ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
beşiktaş inönü stadı
galatasaray
-
şunu anlayamıyorum.
manchester united 5 atar dedi bazıları, olmadı.
2 maçta gol atamadık. sıfır çeker dedi bazıları, olmadı.
cluj'dan braga'dan umutlandı bazıları, olmadı.
manu'yu yendik, "çoluk çocukla geldiler" dedi bazıları.
drogba'ya, sneijder'e "hepsi birden oynamaz" dedi bazıları, olmadı.
schalke çakar dedi bazıları, olmadı.
1-0 oldu, fark olur dedi bazıları, olmadı.
malaga'yı çekip elesek ballı, psg'yi çekip elesek "e ibrahimovic" yok denilecekti.
bu takım, şampiyonlar ligi çeyrek finalinde real madrid ile oynayacak arkadaş. real orada 4 tane atsa ne farkeder? sen dün adı sanı duyulmayan takıma karşı, (maalesef o teknik direktörünün sayesinde) son dakikalarda 8 defans, 1 salih, 1 kuyt taktiğiyle kıçından solurken, biz bugün "real madrid'i eleyebiliriz lan belki" gibi bir histeyiz.
işte bu hisleri, alışkanlıkları, insana kazandıran şeydir "galatasaray"..
ronaldinho'nun beşiktaş'tan istedikleri
-
eflak-boğdan'ı istemeyi unuttuğu listedir.
türk robot takımıyla alman robot takımının maçı
-
gurbetçi robotlarımız için ayrı bir önem taşımaktadır..
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
-
1. mustafa kemal atatürk
görevde kaldığı süre: 29 ekim 1923 - 10 kasım 1938
2. ismet inönü
görevde kaldığı süre: 11 kasım 1938 - 22 mayıs 1950
3. celal bayar
görevde kaldığı süre: 22 mayıs 1950 - 27 mayıs 1960
4. cemal gürsel
görevde kaldığı süre: 27 mayıs 1960 - 28 mart 1966
5. cevdet sunay
görevde kaldığı süre: 28 mart 1966 - 28 mart 1973
6. fahri korutürk
görevde kaldığı süre: 6 nisan 1973 - 6 nisan 1980
7. kenan evren
görevde kaldığı süre: 12 eylül 1980 - 8 kasım 1982 (devlet başkanı), 9 kasım 1982 - 9 kasım 1989
8. turgut özal
görevde kaldığı süre: 9 kasım 1989 - 17 nisan 1993
9. süleyman demirel
görevde kaldığı süre: 16 mayıs 1993 - 16 mayıs 2000
10. ahmet necdet sezer
görevde kaldığı süre: 16 mayıs 2000 - 28 ağustos 2007
11. abdullah gül
görevde kaldığı süre: 28 ağustos 2007 - 28 ağustos 2014
12. recep tayyip erdoğan
görevde kaldığı süre: 28 ağustos 2014 - ???
görevdeyken ölenler ise şu şekildedir;
m. kemal atatürk - ölümsüzdür (bu yüzden bunu geçelim)
ismet inönü - ölmedi
celal bayar - ölmedi
cemal gürsel - 6. yılında öldü
cevdet sunay - ölmedi
fahri korutürk - ölmedi
kenan evren - ölmedi
turgut özal - 4. yılında öldü
süleyman demirel - ölmedi
ahmet necdet sezer - ölmedi
abdullah gül - ölmedi
recep tayyip erdoğan - halen görevde
cumhurbaşkanlığı geçmişine bakıldığında bundan önce -atatürk zaten ölene kadar o görevde kalacağı için onu görev esnasında ölmüş kabul etmiyoruz- bakıldığında 3 cumhurbaşkanının ardından gelen 4. cumhurbaşkanı görevindeyken vefat etmiştir. şu an görevde olan cumhurbaşkanımızdan önceki 3 cumhurbaşkanı görev süresini sağlıklı bir şekilde tamamlamıştır. umarım makus talihimiz son bulur da mevcut cumhurbaşkanımız ile bu seri son bulur. *
şimdi bu bilgiler ufkumuzu ikiye katladı mı? hayır tabi ki de bilinen bir şeydi ve ufkumuza bir etkisi olmadı ama umutlarımızı ikiye katladı.
debe: (bkz: 28 mayıs 2013 taksim gezi parkı direnişi)
ryan giggs
-
çok sıradan bir futbolcu. kamerun milli takımına bir maç bile kazandıramamıştır.
dirk kuyt
-
belki defalarca yazılmıştır fakat tekrar hatırlatmakta fayda var. en azından ben hep şu demeciyle hatırlayacağım kendisini.
