hesabın var mı? giriş yap

  • olay aslında 30 yaş değil, yetişkin olduktan sonra bu faaliyete girişilmesi hadisesi. başlık piyano kapsamından da genişletilebilir, tüm müzik aletleri, hatta tüm hobiler bu kapsama girebilir, dil öğrenmek bile. karşı çıkacaklara saygı duymakla birlikte, öyle kursla, youtube videolarıyla falan da olacak iş değildir hiçbir hobi, bana göre. elbette bir şeyler öğrenilir ancak gerçek manada uygulama için bu yola hem madden, hem manen, bir bütün olarak girmek gerekir. bana göre hobi, karşılık beklemeksizin ve uğruna ciddi paralar harcanabilecek keyif veren aktivitelerdir. piyano çalma taahhüdü de bu kapsamda kabul edilmekte midir? önce bu büyük sorunsalın zihinde yanıtlanmış olması gerekir. çünkü tam manasıyla yetişkinken piyanoya başlamak, hayata dair büyük bir taahhüttür, ciddi bir iştir, hakiki bir yaşam felsefesidir.

    piyano çalmaya ciddi baş koymuş yetişkin insanlardan biri de benim, ama çıkıp şunu bunu çaldım diye kafa ütülemeyeceğim; bilakis kafamdaki sorunsalları nasıl aştığımı kendi bilgi birikimim çerçevesinde buraya yazacağım. ben bu sorgulamaların hepsini bu yola çıkmadan önce yaptığım için, bu başlıkta kimilerine faydası olacağını düşünüyorum, zira benim de sıklıkla uğradığım bir başlık olmuştu vaktiyle. ve bu görüşleri de kendi kıçımdan uydurmadım tabii, örneğin üniversitesinde piyano okumuş safkan alman bir yakınıma konu hakkında, piyanoya başlamadan önce danışmıştım. haricinde zaten yıllardır içimde olan bir istekti, ta gezi olaylarında otellerin hollerinde yerlerde yatarken, lobilerde çalınan piyanoların harika sesleriyle uyandığım günlere kadar, hatta daha da eskilere kadar gider bu istek.

    yukarıda bahsi geçen alman yakınıma konuyu açtığımda, bana bizzat şu cevabı vermişti: eğer her gün çalışacaksan, başla. hiç değilse, çalışamıyorsan bile günde 5 dakikanı ayır ve başına otur. bu işin kritik noktası her gün en az yarım saat, bir saat çalışmaktan geçer. öbür türlü hiçbir anlamı olmaz ve vakit kaybı olur. ama piyanoyu zoraki bir mesai olarak da görme, onu severek çaldığını da hiçbir zaman unutma. bu bir hobi ve ondan keyif almak için onu çalıyoruz. ve mutlaka iyi bir hoca tut. ben 30-35 yıldır çalıyorum, okulunu okudum, almak zorunda değilim ama halen ordinaryus profesör birinden ders alıyorum, müthiş keyifli.

    sonrasında ben de çok araştırdım. özellikle fazıl say'ın tüm röportajlarını dinledim. mesela bizzat fazıl say'ın ağzından, bir eseri konser performansında çalabilmek için 200 kere tekrar etmenin gerekebildiğini (evet, yazıyla iki yüz), piyanonun çok sesli bir orkestra olduğunu, caz için bile temelde klasik eserlerle başlanması gerektiğini dinledim. röportajların hepsi youtube'da mevcut.

    haricinde yine youtube üzerinden envai çeşit yüksek takipçili kanalların, piyanistlerin piyanoya başlayanlar için tavsiyelerini araştırdım. hiçbirinde öyle kısa yoldan bu işi öğrenmek gibi bir mevzu yok. herkes "çalışabildiğin kadar çalış" diyor özetle. bu iş, zamana yayılan bir hadise olduğu için, ne kadar erken başlanırsa da o kadar iyi. elin veledi 5 yaşında başlayıp 30 yaşına geldiğinde, 25 yıllık bir piyano geçmişi oluyor. 30 yaşında biri sıfırdan piyanoya başladığında, tecrübesi sıfır ve o açığı bir şekilde kapatmak zorunda. fakat 30 yaşında başlayan biri 50 yaşına geldiğinde de, 20 yıllık bir piyano tecrübesi olacak. bırak 20 yılı, 3-5 yılda bile, sıkı çalışmayla, piyanoyu ağlatırsın. müthiş değil mi?

