hesabın var mı? giriş yap

  • iphone ya da android kullanan bir çok kişiye gerizekalı demeden önce adam gibi anlaşılması gereken yeni apple teknolojisi (bu teknoloji aslında yeni değil ama bu uygulama yeni (bkz: kinect)). önceden belirteyim, iphone x'i zerre sevmedim ve almayı düşünmüyorum.

    ingilizce sunumun aşağıdaki kısmını lütfen tekrar izleyin.
    https://youtu.be/z-t1h0y8vum?t=51

    fark 1: yüz tanımlama için ön kamera ile beraber infrared kamera kullanılıyor. (ulan zaten burada diğer bütün üreticilerden farklılaştı apple)

    fark 2: infrared kamera yüzün termal bir haritasını çıkartıyor. bu termal haritayı lise bilgilerinizden izohips haritaya benzetebiliriz. ayrıca infrared kullanılıp ısı farkları belirlendiği için maske ve fotoğraf direkt eleniyor bu aşamada.

    fark 3: dot projeksiyon sistemi önceden belirlenen ve kaydedilen yüzey alanlarına 2. tanımlama için 30.000 adet kadar nokta tanımlaması yapıyor.

    fark 4: tanımlanan noktalar öncekiler ile karşılaştırılıyor ve belirli bir oran üzeri tutarsa kilit açılıyor.

    fark 5: bunların hepsi 1 saniyeden daha kısa bir zamanda oluyor.

    #70773159 bu yorumumda da belirttiğim gibi face id'ye sadece yüz tanıma olarak bakmamak, taşınabilir bir cihazda yüksek kalitede 3d modelleme teknolojisi entegresi olarak bakmak daha sağlıklı olacaktır.

    sony yeni xperia serisi ile 3d modelleme özelliğini (sadece kamera kullanarak) duyurdu. aşağıdaki linklerden izleyebilir ve apple'ın geliştirdiği face id'den ne kadar geride olduğunu görebilirsiniz.

    https://www.youtube.com/watch?v=ovpwonws2l8
    https://www.youtube.com/watch?v=fqyttkanal0

    yiğidi öldürelim ama hakkını da verelim.

    ayrıca bkz: true depth camera

  • flash belleklerin dine hizmeti...

    kuran.pdf yüklenmiş, düşük hafızalı ve bir ucundan asılabilen flash belleklerin seri üretimini yapan bir firma olsa diyorum. tutar diyorum.

  • bazı şeyler kitaplarda, filmlerde, şarkılarda karşımıza çıktığında kalbimize dokunuyor, hoşumuza gidiyor, duygulanıyoruz, empati yapıyoruz. gerçek hayatta benzer durumlarla karşılaştığımızdaysa kurgudakine benzer şeyler yaşayan insanlara tahammül edemiyoruz... ne garip değil mi?

    aylardan beri çeşitli aşamalardan geçiyorum. inkar ettim, isyan ettim, kendimi dağıttım, bol bol ağladım, okudum, eve kapandım, kendimi dışarıya attım... çoğunu da tek başıma yaptım. yolu hala yarılayamadım.
    “güçlüyüm bak, böyle de eğleniyorum hah hayyy!” diye oynamadım. arabeskleşmedim, şarkılarla, sosyal medya mesajlarıyla laf sokmadım, haber alabileceğim, haber taşıyabilecek tanıdıklarla görüşmedim ama yine de zaman zaman tesadüfler sonucu, zaman zaman merakıma yenik düştüğümden dolayı öğrendiğim her yeni bilgi canımı biraz daha yaktı.

    hediyelerde, anılarda, fotoğraflarda soykırım yaptım. bazı fotoğrafları silmeye kıyamadım, o kadar güzellerdi ki... baktım olmuyor, gittim kendime yeni bir telefon aldım doğum günümde, o kıyamadığım fotoğrafların olduğu telefonu gözlerimi kapatıp fabrika ayarlarına döndürdüm, oğluma verdim. çok sevindi çocuk.

    bugün pazar ve evde oturuyorum. en şen kahkahalarda bile içindeki kırıklıkları gizleyemeyen bir kadınla harcanamayacak kadar kıymetli bir gün büyük şehirde. ben de oturdum, bilgisayarımın damarlarına sızmış geçmişin son kırıntılarını temizliyorum. bütün o gezilerdeki, bütün o güzel fotoğrafların iki kişilik olması haksızlık. bir fotoğrafı iphoto’da kesiyorum. öyle güzel gülümsemişim ki... ama ne yapsam da omuzumda kalan eli çıkartamıyorum. o kadar şey yaşadım, o kadar aşamadan geçtim, hiçbir şey bu el kadar koymadı... metin altıok'un şiiri geliyor aklıma, sezen aksu’dan dinliyorum...