bir röportaj esnasında kendisine, en basit hazırlık maçında bile neden bu kadar çok koştuğunu, son ana kadar terlediğini soruyorlar.
verdiği yanıt: ben fakir bir balıkçının oğluyum. babam bir kaç balık için bütün gününü harcardı. benim kazandığım paranın çok daha azı için insanlar çok ağır işlerde ve çok ağır şartlarda çalışıyor. ben 90 dakika koşmuşum çok mu?
bu adamı en net özetleyen cümlesi budur arkadaş. helal olsun aldığın her kuruş. özleyeceğiz sarı reyiz.
fenerbahçe'nin 5. yıldız için mahkemeye başvurması
-
adamlar istanbul liginde 6-7 takimin kendi arasinda oynadigi maclar iicin yildiz istiyorlar. birinin bu mallara ulusal ligler kurulmadan once turkiyenin her yerinde mahalli liglerin bulundugunu, farkli bolgelerin kendi aralarinda sampiyon cikardiklarini anlatmasi gerek. bu durumda mersin idman yurdunun mersin sampiyonluklari icin 30. yildizi falan takmasi gerekiyor.
ama soz konusu en buyuk eglence ise, bu senede fenerbahce111!!!
sivas katliamı
-
faillerinin hâlâ aramızda dolaştığı hatta ülke yönetiminde söz sahibi olduğu, 93 yıllık cumhuriyet tarihimizin en utanç verici, en karanlık günüdür; 2 temmuz 1993...
içişleri bakanı mehmet gazioğlu; "olaylara heykel (pir sultan abdal) neden oldu."
tansu çiller; "çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir."
tansu çiller; "olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi."
süleyman demirel; "olay münferittir. ağır tahrik var. bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş."
sivas katliamı sırasında aziz nesin görevliler tarafından itfaiye merdiveninden aşağı itildi.
28 haziran 2016'da istanbul atatürk havalimanı'nda olduğu gibi 23 yıl önce sivas'ta da ışid vardı. yakarlar, kafa keserler, patlatırlar ama her zaman haklı ve mağdurdurlar.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
-
trafik kazalarına dair fotoğraf ya da videolarda zaman zaman ayaktan çıkmış bir ayakkabı teki görürüz. bu tek ayakkabı aslında kazaya ve kazayı yapan kişi ve kişilere dair ciddi bir ipucu verir.
bugüne kadar çok fazla trafik kazasında kurtarma faaliyetlerinde çalıştım* ve ne zaman ayaktan çıkmış bir ayakkabı gördümse o ayakkabının sahibi olan kişi ya ölmüştü ya da ağır yaralı idi.
ve bu tip kazalardaki araçların süratleri 60-70km üstünde olduğu bilgileri vardı.
sonrasında bunu biraz araştırınca kazada kişinin bilinci kapandığı anda o ayakkabıyı ayakta tutacak herhangi bir kontrol gücü kalmadığından, ayakkabı, kazanın meydana geliş şekline bağlı olarak ayaktan çıkabiliyormuş ve savrularak kaza mahallinden uzak yerlere dahi gidebilmesi de bundan dolayıymış.
bir tafik kazasına müdahaleye yeni başlamışken trafik polisi bir ayakkabı teki getirip "ayakkabı çıkmış, bu adam zor yaşar" demişti. nitekim hastane yolunda ağır yaralı kurtardığımız kişi hayatını kaybetmiş haberini duymuştuk.
bu bilgiden sonra ne zaman bir olay yerinde ayakkabı teki görsem hep içim burulur.
freddie mercury
-
freddie'nin hayat hikayesi ve hakkında az bilinen bazı gerçekler:
-tanzanya'nın zanzibar adasında doğdu. burası havanın her zaman sıcak ve güneşli olduğu, muhteşem plajlara sahip olan tropik bir adaydi. ailesi onu küçük yaştayken iyi bir eğitim alsın diye hindistan'daki bir yatılı okula gönderdi. günlerce süren gemi ve tren yolculuğu sonunda yeni okuluna geldi.
-freddie burada sanat ve sporla ilgili derslerde çok başarılıydı ama matematik, fen gibi derslerde çok başarısızdı. müzik dersinde üstün başarı göstermişti, okulun tiyatro kolunda tüm oyunlarda başrol oynuyordu, çizdiği resimler resim hocasını hayran bırakıyordu ve sporda okulun boks ve çeşitli spor takımlarındaydı.
