hesabın var mı? giriş yap

  • 1940-1977 yılları arasında yaşamış militan. baader meinhof'un arkasındaki asıl kadındır birçoklarına göre gudrun. alman evangelist kilisesi'nin başı helmut ensslin'in kızıydı. germanistik, ingiliz dili ve pedagoji derken küçük bir yayınevi kurmuştu gudrun. giderek ailesinden uzaklaştı ve eylemlerin içinde yerini aldı.
    2 haziran 1967'de şah şah şarlatan diye bağıran binlerden sadece biriydi. piyangonun benno ohnesorg'a vurması üzerine sozialistischer deutscher studentenbund'un bürosuna gidip şiddete şiddetle cevap verilmesi gerektiğini haykırmıştı. şüphesiz bir kırılma noktasıydı bu tarih almanya'da. olaylar hızla gelişecekti.
    andreas baader ile tanışıklığı kısa sürede bir aşka dönüştü. ikili frankfurt'ta iki mağazayı bombalayarak seslerini duyurmuşlardı almanya'da. baader'in hapisten kaçırılması ile de bir manada baader meinhof kurulmuş olacaktı. bu eylemin arkasında da iki isim vardır. örgütün iki önemli kadını, ensslin ve ulrike meinhof.
    ortadoğuda eğitildikten sonra örgütün beyin takımı almanya'ya geri dönmüş ve yeraltına inmişlerdi. 1972 yazında hamburg'ta yakalanan ensslin, diğer arkadaşları ile birlikte almanya tarihinin en uzun süren davasında yargılanmıştı.
    meinhof'un 1976 yılındaki intiharından sonra, geriye üç beyin kalmıştı. bunlar baader, ennslin ve jan carl raspe idi. ensslin, 1977 yılının ilkbaharında ömür boyu hapse mahkum edildiydi.
    son derece kanlı geçen deutscher herbst'ten sonra alman tarihinin en uzun günlerinden biri olan 18 ekim 1977'de beyin takımının tamamı ölmüştü; çoğunluğa göre öldürüldü, azınlığa göre intihar etti. ensslin derseniz, 720 numaralı hücresinde boynuna geçirilmiş hoparlör kablosu ile ölü bulunmuştu, yazmadan bitirmeyelim...

  • namusum ve şerefim üzerine yemin ederim ki ömrümün sonuna kadar benden oy alamayacak adamdır.

  • warren buffet der ki;
    gelir üzerine: asla tek bir gelir kaynağın olmasın. ikinci bir kaynak için yatırım yap.
    harcama üzerine: eğer ihtiyacın olmayan şeyleri satın alırsan, bir gün ihtiyacın olanları satmak zorunda kalırsın.
    tasarruf üzerine: harcamalarından kalanı tasarruf etme, tasarruflarından kalanı harca.
    risk üzerine: bir nehrin derinliğini iki ayağınla birlikte ölçme.
    yatırım üzerine: bütün yumurtaları tek sepete koyma.
    beklentiler üzerine: dürüstlük pahalı bir hediyedir, bunu ucuz insanlardan bekleme.

  • kendi %70 aşırı sağın olduğu bir ülkede yaşayan türkleri neden bu kadar endişelendirdiğini anlayamadığım siyasetçi.

    türkiye'de %70 aşırı sağ var, bence bununla dertlenin. abd'nin dna'sında özgürlük var, hukuk var. abd'nin başına değil trump, hitler gelse bile bir şey olmaz. almanya'ya bakın 15 sene hitler idaresinde yaşadılar ama bugün dünyanın yine en ileri ülkelerinden biri oldular.

    siyasetçiler değil, halk önemli yani. trump seçilirse hiçbir şey olmaz. abd'liler farklı dinden insanların kafasını kesmeye başlamaz. ama türkiye'de obama'yı bile iktidara oturtsan erzurum'da oruç tutmayanı dövmeye devam ederler.

