hesabın var mı? giriş yap

  • oturup rakı içiyoruz, benim haricimdeki masadaki 5 kişi fb'li ve gs'li, bazıları benim beşiktaşlı olduğumu bile bilmiyor; "abi beşiktaş süper oynuyor, ligi kesinlikle beşiktaş hak ediyor."

    trabzon'da uçağa biniyoruz, uçağa geçerken körükte yarı gs'li, yarı ts'li ve hangi takımı tuttuğunu anlayamadığım iki adam konuşuyor; "abi beşiktaş maçını izledin mi, ne top oynuyor adamlar, bu sene inşallah şampiyon olurlar"

    işteyim sabah milletin afyonu patlamamış, sağdan soldan sesler geliyor "beşiktaş liverpool'u eler abi. eleyemez abi. süper oynuyor adamlar... ama sturridge, sterling dönüyormuş... dönsün abi adamlarda da demba ba var."

    o kadar çok bu muhabbetlere denk geliyorum ki, içten içe öyle mutlu oluyorum, öyle mutlu oluyorum... anlatamam.

    ama ve lakin, beşiktaş'ın şampiyon olması büyük olay. eşit rekabet şartları yok. koskoca beşiktaş'a devlet geçici de olsa bir stadyum tahsis etmiyor, gidip trabzon maçını, gs derbisini konya'da oynamaya kalkıyoruz, bir başka iç saha maçını ankara'da oynuyoruz. hakemlerin takdir hakları sürekli ince ince aleyhte. sürekli diğer takımlara çıkmayan kartlar, çalınmayan düdükler, verilmeyen penaltılar veriliyor.

    ama oyuncu grubu öyle inançlı ve mücadeleci ki, bu sene hakemi, siyasileri de yenip şampiyonluk ipini göğüsleyebilirler. hakemi ya da engel ne varsa hepsini yenmek için sahaya çıkıyorlar. hoca bana taktı deyip, sınava çalışmamazlık etmiyorlar.

    gurur duyuyoruz.

  • "artık nasıl bir vergi ödediysek hem bütçe açığını kapadık hem suriyeli baktık hem de başbakana uçak aldık vay arkadaş"

  • bu adam canlı yayında "ne demek kardeşim prime time'a başörtülü koyamassın, günümüz gerçeğiyse koyacağım, istemiyosan sen kırp dizinin o bölümlerini" demiş adam.

    dindar insanların hakkını da savunmasını bilir yani. akepeli arkadaşlar söylenmeden önce düşünsün kendileri 10 yıldır kaç kere başörtüsü hakkını bu şekilde savunmuşlar?

    pis tırsaklar.

  • neden erkek atacak ki illa?

    yeri gelir atar. atmaz demiyorum ama adamın ağzına sıçıyosunuz sonra.

    neden insanlar ilgilerini saklıyor zaten bunu da anlamış değilim?

    herkes açık açık konuşsa bunların hiç biri olmayacak.

    hoşlanan hoşlandığını söylesin. ilgi duymayanda boşuna oyalamasın.

    edit: hoşlanılan erkeğin diye okumuşum ama buna da uydu yazdıklarım.

    özet olarak: ağzımıza sıçıyosunuz sonra.

  • böyle açıklamalara sinir oluyorum çünkü satır aralarında bu şekilde ölmüş veya yaralanmış herkesi suçlamış oluyorlar.

    siz beş hafta önce "korunmadığınız" için değil, aracınız sağlam olduğu için kurtuldunuz.

  • satranç gibi, insanların hamle yapmadan önce genellikle uzun uzun düşünmeyi sevdiği bir oyunda rapid adında, sadece 10 dakika süren ve karar alma mekanizmasını epey zorlayan bir maç türü var. daha sonra rapid’den daha rapid olan * blitz adındaki, sadece 5 dakika süren maçlar gelir. çok hızlı düşünüp karar almanın gerektiği bu tür maçları oynamak bayağı zevk verir. ama satrancın en hızlı oynanan türü blitz bile değil. 2 dakika ve altındaki sürelerde oynanan oyunlar bullet olarak nitelendirilir ve satrancın en çılgın halidir bu oyunlar.

    bu girişi yapmamın sebebi, dünya şampiyonu carlsen'in geçen günlerde lichess'te drdrunkestein nickiyle bir hyper bullet (1 dakikalık bullet'lardan bahsediyoruz burada) turnuvasına katılması ve maçın zaten sadece 60 saniye sürüyor olması yetmiyormuş gibi kendi 30 saniyesinden vazgeçip tüm rakipleriyle berserk diye adlandırılan bu akıl almaz modda oynaması ve neredeyse bir buçuk saat boyunca önüne gelen herkesi tarumar etmiş olması.