-okulun tiyatro kolunda genelde kadın rollerini oynamayı tercih ediyordu. oldukça sevecen bir kişiliği vardı ve sınıftaki erkek arkadaşlarına bile "darling" diye hitap ediyordu. yine de okulun boks takımında olduğu için kimse ona laf atamıyordu.
-yatılı okulda kaldığı dönemde ailesine her hafta mektup yazıp okulda olan bitenleri anlatıyordu. hoşlandığı bir kız vardı ama dişleri yamuk diye ona yüz vermiyordu. bu da onun özgüvenini zedeliyordu. ailesi bu mektupları hala sakladığı için freddie'nin çocukluğunda yaşadıklarını, hissettiklerini, duygu ve düşüncelerini ayrıntılı bir şekilde biliyoruz.
-dişlerinin yamuk olma sebebi henüz çocukken 20 yaş dişlerinin çıkmış olması ve bu yüzden ağzında fazladan 4 dış olmasıydı. bu da onun damağının daha uzun ve geniş olmasına sebep oldu ve sahip olduğu sese katkıda bulundu. bu yüzden sesinin bozulacağından korktuğu için hiçbir zaman dışlerini düzelttirmedi.
-tatil zamanları eve geldiğinde kız kardeşine inanılmaz ilgi gösteriyordu. ikisi aynı zamanda en iyi arkadaştı.
-ailesini ikna ederek henüz 7 yaşındayken piyano dersleri almaya başlamıştı. henüz çocuk yaştayken hindistan'da "the hectics" isminde bir müzik grubu kurmuştu. bu grupta mesela bambu çubuğa ip bağlayarak bir bass gitar yapmışlardı ve okuldaki en popüler grup haline gelmişlerdi. freddie aynı zamanda gittiği okulda koroya da katılmıştı.
-okulda bir kavgaya karıştığı için saçlarını kestirme cezasına çarptırıldı. bu cezayı yıllarca unutamadı ve ailesine yazdığı mektupta da ayrıntılı bir şekilde yer verdi.
-freddie utangaç bir çocuktu ama piyanonun başına geçtiğinde bambaşka bir insana dönüşüyordu. hectics grubu okulda konser verdiğinde okulun müdürü bile konserin verildiği salona gelip grubu zevkle izliyordu. yaşadığı mahallede hindistanlılar kendisini "kibar müzisyen çocuk" diye anıyordu.
-henüz 14 yaşındayken freddie bir arkadaşının not defterine şunu yazmıştı: "kadınlar modern sanata benzer. onları anlamaya çalışırsan zevk alamazsın".
-freddie eve döner dönmez zinzabar'da çıkan iç savaş yüzünden ailesi onu alarak ingiltere'ye taşınmak zorunda kaldı. londra'daki heathrow havaalanının yanına taşındılar.
-ailede herkes ingiltere'ye taşınıldığı için mutsuzdu çünkü güneşli ve sıcak bir ülkeden yağmurlu ve kasvetli bir yere taşınılmıştı. ayrıca ailenin maddi durumu da kötüleşmişti. zinzabar'da görece zengin bir aileydiler ve evde hizmetçileri ve aşçıları vardı. ingiltere'de sıfırdan başlamak zorundaydılar. freddie ailesinin geri kalanının aksine oldukça mutluydu ve ingiltere'de çok büyük işler yapacaklarını düşünüyordu.
-ingiltere'ye 14 yaşından sonra taşınmış olmasına rağmen kusursuz bir ingiliz aksanıyla konuşabiliyordu.
-freddie resim ve müzik gibi sanat dallarında çok iyiydi ama bu konularda akademik bir geçmişi olmadığı için konservatuara kabul edilmemişti. onun yerine teknik okula yazılacaktı ama yine de müzikten vazgeçmeyecekti.
-freddie'nin kara kalem çizimleri ve boyamaları çok kaliteliydi. detaylara inanılmaz önem veriyordu. en başta sevdiği rock yıldızların resimlerini çizip boyuyordu ama bir süre sonra tiyatro ve müzik gruplarının kostüm dizaynlarını çizmeye başladı.
-yaşadığı şehirde hareketleriyle, konuşma şekliyle ve kendini taşımasıyla belli bir ün yapmıştı. etrafındaki herkes ona bir yıldızmış gibi davranıyordu. kalabalıkta durduğunda bile net bir şekilde dikkat çekebiliyordu.
-freddie'nin ingiltere'de queen'den önce 2 müzik grubu daha kurmuştu. bu gruplardan birinde (gizli) lakabı "queen'di" ama o bunu bilmiyordu. arkadaşları onun fazlaca tiyatrik davrandığını düşündüğü için o odada yokken ve arkasından dedikodu yaparken ondan şakayla karışık "the queen" diye söz ediyordu.
