hesabın var mı? giriş yap

  • ingilizcesi walking ghost olan bu kavram çok yüksek dozlarda akut radyasyon zehirlenmesi'ne (>20 sievert) maruz kalan kişilerde ortaya çıkan, radyasyona maruz kalınan ilk andaki semptomların (bulantı, kusma, ishal, yorgunluk, kanamalar) yok oluşundan sonra kurbanın içine girdiği uzunluğu birkaç saat ile birkaç gün arasında değişen (9-10 güne kadar bile çıktığı vakidir) sağlıklı görünme haline verilen addır. walking ghost süresi boyunca hasta kendini iyi hisseder, genel durumu iyiye gider, adından anlaşılacağı üzere kalkıp yürüyebilir bile.
    ancak çok yüksek dereceli radyasyon zehirlenmesinde epitel hücreleri öldüğü ve kemik iliği tamamen yok olduğu için ölüm kaçınılmaz olduğundan walking ghost süresi geçtikten sonra kurban tekrar kontrolsüz kanamalar ve enfeksiyonların eşlik ettiği, tedavisi mümkün olmayan ve ölümle sonuçlanan bir döneme girer.

    sanıyorum ki "üç ay ömrünüz kalmış" konseptinden tamamen bağımsız şekilde, bir insanın yaşayabileceği en büyük psikolojik yıkım kendisine bir yürüyen hayalet olduğunun söylendiği andır.
    (bkz: dead man walking)

  • bu konu hakkında detaylı detaylı yazıp da kimseyi sıkmak istemem ancak söyleyebileceğim en kısa, en net ve en önemli şey şu ki; vereceğiniz karar, üçüncü şahısların fikir ve düşüncelerinden tamamen bağımsız olsun. üçüncü şahıs derken sadece sizin için bir şey ifade etmeyen insanlardan bahsetmiyorum. buna aileniz ve yakın arkadaş çevreniz de dâhil.

    iki insanın arasında geçenleri yalnızca o iki insan bilir. başka kimse değil. dışarıdan nasıl görünürse görünsün, gerçeği yalnız siz bilirsiniz.

  • sağ gösterip sağ vurmak ya da kısaca sağ vurmak şeklinde özetlenebilecek vuruş şekli fazla tahmin edilebilir hale gelince sağ gösterip sol vurmak taktiğini geliştiren vurucuların, bu taktiğin de tahmin edilebilir hale gelmesiyle geliştirdikleri taktik. başa dönüş. kulağını tersinin tersinden gösterme.

    özellikle sinema, edebiyat alanlarında boy gösteriyor. diyelim bir filmde yönetmen gözümüze katilin uşak olduğu yönünde birçok ipucu sokuyorsa, ilk etapta şöyle düşünüyoruz: "sağ gösterip sol vuracak pezevenk, şüpheler çok fazla uşağa çekiliyor, aslında katil uşak değil oğlum". fakat daha sonra yönetmenin tam olarak biraz önceki şekilde düşünmemizi isteyip istememiş olabileceğine kafa yoruyoruz ve düşüncemiz şu hale evriliyor: "oğlum düşündüm de katil aslında gerçekten uşak. yönetmen özellikle şüpheleri uşağın üzerine çekerse katilin uşak olmadığını düşüneceğimizi biliyor, vay ipne".

    fakat anlaşılacağı üzere bokunun çıkarılmasına çok müsait bir denklem bu. sağ gösterip sol vuracakmış gibi yapıp sağ vuracakken birden sol vurmak gibi. bir kademe ilerisi ise resmen terbiyesizlik. örneğin bir futbolcu bu kadar feyk atarsa ya rakibi kafa göz girişir, ya da bir noktadan sonra kontrolünü kaybedip topu kaybeder. yapmayın. yolunuz yol değil.

  • isterseniz 1 euro yapın. bütün elektronik ve gıda dışı envai çeşit alışverişimi amazon'dan yapıyorum. yapacağım. daha pahalı bile olsa!

    paramın yolsuzlara, hırsızlara, araplara, ekonomi coh eyicilere, geçmediğim köprülere, adımımı atamadığım saraylara, çocuk tecavüzcülerine gitmesi kadar rahatsız etmiyor inanın. bir de diğer yönden bakalım. satıcılar yönünden: dürüst, ahlaklı, beni önemseyen adamlar dururken şark kurnazı, malının arkasında durmayan adamları neden paramla semirteyim?

    dipnot: abd, gümrük vergisi sınırını geçtiğimiz yıl 200 dolardan 800 dolara yükseltmiştir. tabii orada tayyip gibi "halk adamı" bir yönetici olmadığı için normal.

