hesabın var mı? giriş yap

  • zenginin rezaleti bilem buram buram kalite kokuyor yeminle.

    bir de bizim rezaletlere bak amnk, neymiş dominos 30 dakikada getirmemişmiş, yurtiçi evde bulamamışmış, 50 kuruşluk yoğurtlu sos...
    fakirliğimden tiskiniyorum, tiskiniyorum..

  • persona filmi hakkında (yukarıda bir kısmı alıntılanmış) şöyle bir itirafta bulunmuştur:

    "persona, yaratıcısını kurtaran bir yaratıdır. iki kez zatürree ve antibiyotik zehirlenmesinden mustarip bir hastaydım. kelimenin tam anlamıyla üç ay boyunca dengemi kaybettim... hastanedeki yatağımda oturup tam önümdeki kara bir lekeye baktığımı hatırlıyorum çünkü kafamı kıpırdatsam bütün oda dönmeye başlıyordu. artık hiçbir şey yaratamayacağımı düşündüm. bomboştum, neredeyse ölüydüm... bir gün birden, iki kadının yan yana oturup ellerini karşılaştırdıklarını düşünmeye başladım. bu tek sahneyi muazzam bir güç sarfederek not edebildim. sonra, birinin konuştuğu ötekinin sustuğu iki kadın hakkında çok küçük bir film yapabilsem -belki 16 mm- benim için o kadar zor olmayacağını düşündüm. her gün biraz biraz yazdım. öyle hastaydım ki uzun metrajlı bir film yapmak henüz aklımdan geçmiyordu. ama kendimi buna alıştırdım. her sabah onda, yataktan kalkıp masaya geçtim, oturdum, bazen yazdım, bazen yazamadım. hastaneden çıktıktan sonra, deniz kıyısına gittim. hâlâ hasta olduğum halde senaryoyu bitirebildim ve planı gerçekleştirmeye karar verdik. yapımcı çok anlayışlıydı. sürdürmemi, pahalı bir proje olmadığı için kötü olsa bile her an bırakabileceğimizi söyleyip durdu. temmuzun ortasında filmi çekmeye başladım. hâlâ hastaydım, ayağa kalktığımda başım dönüyordu (…) bir gerçeklik krizi beni düşüncemi açıklamaya yöneltti. gerçek nedir ve kişi ne zaman gerçeği söylemelidir? cevabı o denli güç geldi ki sonunda gerçekliğin tek biçiminin sessizlik olduğunu düşündüm. sonunda, bir adım daha ileri giderek, bunun da bir rol, bir cins maske olduğunu keşfettim. ihtiyaç duyulan şey bir adım ötesini bulmaktır."

    edit: güncelleme

  • bu adam benim 10 sene evvel askerlik yaptığım yerin ordan geçerdi arada sırada.

    her seferinde de istisnasız şekilde bize dönüp merhaba çocuuuuklaaaaaaaar derdi. güzel adamdır yılmaz morgül.

    o kulübe önünden kimler kimler geçti gitti bi dönüp bakmadı. bi süleyman seba bir de yılmaz morgül durup bizlere selam vermiştir her seferinde.

    o günden beridir severim kendisini. hal ve hareektleri komik biri o doğru. iyi insan olmasına engel değil. insanları iyi ve kötü olarak ayırın arkadaşlar. başka kritere gerek yok.

  • kasılmayın. gidin kahve için. siz para ödeyeceksiniz hizmet ve ürün bekliyorsunuz. onlar size lütufta bulunmuyor. sanki mabede giriyoz.

  • bu entry'de size bu konserin gerçek olduğunu fotoğraflarıyla birlikte ispatlayacağım.

    freddie mercury afyon'un bir köyünde

    görsellerin devamını yazının devamında paylaşacağım. ayrıca yazının sonunda bohemian rhapsody ile afyon'un bir köyü arasındaki ilişkiyi de öğreneceksiniz.

    merhaba,

    her şey freddie'nin uyuşturucu bağımlılığından kurtulmak istemesiyle başlıyor. freddie uyuşturucudan kurtulmak için birçok ünlü rehabilitasyon merkezini deniyor ama hiçbir sonuç alamıyor. rehabilitasyondan umudunu kesen freddie partilerde gününü gün etmeye devam ederken bir gün bir partide freddie'ye haşhaşlı ekmek ikram ediliyor. haşhaşlı ekmeğe bayılan freddie bu ekmeğin nerede yapıldığını soruyor. böylece haşhaşın diyarı afyon'u keşfediyor.