    şimdi biraz ağlayacağım. arka arkaya birkaç sigara içeceğim. bir mola vereceğim ve sonra temizliğe devam edeceğim. dezenfektanlarla girişeceğim, parlatmaya çalışsam da biliyorum bazı lekeler hiç silinmeyecek. olsun. 21. yüz yıla yakışır bir hızda olmasa da yavaş yavaş, sakin sakin ilerlemeye devam edeceğim. gün gelecek, kendimi kendime yaptıklarımdan dolayı affedeceğim.

    omzumda bir kesik el ki hala durmadan kanar...

  • -dişi üreme sistemini yazınız.
    +dişi üreme sistemini.

    edit: doğrudur, yaptım. sonra hocaya gidip 10 puanımı da istedim. çünkü cevap oldukça doğruydu. "siiieeoarghh" gibi bişe dedi ama sanırım kabul etmedi.

  • genellikle hatta sıklıkla show tv ana haber bülteninin haber klişelerinden biridir. bakın dikkat edin "ana" haber diyorum. öyle mühim bi haberdirki bu ana haber bültenine kadar gelmiştir. kimdir bu konuk ? çoğunluka pandadır, devedir, devekuşudur, ittir, kopuktur, eşşeğin sikidir. nasıl tanıtılır ?

    "kayseri ahcanımbenim hayvanat bahçesinin yeni bir konuğu var bu günlerde. iki gün önce hayvanat bahçesine getirilen devekuşu rıza ziyaretçi akınına uğradı" (sıradaki haber: dişiyle uçağı nasıl taşıdı)

    şimdi olabilir devekuşu rıza güzel şekil bir hayvanımızdır. kayseri hayvanat bahçesi yetkilileri sizi arayıp "hafız bize süpper bi hayvan geldi tam ana haberlik" demiş olabilir. sizin bahanenizde "halk bu tür haberleri seviyor" olabilir. ama bu kadarı da olmasın be. yurtta cihanda ne olmuş diye beklerken devekuşu rıza'nın uğradığı ziyaretçi akımı beynimi uyuşturuyor benim.

    ya da ben niye show haber izliyorum ki amın düdüğü müsün be adam !

  • benim bir arkadaşım var, tanıdığım en kişilikli ve düzgün adamlardan biri. kadıköy'de tekel bayisiyken biri aklına girdi bar açtırdı bu adama. adam tuncelili, öyle bar ortamını gece hayatını bilmiyor, sevmiyor da... neyse, saflığı (salaklık anlamında değil, oldukça cindir kendisi) ve samimiyeti sayesinde açtığı yerin müdavimleri oluştu dört yılda...

    bir şeyler oldu, 3-4 ay uğrayamadım, neyse sonunda gittim yanına. dedim, nasılsın? dedi, sorma çok fenayım. dedim, hayırdır? dedi, çok fena bir şey olmuştur bana... dedim, delletme insanı, ne oldu yahu, anlatsana? başını öne eğdi, "aşık oldum" dedi utanarak...

    memlekete gittiğinde bir kadına vurulmuş. barı kapatıp kapatıp memlekete kaçıyormuş.

    "geçen eve gidiyordum. minibüsten inemedim, bir baktım sabiha gökçendeyim. ilk uçağa atladım elazığ'a gittim, oradan dersim'e geçtim. sevdiğim kadını iki saat görüp geldim..."

    adam her hafta tunceli'ye gidiyor. hiçbir şey beklemiyor, sadece bir ihtimal sevdiği kadın da onu sever diye umuyor.

    biz de dinlerken yutkunuyoruz arkadaşımla... "maltepe-beylikdüzü arası mesafe çok şekerim" diye lokasyon sorunu yüzünden başlamadan biten ilişkiler geçiyor gözümüzün önünden...

    adam gözümüzde adeta "parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği" diyen bir yarı tanrı, adeta bir vecihi, o paraya öküz alırız diyen anasını sallamayan bir feyzo, sevda'ya sevdalı bir muhsin bey...

    her kazıktan sonra, "aşk ne ki, hofff!" desek de var böyle bir şey, böyle yaşayanlar...