    edit: çok mesaj aldım. amazon'dan alınca da yine vergi alıyor devlet deniyor. evet yine vergi ödüyorsun ancak doğrudan türkiye'deki bir satıcıdan aldığınızda devletin kasasına daha çok para giriyor. ürünü satın aldığın firma ülkeye ithal ederken gümrük vergisi ödüyor, sana satarken fiyata ötv, kdv, yerine göre trt bandrol payı vs. ekliyor. tüm bunlar devlete giden kalemler oluyor. bitiyor mu? bitmiyor. türkiye'deki firma; sana yaptığı satıştan elde ettiği karın %30 civarını yine gelir vergisi olarak devlete ödüyor.

    buna ek olarak hb ve n11'den yapılan her alışverişle bu kokmuş düzeni destekliyorsunuz. çünkü bu firmaların büyük çoğunluğu hükümet yandaşı. yani paralarınız size yol, su, elektrik olarak değil; daha çok hakaret, daha çok baskı, daha büyük kazık olarak geri dönüyor.

    şayet amazon'dan yaptığım alışveriş; bir kuruş bile olsa bu hükümete daha az para aktaracaksa yurt dışından alışveriş yapmaya devam edeceğim. nasıl ki devlet yemiyor içmiyor ufak hesaplarla milleti daha nasıl soyarım diye düşünüyorsa ben de bu konuda ufak hesap yapıyorum. unutmayın eğer biz doğrudan yurt dışından aldığımızda bunların cebine daha fazla para giriyor olsaydı bırakın limiti düşürmeyi limiti tamamen kaldırırlardı. hatta yurt dışından alışveriş yapmamız için bizi teşvik bile ederlerdi. cari açık filan umurlarında değil.

  • birisi bir şey ikram ettiğinde otomatikman yok ben istemiyorum demektir. halbuki başkalarının elindekileri görünce bakakalan çocuklardandır o insan.

    sonradan kazanıyor insan, parası da oluyor, imkanı da. ama bir iz mutlaka kalıyor.

  • insanın kapı zili üstünden babanın isminin yazılı olduğu kağıdı söküp, kendi isminin yazılı olduğu kağıdı taktığı an. ufacık kağıt parçasının nasıl olur da bu kadar ağır olabileceğini açıklayabilecek herhangi bir bilim yok.

  • ben de kendi sürecimi anlatayım. aslında bu konuda yazmayı düşünmüyordum çünkü benim için basitçe “anne olmak” bu. ancak hem koruyucu aile olmayı düşünen insanlara yardımcı olmak hem de düşünmeyenleri teşvik etmek için yazmaya karar verdim.

    lise yıllarımdan beri istediğim bir şeydi evlat edinmek. son 5 yılda ise yoğun olarak düşünmeye başladım. uzun süre cesaret edemedim. hatta, şimdi ne gerek var, deli miyim ne güzel yaşıyorum işte dediğim de oldu. bir gün yapacağımı biliyordum bu arada. sadece uygun zamanı bekliyordum.

    en sonunda takvime not düştüm. 1 mart 2020’de başvuracaktım (oğlumun doğum tarihi). başvurmadım. daha sonra bir belgesel izledim, korkunç bir belgesel. bir erkek çocuğun ailesi tarafından uğradığı işkenceleri ve ardından ölümünü konu alıyordu. o çocuğu kurtarmış olmayı o kadar çok istedim ki. haftalarca aklımdan çıkmadı. bana son cesareti veren de gabriel fernandez ismindeki bu çocuk oldu.

    önce kadıköy’deki sosyal hizmetler’i telefonla aradım. ne yapmam gerektiğini öğrenmek için. telefon konuşmasını yarıda kesip ben gelebilir miyim şimdi oraya dedim ve gittim. uzmanla uzun uzun konuştuk. bana gerekli evrakların listesini verdi ve 1 ay içinde getirmem gerektiğini söyledi. içlerinde uğraştıran tek belge sağlık raporu. pandemi döneminde onu alabileceğim en makul hastaneyi aradım ve başkent üniversitesi hastanesine karar verdim.

    ardından covid şüphesi ile karantinaya girdim ve belgeleri hemen hazırlayamadım. neyse sonuçta 1 ay içinde hepsi tamamdı. bu arada bir motivasyon yazısı yazılıyor – ki onu yazmam rahat 20 gün sürdü. çok iyi düşünmüşler bu yazıyı istemeyi. insan kendisi de tekrar tekrar düşünüp değerlendiriyor. motivasyon yazısının bir parçası da nasıl bir çocuk istendiği. tabii istediğiniz olacak diye bir kural yok. örneğin bebek istersiniz, ancak uzmanlar bebek bakmak için sizi yetersiz görürse büyük çocuk önerebilir. yazının bu kısmını ben sürekli değiştirdim. önce 5-6 yaşında erkek veya kız çocuk yazdım. ardından buna cesaret edemedim. travmalarını çözemeyebilirim diye korktum. iş ciddiye binince gabriel’i kurtaramadım da diyebiliriz. şimdi üzüldüm böyle söyleyince.