-bugünkü queen grubu o zamanlar "smile" olarak biliniyordu. grubun üyelerinden tim staffell gruptan ayrılmıştı çünkü grup giderek saf müzikten uzaklaşarak müzikal ve tiyatral bir grup haline geliyordu. kostümler giyiliyor ve sahnede şov yapılıyordu. bu tam da freddie'nin istediği seydi ve bu grup ona hitap ediyordu. bir süre grubu dışarıdan izledikten sonra gruba katıldı.
-queen'in arma şeklindeki karizmatik logosunu freddie bizzat kendi elleriyle çizmişti. ayrıca grubun ismini de kendisi ortaya attı ve diğer üyeler en başta sıcak bakmasalar da ısrarlarına dayanamadılar.
-gençliğinde bir gün konser sırasında mikrofon çubuğunu kırmış ve elinde yarım çubukla konseri bitirmiş. bundan sonra bu onun bir sembolü haline gelmiş ve tüm konserlere özellikle yarım çubukla çıkmış.
http://i.imgur.com/rxu7gwj.jpg?1
-queen'in ilk günlerinde ilk yazdığı şarkılardan birinde "mother mercury, look what you've done to me" sözünden sonra soyadını mercury olarak değiştirmeye karar verdi.
-1977 yılında piyasaya çıkan queen albümündeki "get down, make love" şarkısı fazlaca erotik olduğu için bir çok ülkede yasaklanır. bu ülkelerden biri de o dönem diktatörlükle yönetilen arjantin'dir. 1981 yılında bu ülkeyi ve şarkının yasaklı olduğu bir çok ülkeyi ziyaret eden queen grubu bu şarkıyı konserlerinde söylemeyi ihmal etmez. her ülkede seyirciler de şarkıya eşlik eder.
-mary austin grubun gitaristi brian may ile çıkıyordu ama freddie ona gönlünü kaptırmıştı. brian'le konuşarak "gerçekten sevgili misiniz yoksa arkadaş mısınız" diye sordu. brian may ile mary austin arasındaki ilişki çok güçlü değildi o yüzden brian aradan çekildi ve mary'i freddie kaptı. ikisi birkaç ay sonra aynı evde beraber yaşamaya başladı.
-freddie mary'e evlenme teklif etmişti ama ikilinin ilişkisi giderek değişiyordu. mary austin bazı şeylerden şüpheleniyordu ama kesin emin değildi. freddie'nin gay olduğuna dair bir çok işaret vardı ve sonunda bunu itiraf etmesi mary'i üzse de aynı zamanda rahatlatmıştı. artık itiraf geldikten sonra ikisi de rahatlamıştı ve ikisi de mutluydu. sanki freddie'nin sırtından bir tonluk bir yük kalkmıştı. çiftin aşkı bitmişti ama aralarında ömür boyu sürecek bir dostluk başlamıştı. yıllar sonra ölüm döşeğindeyken bile freddie hayattaki tek gerçek arkadaşının mary olduğunu söyleyecekti.
--freddie mary'den ayrılıp gay olduğunu itiraf ettikten sonra sırtından kalkan yükten kurtulduğundan dolayı artık çılgın bir hayat stiline başlamıştı. münih, new york, londra gibi şehirlerde bir çok evi olan freddie her gittiği şehirde büyük partiler verip yüzlerce insanı davet ediyordu. bu partilerde orgy'ler uyuşturucular havada uçuşuyordu.
-özellikle freddie'nin 39. doğum günü için verdiği ve bin kişiyi davet ettiği parti hala tarihteki en çılgın partilerden biri olarak gösterilir. freddie münih'teki henderson's adlı gece klübünü tamamen kapatıp sırf o gece için restore ettirmişti. gece klübüne sırf freddie'nin doğum günü partisi için dekor ve mobilyalar getirilmişti. freddie hiçbir masraftan kaçmamıştı ve sırf partinin yapılacağı mekanın dizaynı için bir iç mimar tutmuştu. ayrıca partiye diğer şehirlerden gelenlerin kalması için münih hilton oteli kapatılmıştı ve tüm masrafları freddie karşılayacaktı.
-şampanyanın şu gibi aktığı, misafirlere kokain ikram edilen bu parti freddie'nin en çılgın partilerinden biri olarak gösterilir ama freddie'nin en çılgın partileri 1978-83 arasındaki dönemde yaşanmıştır. 1985'e gelindiğinde freddie çoktan sakinleşip durulmuştur ama onun durulmuş hali bile (en azından 87 yılının sonuna kadar) oldukça çılgın bir particiydi.
