hesabın var mı? giriş yap

  • katıldığım tespit.

    ama nostalji meraklısı olduğum için katıldım. yoksa biraz düşününce aslında vcd filmleri değil de tek derdimin 5 kuruşa aldığım meybuzu erimeden önce yiyebilmek olduğu zamanları özlediğimi biliyorum. (bu bakış açısına “metin2’nin eskisi gibi keyif vermemesi” tarzında bir başlığa yazılmış bir entry sayesinde eriştim, bulursam ekleyeceğim.)

    özetle, eski aktivitelerimizi ve eşyalarımızı değil de o zamanki halimizi ve neşemizi özlüyoruz.

  • salaklıktan daha fazlası değildir. iki üç kişiye muhalefetine bakarak hangi partiye oy vereceğine karar veren insan salaktır. bu kişiler ne bileyim diğer partilere bağlı kişiler olsa neyse ama sadece ünlüler.

    kısacası bu kişi salaktır.

  • adamın birinin, hiç bir baltaya sap olamamış ebleh bi oğlu varmış. adam da zengin ya, oğluna paso iş kuruyormuş, oğlan da paso batırıyormuş işleri. adamcağız "bir defa daha şansımızı deneyelim bakalım" demiş, entegre et tesis kurmuş oğlu için. neyse fizibileteler hazırlanmış, fabrika, tesis, allah ne verdiyse kurulmuş, baba da oğlunu bir makinanın başına getirip anlatmaya başlamış:

    "bak oğlum, bu makinanın bu tarafından ineği sokuyorsun, öbür taraftan sosis olarak çıkıyor. anladın dimi çocuum?!"

    çocuk da ebleh ebleh sırıtıp:

    "ehuaa! çok iyi yaa! peki babaa, burdan sosisi sokarsak öbür taraftan inek olarak çıkar mı?"

    adamcağız derin bir iç geçirmiş ve cevap vermiş:

    "hayır evladım. maalesef o teknoloji yalnızca ananda var..."

  • modaevinin içinde parfüm satışına başlamış ilk terzidir.

    1901 yılında "dünyanın ilk giyim modası markası" diyebileceğimiz house of worth'de (charles frederick worth) işe başlayan muhterem, 1904 yılında rue auber no:5/paris'te kendi butiğini açmış, bir sonraki yıl ise denise isimli hanım ile evlenerek hanımefendiyi markanın en bilindik modellerinden biri yapmıştır.

    1914-1918 yılları arasında geçici olarak butiğini kapatarak orduya hizmet vermiş ve bu dönemde askeri paltolarda kumaş kullanımını asker başına 75 santim, dikim süresini ise dört saat kısaltarak takdir toplamıştır. savaşın bitişi ile işine geri dönmüş ve tasarımları ile alemleri çalkalamaya devam etmiştir.

    sonraları büyük kızı rosine'in adına kurduğu "les parfums de rosine" markası ile emannuel bouler, maurice shaller ve henri alméras (efsanevi "joy"u bilir misiniz?: patou'nun 1930'da çıkardığı bu parfümün tasarımcısı da almeras'dır) gibi parfümörlere tasarlattığı parfümler ile döneminde oldukça sükse yapmıştır. parfümlerinde genelde gülün baskın olduğu çiçeksi bir koku profili hakimdir.

    poiret'in parfümlerini neden kendi adı ile satmadığı bir muamma konusudur ve bu kritik hata ile birlikte "kendi adına parfüm çıkaran ilk modacı" ünvanını gabrielle chanel'a kaptırmıştır.

    gabrielle chanel'in no.5 için söylediği rivayet edilen "kadın gül gibi değil, kadın gibi kokmalı" sözü, aslında dönem itibariyle en büyük rakibi olan poiret'in gül/çiçek temalı parfümlerine alenen laf geçirme çabasından başka bir şey değildir.

    1921 ile 1925 arasında paris, cannes, deauville, biarritz ve la boule'deki butikleri ile altın çağını yaşamış, zamanın ruhunu yakalayamamasından dolayı işleri kötüleyince 1929'da iflasını ilan etmiş, eşi denise tarafından terk edilmiş ve 1944'te yoksulluk içinde ölmüştür.

    1991 yılında kızı için kurmuş olduğu parfüm markası, yani les parfums de rosine, marie-hélène rogeon tarafından reanime edilerek kıyısından köşesinden parfüm pazarında duyulmaya başlanmıştır.

    kısaca; modacıların parfüm çıkartmaya ilgisi paul poiret ile başlamış, chanel ile marka ve koku özdeşleştirilmiş ve nihayetinde raflardaki 10 parfümün 8'inin modacı markası ile konumlandırıldığı bugünlere gelinmiştir.