  • boşanmaya giden evlilikleri kurtarmanın tarihteki bazı garip, abuk yöntemleri.

    misal;

    16. yy'da avrupa'da boşanmak tanrı'ya karşı işlenmiş bir suç olarak kabul edilirdi. kadın her ne olursa olsun eşinden boşanma talebinde bulunamazdı, fransa hariç. fransa'da bunun tek bir istisnası vardı, iktidarsızlık.
    kadın kocasının iktidarsız olduğunu iddia edip boşanmak isteyebiliyordu ancak o iş öyle kolay olmuyordu yine de. mahkemece atanmış bir cerrah, bir papaz ve belki bir kaç yetkili önünde erkek iktidarsız olmadığını ispatlamak zorunda idi.
    nasıl?
    önce heyetten birileri sanığın ereksiyon halindeki penisinin esnekliğini ve sertliğini elleriyle kontrol ediyordu(doink doink!) sonra karı koca bu heyetin gözü önünde koca bir yatakta cinsel faaliyette bulunup erkeğin sonunda boşalıp boşalmadığına bakılıyordu. bu sırada kadın da genelde erkeğin dikkatinin dağılması ve boşalamaması için elinden geleni yapıyordu. ama çoğu kez erkekler evliliklerini bu gibi bir durumda kurtaramıyordu çünkü olay başlıbaşına çok abuk. hayır olayı kurtarsan bile kahvede dönecek muhabbet insanı olaydan soğutur zaten.
    aha

    bir başka örnek.
    incil, problem yaşanan bir evlilik için şahane bir çözümden bahseder.
    diyelim ki koca karısının zina yaptığını, kendisini aldattığını iddia edip ispatlayamıyor ve boşanmak istiyor. incil diyor ki "karını da al gitasabımı bozma!".
    şaka len, "karını da al bir rahibe git. rahip bir kaseye kutsal su ve toz talaş kir filan koysun. kadın aldatmadığına yemin etsin ve suyu içsin"
    eee hacı dayı?
    "hah işte kadın eğer aldatıyorsa karnı kabaracak uyluk arası açılacaktır"
    kafalara gel.
    aha

    ilginç bir yöntem de romanya'dan.
    1550lerden 1800lerin sonuna dek uygulanan bir yöntem.
    boşanma odası!
    boşanmak isteyen çift "biertan" kilisesine gidiyor. orada 2 hafta boyunca bir odada kilitli kalıyor. tek yatak, tek sandalye, tek masa, tek tabak, tek çatal yani anlayacağınız oda her şeyiyle tek kişilik. çift her şeyi paylaşmak zorunda 14 gün boyunca ve eğer en son gün kilit açıldığında hala ayrılmak isteniyorsa kilise boşanmaya rıza gösteriyor.
    değişik bir yöntem ama denildiğine göre o kadar işe yarayan bir yöntem olmuş ki 300 yılda sadece 1 çift 14 gün sonunda yine de ayrılmak istemiş.
    aha

    evliliklerdeki anlaşmazlıklarla ilgili değişik kültürler değişik yöntemler belirlemişler evet ancak bazılarına insan gerçekten hayret ediyor.
    bir çok medeniyette kadınlar kocaları ile kalmak ve her ne olursa olsun dayanmak zorunda idiler çünkü kocalarının kendilerini öldürmesi yasal olarak hakları idi. fransa napoleonic code sistemine göre kocanın karısını öldürmesi suç değildi. 1975 yılından itibaren bu değişti, eğer zina yapan karısını yakalarsa karısını ve yavuklusunu öldürebilme hakkı şeklinde düzeltildi.
    hindistan'da ise bazı bölgelerde aldatan karısını yakmak bir gelenek ve doğal sayılan bir haktı. ismi de "gelin yakma" idi bu olayın. di'li geçmiş zaman kullandığıma bakmayın, verilere göre hala her ay yaklaşık 70 kadın yakılıyor bu sebepten. lan bunlar da ne bulursa ilk fırsatta yakma derdindeler arkadaş.
    aha
    aha

    şaşırdık mı? evet.
    ama devamı var.
    çin'de boşanma hastaneleri var efendim.
    çin toplumu aldatma problemleriyle boğuşuyor denilene göre. hatta çiftlerin yüzde 60 kadarı en az bir kez eşini aldatmış ve evliliklerin yarısı ilk 5 yılda sona eriyor.
    napak napak demişler ve bir hastana kurmuşlar.
    koca, karısı ve metresi aynı hastaneye.
    karı-koca ve adamın karısı-metres ilişkisi irdeleniyor birlikte vakit geçiriyorlar. empati kuruyor, kadın kocasını kapan aşifteyi tanıyor ve onunla amansız mücadeleye giriyor.
    kazanan adamı alıyor zaar.
    düşünsene mesela adana'da böyle bir hastane açılıyor. abavv 2 günde havaya uçar orası!
    aha

    bir diğer zorlayıcı etken, para.
    yine fransa'da (ne iş? genelde hep fransa?) bir kadın kocasının 21 yıldır kendisi ile sex yapmadığını ve bu hizmetten mahrum olduğu gerekçesi ile dava açıyor ve 15 bin dolar tazminat kazanıyor. yıl 2011.
    neymiş? hizmet mağduru, vay!
    aha