    bir insanın 90 dakika boyunca ve her defasında süre bakımından dezavantajlı olduğu halde bu kadar üstün bir odaklanma ile sürekli galip gelebilmesi bana insanüstü geliyor açıkçası. nasıl bir zihin kapasitesidir bu? teknolojinin gelişmediği bir dönemde oynansa ve kayda geçirilememiş olsa "şehir efsanesi" der geçer ve içimizi rahatlatırdık ama videosu da var;

    https://www.youtube.com/watch?v=ntej4moaay0

    edit: ayrıca başlığı şukela modunda okurken gördüm ki oyun açılışlarına çok şeyapmadığı için henüz bir kasparov değil diyenler olmuş. yapmayın etmeyin gençler. okuduğum entry’de söylenenin aksine, carlsen’in yaptığı şey övgüye layık bişidir ve kasparov’la aralarındaki fark buradan kaynaklanıyorsa açılışları umursamayan carlsen daha kötü değil, daha büyük bir oyuncudur. zira satranç oynayan herkesin bildiği üzere, oyun açılışları zekanın değil, çalışmanın ürünüdür ve yeterli vakit ayıran herkesin ustalaşabileceği bir alandır. middle game ve özellikle de endgame denen oyunun sonraki safhalarında ise mental yetenekler kendini gösterir, zeka öne çıkar.

    işte carlsen, oyun açılışlarını yeteri kadar bildiği halde hiçbir açılışa sadık kalma korkaklığını göstermeyip birçok maçta bilgisayarlara göre onu geriye düşüren hamlelerle başlar. zira bilir ki oyunun sonraki bölümleri onun hakimiyeti altında oynanacaktır ve telaşa mahal yoktur. sayısız drawish görünen maçı son kısımda söküp alması da bunun göstergesidir ve bu bağlamda kasparov’dan da tarihteki diğer efsanelerden de öndedir.

  • liseyi beraber okuduğum bir arkadaşım vardı, büyük hedefleri olan çalışkan bir arkadaşım. mühendis olmayı liseye başlar başlamaz aklına koymuştu, sıraya da mühendis olacağını, istediği üniversiteyi yazdı, teknik üniversitesi inşaat mühendisliği.

    garip bir çocuktu. sessiz, sakin, hayatında kavga bile etmemişti. derin bir havası vardı, altını kazdıkça daha derine indiğini görüyordum. rahatsız oluyordu sorularımdan, üstüne gitmiyordum. lisede aynı ranzada altlı üstlü yattık. önceleri üstte yatıyordu, geceleri haykırarak uyanıyordu, uyuyamıyordu çoğu zaman, üzülüyordum, anlat derdini diyordum, susuyordu. yer değiştik, ben üst ranzaya geçtim. daha rahat uyumaya başladı. sebebini sorduğumda daha az sallanıyor, ben rahatsız olmuyorum ama istersen değişelim tekrar dedi. yok dedim. konuyu da daha fazla irdelemedim. telefonla konuştuğunu neredeyse hiç görmedim, bazen telefonla uzun süre konuşup döndükten sonra yatağına geçip ağlıyordu. okulun kütüphanesine ve bilgisayar laboratuvarına sık sık giderdi. geçmişi de hep silerdi. ne baktığını ne araştırdığını bir türlü anlayamadık. zamanla hocalarında dikkatini çekti, psikolojik destek aldı. okul müdürü çocuğun geçmişini biliyordu ama bize söylemiyordu.

    ikimizde üniversiteyi aynı şehirlerde okuyacaktık. heyecanıyla bir şeyler yapma peşindeydik, ben gezmeye çok meraklıydım, o kitap okumaya. daha büyümüştük, zaten olgun olan arkadaşım daha olgundu. artık yüzündeki hüzünün yerini hırs almıştı. daha çok çalışıyordu eskisinden. başarılı oldu, büyük şirketlerde staj yapma imkanı buldu. bir gün bir kafede otururken tuvalete gitmişti, telefonu da masada. tanıştığımızdan beri telefonuna şifre koymazdı. açtım hemen, safariye girdim. yer imlerine baktım, kandilli rasathanesi, en sık tıklanan sayfaydı. önceleri bir şey demedim. evine gittiğimde bilgisayarına baktım, yine aynı şekilde. evde 1999 senesine ait gazeteler, kitaplar. kandilli rasathanesi yine yer imlerinde. sürekli son depremlere bakıyor.

    soramadım yine kendine. lisedeki müdürü aradım, tam bir hafta sonra ulaştım. sordum arkadaşımı, önce hatırlayamadı, sonra hatırlayınca okula davet etti. tüm hikayesini dinledim arkadaşımın. 99 depreminde ailesinin hepsini kaybetmiş, amcası büyütmüş hep, yatılı okumuş hayatı boyunca. inşaat mühendisliğini neden seçtiğini, telefonuna neden şifre koymadığını, geceleri neden haykırarak uyandığını, neden üst ranzada yatamadığını o an anladım. her şey bir anda gözümün önünden geçerek anlam kazanmıştı.

    bunları kendine anlatamadım, eğer bilseydim daha çok yanında olurdum. keşke daha çok yanında olabilseydim.