  • sevgili cananlar, prenses degilsiniz. ulkemizde monarsi yok. kimse de sizin usaginiz degil. etrafinizdaki insanlarin gorevi, kaldiramadiginiz kicinizin rahatini saglamak hic degil. surekli mizildanarak, her seyden yakinarak, gun boyu elestirip memnuniyetsiz bir yuz ifadesiyle tahtinizda oturarak cok daha itici bir insan haline geliyorsunuz. belki amsalak erkekler dis gorunusunuze bakip aldanabilirler ama inanin kadinlarin sizin gibi sendromlu insanlara tahammulu yok.

    "ben pamuklar uzerinde buyudum, aliskin degilim boyle yerlere" ne demek lan!? bizi civili yatakta mi buyuttu anamiz babamiz? o pamuklari bir tarafina tiktiklarinda sen de toprak altinda curuyeceksin. ayh ne dolmusum.

  • burda odaklanmamız gereken yangını kimin yaptığı değil bence. ben hayatımda bu kadar aciz bir devlet görmedim arkadaş. 1 tane yangın helikopteri göndermekten bile acizler. su zaten dibindeki denizde. 4 tur yapsa o yangını 1 saatte söndürürsün. allaha emanet ülke yönetiyorlar. bakın yangın uçağını falan geçtim, 45 tane helikopter varmış ya, nerede o helikopterler? gö*ünüze mi soktunuz?

    edit:
    bir yazar diyor ki: "teröristler insanların devlete olan güvenleri azalsın, korksun ve endişelensin diye üstlenebilecekleri her şeyi üstlenmeye çalışırlar. salak olmayın." (bkz: #126393549)

    evet, devlete olan güvenimiz tavandı, bu yangınlar sayesinde yerle yeksen oldu... ya sabır.

  • ortada "oglumuz kayiptir, yasamindan supheliyiz" dememis bir garipoglu ailesi varken
    ortada cinayet saatinden beri kayip olan bir cem varken
    ortada kesik bir bas, bir de govde varken
    ortada kan kokulu bir villa varken
    ortada her gun, hatta hayatlari boyunca o kesilme olayini hatirlayacak, dusunecek bir karabulut ailesi varken,

    kimse kusura bakmasin, hukukcularla degil karabulut ailesi ile empati kurarim ben.

    ha bir de ben onun hukuken masumiyetini yerim.

  • adam otuzsekiz yıl önceki ilkokul öğretmenini parkta görünce utanarak yanına yaklaşır ve "hocam beni tanıdınız mı?" der. ihtiyar adam, ''hayır tanımadım'' der.

    bunun üzerine adam:
    ''hocam beni nasıl tanımazsınız? ben ilkokul öğrenciniz mustafa. sınıfımızda bir arkadaşın saati kaybolmuştu, ben almıştım. siz de 'herkes kalksın ve ellerini tahtaya dayasın, arama yapacağım' demiştiniz. ben utanmış ve çok korkmuştum. sizin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım diye soğuk terler döküyordum. sizden bir komut daha geldi, 'şimdi herkes gözlerini kapatsın.' ortalarda bir yerdeydim. aranma sırası bana gelmişti. saati cebimden sessizce almış, devamında aynı sessizik içinde son arkadaşa kadar aramayı sürdürmüştünüz. sonra bizi yerimize oturtup bana ve hiç kimseye hiçbir şey söylemeden saati sahibine vermiştiniz. büyüdükçe içimde büyüttüm bu davranışınızı. hocam ben şimdi elli yaşındayım. düşünüyorum da şu hayattaki en büyük dersi o gün sizden almışım. her aklıma gelişinde sarsıldım ve her aklıma gelişinde kendimi sizden kalan erdemin koruyucu gölgesinde hissettim.
    çünkü 'utancı bilerek yaşamak korkunç, daha da korkuncu bilerek yaşatmaktır.'
    der edip cansever. hocam işte siz bana o utancı yaşatmadınız. yaşasaydım unutur muydum doğrusu bilmiyorum ama beni utandırmamanızı hiç unutmadım hocam.
    şimdi hatırladınız mı beni?''

    ihtiyar öğretmen yanyana oturdukları banktaki öğrencisine yaklaşarak:
    ''o olayı ertesi gün ben de unutmuştum. şimdi sen anlatınca hatırladım. sizlere 'gözlerinizi kapatın' dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım. o yaştaki
    her çocuğun düşebileceği yanılgıya düşen öğrencime karşı içimde bir yargı
    oluşsun istememiştim. o sen miydin? bilmiyordum nasılsın?''