    hiçbir rehabilitasyon merkezinden sonuç alamayan freddie uyuşturucudan kurtulmak için haşhaşlı ekmek diyetini denemeye karar veriyor. afyon'daki sessiz ve sakin bir köyde birkaç ay doğal ortamda vakit geçirerek uyuşturucudan kurtulabileceği fikri kafasına yatıyor. bu fikirden sadece menajerinin haberi oluyor. brian may amcamın bile haberi olmuyor. menajer afyon'un en sakin köylerinden birini buluyor. köyde kimsenin televizyonu olmaması köyün seçilmesi için en önemli faktörlerden biri oluyor. freddie yine bir rehabilitasyon merkezine yatıyormuş gibi gösteriliyor ve gizlice menajeri ve tercümanıyla birlikte afyon'a geliyor.

    freddie'nin köyde rahatça dolaşabilmesi için menajeri bir tercüman aracılığıyla köy halkından bir genç ile anlaşıyor. freddie onunla birlikte köyde rahatça gezebiliyor. paparazziden ve şöhretten uzaklaşan freddie, çocukluğuna dönüyor ve tekrar faruk gibi hissetmeye başlıyor. köy halkı onu faruk olarak biliyor. köyde birkaç ay geçirdikten sonra artık uyuşturucudan giderek arınmaya başlıyor. sadece haşhaşlı ekmekle besleniyor ve köy hayatının tadını çıkarıyor.

    yine bir gün köyde gezerken burnuna nefis haşhaş kokuları geliyor. kokuyu takip etmeye başlıyor. kokuların geldiği evi bulup içeri giriyor. kokularla büyülenen freddie eve girdiğinde karşısında haşhaşlı ekmekten bile daha güzel bir kadın buluyor. karşısında köyün en güzel kızı neriman... ilk görüşte aşk… köyde yasak aşk başlıyor.

    ailesinin evde olmadığı anlarda neriman haşhaşlı ekmek yapmaya başlıyor. haşhaş kokusunu alan freddie de hemen evin yolunu tutuyor. bu aralarında bir şifreye dönüşüyor. bu şekilde birkaç ay birlikte oluyorlar. yine bir gün buluştuklarında freddie'nin resim yapmaya olan ilgisini öğrenen neriman “beni de ingiliz kızlar gibi çizsene” diyor. tercümanı evden gönderen neriman üzerini çıkartıyor ve yeğeninin resim çantasını freddie'ye uzatıyor. gördüğü manzara karşısında haşhaşlı ekmek yemişe dönen freddie, neriman'a “yatağa pardon kanepeye uzan” diyor. freddie resmi yaparken odaya birden neriman'ın babası dalıyor. “bismillah!” diye bağırıyor. işte bohemian rhapsody'deki bismillah detayı buradan geliyor ama o konuya yazının sonunda değineceğiz.

    kızın babası freddie'yi tekme tokat dövüyor. menajer sesleri duyunca eve geliyor ve tercümanın yardımıyla olayları anlıyor. kızın babası bu olayın çözülmesinin tek yolunun freddie ve kızının evlenmeleri olduğunu aksi halde freddie'yi sağ bırakmayacaklarını söylüyor. köyden kaçması halinde kızın başına gelecekleri anlayan freddie olayı çözmek için neriman'la evlenmeyi kabul ediyor. freddie'nin menajeri ve kız tarafı düğünle ilgili detayları hallederken düğündeki müzik konusu sorun oluyor. köye dışarıdan bir müzik grubu gelmesi halinde freddie'nin köyde olduğunun ortaya çıkmasından endişe eden menajer konserde freddie'nin şarkı söylemesi fikrini ortaya atıyor. paparazziler tarafından bulunmaktan endişe eden freddie de bu fikri kabul ediyor.

    freddie düğünde şarkı söylerken

    freddie ve neriman

    düğünden birkaç ay sonra freddie üzerinde geri dönmesi için büyük bir baskı oluşmaya başlıyor. queen üyeleri, basin, menajeri… herkes freddie'ye dönmesi için baskı yapıyor. grup üyelerini ekmeklerinden etmek istemeyen freddie haşhaşlı ekmeğini bırakıyor ve neriman'a köye birkaç ay sonra tekrar geleceğini söyleyerek londra'ya dönüyor.

