hesabın var mı? giriş yap

  • ya abi işte neden evrim dersi ortaokulda önemli neden doğal seçilimin anlatılması önemli canlı kanlı örneği bu başlık. ya amk adam diyor ki hiç bir ilaç yok, hiç bir vitamin takviyesi yok atıyorum 60-70 yaşında. ama aynı şartlar altında hastalığı olan, ilaç tedavisine ihtiyaç duyan, doktora hastahaneye ihtiyaç duyan, sağlıklı beslenmeye ihtiyaç duyan, soğuğa dayanıklılığı olmayanları hiç görmediğinden hiç haberleri bile yapılamıyor. adamlar ölüyor çünkü a.q ölüyorlar. hayatta kalabilen tek kişiyi bulup da bu hayat tarzını öven bir başlık. adam bu yaşam tarzını benimsediğinden değil orda. adam öyle yaşama adapte olabilen belki de tek kişi olduğu için orda ve bunun haberi yapılabiliyor.

    al hocam uçak biletini bas git. hadi siberyaya da gitme, git karadenizde bi köye yerleş, al av tüfeğini de ayı falan çıkarsa vurursun. into the wild filmi mi etkiledi bilmiyorum. ama haberiniz yapılamadan doğal hastalıklardan ölebilirsiniz. işte o adam başarılı gen, kendini hayat şartlarına adapte edebilmiş gen. ölenleri görmüyorsun. buna adapte olamayan türü görmüyorsun. buna doğal seçilim deniyor. hayvanlar da böyle evrildi başarısızlar yok oldu gitti haberin bile yok. kim bilir ne çeşit vardı. bilmiyoruz.

    ben de seviyorum doğal yaşamı, ben de seviyorum insan olmadan yaşayayım odun keseyim tavuğumdan yumurtamı alayım, ateşimi yakayım üzerinde biber pişireyim. ben de istiyorum. ama olmuyor işte. yapabilen yapsın. herşeye özenmek iyi değil.

  • oxford advanced learner's dictionary'de british english kısmı altında telaffuzları bulabileceğimiz; benim de gerek bu sözlükten, gerek kendi deneyimlerim sonucu farkettiğim bu aksanın bazı özellikleri:
    -r harfleri, sadece kendisinden sonra bir sesli harf (vowel) telaffuz ediliyorsa okunur.
    örneğin; car, emergency, there sözcüklerinde okunmaz. "there" kelimesinde her ne kadar r'den sonra sesli harf var gibi gözükse de denildiği gibi telaffuz edilen sesli harflere bakılır.
    burada türkçe'deki ulamayla bir çağrışım yapabileceğimiz bir durum var. örneğin "over", telaffuz edilirken sondaki r telaffuz edilmiyor denildi. ama "over it" deyince, yani bir sonraki kelime sesli harfle başlıyorsa buradaki r telaffuz ediliyor. ya da "overit" şeklinde bitişik yazdığımızı düşünelim ve ilk başa yazılan sesli harf kuralını uygulayalım.

    -hot, not, got gibi sözcüklerin telaffuzunda o harfi olduğu gibi okunuyor. yani hat değil, hot. nat değil not. bu arada what da aynı şekilde. "wot" diyorlar.

    -amerikan ingilizcesinde sesli harflerin arasında kalmış "t", "d" gibi okunurken; ingiliz aksanında böyle bir şey yoktur. örnek olarak amerikan ingilizcesinde "writer" ve "rider" benzer şekilde telaffuz edilirler.

    not: tabii benim yukarıda yazdığım "hat", "wot" vs. bu sözcüklerin fonetik yazılışları değil. ben sadece fikir vermek veya çağrışım yapması amacıyla o şekilde yazdım. ayrıntılı bilgi için en uygun adres: http://oald8.oxfordlearnersdictionaries.com/

    eğer farkettiğim ve öğrendiğim yeni şeyler olursa ekleyeceğim.

  • fakir ekonomist eşittir şişman diyetisyen, olması gerekendir. hem bu adam ben fakirim falan mı dedi bir yerlerde?

    yine çenemizin yorulduğu başka bir başlıktır.

  • şimdi sabah haberlerinde bir kaç gündür gözüme çarpıyor bu teyzeler, amcalar farklı versiyonlarla:

    bir adam "torununa 1 lira harçlık veremediğinden" yakınıyor, bir kadın "torununun muz istediğinden ama alamadığından"...

    ben fena kazanmıyorum, yani ortalama bir standardım var, hatta bazen çok bile kazanıyorum çeviri vs. ile. biraz da steril yaşıyorum; köyden kente, evden işe... böyle bir başınıza takılırsanız gözünüze gözünüze giremeyebiliyor gerçekler.

    bugün c sınıfı bir pazara gittim. (len pazarın da sınıfı mı olur demeyin. var: misal antalya'da altınkum pazarı bambaşka, altınyaka daha başka, sosyete pazarı ekstra başkadır.) iki üç çeşit meyve dışındakiler girmez o sınıf pazara mesela. ben bugün çakırlar pazarındaydım. balıkçıya durdum ve klasik deniz mi, çiftlik mi sorusundan sonra bir tane -bir tane- tekrar yazıyorum bir tane çupra tarttırdım: 20 lira dedi. yuh dedim. yuh deyince kenardaki küçük -adını şimdi anımsayamadığım balığı gösterdi. len dedim, ev geçindiren bir ebeveyni düşünsene, geliyor, bir balık yedirmek istiyor çocuklarına adam gibi, kenara attığı balıkları gösteriyor satıcı. içi acır lan insanın. benim evlatlarım evlat değil mi lan, der. der yani. ben olsam derdim.