-kariyerinin zirvesindeyken inanılmaz yüksek bir libidosu olduğu biliniyordu. bir röportajda söylediğine göre bazen konserlerdeki şarkı aralarında bile sahne arkasında kendini tatmin etmeye çalışıyordu. ömrünün son yıllarındaysa neredeyse bir rahibe gibi yaşadı.
-1980'lerde gay komünitesinde aıds hastalığı yeni yeni başlıyordu. 1980'de san francisco ve new york'ta aıds olduğu bilinen gay sayısı bir elin parmaklarıyla gösterilecek kadar azken 1985'te bu sayı onbinleri geçiyordu. freddie de hastalığı çok büyük ihtimalle 1980-81 gibi kapmıştı ve o dönemde hastalık pek bilinmiyordu.
-o dönemde kimin kime ne bulaştırdığını bilmek mümkün değildi. hastalık fazla bilinmediği için korunmalı seks yapma fikri de pek kimsenin aklına gelmemişti. yani "ortada aıds hastalığı varken adam neden korunmamış ki" demek o döneme pek uymuyor.
-freddie'nin ta 1984'te bile aids olduğundan şüphelendiğine dair işaretler var. mesela bir parti sırasında yanlışlıkla eli kesiliyor ve kanı akıyor. barbara valentin ona pansuman yapmak için yanına geldiğinde "sakın yaklaşma" diye bağırıyor. barbara valentin en başta buna anlam veremiyor ama sonra "bana bulaşmasını istemediği bir hastalığı olmalı" diye düşünüp freddie'nin neden böyle davrandığını çözüyor.
-freddie hastalığa yakalandığını kesin olarak 1987'de yaptırdığı test sonucunda öğrendi ama ondan önce de az çok biliyordu. 1984'te eski seks partnerlerinden aıds'e yakalananlar olmuştu ve 1985'te eski seks partnerlerinden 2 tanesinin ölüm haberi gelmişti. freddie o gün aıds olduğundan neredeyse emin gibiydi ama test yaptırmaya bir türlü cesaret edemiyordu. bu yüzden kesin olarak öğrenmesi 2-3 sene ertelemeli oldu. hatta freddie test olduktan sonra da 3 hafta boyunca doktorun telefonlarına cevap vermiyor çünkü az çok sonuçların ne olduğunu biliyor. öğrendiğinde de hıv+ çoktan full aıds'e dönüşmüştü. bu da mikrobu ilk olarak 1980-81 gibi yakaladığını gösteriyor.
-bazen freddie müzik kaydettikleri stüdyonun önünden geçerken "dur aklıma bir şey geldi, 5-6 dakikalığına şuraya çıkayım" deyip 6-7 saat boyunca içeride müzik aletleriyle uğraştığı ve yanındaki arkadaşlarını saatlerce beklettiği oluyormuş. işine inanılmaz bağlı biriymiş. bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi varmış.
-şarkılarını yazmakta geçirdiği zaman kadarını sahnedeki kostümlerini dizayn etmek için de geçiriyordu. bazen bir oturuşta 5-6 saat boyunca kostüm dizaynı yapıyor, en ince ayrıntıya kadar dikkat ediyordu.
-zaman zaman queen üyeleri kendi aralarında çok şiddetli kavga ediyordu, eşyalar havalarda uçuşuyordu ama grup hiçbir zaman dağılmadı ve üyeler hiçbir zaman birbirine küs kalmadı. grup içindeki en şiddetli kavgalar bile en fazla bir gün sürüyordu.
-1986 yılında queen macaristan'da 60 bin kişinin doldurduğu bir stadyumda tarihi bir konser verdi. bu konser batı bloğu ülkesine ait bir grubun bir doğu bloğu ülkesinde verdiği ilk büyük konserdi. freddie macaristan'dayken konser günü eline tutuşturulan bir kağıtta sözleri yazan macarca bir şarkıyı birkaç saat içinde ezberledi ve konserde söyleyerek stadyumda toplanmış olan 60 bin kişiyi kendine daha da hayran etti.
-freddie son yıllarında operaya merak salmıştı. 1987'de ünlü ispanyol operacı montserrat caballe'nin bir gösterisinde görüp kendisine hayran kalan freddie'nin bundan sonraki en büyük hayali kendisiyle düet yapmaktı. bir sene sonra bu hayali "barcelona" albümüyle gerçekleşti. freddie ispanyol operacıyla ilk kez tanıştığında sanki bir rock starıyla ilk kez tanışmış olan genç bir kız kadar heyecanlıydı ve heyecandan elleri titriyordu. barcelona albümünün kaydı yapılırken freddie hastalığı ilerlemiş olmasına rağmen müthiş bir performans gösterdi ve herkesi etkilemeyi başardı. hastalığını belli etmemek için büyük bir çaba harcayan freddie performansından hiçbir şey kaybetmemişti. opera çekimleri sabah 6'ya kadar aralıksız devam etti.