    freddie köyden ayrılırken

    londra'ya döndükten sonra aylar geçmesine ragmen freddie köye dönmek için bir türlü fırsat bulamıyor. neriman'la yaşadığı hayatı sürdüremeyeceğini iyice anlıyor ve bohemian rhapsody'i yazmaya başlıyor. şarkının sözlerini inceleyelim:

    is this the real life? is this just fantasy
    ------
    köydeki hayatı gerçek miydi?
    ------

    caught in a landslide, no escape from reality
    ------
    gerçek hayatından kaçış yok.
    ------

    mama, just killed a man
    put a gun against his head, pulled my trigger, now he's dead
    ------
    köydeki freddie'yi neriman'ın biricik kocasını öldürüyor. burada öldürdüğü kişi aslında kendisi.
    ------

    mama, life had just begun
    but now i've gone and thrown it all away
    ------
    halbuki köydeki hayatı daha yeni başlamıştı. her şeyi çöpe atıp eski hayatına dönmek zorunda kaldı.
    ------

    mama, ooh, didn't mean to make you cry
    if i'm not back again this time tomorrow
    carry on, carry on as if nothing really matters
    ------
    neriman'a hitaben…
    ------

    too late, my time has come
    sends shivers down my spine, body's aching all the time
    goodbye, everybody, i've got to go
    gotta leave you all behind and face the truth
    ------
    neriman'ı ve köydeki dostlarını geride bırakıp gerçek hayatıyla yüzleşiyor
    ------

    mama, ooh (any way the wind blows)
    i don't wanna die
    ------
    köydeki freddie ölmek istemiyor. faruk yaşamak istiyor.
    ------

    i sometimes wish i'd never been born at all
    ------
    keşke köydeki faruk doğmasaydı ve neriman'ı böyle üzmeseydi.
    ------

    easy come, easy go, will you let me go?
    bismillah! no, we will not let you go
    (let him go) bismillah! we will not let you go
    (let him go) bismillah! we will not let you go
    (let me go) will not let you go
    (let me go) will not let you go
    (never, never, never, never let me go) ah
    no, no, no, no, no, no, no
    (oh, mamma mia, mamma mia) mamma mia, let me go
    ------
    bu sözler neriman'ın babasının odaya bismillah diyerek dalması ve neriman'la evlenmeden seni bırakmayız demesine göndermede bulunuyor.
    ------

    sözlere devam etmek için neriman'ın hikayesini bitirmemiz gerekiyor. freddie gittikten 3 hafta sonra hamile olduğunu fark eden neriman umutla freddie'yi bekliyor. aylar geçiyor. freddie'den tek bir haber yok. doğum vakti geliyor. doğum çok sıkıntılı geçiyor. ben ölürsem çocuğumun adını feride koyun diyor neriman ve maalesef doğum sırasında hayatını kaybediyor. çocuk erkek oluyor. yine de neriman'ın isteğini yerine getirip çocuğun adını feride koyuyorlar. çocuk ileride çok küfretmesin diye bir isim daha koymaya karar veriyorlar. böylece çocuğun adı feride faruk oluyor.

    köyde freddie'yi gezdiren çocuk, menajere bu olayları haber veriyor. freddie kahroluyor ve bohemian rhapsody'e şu satırları ekliyor:

    so you think you can love me and leave me to die?
    oh, baby, can't do this to me, baby!
    ------
    bu sözler neriman'ın ağzından. neriman'ı hem sevip hem de nasıl köyde yalnız başına ölüme terk ediyor?
    ------

    just gotta get out, just gotta get right outta here
    ------
    bu kısım okuyucuya egzersiz olarak bırakılmıştır.
    ------

    nothing really matters, anyone can see
    nothing really matters
    nothing really matters to me
    any way the wind blows
    ------
    bu kısım okuyucuya egzersiz olarak bırakılmıştır.
    ------

    işte queen afyon konseri efsanesi böylece doğuyor. menajerin köyde bıraktığı çocuk üniversiteye gidince bu hikayeyi herkese anlatıyor ve hikaye kulaktan kulağa yayılıyor.