    buradan da 19. yüzyılda yaşamış charles louis hanon'a geleceğim (bkz: hanon). hanon, yazmış olduğu "the virtuoso pianist" adlı eserinde, o meşhur 60 pratikten önce, aslında kitabına harika bir giriş yazısı yazmıştır (bkz: preface). ancak her nedense, birçok hanon kitabına veya pdf'ine doğrudan part 1 ile başlanır ve hanon abimizin giriş bölümündeki o güzide tavsiyelerini kimse bilmemektedir, yahut sallamamaktadır. oysa hanon, o bölümün bir kısmında şunları söyler:

    --- spoiler ---

    piyano çalmaya başlayan kişinin, her zorluktaki bir parçayı çalması için 8 ila 10 sene boyunca piyano çalışması gerekir. bugünlerde, çok az kişi bu kadar vaktini buna ayırmaktadır!

    (...) yeteri kadar pratik yapmaya vakit bulamayan öğrenciler ve hocalar, sadece bu egzersizleri birkaç saat tekrar ederek parmaklarını eski seviyesine getirebilirler

    --- spoiler ---

    1800'lerde bile insanın piyano çalmaya vakti olamayabiliyormuş demek ki. bugünkü gibi piyanoya ulaşmak da, o dönemde mümkün değildi zira. piyanonun 1600-1700'lerde harpsichord'dan bugünkü haline benzer bir hale geldiğini, sonrasında da ciddi proseslerden geçtiği düşünüldüğünde, bugünkü modern insanın piyano almaya maddi olarak çok daha fazla imkanı olduğunu söylemek mümkündür. ayrıca piyano tarihi de çok ilginçtir. benim bu konuda kendi kendime sorduğum ilk soru şu olmuştu: yani piyano nasıl bulunmuş olabilir? (bkz: bartolomeo cristofori)

    gereksiz bir anekdot daha ekleyeyim: cristofori piyanoyu icat ettiğinde, bir örneği bach'a gitmiş. bach da "bu ne lan" diyip, "şuralarına şunu ekleyin, bunu yapın" diyip salmış piyanoyu. (bkz: lol)

    her neyse, hanon'un giriş yazısının tamamı: ilk sayfa, ikinci sayfa

    *

    lafı daha fazla uzatmayıp şuraya geleceğim ve yazıyı bitireceğim:

    yetişkin bir insanın akıl sağlığı yerindeyse, iradesi vardır. o nedenle yetişkin bir insanın piyanoya başlaması hadisesi, ihtiyaridir, zoraki değildir. kişi bir tercih yapmıştır. alternatif maliyetleri olacaktır. bu maliyetler göze alınmalıdır. başlı başına piyanonun kendisi pahalı bir enstrüman olmuştur. hocası ve harcanan saatler göz önüne alındığında, piyano ciddi bir emek işidir.

    fakat çıkılan bu kutlu yolda, piyano çalmanın zorluğu fark edilince bu nadide enstrüman 1-2 ayda bırakılabilmekte. oysa işin kolay yolları var. sağ el ayrı, sol el ayrı, sonra birlikte çalışma gibi. nitekim hocayla çalışmanın önemi de burada devreye girer. bilek ağrılarını bertaraf eden yine hocanın bizatihi tecrübesi ve tavsiyesi olacaktır örneğin.

    valla bıraksalar sabaha kadar piyano hakkında yazarım ama bir noktada bitmesi gerek. o nedenle, gerek hanon'un, gerek ise diğer tüm sanatçıların, hocaların vb. dediği gibi, eğer günde en az 1 saat pratik yapma taahhüdüne girilemiyorsa, o zaman piyano hoş bir anı olarak tarihte yerini alacaktır. fakat piyano öylesine adil bir alettir ki, siz ona ne verirseniz o da size onu geri verir. kayırmacılık yoktur, herkes eşittir. ne kadar ekmek, o kadar köftedir. çok çalışan hızlı ilerler, az çalışan "zor" bahanesiyle piyanoyu bırakır. hatta ve hatta çalışmalar ilerledikçe 1 saatin dahi yetmediği görülecektir. fazıl say, bir röportajında günde 14 saati bulan çalışmaları olduğunu söylemiştir. keza günde 6 saat çalışmayı övünçle sosyal medyadan paylaşan piyanistler olduğu gibi, bu işi bizler gibi belirli yaşa gelmiş insanlar bakımından günlük 2-3 saat olarak belirlemek mümkündür. elbette motivasyon kayıpları olacaktır, elbette "yok lan benden olmaz" düşünceleri zihinde dolanacaktır. ama onların hepsi geçicidir, yılmayıp, çalışmaya devam edilmelidir. bu kapsamda youtube'da sıfırdan başlayıp 1 senede, 2 senede nereden nereye gelindiğini gösteren videolar çok faydalı olacaktır.

