hesabın var mı? giriş yap

  • sahilden istinye yönüne giderken kahvaltı mekanlarına gelmeden hemen solunuzda kalan ispark tabelalı ama aslında mafyanın elinde olan rezil otopark.

    başımdan geçeni kısaca özet geçiyorum.

    dün kale cafe'ye kahvaltı için sahil yolundan gidiyordum. aslında her zaman daha kahvaltı mekanlarına gelmeden hemen sağda denize doğru kalan ispark'lara bırakırdım hep. orası henüz mafyanın elinde olmadığı için sıkıntı yaşamıyordum. dün ise buralarda yer olmadığı için mecburen denizin karşı tarafında kalan çok hafif rampalı ispark tabelalı yeri bilirsiniz ya oraya girmek istedim. ispark üniforması olmayan mafya tipli iki üç tane eleman vardı. olayı anladım ama yine de bi sorayım dedim.

    + burası ispark değil mi?
    - gel abi 15 lira.
    + ispark 15 lira mı yani?
    - ispark'ın yerleri dolu abi. gel biz sana yer ayarlarız.
    + istanbul'un yerlisiyiz birader, eyvallah.

    diyerek park etmeden devam ettim. sonra mecburen tekrar bebek yönüne doğru biraz gidip arnavutköy'den geri yine aynı kahvaltıcılar istikametine döndüm. denize doğru kalan ispark'lardan belki biri çıkmıştır da ben girerim ümidiyle giderken şansıma gerçekten de birisi parktan çıktı ve hemen arabayı bıraktım. bu sırada oradaki üniformalı ispark görevlisine olayın aslını sordum.

    + kardeşim, şu karşıda da sizin ispark tabelası var ama içeride ispark falan yok. bu nasıl iş?
    - ya abi o olayı hiç sorma. oraya ispark tabelasını koydurdular ki insanlar ispark sanıp arabalarını ve anahtarlarını güvenerek bıraksınlar. aslında ispark yok orada.
    + o nasıl oluyor ya? ciddi misin sen? böyle saçmalık mı olur.
    - abi valla öyle. oraya bi ara ispark görevlisi de koydular göstermelik ama arabaları yine mekanların valeleri park ediyor. ispark görevlisine para aldırmıyorlar. kendileri kendi ceplerine atıyorlar parayı.
    + yav kardeşim istanbul'un göbeğinde kimse görmüyor mu bunu? bir allahın kulu bir şey diyemiyor mu bu mafyalara?
    - abi zaten mekanların sahipleri büyük adamlar. bi tanesi hatta işi direkt yukarıdan bağlamış. polisler bile bir şey diyemiyor.

    düşün ki koca devlet kendine ait bir kurumun mafyalar tarafından işgal edilmesine ses çıkaramıyor ya da oradaki isparkı işletme sahiplerine ya da otopark mafyasına peşkeş çekiyor. sonra da bizden devlete güvenmemizi istiyorlar.

    buyur?

  • 2014'lü yıllardır. her allahın günü oha bu ne sis diyorum pencereden kafamı uzatmamla olayın sis olmadığını anlamam bir oluyor.
    bir tek ben mi doğalgazla ısınıyorum oğlum memlekette?

  • ön edit: vatanseverler buraya tıklasın önce
    bizimkiler çocuk değil miydi? bunlar da kaçamaz mıydı? hanginizin ailesinde bir şehit, gazi yok? toprak ne zamandan beri korkarak, kaçarak kazanıldı?

    inglizler bu kadar seviyorsa hepsini alabilirler. ingilizce olarak yapıp kendi vatandaşlarını etkilemeye çalışsınlar.

    https://www.youtube.com/c/bbcnews/videos

    kendi sayfalarında oooh ne güzel olimpiyatlar falan var. eğlence. bize gelince kaçak propagandası. geç bunları. bizde artık yer kalmadı.

  • süleyman soylu çizmelerini giyip, sel ile mücadele ettiği için bu konuda bir şey yapamamistir. çünkü içişleri bakanının görevi, kaçak göçmenlerden ziyade, istanbula yağan yağmur ile mücadele etmektir.

    ayrıca bu insanlar marmarise nasıl gitmişler?

    milasta polis kontrol noktası var.

    bodrum sapaginda var.

    marmaris, akyaka arasında var.

    bu kontrol noktalarının bazılarında araçlara tek tek bakılıyor.

  • türkiye sınırlarında olmadığını unutup, farkında olmadan seccadenin üzerine basana saldırabileceğini sanan şovmenin dramı.

    siyasal islam her yerde işlemiyor sayın gurbetçi (!)