-1987'de ikili ibiza'da sahneye çıkıp düet yaptı. bu freddie'nin sahneye çıktığı son konser oldu. freddie'nin queen ile çıktığı son konser 1986'daki knebworth park konseriydi. aynı zamanda son canlı performanslarından birinde 1986'daki time isimli müzikalde "in my defense" şarkısını söyledi. bu aynı zamanda freddie'nin "playback" olmayan son canlı performansıydı çünkü ibiza'daki opera performansında sağlık sorunları nedeniyle playback yapılmıştı.
-çektiği son klip ölmeden birkaç ay önce çektiği ve çok bitkin gözüktüğü "these are the days of our lives" oldu.
-freddie büyük bir yıldızdı ama medyanın karşısına çıkmayı sevmiyordu. medyaya çok nadiren röportaj veriyordu ve bu röportajları nadiren 5 dakikadan uzun tutuyordu. freddie sadece sahnede konuşmak ve sahneden inince kendi haline bırakılmak istiyordu. kendisi medyaya fazla demeç vermeyi sevmediği için medya sürekli onunla uğraşıyordu ve sürekli hakkında spekülasyonlar çıkartıyordu.
-freddie 1985 yılında mr bad guy isminde solo bir albüm çıkarttı. bu albüm daha çok disko-pop turu şarkılardan oluşan hızlı tempolu şarkılardan oluşuyordu. albüm sound olarak queen'in rock şarkılarından uzaktaydı.
-en çok acı çektiği, en hasta olduğu dönemde bile etrafındakilere moral vermeye çalıştı, espri ve şakalar yaptı, azıcık kalan enerjisiyle etrafına gülücükler saçtı. son kalan enerjisini de acı çektiğini belli etmemek için harcadı.
-yaşadığı malikaneyi, tüm mal varlığının yarısını ve gelecekteki kazanacağı telif haklarının %50'sini en iyi arkadaşı olan mary austin'e bağışlamıştı.
-aslında ufukta yeni aids ilaçları vardı ve bir sene daha dayanabilseydi aynı kendisi gibi aidsli olan son erkek sevgilisi jim hutton gibi uzun yıllar yaşayabilirdi ama yatalak olmaktan sıkıldığı için son 2 haftasında ilaç almayı bıraktı ve ölümü bundan sonra gerçekleşti. freddie ölüm gününü bile kendi seçmişti aslında.
-ömrünün sonlarına doğru yapılan bir röportajda "yeniden doğup dünyaya yeniden gelseydim yine aynı şekilde yaşayıp aynı şeyleri yapardım, hiç bir şeyden pişman değilim, hayatta alınacak her zevki yaşadım ve istediğim her şeyi deneyimledim, geride hiçbir şey bırakmadım" diyecekti.
-yaygın görüşün aksine freddie'nin ailesiyle arası hiç kötü değildi. freddie özellikle annesi ve kız kardeşiyle hemen hemen her hafta görüşüyordu ve ailesine yeni bir ev almayı teklif etmişti. öldükten sonra da parasının %25'ini anne ve babasına bırakırken kız kardeşine de %25 bıraktı.
2019 ekonomik krizi
-
yakında başlayacak olan krizdir. öncelikle daha önce asgari ücret artışı hakkında bir şeyler yazmıştım. ama konu madem yeniden gündeme geldi, biraz daha irdeleyeyim.
enflasyon ile başlayalım,
üfe/tüfe etkisi üzerinden ilerlemek gerekirse, denebilir ki evet ikisi birden etkilenir ama üfe kalemleri üzerindeki işçi maliyetleri artan işsizlik nedeniyle zaten daralma eğilimindedir. kaldı ki, ücret gelirlerinin milli gelir içindeki payı da artan işsizlikle paralel şekilde düşüş trendine girmektedir. yanılmıyorsam en son %38’den %36’ya düşmüştü.
tüfe sepetindeki ürünler kolay kolay değişmemesine rağmen, üfe sepetindekiler özellikle ağırlık kalemi üzerinden daha sık etkilenebilir. bu yüzden asgari ücret üfe ilişkisi kur etkisine nazaran daha zor etkilenecektir.