    2-3 aylık basit egzersizler akabinde, şöyle bir satie gnosienne no. 1 çalmak, yüzdeki o sinsi gülümsemeyi doruk noktalarına ulaştıracaktır. emin olabilirsiniz.

    yeterince uzun yazdıysam, şimdi dağılabilirim.

    yakın zaman içerisinde kuyruklu piyano hakkında da yazacağım.

    fakat şimdilik bunu önerebilirim: (bkz: dijital piyano/@dragonlady)

    yaşasın #40hoursofpractice

  • bütün treni kokutup iğrenç bir havanın oluşmasına sebep olan, insanlara saygısı olmayan insan davranışı.

  • bu konuda daha önce yazmıştım.

    burada kumar bağımlısı olmuş arkadaşlara, bırakamayacağını düşünenlere, özgüvenini yitirenlere birşeyler daha söylemek isterim, umarım faydam dokunur:

    1. para
    ---------
    elbette kaybettiğiniz ilk şey. aslında kumar bağımlısı olmanın tek bir yolu vardır: "bir kereye mahsus sizin için hatırı sayılır bir para kazanmak". "ne alaka?" diyenleri duyar gibiyim. kumardan para kazanmamış, bunun tadını almamış kimse kumar bağımlısı olmaz. bağımlı olmanız için önce para kazanmanız gerekir. beyin, "bu işten para kazanılıyor" demeli herşeyden önce. zamanla o kazandığınız paradan fazlasını batırırsınız. bir süre için "batırdığım çıksın bırakıcam"lar başlar. batırılan para artık çıkmayacak noktalara geldiğinde, algı "bi 10luk vursam şu borcu öderim"e döner. ama aslında olan tek şey kaybetmeye devam ediliyor olmasıdır. bu boka uzun dönem bulaşan herkes "zarar eder". bunun profösyönel poker oyuncuları haricinde hiç ama hiç alternatif örneği yoktur. kumar oynar ve oynamaya devam ederseniz, para kaybeder ve kaybetmeye devam edersiniz.

    2. zaman
    ------------
    para kadar önemli bir başka şey ise zamandır. sanal casino, idda, gerçek casino farketmez. saatleriniz, günleriniz o ekran yada makinanın başında geçer. aklınızda her zaman kumar vardır. ah o "j 5'in yanına bir kağıt daha çekseydim", "ah o kupona son maçı yazmasaydım". alakası yok biliyormusunuz? çünkü bir sonraki, olmadı ondan sonrakinde gene kaybedecektiniz. geçmişe dönüp baktığınızda, kaybettiğiniz parayı bir kenara koyun, kaybettiğiniz zamanda neler yapabileceğinizi düşündüğünüzde kendinize bir kere daha kızacaksınız.

    3. özgüven
    --------------
    bu döngü içerisinde alternatifsiz yitirdiğiniz birşey vardır. özgüveniniz. "ben ne yaptım?", "ben bu boku bırakamam", "oynamadığımda kötü hissediyorum"... say say bitmez. kendinize olan güveniniz yavaş yavaş kaybolur. bir süre sonra bırakamayacağınızdan okadar emin olursunuz ki, "bırakmak" konusunu bir kenara koyar, "ben artık böyle bir adamım" der hale gelirsiniz. halbuki büyük bir gerçek var: bıraktığınız andan itibaren her geçen gün o kaybettiğiniz özgüven yerine gelecek, bir süre sonra "kumar mı? aptal mısın oğlum?" diyen adam olacaksınız.

    4. fizyolojik ve psikolojik bağımlılık
    -----------------------------------------------
    kumar bağımlılarının bir çoğu aslında bilmese de, "dürtü kontrol bozukluğu"na sahiptir. içinden gelen "oyna lan ne olacak" dürtüsünü kontrol edememesinin sebeplerinden biri de budur. sadece kumar oynarken değil hayatın bir çok alanında bu dürtü kontrol sorununu yaşarlar.

    psikolojik tarafını bir kenara koyar, fizyolojik tarafına bakarsanız da dopamin i görürsünüz. beyindeki bu salak saçma mutluluk hormonu, sigara, kumar, uyuşturucu gibi alışkanlıklarla tetiklenir ve salgılandıkça sizi iyi hissettirir, eksikliğinde mutsuz kılar. yani o huzursuzluklarınızın, kötü hissetmenizin, oynamak istemenizin altında psikolojik ve biyolojik sebeplerde vardır.