  • adam hızır a.s gibi gelmiş.

    yemek bırakmış montunu üstüne örtmüş ve gitmiş.

    yeminle bu dünya bunun gibi adamlar sayesinde dönüyor yoksa çoktan kıyamet kopmuştu

  • bilip bilmeden bol keseden atanları görüyorum.

    bu kadar tükenmiş insan olduğunu görmek şaşırtıcı bir durum değil, aynısı eminim şuan pek çok avrupa ülkesinde var, isviçre’de de durum bu. biraz isviçreli gençlerden bahsetmiştim şurada (bkz: #107961912)

    covid’in ilk dönemleri yöneticim sürekli arayıp hal hatır soruyordu. acayip irite edici. şirket genelinde de sürekli seminerler, call’lar filan vardı, üstüne tuz biber ekiyordu... çıldırırsın... bbg evi gibi bir denetim hissi... yazın bir ara ofisleri açtılar. benim yöneticim de bana haftada 1 gün ofise gidebileceğimi söyledi. ofise gitmek hiç istemediğim halde tamam dedim. zaten sadece 1 ay sonra 2 aylık uzaktan çalışacaktım türkiye’de. 2 defa gittim ofise. 10 gibi gidip 4’ te çıkıyordum. bu esnada gönüllü olarak tam gün, tüm hafta gitmek isteyen birkaç kişi vardı benim hiç anlamadığım. evde bunalıyorlarmış. şaşırdım.

    2 hafta 1’er gün ofise gittikten sonra tekrar konuştuk. yöneticim gittiğim gün sayısını arttırabileceğimi söyledi. bi an sinirlendim. sonra birden ampül yandı. tüm olanları birleştirdim zihnimde o an ve dedim ki “ben evde çok rahatım, hiç sıkılmıyorum, görüşüyorum da insanlarla iş sonrası. ofise gitmeme gerek yok. iyiyim merak etme.” bu sözümle beraber adamın yaşadığı rahatlamayı nerdeyse ekrandan komple hissettim. meğer adam acayip tedirgin yaşıyormuş burn out olacağım diye. “ihtiyaç duymuyorsan hiç gitme! çok iyi” dedi. olaydan sonra da birkaç toplantıda “mause henüz ülkeye geleli birkaç sene oldu ama çok iyi başa çıkıyor covid ile! oldukça iyi gidiyor. süper vs vs” gibi şeyler söyledi. bu defteri böyle kapadık resmen. sürekli arayıp iyi misin, işler nasıl diye soran adam yok oldu. “iyi ya takıl sen” diyen bir adam geldi.

    ben bunu ülkeyi komple kapatmamış bir yerde yaşadım. bütün ilk bahar dağlarda gezdik, yazın her yer açıktı ve insanlar kısıtlı da olsa sosyalleşti. ve bu esnada etrafımda gelir ve iş kaybı olan kimse olmadı.

    bütün bunlara rağmen, sonbaharın gelmesi ile 5 arkadaşım burn out oldu. birkaçı zar zor devam ediyor. bazılarında kayış koptu. rapor aldılar, uzun zaman raporluydular. sonra da part time’a geçenler oldu. birinden hiç haber alamıyoruz. mesaj atıyoruz, iyi olduğunu söylüyor. biri sürekli buluşmak istiyor, sürekli sakinleştirilmesi lazım, sürekli iniş çıkış halinde. biri cidden dehşet zayıfladı. hayalet gibi bir insana döndü.

    uzaktan bu insanları yargılarsanız hepsi iyi gelir sahibi, zengin ve refah bir ülkede hayatlarını yaşıyor. ancak derine indiğinizde korkunç bir yalnızlık yüzünüze çarpıyor. bireyselleşmiş bir hayat var burada, türkiye’deki gibi bir kolektif bir “yaşam savaşı” ruhu yok. eğer kendi çekirdek ailenizle bağlarınız iyiyse * ne ala, yoksa tamamen yalnızsınız. alkol ve ot tek dostunuz olabilir kolayca.

    burn out olan arkadaşlarımdan biri “annenle her hafta görüşüyor musun” demişti bir ara. hergün, bazen günde 2-3 kez konuştuğumu duyunca şaşırmıştı. kendisi 2 haftada bir görüştüğünü söylemişti. şimdi aklıma geldi de bir arkadaşım da 2 ayda bir filan annesi ile konuşuyordu. covid etkiledi mi bilmem.

