hesabın var mı? giriş yap

  • bu dizide de görüyoruz ki ejderha denen hayvanat küçükken sevimli mi sevimliyken ergenlik dönemiyle birlikte birden ibneleşmeye başlar. başına buyruk hareketler, anneye babaya karşı gelmeler falan. charizard'dan beri bu böyle.

  • sporcu olmak bu okullara girmek için bir etkendir ama tek başına yeterli değildir. öncelik, akademik başarıdır. ancak kabul edilen öğrenciler, aynı zamanda milli takım bazında sporcular ise o zaman burs alma ihtimalleri çok yüksektir. well-rounded öğrenci isterler. bütün dersleri 100 olan inek öğrenciden ziyade; dersleri 90 ama milli tenisçi, resim yapan, piyano çalan ve sosyal ogrenci onlara daha ilgi çekici gelir. ancak taşaklı birinden alınan referans mektubu bütün bu faktörleri altüst edebilir.

  • zamanında, "kullanıcı dostu* tasarım" nedir, verimlilik nedir bilmeyen bir adam tarafından tasarlanmış, daha sonra da değiştirmek kimsenin aklına gelmemiş ya da gelmiş de kimsenin işine gelmemiş tasarımlara verilen -en azından benim az önce verdiğim- addır bu. örnek vermek gerekirse:

    makarna poşeti: yahu kardeşim yırtarak açmaya çalışırsın açılmaz. sinir olursun, zorlarsın. birden yarıya kadar yırtılır poşet; her yer makarna olur. bir kısmını zorla tencereye dökersin, kalanıyla ve yırtık bir torbayla baş başa kalırsın. atsan atılmaz satsan satılmaz.

    selobant: bir gün biri çıkar da çocukluğunun "en zor dönemi neydi" diye sorarsa, selobandın ucunu bulmaya çalıştığım o elim anlar gelir ilk olarak aklıma. bazı tasarımcı denyolar işi o kadar abartmıştır ki ucunu bulsan bile bandı ordan sökemezsin. bazen de tam ucunu buldum derken tutup çektiğinde bant tam ortadan enlemesine yaryılır ve yarı kalınlıkta bir bant çıkar. şimdi bir değil birçok kayıp uç vardır elinde. her şey daha karmaşıktır.

    mayonez kavanozu: dünyanın stresli işi, dibinde azıcık kalmış bir mayonez kavanozundan çay kaşığıyla, eline mayonez bulaştırmadan kalan mayonezi sıyırmaya çalışmak değil de nedir?

    ortalı defter: ilk sayfalara yazmaya başlamakla eş zamanlı başlar kabus. eğer defter tek ortalı ve kalınca bir defterse satırın sonuna gelince elinizdeki kalem pıt diye giriverir altı boş kağıda. girmese de yazı bozulur eğri büğrü olur. ortalara ulaştıkça her iki taraftaki sayfalar bombelenir. gün ortasındaki kabustur. off.

    meyve suyu kutusu: yeni çıkan ve güya modern tasarımlı olan bu kutuların kapakları çevirerek açılır ve hatta açılırken içindeki koruma bandını da açar. buraya kadar her şey güzeldir. ama eğer bardağa koymaya kalkarsanız güzel başlayan maceranız hiç de hoş olmayan bir şekilde devam eder. bu kutulardan ilk bardağı yere dökmeden doldurabilene tetrapak tarafından fenerbahçeli rambo'nun çaldığı avrasya maratonu kupasının verileceği efsanesi dolaşır market rafları arasında. kutuların üzerinde "açmadan önce çalkalayınız" yazması ama içinde hava olmayan kutuyu çalkalamaya kalkınca oluşan sessizlik dünyanın en hüzünlü sessizliğidir. kutunun dibinde kalan ve asla sahip olamayacağınız o bir yudum meyve suyu da ayrılıkların en acısını yaşatır insana*.

  • "...her maça ülkenin milli takımını kaos içnde hazırlamayı vazife edinmiş, kendisi ile çekişen, hatta söylediklerinin anlamını çözemez hale gelen bir ombudsman izlenimi veren, ülke içinde tartışılır hale gelen, saygıyı, sevgiyle değil de korku ve tehditle almaya çalışan sayın fatih terim, son 3 yıldır hiçbir şey vermediğin türk futboluna belki de en iyi katkıyı emekli olarak verebilirsiniz..."

    http://sosyal.hurriyet.com.tr/…inanmiyoruz_40244230

  • dünyanın net en gizemli hastalığı. 1915-1926 yılları arasında ortaya çıkıp sonra bir anda kaybolan (hatta bu sayede sandman'in tutsaklığına bahane olarak işlenmiş) uyku durumu hastalığı.

    nedeni belli olmayan bu hastalığın belirtileri ateş, boğaz ve baş ağrısı, yorgunluk, çift görme, gecikmeli fiziksel ve mental tepki verme, uyku düzeni bozulması ve katatoni olarak belirlenmiş.

    hastalık beyne saldırarak vakaların bir kısmını hareketsiz bırakarak ve konuşma yetilerini kaybettirerek heykel gibi bir hale büründürüyor.

    hastalar bilinçleri açık olmasına rağmen tam olarak uyanamamış halde hareketsiz ve tepkisiz olarak yataklarında veya sandalyelerinde istirahat halinde öylece duruyorlarmış. yemek yiyemedikleri, su içemedikleri vb yüzünden de yaklaşık 500,000 vaka hayatını kaybetmiş.

    hastalık bir anda kaybolduktan sonra da iyileşen vakaların çoğu nörolojik veya psikolojik sıkıntılar geliştirmişler. bir kısmı komalarından hiç uyanamamış, uyanabilenler de tam toparlayamamış.

    hastalığın neden ortaya çıktığı veya kaybolduğu bilinmiyor, bulaşıcı olmadığı düşünülüyor (hoş hastalarsa influenza patojenleri bulunmuş ama) ve çıktığı gibi yine aniden kayboluyor.

    burada başlığı olmamasına şaşırdım, paylaşmak istedim.

  • kuzenim, 14 yaşındaki oğlunun facebook mesajlarına bakmaktadır. "yin yang, gel gel beraber okuyalım çok komik" çağrısıyla birlikte bu eşsiz günaha katılıyorum. yazışmalar muazzam.

    ilk mesajla birlikte her şey hızla gelişiyor..

    erkek: beni eklemişsin? tanışıyor muyuz?
    kız: ben sizin okuldan bilmem ne sınıfından bilmem kim. ben seni tanıyorum ama demek ki sen beni tanımıyorsun.

    araya birkaç kısa geyik serpiştirildikten sonra:

    erkek: çıkalım mı?
    kız: düşünmem lazım..
    1-2 dakika sonra kız: düşünüyorum...
    1-2 dakika sonra kız: tamam kabul ediyorum.
    erkek: oleyy. çok sevindim :)))

    5 dakika sonra erkek: aşkım?
    kız: aşkımmmm.

    yarım saat sonra erkek: o senin fotoğrafının altına yazıp duran lavuk kim?
    kız: salağın teki ya boşver. peşimde koşup duruyo. yüz vermiyorum. önemli biri değil, kafana takma.
    erkek: benim için önemli ama!..
    kız: ya boşver, yakında vazgeçer zaten.
    erkek: neyse ben onu hallederim en kısa zamanda..