    almadım, içeriye doğru uzadım. patates 3.5 lira (dün markette 5 liraydı, sinirlenip almadıydım), fasulye 7 lira, havuç 3 lira, patlıcan 3,5, bakla 7, pancar 4 tanesi 3 lira, marul 1,5, 4 tane yeşil soğandan müteşekkil bağ 1 lira... hangi sebzenin mevsimi dedim kabağı, havucu gösterdi, baklayı sonra, patates, soğan...

    çilek de 6 liraydı ha. eriği hiç saymıyorum.

    şimdi tv'de "insanlık onuru" diyor başbakan.
    insanlık onuru mu kalmış lan? verdiğiniz 900 lira maaş ile bir dede/nine torununa pazarda gördüğü meyveyi, balığı, sebzeyi alamıyor, hangi onurdan bahsediyorsunuz lan?

    yazık, vallahi yazık.

    dilerim ki bahsettiğiniz o insanlık onuru sizi ve sizin gibi çiğleri gün gelecek yiyecek!
    insanlık onuru, yalandan, hitabetten beslenen pezeveng herifleri yenecek.

    ha, muzdu di mi? muz göremedim pazarda.

  • yapanın taşşağına sağlık dediğim uygulamadır. kimsenin footer'larda ya da köşe kolonlarda falan çıkan reklamlarla bir sorunu yok.

    ama tek fonksiyonu video stream etmek olan bir sitede, istediğim videoyu izlemeden önce "zorunlu" olarak siksok bi reklam izlemem gerekiyor ve adblock sayesinde bu engelleniyorsa, tekrar ediyorum:

    yapanın taşşağına sağlık dediğim uygulamadır.

  • mesleğin dünyanın her yerinde aynı meslek olmasından mütevellik durdurulamayacak terk etmedir.

    bundan birkaç ay öncesine kadar gitmeyi düşünmüyordum. şimdi cv hazır, başvurulara başladım. elimde çiftçilik ile ilgili bilgileri saymazsanız 2 meslek var. (bunlardan biri yazılımcılık değil ama aynı sektörün parçası, danışmanlık) 5 yıllık iş tecrübem, 3 tane kurup batırdığım startup var. kısacası gidebilmek adına inancım tam.

    birkaç ay öncesine kadar gitmeyi düşünmüyordum, gittiğim tatillerde avrupalıların yaşamını anlamamıştım, buradan yazar bir arkadaş, (finlandiyada yazılımcı) bana çalışma ve yaşam şartlarını anlattı. orta sınıf hayatı, en sevdiğim. ben de öyle büyüdüm zaten koymaz bana. maaş ile ilgili pek bir beklentim yok gideceğim ülkede de.

    neyse, canımı sıkan şey, yaptığım iş ya da aldığım para değil burada. benim canımı sıkan buradaki insanlar, metrobüs, trafik, ülkeyi yönetenler, yönetmeden siyaset yapanlar, sokaklar, binalar, kısacası evimden dışarı çıktığım anda bir tiksinme başlıyor.

    son birkaç haftadır, metrobüste elim ayağım titmeye başlıyor. motosikletle işe gitmek istiyorum bu defa da cücük kadar yolda kaza tehlikeleri atlatıyorum.

    benim hayattan öyle büyük bir beklentim de yok. sabah kalkıp düzgünce işe gideyim, insan gibi bir saatte çıkayım, evime geleyim. günde 8-9 saat harcayayım iş için. şuan 12.5 saat harcıyorum.

    motosiklet, bisiklet sürmeye huzurla gideyim, evimin yakınındaki parklarda yürüyüşler yapayım istiyorum. arada da balık tutmaya gitmek.

    toplu taşımaya binerken acaba bugün hangi dangalakla itişmek zorunda kalacağım demek istemiyorum.

    sanırım bu saydıklarımın hiçbiri lüks değil. ve bir kere geldiği şu hayatta, insan gibi yaşamak herkesin hakkı diye düşünüyorum. evet, bu ülkedeki her bir bireyin de hakkı, ancak bu ülkenin vatandaşlarının böyle bir talebi yok. ben bir kere 25 yaşına geleceğim, bu tadı bi kere alacağım. umarım ki 25. doğum günümde, gönlümden geçen ülkelerde, gerekirse bir başıma, cücük kadar evimde oturuyor olacağım.

    ekleme: artık çok iyi beslendiğim dönemlerde bile gastrit ağrısı çekmeye başladım. bir de bu var, bu meslekte, şuan çalıştığım şirkette, bir müşteri için çalırşırken mobbinge maruz kalmam diyordum, o da oldu (çalıştığım şirkette mobbinge maruz kalmadım, hizmet sağladığımız başka bir şirkette maruz kaldım, entrylerimden çalıştığım yeri bulup aaaa orada mı olmuş demeyin, çalıştığım yerde böyle şeyler pek olmaz). sanırım çok doldum.