    ben covid zamanı 4 ay kadar ailemin yanına gidip oradan çalıştım. ailesine 2 saat mesafede yaşayan arkadaşım 2 hafta anca kaldı ailesiyle. bir tanesi ameliyat olduğu için annesi gelip 1 hafta filan kaldı. kendisi gitmedi. ki ailesi ile arası da iyidir oldukça. bizim ekipte ailesinin yanından çalışan insanlar oldu bayağı, bir gün yöneticiden üstü kapalı şöyle bir yorum geldi "ailenizle zaman geçirmek istemeniz çok iyi!" **

    geçen hafta kayakta tanıştığımız bir italyan kızla konuşuyorduk. bak kayaktan gelmişiz, keyfimiz gıcır, resmen sefa pezevengi modundayız. uzun uzun şikayetleştik. * * benim tersime çok sosyal bir hatun, korona öncesi tam bir party girl olarak yaşıyormuş. ancak korona ile dehşet bir yalnızlığa düşmüş o da. ki birkaç hafta önce kenya’ya safariye gitmiş. * * daha yeni tatilden gelmiş, sonra da kayak yapmaya dağa çıkmış. dışarıdan mükemmel bir hayat ama mutsuz. çünkü yalnızlaşmış, yalnızlaşıyor. hatunun bizim ülkemizdeki yaşıtları ev, çocuk, kaynana, ana-baba üçgeninde 2dk yalnız kalacak, burn out olacak zihin berraklığı imkanı yok. bizimki ise yazın gittiği barda barmenle atışmış müşteriyi hiç sıcak karşılamıyorlar diye. italyan ruhu işte :)

    bu arada italyan kızın dediğini çok iyi anladığım bir tecrübem olmuştu. geçen sene şubat gibi italya'ya gittik. henüz virüs güneye inmemiş. uzun soğuklu günlerin ardından italya çok iyi gelmişti. döneceğimiz gün bi bardan bir şeyler alalım dedik. içeri girdim, bar ana baba günü, sipariş verdim. o esnada telefonumla uğraşıyorum. bardaki çocuk gülümseyerek bana baktı ve dedi ki "fotoğraf mı çekiyorsun?" . yok aslında çekmiyorum ama çekebilirim dedim. hatta bir adım ileri gidip "seni de çekebilir miyim?" diye sordum. tabii dedi. gülümseyerek poz verdi. içimin nasıl eridiğini anlatamam. biraz daha italyancam olsa eminim sohbet ederdik pek çok insanla. ben çok sevsem de isviçre'de böyle bir şeyi neredeyse hiç yaşayamacağımı çok iyi biliyorum. olsa olsa barmen "fotoğraf çekmek yasak" gibi bir şey der. bu araya hikaye oldu.

    bir de bazı avrupa kültürlerinde hayatın çok beklendik/planlı olması gerekiyor. misal tatil planı. uuu çok önemlidir. benim çalıştığım ekipte benim tatil planlarım hep en son belli olur. diğer arkadaşlar* 1 sene önceden tatillerini sisteme giriyorlar: xmas, paskalya, yaz tatili, kayak tatili vs. hepsinin tarihini ben bile tahmin edip onlar adına sisteme girebilirim. bi kayak tatili çok net değil. diğerleri ay gibi berrak :) onlar tabii net net yaşarken, benim planımın netleşmesini bekliyorlar. dahası sürekli soruyorlar, “net değil daha" diyorum. buna da bazen çok sinir oluyorum. son dakikaya kadar bekleme lüksüm elimden alınıyor, üzerime "plan yap" baskısı ekleniyor gibi. karşılıklı birbirimizi anlamıyoruz. ben türküm, spontanım, son dakikacıyım. karşımdakiler alman, swiss... onları ise önceden belli olmayan planlar huzursuz ediyor. her şey planlı olmalı. her şey önden netleşmeli. ama böyle alışmışlar. şimdi 1 sene sonraki xmas tatilini bu sene aralık’ta planlayan , rezervasyonunu filan yapan ve “kafam rahat” diyen adamı düşünün, bu adam yazın tatil yapabilecek mi bilmiyor. büyük sıkıntı. gencinden yaşlısına, oldukça tedirgin edici bir şey.

    dağıttım konuyu biraz ama avrupa’da yalnız başına yaşayan, hayatını çok fazla aktivite odaklı sosyalleşmeye dayandıran aksi halde çok sınırlı sosyal ilişkisi olan insan sayısı oldukça fazla.