bunun ilk etkisi, elde olmayan ve kur üzerinden vuran maliyet artışları üretici zam yapamadıkça iflasları ve işsizlikte artışı getirecektir. geçen yazdan beri zaten yaşadığımız durum buydu. ikinci etkisi ise, asgari ücret artışının üretim fonksiyonuna olan etkisinin talep fonksiyonuna olan etkisine nazaran daha güçsüz olmasıdır.
artan asgari ücret, ve buna mukabil diğer ücretler, talep fonksiyonunda daha keskin artışlar sağlayacaktır. enerji ve kur şoklarına maruz kalmayan bir üretim fonksiyonu, personel masraflarındaki artış nedeniyle üfe’de beklenen artışı yaşatmaz. ama daralan sabit sermaye yatırımlarının olduğu türkiye ekonomisi’nde talep fonksiyonundaki artış, üfe’den ziyade tüfe artışlarını beraberinde getirebilirdi. şu durumda ise, düşen kapasite kullanım oranları nedeniyle enflasyon etkisi de bu kalemden geçmişe nazaran daha zor vurur.
peki asgari ücret artışı hiç mi enflasyon üretmez?
üretir, üretecek de. bu yüzden dolar kurunu iyi takip edin. ekonomik yapımızın verimi düşük olduğu için, gelen ücret artışları kısmi olarak ithal nihai tüketim kalemleri üzerinden, ağırlıklı olaraksa üretimde kullanılan başta enerji ve yarı mamül olmak üzere ithal girdiler üzerinden önce üfe’yi vurur. bu kalemden vurabilmesi içinse önce kur atağı ve/veya petrol fiyatlarında artış yaşanması gerekir.
bu etki açıkçası, her geçen seneyle beraber maaşların asgari ücrete yakınsaması nedeniyle yıldan yıla azalırken, tarım başta olmak üzere düşen üretim ve artan ithalat nedeniyle artıyor. bunun nedeni ise, ücretler kaleminde asgari ücret kadar artmayan genel ücretlerin talep fonksiyonunun niteliğini aşağıya çekmesidir.
kısacası, bu asgari ücret artışının enflasyon kalemleri üzerinden yaratacağı etki aşağı yukarı budur. kur şoku nedeniyle yaşanan üfe artışı fiyatlara tam yansıyamadan seri iflaslar getirmesine rağmen, asgari ğcret artışı genel bir tüfe artışına yol açabileceğinden dolayı üfe/tüfe makasını kapatabilir bile. bunun nedeni, maaş kaleminden gelen üretim maliyet artışının artan talep nedeniyle karşılanabilir olmasıdır. kur şokunda böyle bir şans yoktur. zaten bu yüzden iflaslar, siz konkordato diye okuyun, gelmiştir.
öte yandan, stagflasyona giren türkiye ekonomisi yüzünden bu asgari ücret artışı yıllardan beri gelen ücret bozulması nedeniyle katma değer üretimini baltalayacaktır. kanımca enflasyondan ziyade asıl risk buradadır.
2015-2019 aralığını baz alırsak, bu dönemde asgari ücret %106 oranında artmıştır. ben hiçbir beyaz yakalının bu aralıkta bu kadar zam alabildiğini ise zannetmiyorum. önümüzdeki sene için alacağım enflasyon zammını henüz bilemesem de, tüfe’ye endeksli değeri baz alsam bu dönemdeki maaş artışım yaklaşık %68 seviyesinde ki bu rakam özel sektörün geneli için aslında oldukça yüksek bile sayılır. diğer sektörlerdeki birçok arkadaşımın %35-55 aralığında kaldığını biliyorum.
gariban asgari ücretlinin aldığı para mı batıyor sana be seni aşağılık herif diyebilirsiniz.
açıkçası tabii ki böyle düşünme hakkına sahipsiniz. öte yandan, bu tek yılın değil yıllardır süregelen politikaların bir sonucudur. dolar ucuz, faizler düşükken kimse bu hesaplara takılmaz çünkü herkes gelirinin üzerinde harcayabilir böyle dönemlerde, ki harcadık da.
fakat stagflasyon gelmiş, slumpflasyona evrilmek üzereyken bu hesaplar ücret piyasasındaki bozulmalara emek talebinin tepkisini külliyen ama asimetrik şekillerde sertleştirir.
emek piyasasının niteliksiz kalemindeki kesim tepkilerini artan suç oranları ve değişen siyasi tercihleri ile yansıtır. nitelikli kesimde ise artan iş arayışları, artan iş değiştirme sıklığı ve beyin göçü olarak yansır. şu durumda aslında son yıllarda yapılan ve kişileri göreceli refah hedefiyle kendini geliştirmeye zorlayan mekanizma dinamitleniyor.