    5. kumardan sonrası
    ---------------------------
    düne baktığınız, dünü düşündüğünüz her an dünde kalırsınız. atıyorum kumardan önce 50.000 tl birikimi olan, ayda 5.000 tl kazanan bir bireydiniz. şimdi ise birikiminiz yok ve 100.000 tl borcunuz var. bunların hepsi kumar yüzünden. çıkış yolu ne? tekrar oynamak mı? hayır.

    dünü unutun. şunu çok iyi biliyoruz, kaybettiğiniz paralar hayatınızı etkileyecek kadar büyük. zaten kimse kazandığında haz almayacağı bir para için oynamaz. bu yüzden de riske atılan para her zaman kişiye göre büyük olur. önünüzde ödemeniz gereken bir borç ve yaşamanız gereken bir hayat var.

    iki alternatifinizin biri oynayarak bu parayı çıkarmak. bunu yaparsanız ne olur? %1 ihtimalle 150 bin vurur, hem borcunuzu kapar hem birikiminizi geri alırsınız. sonrasında yine oynar aynı noktaya yine gelirsiniz. %99 ihtimalle ise borcunuz büyümeye devam eder. kendinizi kötü hissetmeye, aklınızı yitirmeye devam edersiniz. özet: oynadıkça her zaman kaybedilir.

    ikinci alternatifiniz (net olarak yapılması gereken tek şey) çalışarak borcunuzu 1,2,3 kaç seneyse o dönemde ödemek, geçmişe çizgi çekmektir. bir çok insan yanlış yatırımla para batırıyor, dolandırılıyor, soyuluyor. siz de kumar oynayıp batırdınız. artık bunu düşünmeyi bırakın.

    çıkın şu bok çukurundan dışarı, hayatınızı geri kazanın.

    bunları okuyan sana söylüyorum, "ne diyor bu adam?" diyorsan, bağımlı değilsin, sadece olursan neler olacağını okudun. "hasiktir aynı ben" diyorsan, çözümü de yazdım sana. "artık çok geç" diyorsan da, sakın deme. kendine güven. hemen şimdi şuan bırak.

    saygılar.

    edit: imla ve düzenlemeler.
    edit2: bu yazıyı yazdıktan sonra bırakmalı başlamalı bir süre daha oynadım. en son artık tamam deyip üstünü çizdiğimden sonra 1 sene olmuş. ben ki sadece slot oynuyordum, ofiste evde, cep telefonundan tuvallette bile. (tuvalette 45 bin vurmuştum vermemişlerdi, hesabı kapamışlardı. verseler de zaten ertesi gün batırırdım sıkıntı değildi. :) 2-3 senelik bu boktan serüvenim bittiğinden beri hesabımı kitabımı biliyorum. herşey çok daha güzel. 100 tl nin değeri var. bir gecede 5000 i 200 bin yapıp ertesi gün batırmış adamım. 200 bin birşey ifade etmezken şuan 100 tl benim için alın teri olduğundan çok değerli. geçmişe bakmıyorum. arkanıza bakarak koşarsanız düşerseniz. özetle ben bıraktım siz de bırakabilirsiniz. ancak unutmayın, aynı sigara gibi. asla bir kere bile denemeyin. o dopamin endofrin gel baba gel diyor ve sizi geri içine çekiyor. bırakın, bırakabilirsiniz!
    edit3: 2 seneyi geçmiş oynamayalı. bu da size ümit/motivasyon olsun.

