hesabın var mı? giriş yap

  • road runner namı değer bip biiiip, ezeli rakibi olan coyote hiç bir zaman kendisini yakalayamamıştır. aklı ve en önemlisi hızı dillere destandır.

    peki road runnur kaç km hızda koşuyor gelin bu durumu bir irdeleyelim.
    pek kişi bilmez sanırsam ama dikkatli seyircilerin bildiğini düşünüyorum çünkü çizgi filmlerinde roadrunner 'ın gerçek tür ismi geococcyx californianus diye yazmaktadır.12 bu tür gerçekten de doğada hızlı koşan bir türdür ve saatte 42 km hıza ulaştıkları kayıt altına alınmıştır.

    neyse konumuza dönelim elimizde road runner'ın şöyle bir bölümü var ve 1,26 dakikasından sonra coyoteyle ikisi daire şeklinde bir yola giriyorlar ve bu yol baktığımızda iki şerit görmekteyiz. olay amerika'da geçtiğinden, internette araştırdığımda amerika birleşik devletleri'nde, eyaletler arası karayolu sistemi için bir şerit genişliği standarttı 12 ft yani 3,7 m'dir.

    buna göre şu görseli baz alarak bir ölçüm yaptığımızda. tabi ki yaptığımız ölçüm tamamen afaki olmak kaydı ile 2 kare arası 7,4 metre ise 24 kare (177,6 m)arası yuvarlayarak 180 metre diyebiliriz.

    bu ölçümleri de yaptıktan sonra sahneyi izlerken iş kronometrede, sahnede road runner'ın daire etrafında bir tur atmasını tekrar tekrar bakıp 10 ölçüm alalım.
    1 s, 0,82 s, 1.08 s , 0,72 s, 0,78 s, 0,91 s, 0,69 s, 1,15 s, 0,88 s, 0,61 s evet ölçümümüzü yaptık hemen ortalamasını alalım.

    toplam=8,64 10 tekrar olduğundan toplam zaman/tekrar=ortalama
    8,64/10=0,864 kısaca 0,86 alalım

    zamanı hesapladıktan sonra yolun uzunluğunu bulmamız lazım bunun için dairenin çevresi (2 *pi*r)formülünde yararlanacağız . yukarıda ki görselde yolumuzun çapını(2r) 180 metre bulmuştuk yarı çapı(r) ise 90 metre ve pi sayısını da 3 olarak alalım.(hesaplama kolay olsun değil mi)

    2 *pi*r= 2*3*90=540 metre

    yukarıdaki parametreleri de bulduktan sonra hızı hesaplayabiliriz. bunu için hız formülünü(hız= yol/zaman)kullanacağız.

    buna göre ;
    hız=540/0,86=627,90... m/s

    şimdi bu sayıyı km/sa cinsine çevirelim
    627*3600=2257,2 km hızla gidiyormuş bizim road runner.

  • bir mehmet şimşek açıklamasıdır.

    "maliye bakanı mehmet şimşek, devlet kurumlarındaki araçlara harcanan paranın türkiye'nin milli gelirinde ve bütçesinde çerez parası bile olmadığını söyledi.

    maliye bakanı mehmet şimşek, gaziantep'te, şehitkamil belediyesi tarafından yaptırılan aydınlar oto sanayi sitesi'nin açılışına katıldı. açılışta konuşan bakan mehmet şimşek, muhalefetin, devlet kurumlarındaki araçlara harcanan parayı eleştirdiğini anımsatarak harcanan paranın türkiye'nin milli gelirinde ve bütçesinde çerez parası bile olmadığını kaydetti. devlet kurumlarındaki araçlara yönelik konuşan şimşek, şunları söyledi: "araç saltanatı diye ortalıkta bu işin istismarını yapanlar, topu topuna genel müdür ve üstünden bahsediyor. taş çatlasa 2 bin genel müdür var. hadi 40 müsteşar ve 100 müsteşar yardımcısı olsa abartıyorum, 26 bakan bunların hepsini toplasanız türkiye'nin milli gelirinde, bütçesinde çerez parası değil, çerez. bakın 2014 yılında türkiye'deki bütün araçların satın alınması, kiralanması, bakımı, onarımı ve yakıtı 3 milyar 300 milyon liradır. türkiye'nin bütçesi 473 milyar liradır. binde 7'de bahsediyoruz. bakın, şu anda bütün siyaset indirgenmiş, binde 7'ye indirgenmiş. niye? çünkü vizyon yok, program yok, proje yok. kusura bakmayın bunları söylemem lazım, çünkü programları olsa, vizyonları olsa bunları konuşurlardı. gelip burada yapılmış bir cumhurbaşkanlığı yerleşkesinden, efendim araç konusuna bütün sermayeleri bu olmazdı."