    bak bak bak, yakın tarihten bir örnek daha.
    18. ve 19 yy'da ingiltere'de aşağı sınıftan ingiliz çiftlerde evlilik sıkıntılı ise koca kasaba meydanına bir sandalye koyup onu açık arttırmayla satıyor. en çok parayı veren kadını alıyor. üstelik bu tamamen kadının da rızasıyla yapılıyor. sanmayın öyle çok para olduğuna, raporlara göre bir koca bir defasında karısını 20 şilin ve bir köpek karşılında satıyor. böylece hem sıkıntı kalmıyor ve belki de kadın da adam da mutlu oluyor yeni ailesiyle. olmadı tekrar meydana sandalyeye. lan çok eskiden bahsetmiyoruz yav. bize ahkam kesen, kadın haklarından basheden, sanki binlerce yıldır kendileri süpermiş gibi havalara giren medeniyete bak sen.
    aha

    olaya bak şimdi.
    ortaçağ'da bir alman kasabasındayız. herkeste bir telaş, meydana bir arena kuruluyor. tribünler, şenlik hazırlıkları, kalabalık.
    sirk mi geliyor? festival mi var?
    hayır, boşanma düellosu!
    ney ney ney?
    boşanmaya karar veren çiftler arenada ölümüne dövüştürülüyormuş efendim.
    kocaya bir sopa kadına da içi taş dolu bir çuval veriliyor. kocanın bir eli arkadan bağlı ve ortada bire çukurun içinde beline kadar. sonra fight sesiyle başlıyor şenlik!
    birisi kaybedene kadar dövüşüyorlar eğer kaybeden hala yaşam belirtileri gösteriyorsa bir de onu idam ediyorlarmış. finish him!
    götün yiyorsa boşan amk!
    aha

    boşanma oranlarının düşmesinin en etkili yolu kadın haklarını hiçe saymak çünkü hak verdikçe boşanma oranları arttı. nerede eski güzeel günler!!
    şaka lan tabi.

  • coğrafi olarak batıda olmaları mı? hayır. avustralya, güney kore, singapur ve japonya gibi ülkeler doğuda.

    ingilizce konuşmaları mı? hayır. almanya, fransa, norveç, japonya gibi farklı diller konuşan bir çok ülke var.

    hıristiyan olmaları mı? hayır. bir çok batı ülkesi dinsizdir, japonya'nın hıristiyanlıkla alakası yok. israil, kuveyt, katar gibi ülkeler de hakeza.

    doğal kaynaklara sahip olmaları mı? hayır. venezuela gibi ülkeler petrol içinde yüzüp fakirlik çekerken japonya gibi neredeyse doğal kaynağı olmayan ülkeler zengin.

    çok disiplinli ve çalışkan olmaları mı? değil. kuzey koreliler ve askeri rejimle yönetilen bir çok millet de çok çalışkan ve disiplinli ama refah seviyeleri düşük.

    nüfuslarının az olması mı? değil. iskandinav ülkelerinin nüfusu az ama 320 milyonluk abd, 85 milyonluk almanya, 130 milyonluk japonya da gayet yüksek refah düzeyine sahip.

    peki bu ülkelerin ortak noktası nedir? sözlükçüler bu cevabı sevmeyecek ama gerçek şu ki bu ülkelerin tamamı kapitalizmi benimsedikten sonra refah düzeyleri artış göstermiştir. bu ülkelerin tek ortak noktası da budur.

    kapitalizm rekabete önem verir, rekabet gerek ürünlerden gerek hizmetten alınan kaliteyi arttırır, bu da refah düzeyini arttırır. devletin ekonomiye fazla karışmadığı ülkelerde özgürlükler daha fazladır ve halk daha mutludur. dünyanın refah düzeyi yüksek ve mutlu ülkeleri arasında bir tane sosyalist ülke bulamazsınız.

    amazon, uber, netflix, spotify gibi müşteri memnuniyetine son derece önem veren ve eski rakiplerini tarihin tozlu sayfalarına gömen şirketler hem bu toplumlardan çıkmıştır. son 100 yılda gerçekleşen bilimsel gelişmeler, yeni icatlar, tıpta ortaya çıkan yeni teknikler hep bu toplumlardan ortaya çıkmıştır çünkü kapitalist sistem ilerlemecidir ve rekabeti öne çıkartarak her şeyin daha iyisini bulma yarışındadır.