    saygılarımla,

    feride faruk yerküre

  • ters ayakta yakalanmış, gözünüzle izleyin.

    edit: gelen hakaretler üzerine üşenmedim tekrar izledim ve sonuç olarak fikrim değişmedi. video'da açık bir göz aldanması var. buyrun kendiniz karar verin;

    http://i.imgur.com/nx1qcqg.jpg

    - 1. karede şut çekildiği anda kalecinin ters ayakta olduğu açıkça görülüyor,

    - 2. karede top ile kaleci arasındaki uzaklık, kalecinin yetişemediği veya yetişemeyeceği yine oldukça açık,

    - 3. ve son karede ise top kaleciyi geçtikten sonra kalecinin kolunu çektiği görülüyor. kalecinin ve topun paralel uzantılarına dikkat edin.

    edit2: volkan'ın benfica'dan yediği gol; https://youtu.be/bss3_dmb7k0?t=48

  • biraz önce wolfsburg'a 1 dk içinde 2 gol atarak gerçek bir forvet nasıl olur göstermiştir.

    edit : 4 dk içinde hat-trick yaptı

    edit 2 : 7 dk içinde 4. golünü de attı, insan gibi oynamıyor adam.

    yeter la amk editi : 9 dk içinde 5. golünü de attı.

  • tıp fakültelerinde "damar yolu açmoloji" diye bir ders olmadığı içindir.

    ve evet herkesin bir görevi vardır. bekleyeceksin.

    nasıl ki doktorun görevini hemşire yaparsa isyan ediyorsan hemşirenin görevini de doktor yapmadı diye vıdı vıdı etmeyeceksin. doktor hastayı değerlendirir, tanısını koyar, tedavisini düzenler. hemşire ve diğer yardımcı sağlık personelini yönlendirir, ne yapmaları gerektiğinin karar ve sorumluluğunu alır. damar yolu açmak, tansiyon ölçmek, iğne yapmak, hemşirenin işidir. rutininde bu işler olduğu için de doktordan daha iyi yapar. hemşire ilaç yazamaz, tedaviye karar vermez, tanı koyamaz. onun da işi bu, zoruna mu gitti?

    yürü git şimdi !

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    debe sonrası gelen mesajlar ve başlık altında girilen cehalet dolu doktor nefreti içeren saçmalamalar üzerine edit
    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    bunlar pratik el sanatı gibidir bir yerde. örneğin bir anestezi ya da kalp damar cerrahisi uzmanı şak diye kateteri alır damara girer. pratisyen giremez. adı üzerinde "pratisyen", işin teorik kısmını öğrenip diplomasını almış ve pratiğini uygulamaya çalışan yeni mezun demektir. fakülteden yeni mezundur, pratiği yoktur. görevi acilen gelen hastanın gerçekten acil bir durumu olup olmadığını anlamak, uzman bilgisi gerektirmeyen hastalıkları tespit edip tedavisini planlamak ve acil servis şartlarında verilecek tedaviyi yönlendirerek yardımcı sağlık personeli ile birlikte uygulamaktır. bilgi ve mesleki becerisi "pratisyenlik" noktasını aştığında konu ile ilgili uzmandan fikir alır ya da hastayı daha üst merkeze sevk eder. pratisyenin tüm görev ve sorumluluğu budur.

    belli bir dalda uzmanlaşmış hekimin de eğer uzmanlık konusu içinde cerrahi girişimsel bir öğe yoksa bu işlemleri uygulama sorumluluk ve zoru yoktur. kendi uzmanlık alanı dahilinde görev ve sorumluluklarını yerine getirerek hastanın tanısını koymak ve tedavisini yönlendirmekle mükelleftir.

    primum non nocere : tıbbın prensibidir. fakülteye girişte önce bu söylenir. anlamı : "önce zarar verme !" demektir. bir hekim eğer yapacağı eylem hastaya zarar verecekse bunu yapmaz. yapmak zorunda olup zorla deneyince, onu daha iyi uygulayacak el alışkanlığında bir hemşire yerine hastaya zarar vermiş olur. bu da tıbbın ilk prensibine aykırıdır. siz de zaten "doktor üzerimde kendisini denedi uğraştı beceremedi" diye çamur atmak için pusuda bekliyorsunuzdur zaten.

