-evde babannem, amcamlar ve halam var.

    babamlar 4 kardeş,

    babam ve halam: beşiktaş'ı
    büyük amcam: fenerbahçe'yi
    küçük amcam:galatasaray'ı

    tutuyorlar.

    büyük amcam soruyor "hangi takımlısın?" diye, "en büyük fener" diyorum, para veriyor.

    halam soruyor, "hangi takımlısın?" diyor, "en büyük amokaçi" diyorum, aferim diyor. amokaçi o zamanlarda benim için her şey, beşiktaş'ta bir tek amokaçi var sanıyorum, diğer 21 topçu diğer takımda. beşiktaş yenince adam tek başına kazandı diye düşünüyorum...

    küçük amcam en sevdiğim amcamdı, o soruyor "hangi takımlısın lan eşek sıpası?" diyor, "rerere rarara gassay gassay cimbombom" diyorum. sanırım soru sorarkenki samimiyetinden olsa gerek galatasaraylı kalıyorum...

    o yüzden belki de, fenerbahçe parayı, beşiktaş özveriyi, galatasaray ise samimiyeti temsil ediyor aklımda.

    o gün bugündür galatasaraylıyım, küçük amcam şu anda şizofren, herkesin ona komplo kurduğunu sanıyor, farkında olmadan gerçekte olmayan kişilerle konuşuyor. üç yıl boyunca kayıptı geçen gün babanneme gitmiş bir hafta sonra yine yok olmuş... üç yıl önce kaybolmadan önce beni görmüştü, maça gidiyordum galatasaray formam vardı, sarıldı, "sen birtanesin" dedi. iyi ki galatasaraylıyım dedim, iyi ki.

  • 21 eylül 1986 ankaragücü beşiktaş maçında top hakeme çarpıp gol olmuş ve beşiktaş mağlup olmuştu ve o sezon beşiktaş 1 puan farkla şampiyonluğu kaçırmıştı. yani o gol olmasa şampiyondu. maçın hakemi ahmet akçay o maçtan sonra yaşadığı bir anıyı anlattı az önce bir programda.
    süleyman seba, maçtan sonra ahmet akçay'ı arıyor ve "hocam biz seni biliyoruz. bu senin ve bizim yaşadığımız bir talihsizlik oldu. bu aralar canını sıkarlar, bir kaç gün gazete falan okuma. kendini de üzme" diyor.
    hani şu "beşiktaşlı duruşu diyip duruyorsunuz. nedir lan bu duruş?" diye soranlar var ya. onlara bir örnek olsun isterim.

    edit: yıllar sonra videosunu buldum. buyrunuz efendim. https://youtu.be/bvyzaieabxm

  • ulkenin dogu sinirindan bati sinirina 3 saatte yurunuyor. geyik degil, $oyle bir yururken icin gecse multeci oluyosun.

  • birebir şahit olduğum iki olay ile biraz olsun anlaşılabilecek durum;

    mekan : barcelona'da bir cadde.

    bir adam 6-7 yaşlarındaki 4-5 çocuğu gezdiriyor. çocuklar yorulmuş olmalı ki el ele tutunmuşlar ve taksiye binmek içim kampanya yapıyorlar:

    taksi porfavor!
    taksi porfavor!

    diye küçük küçük bağırıyorlar.

    adam onları yürütmekten vazgeçip taksi tuttu mu bilmiyorum ama bu kadar sevimli bir şekilde ihtiyaçlarını dile getiren çocuklara karşı geldiğini sanmıyorum.

    şimdide ikinci olay.

    yer : istanbul, ikea.

    5 yaşında falan bir çocuk, ter içinde kalmış, yürümekten yorulmuş, babasının önünü kesip bacaklarına sarılıp kendisini kucağa aldırmak istiyor. babanın eli kolu dolu, kucakta yer yok. bunun üzerine çocuk çığlık atarak ağlamaya başlıyor. baba çocuğu sakinleştirmeye çalışıyor ama çocuk ancak kucağa alınırsa susacak. sonunda baba dayanamayıp elindekileri bırakıp çocuğa tokatı çakıyor. çocuk daha da bağırmaya başlıyor. ama baba rahatlamış gözüküyor.

    "şimdi ağla" deyip yoluna devam ediyor. yani "ağlamaya değer bir şeyin olsun" der gibi.

    bu kadar.