    bir de insanların sandığınızdan daha komplike aile ilişkileri de var. burn out olan tanıdıklarım birisi ev hanımı. onu saymadım. arkadaşlarımdan birisinin annesi. bir güney amerika ülkesinden buraya gelmiş 30 sene önce. ancak yaşı 60 a gelince birden bire burn out oldu ve ülkesine geri dönmeye karar verdi kadın. 2 tane 20'li yaşlardaki çocuğunu, kocasını filan komple bırakıp gitmek istiyor. ailede büyük bir yıkım oldu. bunun gibi komplike çok fazla aile hikayesi var. bir arkadaşımı hayatında sadece 1-2 kez görmüş babasını. üvey babası ve kardeşleri var. üvey babası ile görüşüyor ama annesi ile görüşmüyor aynı ülkede olmasına rağmen. çok fazla göçmen hikayesi olan ülkelerde bir de bu gömülmüş ama her an yüzeye çıkabilecek acılar/üzüntüler var. insanların klanlar halinde göçmesi, kendi gettolarında yaşaması bu burn outları engelliyor biraz sanırım.

    bize uzak ama biraz anlamak lazım. rahat batıyor demek biraz kolaycılık. dışı bizi, içi onları yakar.

    edit: türkiye'de niye yok bu dersek

    - hayat çok fazla "yaşam savaşı" modunda
    - ülkede çok büyük bir kimlik ve sosyal sınıf çatışması var. insanlar savaşta burn out olamazlar. burn out olacak rahata ulaşmak lazım önce. ayrıca bu savaş ortamı bayağı bi adrenalin salgılatıyor bize.
    - aile bağları. ne dersek diyelim bizi çoğu zaman burn out'tan koruyan bir şey.
    - spiritüel inançlar. din ya da iyilik ya da mesnevicilik ya da adına ne derseniz. bunlar bizi hala bir miktar ayakta tutuyor. ama önümüzdeki kuşak için bunların eksikliği ekstra bir burn out sebebi olabilir.
    - mental hastalıkların önemsenmeyip kaydının tutulmaması. eminim milyonlarca insan burn out olmuştur kaç kez ama bunu önemseyip bir rapor bile alamamıştır. ne kadar çok kayıt o kadar çok case.
    - yazarlardan biri çekirdek çitlemek demiş. çok güldüm buna ama katıldım da. geçen sene buluştuğum arkadaşlardan biri "yahu peki hiç mi özlediğin bir şey yok. bana onu söyle. ne yok orada!" demişti. o sırada caddebostan sahilinde çay-çekirdek yapıyorduk büyük bir grup halinde. * * * * * *. şöyle bi etrafıma baktım ve dedim ki "aha bu ortam yok. arkadaşlarla buluşmuşsun, hafif kargaşık bi ortam, herkes relax, elde çekirdek. tüm akşam çitliyorsun. bi yandan da çay içip tamamen aynı dili konuşup, hunharca şakalaşıyorsun.

  • bir bakalım:

    an itibariyle michael jordan'ın;

    - 3 fazla yüzüğü
    - 3 fazla final mvp'si
    - 1 fazla sezon mvp'si
    - 1 fazla yılın en iyi savunmacısı ödülü
    - 9 fazla sayı krallığı
    - 3 fazla top çalma liderliği
    - 3 fazla yılın savunma 5'i
    - 649 fazla top çalması

    var.

    devam eder isek;

    - jordan 50+ galibiyet almış takımları playofflarda 20 kez mağlup etti, lebron 10 kez
    - jordan finallerde hiçbir zaman %40'ın altında şut yüzdesiyle oynamadı, lebron ise 2 kez %40'ın altına düştü
    - jordan hiçbir zaman final kaybetmedi, hiçbir finali 7. maça bile bırakmadı
    - lebron james çok daha fazla ofansif destek ile oynadı. açmak gerekirse: jordan finallerde hiçbir zaman 22 sayının üzerinde bir ortalama tutturan bir takım arkadaşıyla oynamadı. hatta, jordan tek bir takım arkadaşı çift haneli ortalama skor üretirken şampiyonluğa ulaşmış tarihteki tek oyuncudur. bulls'un 1997'deki playoff serüveninde scottie pippen %42 şutla 19 sayı ortalama tutturdu. jordan'ın tüm diğer takım arkadaşları 8 sayı ortalamayı bile geçmiyordu.
    - kyrie 28, dwade 26 ortalama ile oynamıştı.
    - michael jordan hiçbir zaman 2011 finallerindeki gibi sahadan silinmedi
    - jordan playofflarda 33,4 sayı ortalamasıyla tüm zamanların lideri

    michael jordan bunların hepsini 13 sezonda yaptı.