  • akp'nin başarısız olduğunu anlamak için ekonomiden çok iyi anlamak gerekiyor mu? şu veri bile tek başına bir şey ifade etmiyor mu?

    nerdeyse 3 katına çıkmış. hele de geziciler yüzünden dolar 1.70'den 1.90'a çıktı diye ortalığı velveleye veren, adaklar adayan, kurbanlar kesen sizlerin paradigmasından bakınca, başarısızlık güneş gibi parlıyor.

    sene 2010 bakın yiğit bulut ne tartışıyor

    ekonomik krizle gideceksiniz. tıpkı geldiğiniz gibi gideceksiniz. başka partiler kurulacak. insanlar paralarını piyasadan çekecekler. o boktan esnafınızdan da alışveriş yapmıyorlar. palalı esnafınız artık kendini palalar.

    bunları da buraya bırakıyorum.
    #63981452
    #63968490

    (bkz: türkiye'deki muhaliflere öneriler)

  • hacca değil de umreye gitmesinin sebebi umrede şeytan taşlama olmamasıdır.. tuğçe kızımız ilerisi için satanizme açık kapı bırakmak istiyor anlaşılan.

  • retweeted ebru ziyagil (@_ebruska):

    küçükken kardeşimi tahta kepçeyle döverken sırtında kepçe kırıldı sonra kardeşmle oturup anneme ne diycez diye ağladık, bu orjinal fakirlik.

  • sevdiğinizi belli edin. hatta kör kütük aşık olduğunuzu farkettirin sonra geri sayıma başlayın...