    tıbbi müdehale bir ekip işidir. bu ekip içinde herkesin sorumluluğu farklıdır. tıpkı bir bedenin sağlıklı olarak işleyişinde her organın kendi sorumluğunda olduğu gibi. beyin diğer organların faaliyetlerini yönetir ama kalp olmazsa dolaşım olmaz, böbrek olmazsa idrar süzülmez, karaciğer olmazsa metabolizma olmaz v.b. beyin kalkıp idrar süzüp mesaneye idrar göndermek zorunda olmadığı gibi doktor da hemşirenin görevini yerine getirmek zorunda değildir.

    ilgili olayda görev hemşirenindir. görev yerinde olmayan hemşireye suç bulmaktansa "vay niye doktor açmadı" demek sadece en hafifiyle "cehalettir". görev bilinci ve dağılımı gereği doktor damar yolu açmak zorunda da değildir bilmek zorunda da değildir. bunun hangi kısmını anlamıyorsunuz?

    ben 15 yıllık hekimim. bunun da 10 yılı uzman olarak. ama bir hemşire gibi damar yolu açmam, açamam, açmak zorunda da değilim çünkü benim görevim değil. 15 yıl önce intörnken birkaç kez yaptığım şeyi şimdi pratik olarak denesem yaparım belki ama bir hasta üzerinde "deneme yapıp" zarar vermektense işin ehlini beklemek daha doğrudur. neden hastaya eziyet edeyim? bir de böyle düşün?

    insanlar bilmeden ahkam kesiyorlar ve her doktor damar yolu açmayı hemşireden iyi bilmek zorundadır gibi aptalca bir önyargı var.

    mahkemeye gittiniz. kapıda mübaşir yok diye beklerken neden hakime "bir kapıya gelip tanıkları çağırmıyorsun ille mübaşir mi lazım" diye çemkirin bakalım neler oluyor? ya da "neden sekreteri bekliyoruz söylediklerini sen oturup yazsana" diyebiliyor musun? üstelik hakim için bunu yapmak bir risk taşımaz, tanığın adını seslenerek ona zarar verme ya da mübaşirden daha kötü seslenme gibi bir durumu da yoktur. sadece onun görevi değildir. yiyorsa hakime de söyle "elin armut mu topluyor anca otur orada" diye.

    inşaat mühendisinin eline kazma alıp inşaat yapması, ya da mimarın amele yok diye eline mala alıp duvar örmesi gibi bir şey bu. doktor hastanedeki her işi yapan kişi değildir. olmamalı da zaten.

    acildeki pratisyen arkadaşım, o hastaya damar yolu açmaya çalışsa hemşirenin yapacağından daha iyisi yapamayacağını bilir. çünkü onun görevi de değil bilmek zorunda da değil. kör cahiller gibi doktora yüklenip" yapsaydı, bilseydi" diyemezsiniz. damar yolu açmak doktorun bilmesi yapması gerekli bir şey değil. bilmeden konuşuyor ahkam kesiyorsunuz. dediklerimi okuyun hala anlamıyorsanız o zaman sorun anlamamakta ısrar eden beyinlerinizde.

    hepinizi ilber hocaya emanet ediyorum.

  • bu eyleme engel olamıyorum ben. televizyonda ne olduğu mühim değil. o an japon televizyonu olsa kitlenirim.

    siparişimi veririm sonra bakkal amca siparişimi yerine getirmek için hareketlenir. o, büyük plastik kaşığıyla 100 gram fıstığımı koyarken ben ekrana kitlenirim. ki genelde televizyon, tezgahın tam karşısında tepede durduğu için boynumu geri geri giden şöför gibi yapıp öyle bakarım. bakkal isteğimi verdikten sonra ben televizyona bakarak parayı uzatırım, bakkal da parayı alırken bir yandan televizyona bakar. ikimizin de dünya umrunda değildir.. öyle televizyona bakarız. hatta bakkalda yancı bir üçüncü var ise bu eylem üç kişilik bir şenliğe dönüşür. bakkalın dışından gören üç tane adamın yukarıdaki bir noktaya mal mal baktığını görüp adımlarını hızlandırır. çünkü nöbet onundur. o da alışverişini yapana dek tvye kitlenecek ve bu ulvi görevi diğer arkadaşına devredecektir.