asgari ücretli garibanın hayat şartları iki şekilde iyileştirilebilir. bunların ilki, ekonomik yapının verimliliğini yükseltmektir ki bunun için de sabit sermaye yatırımlarıyla üretim verimliliğini artırmak ve beşeri sermayede yüksek yatırımlar yapılır. böylece alım gücü erozyonu duran para birimi yüksek refah ortamı sağlar.
diğeri, nitelikli emek sunan kesimi fakirleştirerek asgari ücretliye refah transferi ile sağlanır. ikinci yol sürdürülebilir değildir ve dahi sosyal tansiyonları yükseltir. ha bir siyasetçi olarak size fayda sağlayabilir o ayrı konu.
finans ortamı bireylere gelirinin çok üzerinde harcama yapma şansı tanırken dediğim gibi durumlar çok rahatsız edici olmayabilir ama şu anki ekonomik tabloda tepkiler sertleşecektir. beyin göçünün son yıllarda normalden daha fazla gündeme gelmesinin nedeni budur. ayda 24 bin lira maaş vaat edilerek insanları getirmeye çalışmanın da nedeni budur. burada atlanan nokta ise, bugünün 24 bin lirasının gelecekte asla 24 bin lira reel gelir olarak kalamayacak olmasıdır.
ücret piyasasında asgari ücretliye nitelikli emek üzerinden yansıtılacak olan refah transferinin en net sonucu ise beyin göçü olacaktır. siyasi, toplumsal veya dini saiklerin aksine ekonomik sebeplerle artışa geçecek olan nitelikli emeğin yurt dışı talebini geriye çekmek çok daha zor olacaktır. çünkü bireylerin sistemin kuralları içinde kalarak refah seviyesini artırma çabasının önüne çok sert olarak çekilmiş olan bu set çok başka arayışlar yaratır.
ikinci risk ise, her şeye rağmen bu sistemde kendini geliştirmek ve emeğinin veya gelecekteki emeğinin değerini artırmak için çaba gösteren kesimde ücret piyasasına hiç uğramadan sistem dışı kalma hedef veya sonucunu getirmesidir. hedef ise sonuç %99 beyin göçü olur, sonuç ise işsizlik olur.
üçüncü risk ise, refah artış isteğini ve bunun getireceği sosyoekonomik statü yükseltme arzusunu eğitim ile sağlamanın meşruiyetinin kaybolmasıdır, ki bu hepsinden daha kötüdür. tıp okumak için çalışıp asgari ücretin 3-4 katı para kazanmak yerine birey bu riske hiç girmeden asgari ücretle de yaşamayı tercih edebilir ve böylece okurken kayıp gözüyle bakacağı yıllarda para kazanırım der.
eğitimi amaçsallaştıracak entelektüel elitlerini çoktan kaybetmiş olan türk toplumu, eğitimi araçsallaştırmayı da gözden çıkarmış bir çoğunluğu bu derece meşrulaştırır ve toplum tabanına yayarsa en sonunda bu devlet de yıkılır ama bu sefer on sekizincisini kuramayabiliriz.
herkese mutlu bir yıl dilerim.
decathlon'da satılan gri spor ayakkabı
-
her yıl düzenli olarak alıyorum oldukça rahat ve konforlu. dünyadaki bütün insanlar aynı ayakkabıyı giyse ne olur, kapitalizimin uşağı olmayın dedelerimiz ninelerimiz ayaklarına giyecek lastik ayakkabı bulamazken bugün ayakkabı beğenmez olduk.
hidayet türkoğlu
-
deminden beridir basın toplantısını izliyorum ve gerçekten bir insan ancak bu kadar akpli gibi konuşabilir.
"bize gelen haksız eleştirilere gülüp geçiyoruz"
"biz türkiye'nin en iyi federasyonuyuz"
"bakın bunlar bizim ne kadar iyi bir federasyon olduğumuzun göstergesidir"
"ben geldiğimden beri söyle oldu böyle oldu vs"
bu tarz konuşmalarla sürekli kendini ve federasyonu övmekte. benim bildiğim bir şey varsa kendini böyle öven kişilerin sonuç olarak kötü yönetici çıktıkları.
24 nisan 2022 uğur dündar'ın imamoğlu tweet'i
-
daha geçen hafta imamoğlu, fenerbahçe kadın basketbol takımının fiba euroleague final maçını tribünlerden izledi. emin değilim ama ali koç bile salonda değildi muhtemelen.
uğur dündar daha neyin jestini bekliyormuş.