  • sene 2008 istanbulda makine mühendisliği okuyorum. okuyanlar bilir makine bölümüne dişi hoca bile sokmazlar. öldürülme tehlikesi var çünkü. abazanlıktan üretebildiğimiz tek şey kaldırgaçlar. askeriyeden farkı yok ortamın, yemeklere şap atsalar yeri yani. okul apışarası kokuyor. ama arkadaş ortamında bir sıkıyorum allahım sanırsın okumaya pavyona gelmişim. derslerde filan yanımıza kons oturtuyoruz. öyle ortamlar var.
    uzatmayalım, bir gün dayımla konuşuyorum, paso yalan atıyorum tabi. karı kız alkol uyuşturucu ben sıktıkça dayım tekbir getiriyor telefonda. bizim ki buna inanıp; olm bir yunan misafirim var iş alacağım, onunla gelelim ortama filan sokalım alalım işi dedi. ulan elin yunanı istanbul ortdıbını ne yapsın amk demedim tabi, getir dayı getir buralar fena dedim. yolunacak kaz bulmuşum bırakır mıyım? ben hiç ciddiye almadım ama bu iki hafta sonra aradı, yeğen cuma akşamı oradayız hazırlan. hazırlan dediği de cigara ex karı kız vs vs. dedim ki dayı hazırım, bundan daha hazır olamam, gelin. bir iki de yunanca kelime ezberledim adama şirinlik olsun diye. neyse geldiler, ben tabi ooo adelfos kalosorisma filan ne dediğimi bile bilmiyorum adamı yağlıyorum adam demesin mi ne diyon amk? hoaydaa. meğer bunun yunan dediği izmirde doğmuş büyümüş adı da beşir. dedim yunanistan'ın neresindensin gardaş? hoşgeldin, diye sarıldık yunana. neyse yemek filan yendi birer bira verdim bunlara dedim yavaştan başlayın ortamlar fena, sağlam kafayla çekilmez. sarhoş etmem lazım ki pavyonu gece kulübü diye yedirebileyim. sohbet muhabbet derken bizim yunan, kanka cigara yok mu ya dedi? olmaz mı ya yeter ki isteyin amk müptezelleri diye malı hazırladım. bunlar dayımla mevlana gibi dönmeye başladı cigarayı. plan süper işliyor birer kadehte viski dayadım arkasından. bir yandan hadi hadi viskileri çekin çıkalım diye acele ettiriyorum bir yandan da allahım inşallah ölmezler diye dua ediyorum. 15 dakika sonra kafalar oldu roket, tak diyorum kahkaha atıyorlar. bunlar bana nasıl teşekkür ediyor, olm mal harikaymış, ne kafası varmış zart zurt. dedim siz durun daha hatunlara gidicez o zaman görün.
    neyse bunları bindirdim arabaya, sanırım burada ki her istanbullunun bileceği bir mekana geldik.
    mekan cıvıl cıvıl. istanbulda ne kadar 40 yaş üstü alkolik varsa orada. tam aranan ortam. masamıza doğru yürüyoruz. oturduk, bir solist var allah günah yazmasın dilberay ondan daha güzel. hoşgeldiniz beyler diye selamladı bizi. dayım diyor ki vay bin solisti de mi tanıyorsun? gibtin mi lan doğru söyle? estağfurullah dayı dedim bize yakışmaz. garson geldi, dedim reyis bunların kafa roket sen masayı doldur.
    beş dakikada ne kadar ölüm riski taşıyan meze varsa masaya doldurdular. masada keyifler yerinde ben de kendi halimde eğleniyorum filan masaya bi döndüm, yunan cigaranın etkisiyle masada ne varsa silip süpürüyor. inşallah dedim zehirlenmez. bunlar deliler gibi eğleniyor tam istedikleri ortamı sağladım kendimle gurur duyuyorum, dayım işi alıcak neyse abi bizim yunan tuvalete gitti geldi, dayıma dönüp; erkan abi bir ishal olmuşum allah seni inandırsın zütten işedim. konslar şok. bizim beşir masaya oturdu ardından mekanın güvenlikleri patara kütere bizim yunana bir giriştiler, atatürk böyle zulmetmemiştir yunana. vurmayın herif yunan ülkeyi kötü tanıtıyorsunuz filan bağırıyorum ama kimse duymuyor. olay duruldu abi ne oldu dedim; amk çocuğu pisuvara sıçmış dediler. utançtan yerin dibine girdim, yunan gülüyor.
    tabi dayım o arada korkudan ayılmış. durumu, ortamı, rezaleti fark edince; ulan şerefsiz senin getireceğin mekanı gibiyim bu karılar ne lan
    diye bağırınca güvenlik bu kez dayıma girişti. ne olmuş lan karılara diyip
    dövüyorlar. dedim bari iyi dövün de beni dövecek gücü kalmasın aq
    neyse hesabı filan ödetip bizi attılar dışarı. dayım dayağı yiyince ayılmış, kafası yerinde ama yunan hala pert. ölümden ilk kez korktum. bindik arabaya kimse konuşmuyor. arada bir yunanın osuruk sesleri harici çıt yok. abi acil tuvalet bulun dedi bizim beşir. aha dedim sıçtık.
    arabayı durdurdum dedim in aşağı amk arabaya sıçma seni denize dökerim. bu kahkaha atayım derken zütü tutamıyor zart zurt bırakıyor.
    neyse bunu indirdik ayakta duramıyor dayaktan anası gibilmiş hala gülüyor. sapa bir köşeye çektim dedim şu bahçeye gir duvarın dibine sıç.
    dayım arabada kımıldamadan oturuyor, beni nasıl öldüreceğinin planlarını yapıyor bende arabaya yaslanmış beşir'in sıçmasını bekliyorum. 10 dakka 15 dakka derken beşir'den ses yok. dedim bakayım öldü mü bin. bahçeye yaklaştıkça osurma sesleri geliyor. iyi dedim ölmemiş. kafayı bi uzattım bu baya tuvalete oturur gibi oturmuş ama pantolon filan üzerinde. dünyam başıma yıkıldı. geri zekalının kafa nasıl gidikse donu filan sıyırmadan oturup sıçmaya başlamış. kanka hala var da sıçamıyorum diyor. dedim pantolon dolmuş, bi ayağa kalk yer açılsın. dayı dedim beşir böyle böyle yapmış. dayım dedi ki beşir kalkarken pantolonu çorabın içine sok dökülmesin. böyle sükunet olamaz.
    beşir kalktı pantolon çorabın içinde şıpıdık şıpıdık yürüyor. ceket meket ne bulduysam serdim koltuğa beşir'i oturttum. arabada bir koku var sanırsın beşir insan yemiş. polis filan çevirse kokudan 50 sene yeriz. bütün camlar açık, öğüre öğüre geldik eve.
    nihayetinde beşir işi dayıma verdi

    sistem33

    edit : okuyun ama şukulamayın rica ediyorum, en beğenilen entry'm olacak yoksa

  • --- spoiler ---

    -aşı yan etkisi olarak 'miyokardit tanısı konulan insanların yarısı' 5 yıl içinde, %75'i 10 yıl içinde ölecek.
    --- spoiler ---

    aşıdan sonra miyokardit gecirenlerden biri de benim.

    bakın arkadaşlar, ben bunu takmam ama bunu okuyup üzülecek ve gidip hayatını karartacak bir sürü insan var.

    böyle kanıtsız anlamsız şeyleri paylaşarak insanları üzüyorsunuz ve iyi bir şey yapmıyorsunuz haberiniz olsun.

    3 5 fav için attığınız su adımlara ben hem kendim hem de diğer insanlar için hakkımı helal etmiyorum.