    büyük çocuktan çekinmemin iki ana nedeni vardı, 1. bekar anne olmak, 2. evdeki kedi ve köpeğim. şu an bu korkumun yersiz olduğunu düşünüyorum fakat o an çocuğun kedi ve köpeğe zarar verebilme ihtimalinden de korktum. bir neden daha var gerçi, çocukların karakter gelişiminin en çok 0-3 yaş arasında gerçekleşmesi. bir travması da varsa bu dönemde bunu çözebilirim diye düşündüm.

    nasıl çocuk konusuna geri dönersek, sonraki seçimim 0-3 yaş arası erkek veya kız oldu. cinsiyet seçmekten hep uzak durdum çünkü evladın kızı erkeği olmaz. fakat çevremden ben bekar kadın olduğum için, yani çocuğun babası olmadığı için kız almamın çocuk için daha iyi olabileceği fikri geldi. rol model olmak ve onu anlamak açısından. ben de son noktada oraya 0-3 yaş kız çocuğu yazdım. yalnız bu detayda yazarsam bu yazı hayatta bitmez ama neyse.

    araya şunu da sıkıştırayım. neden evlat edinme yolunu seçmedim? ilk görüşmeye gittiğimde çocuğu kaybetme korkum nedeniyle bana evlat edinmek de önerildi. düşündüm ve çocuğumun koruma altındaki çocuklardan biri olduğuna ilişkin duyduğum aşırı kuvvetli histen dolayı bu yolu izlemeye devam ettim. hatta o an kurumda olduğunu da hissediyordum. bunu motivasyon yazıma da ekledim. “şu an orada olduğunu hissediyorum, hazırlanmam için süreci uzun aylara yaymayın lütfen, ben hazırım…” gibi bir şeyler. çünkü bu süreç şu şekilde işliyor, ayda 1 olmak üzere 5 görüşme. bunun nedenlerinden biri de ailenin kendisini hazırlaması ve vazgeçecekse de vazgeçmesi.

    belgeleri toparladım gittim. kafamda da şu düşünce var, küçük çocuk istediğim için 6 aydan erken olmaz. bir yandan sabırsızım bir yandan da 6 ay işlerim açısından çok ideal bir zaman. belgeleri bu kez farklı bir uzmana teslim ettim ve o uzmanla uzun uzun konuştuk. o bana sorularını sordu ben ona. burada gerçekten tecrübeli bir uzmana gittiyseniz çok çeşitli sorular sorarak sohbet ortamında sizi anlıyor. kız çocuk konusunda yanlış düşündüğümü söyledi mesela. ben de hemen vazgeçtim. fark etmez dedim. gerçekten fark etmez.

    uzmanla görüşmemizin sonunda, henüz o motivasyon yazımı okumadan, tam da tahmin ettiğim gibi oldu. oğlum oradaydı. o gün fotoğrafını gördüm. şunu belirteyim benim sürecim rekor seviyede hızlı ilerledi. örneği olmayabilir. bunun nedenini şöyle açıklayabiliyorum ancak, kader. oğlumun bana gelmesi gerekiyordu. onu çok istedim ve kendime bir şekilde mıknatıs gibi çektim diye düşünüyorum. kurum açısından da nedeni şu, hazır olduğuma karar verdiler, güvendiler, pandemi nedeniyle süreçlerin askıya alınabileceğinden çekindiler, bana uygun bebeği hali hazırda bulmuş olabileceklerini düşündüler ve bekletmenin bir anlamı yoktu. 4-5 gün sonra oğlumla tanışmam konusunda sözleştik ve ben eve gittim. sonra dank etti. neden o kadar bekleyelim? hemen arayıp daha hızlı görüşüp görüşemeyeceğimi sordum ve ertesi güne ayarlandı. bu arada tabii inanılmaz heyecanlıyım. o günden oğlumun eve geldiği gün + 1 haftaya kadar yemek yiyemedim heyecandan.

    süreçle ilgili atladığım şeyler olabilir, koruyucu aile olmak istediğinizde bu detayları zaten öğreneceksiniz diye çok takılmıyorum.

    tanıştığımız ana geliyorum. bana onu cam arkasından gösterdiler, pandemi nedeniyle. şimdi düşününce bak yine kalbim çarptı. aşık olmak gibi bir şey oldu. vuruldum ya bildiğiniz. nasıl güzel, nasıl tatlı, nasıl minik. acayip bir his. o da beni görünce güldü. bakmaya doyamadım o camın arkasından. daha sonra gönüllü annelik formunu doldurdum ve oğlumun gönüllü annesi oldum önce. her sabah kurumda onu ziyaret ettim. maskeyle. onunla oynadım, onu besledim, kitap okudum, uyuttum vs böyle şeyler. bu süreçte de uzmanlarla görüşüyorsunuz. hem bebek sizi nasıl karşıladı hem siz nasıl hissediyorsunuz vs. gibi. onlar da uyumunuza bakıyor. bizim nasıl vurulduğumuz zaten kabak gibi ortadaydı.