    konuşmaların ardından bakan şimşek, beraberindekilerle birlikte açılışını yaptığı siteyi gezdi."

    kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/…rasi_bile_degil_.html

    edit: video geldi.

  • jüpiter'de oluşan büyük kırmızı leke, robert hooke tarafından ilk olarak 1664 yılında gözlemlenmiştir. büyük kırmızı leke, jüpiter gibi gezegenlerde sıkça rastlanan, kiminin saatlerce, kiminin ise yıllarca sürdüğü fırtınaların en büyüğüdür.

    onu ilginç kılan şey ise 400 yıla yakın bir süredir devam ediyor olmasıdır. devasa fırtınaya dair ilk ciddi araştırmalar 19. yüzyıla dayanmaktadır. jüpiter’in büyük kırmızı leke’si 40 bin km‘ye ulaşan çapıyla o kadar büyüktür ki, üç tane dünya’yı içine alabilir.

    jüpiter’in sıra dışı lekesi dünya’daki fırtınaların aksine antisiklondur. yani fırtına yüksek basınç altındadır. lekenin kuzeyinde hakim rüzgarların batıya; güneyinde ise doğuya doğru esmekte olduğu görülmüştür.

    çok karmaşık bir yapıya sahip olan jüpiter’in dev beneği saatin tersi yönünde dönüyor ve gezegenin ekvatorunun 22 derece güneyinde bulunuyor. çoğunlukla kahverengi ve kırmızı olarak kendini gösteren lekenin zaman zaman pembeye dönüştüğü de görülmüştür. üzerinde tartışmalar devam etse de, büyük kırmızı leke’ye tam olarak hala rengini neyin verdiğini bilinmemektedir.

    büyük kırmızı leke’nin yanında bir de küçük beyaz leke bulunmaktadır. o da dünya’yı içine sığdırabilecek kadar büyük bir lekedir. küçük beyaz leke’nin de uzun süreli bir oluşum olduğu düşünülmektedir.

    son yıllarda yapılan araştırmalar büyük kırmızı leke’nin günden güne küçüldüğünü göstermektedir. yine de astronomlar, jüpiter’in simgesi haline dönüşmüş ihtişamlı fırtınanın ne zaman kaybolacağını kestirememektedir.

  • ben az kazanan bir adamım. öyle akıllı telefonum filan yok. geçen şirketin evrağı teslim etmek için cevahir'e gittim. daha önce de birkaç kez yine aynı sebeple gitmiştim. neyse lafı uzatmayayım kendisini orada gördüm.

    imza mı istesem, foto mu çektirsem diye düşündüm. en iyisi ölümsüz bir anı olan foto çektireyim dedim. dedim dedim de ben de akıllı telefon yok ama bilic de orada. bir daha nereden göreceğim onu deyip yanına gittim.

    derdimi tarzanca-ingilizce anlattım. kırmızı kapaklı samsung telefonumu gösterdim; ''but i want photo with you'' dedim tarzanca olarak. utanmadan bir de dedim ki; ''take photo with your phone than e-mail to me, ok?''

    aklımca; ''senin telefonunla çekelim bana e-mail ile gönder olur mu?'' demek istedim. adam zeki tabi, şak diye anladı. ben olur mu öyle şey len filan deyip kızacağını düşünüyordum ''okey'' dedi, beraber selfie çekindik. sonra e-mail'imi aldı. teşekkür edip tokalaştık.