    lebron 14. sezonundan sonra, hala "chicago'da oynayan bir hayaleti" kovalıyor. devam edelim;

    - michael jordan, 5 farklı playoff serisinde en az 40 sayı, 5 ribaunt, 5 asist, 3 top çalma ve 2 blok ortalamaları ve %55 şut yüzdesiyle oynadı. bu 5 playoff eşleşmesinin 4'ünden de galip ayrıldı. kaybettiği tek seri, 1986'da sakatlıktan dönüp oynadığı efsane boston celtics kadrosuna karşı oldu.
    - jordan 88-89'da 32 sayı, 8 asist, 8 ribaunt, 3 top çalma ve %54 şutla oynadı. lebron kariyerinde böyle bir istatistiğin yakınına bile gelemedi.
    - jordan kariyerinde bir sezonda en düşük %78 ile serbest atış attı. lebron kariyerinde en yüksek %78 ile serbest atış kullandı.
    - jordan'ın kariyer playoff verimlilik ortalaması 28,6. lebron'un ise 26,2. jordan bu kategoride tüm zamanların 1.si
    - lebron 1143 maçın 429'unda 30 sayı üzerinde oynadı, jordan ise 1072 maçta 562 kez.
    - jordan 1072 maçta hiç final kaybetmeden 6 şampiyonluk kazandı. lebron 1143 maçta 6 kez final kaybetti ve 3 şampiyonluk kazandı.
    - jordan üst üste 2 sezon 100 blok ve 200 top çalma yaptı. bunu tek sezonda yapan tarihte sadece 3 oyuncu varken, üst üste 2 sezon hiç kimse başaramadı.
    - jordan şu anda lebron'a karşı blok sayısında 893'e karşı 888 ile önde ki, bunu 71 daha az maçta ve daha kısa ve ince olmasına rağmen yaptı.
    - jordan 87-88 sezonunda 1,6 blok ortalaması yakaladı ki bu 2 numara oynayan bir guard için inanılmaz bir rakamdır.

    açıkçası liste uzar, ortada bir tartışma bile yok. goat michael jordan'dır.

    jordan'ın başarılarından devam edersek;

    - 6 farklı playoff serisinde en az 40 sayı ortalama, nba rekoru
    - tarihte aynı sezon sayı kralı olup yılın savunmacısı seçilen tek oyuncu
    - tarihteki tüm nba final serilerindeki en yüksek sayı ortalaması, 41,0 - 1993'te phoenix'e karşı
    - tarihte bir playoff maçında atılan en fazla sayı, 63, attığı takım goat takımlardan kabul edilen 86 celtics
    - 4 farklı istatistikte takımının lideri olan tarihteki tek çaylak oyuncu
    - tarihte aynı sezonda mvp, sayı krallığı ve yılın savunmacısı başarılarını gösteren tek oyuncu
    - tarihte yılın çaylağı, yılın savunmacısı, nba mvp, all star mvp ve finaller mvp ödüllerinin hepsini kazanmış tek oyuncu
    - tarihte bir sezondan daha fazla kez sayı kralı olup nba şampiyonluğu kazanmış tek oyuncu - 6 kez yaptı
    - tarihte bir sezonda toplam 3000 sayıyı geçen 2 oyuncudan biri, diğeri wilt chamberlain
    - tarihte bir maçta 40 yaşını sürerken 40 sayıyı geçmiş tek oyuncu - 2 kez
    - 1988'de smaç şampiyonasını, all star mvp'sini, sayı krallığını, lig mvp'sini ve yılın savunmacısı ödüllerini aynı sezonda kazandı.

    michael jordan chicago bulls ile geçirdiği 11 tam sezonda;

    10 kez sayı kralı oldu.
    1 kez yılın savunmacısı seçildi.
    9 defa yılın savunma 5'ine seçildi.
    9 kez yılın en iyi 5'ine seçildi.
    5 kez normal sezon mvp'si oldu.
    6 kez finallerde mvp seçildi.

    tekrar ediyorum, 11 sezonda.

    michael jordan lebron'un tüm kariyerinde başaramadığı şeyleri 11 sezonda başardı.

    son olarak, lebron'un çıktığı nba final serilerinde daha yüksek sayı ortalaması tutturmuş bazı oyuncular: tony parker, dirk nowitzki, jason terry, dwyane wade, chris bosh, kevin durant...

    jordan'ın çıktığı nba final serilerinde daha yüksek sayı ortalaması tutturmuş oyuncular:

    404 not found...