    eve gelme sürecini de hızlandırdım ben çünkü hem orada daha fazla kalmasına gerek yoktu, hem de solunum problemi vardı ve yurtta kalması iyi gelmiyordu. 1 hafta sonunda geçici sözleşme ile bendeydi. bu bir haftalık süreçte yatağını, oto koltuğunu, bebek arabasını, kıyafetlerini vs. işte bir bebeğe neler gerekiyorsa hepsini hazırladım. çok acayip bir haftaydı. bulutların üstünde gibiydim net ve tabii ki böyle bir şeyi daha önce hissetmemiştim.

    şu anda 10.5 aylık. nasıl seviyorum nasıl nasıl. hayallerimden bile güzel. kendim yapsam asla böyle güzel bir çocuk yapamazdım. hayranıyım.

    biraz da gerçeklere dönecek olursak, koruyucu ailelikte her zaman için geri alınma riski vardır. benim oğlumun geri alınma ihtimali olmadığı söylendi, tabii ki teorik olarak mümkün ancak bu ihtimal çok düşük diyelim. ben onunla tanışmadan önce bu ihtimalden çok korkuyordum. ancak onunla tanıştıktan sonra bunun olmayacağına çok inandım. içimdeki his ömür boyu birlikte olacağımızı söylüyor. bizi kim görse bu çocuk senin çocuğun olmak için doğmuş diyor. ben de bakıyorum tıpkı ben valla ya. harbi hiç benzemiyoruz ancak ben ona bakınca kendimi görüyorum.

    koruyucu aile olmak isteyenlere önerim, bu iş çocuk oyuncağı değil, gerçekten emin olduğunuz noktada başvurun. ancak korkacak bir şey de yok. benim gibi 5 sene düşünmeyebilirsiniz. orada bir sürü çocuk annesiz babasız büyüyor. kurumda fiziksel ihtiyaçları çok iyi karşılanıyor. iyi besleniyorlar, iyi bir rutinleri var, oyuncakları, onlarla oynayan ablaları var. ancak hiçbiri bir aile olamaz. kurumdaki hiç kimse ona bizim baktığımız gözlerle bakamaz. bir kalabalığın içindeki bir çocuk onlar. ağlamayı bile bilmiyorlar. her ağladıklarında bakılmayacağını öğrenmişler çünkü. minicik bebekler bile kendi kendine uyuyor, aksi mümkün olmadığı için. kim bilir kaç gece uyutması için birini aradılar, beklediler, ancak olmadı. benim oğlum geldiğinde hem ağlamıyordu hem kendi kendine uyuyordu. şu an avaz avaz ağlıyor gerektiğinde ve ancak kucakta pışpışlanarak ve aynı zamanda da ninni söylenerek uyuyor. geldiği günden beri biberonu benden başkasından almadı, kabul etmiyor. o bir çeşit emzirme oldu aramızda. benden başkası uyutmak istediğinde kapıya bakıyor, bekliyor. kıyamıyorum mecburen ben uyutuyorum. şu ana kadar 3 saatten uzun ayrı kalamadım. ayrı geçirdiğimiz günlerin acısını çıkarıyoruz karşılıklı.

    son bir şey ekleyeyim. kurum sizin hazır olmadığınızı düşünüyorsa dosyanızı askıya alıyor. yani ben istiyorum bana çocuk verin durumu yok. her ne kadar bir sürü çocuk aile bekliyor olsa da kurum emin olmadan tek bir çocuğu bile aile yanına yerleştirmiyor. geri getirilmeleri veya o ailede zarar görmeleri çok daha büyük travma çünkü.

    kendi duamı kendim edeyim, oğlum benimle büyüsün ve uzun, sağlıklı, mutlu bir ömrü olsun. en büyük duam bu artık. dilerim bu yazıyı okuyup da koruyucu aile olmak için başvuranlar, bir çocuğa hak ettiği sevgi dolu hayatı verenler olur.

  • liyakata, yeterliliğe göre değil il, ilçe başkanlarıyla akrabalık derecesine göre işe alır, beline bekçi diye silah takarsanız bu hadiseler elbette şaşırtmayacaktır.

  • başlık: eksi 40 derecede donmak üzere olan arkadaşınız

    1. karınızı siksin mi?
    2. eksi 40 derecede kaldırabilecekse helal olsun o adama, gelsin tüm sülalemi siksin.