  • üniversiteyi bitirdiğim sene bir tanıdığımız beni kanada'da yaşayan yeğeni ile tanıştırmak istedi. aracı ile tanışma ve kanada'nın uzaklığı vs. derken düşündüm taşındım aman alt tarafı bir tanışma diyerek kabul ettim. iletişim bilgilerimi verdim ve bana ulaşmasını istedim. ancak adamdan birkaç hafta hiç ses çıkmadı. sonra dediler ki bayram tatilinde geliyor arife günü kızılay'da buluşun. ok dedim.

    bir yandan hiç gidesim yok bir yandan adamı merak ediyorum. giyindim, hazırlandım ve buluşma yerine gittim. oturdum bir kahve söyledim bekliyorum derken telefonum çaldı, yurtdışı numarası. etrafa bakınıyorum geldi göremedi de arıyor diye. açtım telefonu bir kadın sesi, byk hanım siz misiniz diyor. ben ne oluyoruz yahu diyorum içimden. evet falan derken dedi ben x'in ablasıyım! neyse geldi karşıma oturdu. ben soruyorum x nerede diye. cevap şu: x hala kanada'da yarın gelecek!

    hemen o saatte kızılay'da olan ablamla kardeşimi aradım buraya gelin dedim. çünkü tek başıma bir yere kımıldayamayacak kadar şaşkınlık içerisindeyim. neyse bizimkiler geldi biz dört kadın oturduk sohbet ediyoruz ama bu işte bir yanlışlık var. en son dayanamadım ya dedim hayırdır ne oluyor burada. ablası dedi ki: x seninle önce benim tanışmamı istedi. bizimkilere dedim kalkın gidiyoruz. neyse kalktık biz mekandan indik aşağı.

    olay burada kapandı mı, hikaye burada bitti mi peki? hayır! bir baktık çıkış kapısının önünde orta yaşlı bir çift. kadın dedi ki: annemler de merak ettiler de seni görmeye geldiler! ablam kahkahayı patlattı, kardeşimin kolundan sertçe çektim hadi gidiyoruz diye. öylece ortamı terk ettik.

    biz eve ulaşmadan olayın haberi gitmiş. neymiş ben saygısızlık yapmışım bizim tanıdığın kanadalı akrabalarına. lan???

    randevulaşmayı umduğum kişinin bütün ailesi ile randevulaştım sözün özü. ik gibi çöktüler başıma. mülakata almaya gelmişler, açıkçası ben yazılı bir sınav da bekledim ama o kadar abartmak istememişler sanırım.

    yıllarca ailede alay konusu oldum, bir daha da hiç kimsenin beni tanıştırmak istediği birisi olduğunda ok demedim. ben o hatayı yaptım cicim thank you diyerek yolladım.

  • başlık: moskovadayım az önce diskodan geldim soruları

    1.alayım piçler

    8.hangi moskovadaydın ? spartak ? cska ? dinamo ? torpedo ? fc ?

  • kaynayan suyu 1-2 bar basınçla, espressodan daha kalın; filtre kahveden daha ince öğütülmüş kahvenin içinden hızlıca geçirerek yoğun kıvamlı, gövdeli kahve elde etmemizi sağlayan italyan icadıdır. diğer demleme türleri içinde espressoya en çok benzeyen demleme türü olsa da, yoğunluk anlamında espressoya yaklaşamaz.
    kullanımı son zamanlarda ülkemizde artmıştır. bir rehbere ihtiyaç duyulması ihtimaline karşın deneyimlerimden süzülmüş bilgilerimi aktarmak isterim. bazı püf noktalara dikkat etmek, yoğunluğu kaybetmeden acılıktan kurtulmanıza, aromayı maksimum düzeyde hissetmenize yardımcı olabilir.
    öncelikle, taze öğüttüğümüz kahveyi silme dolduruyoruz, bıçağın düz kısmıyla/kredi kartıyla vs. yüksekliğini tamamen alıyoruz; düz bir zemin oluşturuyoruz. fakat kesinlikle kahveye bastırmıyoruz. su kahvenin içinden zor-yavaş geçerse acılık artar. ayrıca güvenli de değildir kahveye bastırmak, mokapotu patlatabilir, yaralanabilirsiniz.
    valfi geçmeyecek kadar kaynar su ekliyoruz. su kaynar olmalı ki, kahvemizi çabuk alalım, acılık yaşamayalım.içine kahve dolu aparatı koyuyoruz ve bir havlu yardımıyla elimizi yakmadan sıkıyoruz.
    ocağı yüksek ısıda açıyor ve üzerine potu koyuyoruz. kısık ateş acılığa yol açar. demleme süresince harlı ateş kullanıyoruz.
    kahvenin çıkışını beklerken bir kaba soğuk su dolduruyoruz ve bunu ocağın yanına alıyoruz.
    kahve çıkmaya başlayınca tetikte oluyoruz, kahve akışı bitmeye yakın pottan fokurdama sesi gelecek, bu ses gelir gelmez potun altını soğuk su dolu kaba sokuyoruz, bu işlem contanın ömrünü uzatır. toss diye gelen sesten korkmuyoruz. hemen kahvemizi fincanımıza alıyor, acılığı olmayan yoğun kahvemizi yudumlarken "adamın bi bildiği varmış, teşekkürler barkanand " diyoruz.
    potu da ıslak bırakmıyor, soğur soğumaz söküyor, sadece suyla yıkıyor ve kurutuyoruz.

  • beklemede olandır. okuyun. online olarak okuyun, sözlüğü her gün ziyaret edin ve hesabınıza giriş yapın. entry'lere şukela verin. bunların çaylak olarak bekleme süresini azalttığını ve sıranızı hızla düşürdüğünü düşünüyorum.