    sonra ben şirket evrağını teslim ettim. sonra işe yeninden döndüm. dönüş yolunda; ''iyi çekindik de bu bana göndermez ki hacı'' diye düşünüyordum, neyse çekildik mi çekildik diye kendimi avutuyordum. yol bunu düşünerek geçti. yeniden masamın başına oturdum, e-maillere bir heyecanla baktım. yoktu.

    neyse, göndermezse canı sağolsun dedim. o gün bilic'ten gelen giden yoktu. ertesi gün de yoktu, ondan sonra da yoktu. olmadı. artık ben vazgeçtim. içten içe de biraz kızgındım, sonra artık umudumu kaybettim. yaklaşık 10 gün sonra tanımadığım bir adresten e mail geldi, şüphelendim ama yok ya artık gelemez dedim. heyecansız bir şekilde açtım. bir baktım bilic'le ikimizin fotoğrafı ve bir de antrenmana davet mektubu.

    kıt ingilizcemle bunu anladım ama bir arkadaşa kesin olsun diye tercüme ettirdim. evet, önümüzdeki perşembe beni davet ediyordu. önümdeki 4 günü bir bayramı bekler gibi bekledim, allem edip kallem edip patrondan izin aldım ve beşiktaş antrenmanına gittim.

    bu sefer hazırlıklıydım, bir arkadaşın fotoğraf makinesini yanımda getirmiştim. binlerce foto çektim. sağol bilic, bana çok güzel bir perşembe sabahı yaşattın.

    debe editi: hikaye gerçek mi diyenler oluyor, evet hikaye gerçek değil. yalnız bu entry'nin sevilmesindeki maharet benim değil. slaven bilic'in. kimse bilic öyle şeyler yapmaz lan demedi. herkes bilic'in böyle gönlü bol, taraftarına değer veren biri olduğu konusunda hemfikir. ben de bu yazıyı kurguladım yazdım. insanları hayal kırıklığına uğrattıysam affola.

  • altı ay kadar önce, mecidiyeköy'deki kat otoparkının oradaki peronlardan otobüse bindik. otobüs hareket etti ve cadde ile sokağın köşesindeki ışıklarda kırmızı ışığa yakalanınca durdu. otobüsün sağında da ekip otosu var. otobüsü ışıklarda gören bâzı vatandaşlar kapının önüne birikip şöföre kapıyı açtırmaya çalışıyorlar. şöförler de polis varken açmazlar pek kapıları. kapı açılmayınca yolcu adayları ümitsiz bir şekilde sağa sola dağıldı. daha sonra orta yaş üzeri bir teyze elinde alışveriş torbaları ile kapının önüne geldi. megafondan gelen sesler sırası ile:
    - pıhh pffkııhhhhk, açabilirsin !
    - ffkııhhhhk, otobüs, açabilirsin !
    - kkkkkhk, otobüs kapıyı açabilirsin !
    - iyetete, aç kapıyı iyetetee !
    - iyeteeteea, bayanı bekletme !

  • sayın mercedes-benz yetkilileri,
    sizden rica ediyorum, yalvarıyorum, ayağınıza kapanıyorum, nolur ama nolur istanbul için ürettiğiniz otobüslere, özellikle de metrobüslere standart klimalardan koymayın. biliyorum siz bunları avrupalı kafasıyla şu kadar insan biner diye tasarlıyorsunuz ama burada işler öyle yürümüyor. ha daha güçlü klima koyacaksanız da bunun için ekstra ücreti açık açık talep etmeyin, bizim yöneticilerimiz vermez o parayı. bir kılıfına uydurun alın ne bileyim. ya da normalin üç katı para isteyin, o zaman alabiliyorlar bak. elin hollandalıları sattı böyle bize, sizin ne eksiğiniz var. bir de eğer bu klimalar manuel falan çalışıyorsa o özelliği kapatın, otomatik çalışsın. bizimkiler az yaksın diye kapatıyorlar onu sanki. ya da şoförün ordaki açılır camı iptal edip havalandırma ızgaralarını azaltsanız da olur. bir de o arkadaki köşe koltuk var ya, neyse bir şey demiyorum ona da.