    kapitalizm ne diyor? para karşılığı bir ürün veya hizmet alırken o şeyin paramıza değip değmediğini hesaplarız ve buna göre o şeyi alıp almama konusunda karar veririz. şirketlerin sunduğu ürün ve hizmet aldıkları paranın karşılığını veremezse müşteri başka yere gider ve parasını başka yerde harcar. günün sonunda para harcayan müşteri parasıyla oy vermiş olur ve hangi şirketin başarılı hangi şirketin başarısız olduğunu insanlar oylarıyla belirlemiş olur.

    uber iki anlamda kapitalizmi temsil ediyor. ilk olarak mevcut taksi şirketlerinin verdiği hizmetin daha iyisini daha iyi fiyatlara sunarak rekabet ortamı oluşturuyor. halk parasını harcarken uber ile taksiler arasında bir seçim yapıyor ve sosyal darwinizm kuralına göre rekabet edemeyen taraf fiyatını veya kalitesini değiştirmediği halde azalarak bitme yoluna gidiyor. uber kapitalizmi sadece burada temsil etmiyor. aynı zamanda insanlara şoförlere puan verme hakkı veriyor ve şoförler arasında da kötü hizmet sunanların elenmesini sağlıyor.

    kapitalizmde rekabet halindeki 2 şirketten biri geriye düşerse rakibini yakalamak için ya ortaya koyduğu ürünün kalitesini arttırmak ya da fiyatlarını ciddi derecede düşürmek zorunda. ortada üçüncü bir seçenek yok. eğer şirket ürünün kalitesini arttırmadan fiyatlarını düşürürse en azından parası az olan veya kalite konusunda seçici olmayan müşterileri kendi tarafına çekebilir. yok eğer fiyatları aynı tutacaksa bu kez ürünün kalitesini arttırmak zorunda. aynı anda kaliteyi biraz yüksektip fiyatı da biraz kırma seçeneği de var ama sonuç itibariyle ortaya konan ürün ile alınan para arasında denge olmak zorunda ve bu denge sağlanamazsa rekabet ortamı ortaya çıkıyor ve rekabet sonunda eninde sonunda denge sağlanmış oluyor.

    kapitalizmin benimsenmediği toplumlarda şirketler arası rekabet olmadığı için ve bazı hizmetler bizzat devlet tarafından sağlandığı için alternatifsizlik hakimdir ve düşük kalite ürünler pahalı fiyata satılır. mesela evinize internet hizmeti alırken sadece bir tek seçeneğiniz olur ve o internet sağlayıcı ne kadar pahalı olursa olsun ve verdiği hizmet ne kadar kötü olursa olsun alternatifiniz olmadığı için ona mahkum olursunuz.

  • bugün abimin dükkana bir adam gelmiş ve yalvarmış. ‘buraları süpüreyim bana 20 lira ver’ demiş.bir diğeri de evden kap kacak getirmiş satıyormuş. o kadar üzgünüm ki ne yapacağımı bilmiyorum. ne olacak insanların hali. evde oturun demesi çok kolay tabi.

  • neyi düzeltelim? halkın içinden çıkan birileri ülkeyi talan ediyor. düzeltsekte halk aynı kalacağından yine bir şey değişmeyecek. lan bilgisayar alamıyorsun amk ülkesinde!

  • rakip firmadan teklif alıp etik olmadığı için reddettikten bir ay sonra küçülüyoruz bahanesiyle işten çıkarılan çalışandan daha iyi hissediyordur şu anda.

    edit: imla.

  • işte bunlar hep rekabetçi kur. rekabetçi yüksek kurla birlikte:

    - üretim yapacağız dediler, sanayiyi durdurdular.
    - piyasayı canlandıracağız dediler, ticareti durdurdular.
    - cari fazla vereceğiz dediler, cari açığı azdırdılar.
    - ihracat yapacağız dediler, ithalat rekoru kırdılar.
    - istihdam yaratacağız dediler, işsizlik rekoru kırdılar.
    - faizleri düşüreceğiz dediler, enflasyon rekoru kırdılar.

    yaparsa ak parti yapar.

  • erdoğan bir kez daha seçilirse, bu zamana kadar gördüğünüz tüm krizleri unutun. 2018'den beridir çok hızlı bir şekilde fakirleşiyoruz. dünya ortalamasının bir hayli altında kaldık.

    şu grafiğe bir bakın. grafikte türkiye ile beraber, romanya, litvanya, macaristan, hırvatistan, polonya gibi ülkeler var. ve tabi bir de dünya ortalaması var. 98'de litvanya ve romanya hariç neredeyse aynı seviyede olduğumuz ülkeler bunlar. şu anda hepsi arayı açmış durumda türkiye ile.

    dahası var. bu rakamlarda sayılarını tam olarak bilemediğimiz mülteciler dahil değil. en iyi ihtimalle 5 milyon mülteci olduğunu varsaysanız bile yüzde 6-7 düşürmeniz gerekiyor bu rakamı.

    ve bu ülke boğazına kadar borç batağında. ve bu ülkenin nüfusu çok hızlı bir şekilde yaşlanıyor. ve bu ülkenin eğitim sistemi iflas etti çoktan. ve bu ülkenin yetişmiş insanları senelerdir harıl harıl yurt dışına gidiyor. daha sayayım mı?

    şimdi tüm bunlara rağmen erdoğan çözer bu işi dersek ne olur? vallaa bugünleri de mumla ararız, çok açık ve net söyleyeyim.

    3-5 milyar dolarlık swap anlaşması için arap şeyhlerinin kapılarını tırmalıyoruz aylardır. brüt dış borç 444 milyar dolar. 2022'de 110 milyar dolar net dış ticaret açığı verdik.

    bu rakamlar öyle üç milyar suudiler ateşlese, beş milyar katar'dan alsak, putin 10 milyar gönderse denilerek çözülebilecek rakamlar değil. dünyada hiç bir ülke de babasının hayrına kallavi miktarlarda parayı ekonomisi bitik durumdaki bir ülkeye yatırmıyor. çin istisna. çinliler bu tarz ülkelerin imdadına hızır gibi yetişiyor, sonra o ülkenin ciğerini koparıyorlar ama!

    erdoğan döneminin yarattığı en büyük zenginlik, dışarıdan ülkeye giren para olmuştu. bu kaynaklar büyük ölçüde inşaat sektörüne ve inşaat projelerine aktarıldı. artık kaynaklar kurudu, para suyunu çekti. tepedeki ultra zenginlerin sürekli birbirine girmesi, bazılarının yurt dışına yavaştan köprü yapması sizde bir şeyler çağrıştırmalı artık.

    ülke adım adım iflasa sürükleniyor. ekonomik krizden falan bahsetmiyorum. krizler gelir, geçer. topyekün bir iflastan bahsediyorum. on yıllar boyu belini doğrultamaz bu ülke öyle bir sarmalın içine bir kez düşersek. o on yılların sonunda da yaşlı nüfusla, eğitimli insanların ülkeden topuklamasıyla geriye kalan kitle, yoksulluk girdabının içinde bulur kendisini. yatırım çekeceksin de, neye çekeceksin? karnını bile doyuramaz bu kadar nüfus. mülteciler bile kayıklarla, şişme botlarla kaçar ülkeden.

    mesele artık sadece erdoğan meselesi değil. ülkede sistem değişti, rejim de adım adım değişiyor. halk olarak biz buna bir dur demezsek, artık bu gidişe dur diyecek bir mekanizma kalmadı. hala daha "erdoğan bir şekilde düzeltir bunu" diyen varsa, bir daha düşünsün.

    eyt'yi çözdü? çözmeye çözmedi henüz ama çözse ne yazar? iki çalışana bir emeklinin düştüğü ülkede, hele bir de üretimin iyice düşmesiyle birlikte emekli maaşıyla çok değil üç beş seneye sadece kiranızı ödeyebilirseniz şanslı sayın kendinizi. ya da belki marketten bir sucuk, 12'li yumurta alırsınız, bilemem o kadarını.

    memura zam? enflasyonun çok altında. seçimden sonra onu da bulamazsınız.

    asgari ücrete yüzde 85 zam yaptı namkörler sizi? vallaa, bu gidişle uzunca bir süre aldığınız alacağınız son zam olabilir. şöyle düşünün, ekmek 5 lira asgari ücret 8500 lira. bir iki seneye ekmek 25 lira, asgari ücret 10 bin liraya çıkarsa öp başının üstüne koy.

    bunların hepsini adım adım yaşarız. bilemeyeceklerimiz de var. mesela erdoğan bir seçim daha kazanırsa, bir daha demokratik bir seçim olur mu? iyi bir düşünün derim şahsen. rusya'da da seçimler oluyor. hep putin kazanıyor, karşısına çıkmaya cüret edenler ya öteki tarafa yollanıyor, ya hapislere düşüyor, ya yurtdışına kaçıyor.

  • "kimsenin hayat tarzına müdahele etmiyoruz" diyenlerce yapılan zamdır.

    not: içmeyin o zaman diyenlerin de şimdiden amk.